Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik’te 2017’ye toplu bakış: Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye-Rusya ilişkileri & IŞİD’in geleceği

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. 2017’nin son Transatlantik’iyle karşınızdayız maalesef bugün Gönül Tol katılamıyor, ama 2018’in ilk Transatlantik’inde bir sorun olmayacak. Ömer Taşpınar’la, Washington’la konuşacağız. 2017’yi değerlendireceğiz, birkaç ana başlığı konuşacağız. Öncelikle Amerika’da Trump yönetimini konuşacağız. Ömer, merhaba!
Ömer Taşpınar
: Merhaba Ruşen!

Trump, yılbaşında, yani 2017’nin Ocak ayında göreve başladı, bir yılı doldurmak üzere, az bir şey kaldı bir yılı doldurmasına. Nasıl bir bilanço çıkartılıyor? Herhalde orada Amerikan basını da bu konuyu bayağı konuşuyordur. 2017’de Trump “Gitti gidecek” deniyordu, “Yapamayacak” deniyordu, ya da “Kurulu düzene teslim olacak” deniyordu, bir yığın şey söyleniyordu; ama 2017’yi bitiriyor.
Evet Ruşen, buradaki değerlendirmelerde, Amerikan dış politikasında bir devamlılık olduğu söyleniyor. Özellikle dış politika alanında, beklenen büyük değişiklikler, radikal değişiklikler olmadı. Mesela Amerika’nın NATO’yla ilişkilerinde ciddi değişiklik bekleniyordu, orada çok ciddi bir değişiklik olmadı. Amerika’nın Avrupa’yla ilişkilerinde yapısal bir değişiklik olmadı. Fakat tabii Asya’yla serbest ticaret anlaşması konusunda bir hayal kırıklığı oldu. İklim anlaşması konusunda, Paris Anlaşması konusunda bir hayal kırıklığı oldu. Yani liberallerin, genelde Demokrat Parti’nin önem verdiği bazı konularda bir kutuplaşma yaşanıyor. İç politikaya baktığımızda, Trump yönetiminin Amerika’yı kutuplaştırdığını söyleyebiliriz. Burada bir devamlılık aslında beklendiği kadar olmadı. Trump yönetimi korkulduğu üzere oldukça sağa kayan bir politika izliyor. Bir kere her şeyden önce bu göçmenler konusundaki politikası Amerika’yı gerçekten kutuplaştırmış durumda ve Anayasa Mahkemesi ve buradaki mahkemelerin blokajı sonucu olarak sistem bir devamlılık sağladı; fakat Trump’ın göçmenler konusunda ve “Önce Amerika” sloganı nedeniyle, bir bakıma Meksika’dan gelen kanunsuz göçmenleri durdurma konusunda attığı adımlar, arkasından da Müslüman ülkelere, Ortadoğu’daki ülkelere yaptığı vize yasağı ve seyahat yasağı konusu Anayasa Mahkemesi’ne takıldı ve burada bir frene basıldı; bu da Amerika’yı kutuplaştırdı. Irk konusunda, yani siyah-beyaz ayrımı konusunda Amerika’da Charlottesville’de yaşanan olay oldukça kutuplaştırdı, Trump’ın beyaz ırkçı kesime yakın bir söylemi olduğu konusunda bir önyargı var. Washington Post’ta, özellikle New York Times’ta Trump’a karşı, Trump’ın ırkçı sağcı politikaları izlediği konusunda adeta bir kültür savaşı yaşanıyor ve bu konuda da sağ ve sol arasında önemli bir kutuplaşma var Amerika’da. En son olarak da yılı vergi meselesiyle bitirdik. Vergi meselesinde, özellikle şirketlere ciddi vergi indirimlerinin getirilmesi –Amerikan tarihinde gerçekten en son Reagan döneminde bu kadar ciddi bir vergi indirimi yapılmıştı–, büyük bir başarı olarak kabul edildi Trump açısından, Trump’ın tabanı açısından ve Cumhuriyetçi Parti’yi birleştiren bir şey oldu. Zira Cumhuriyetçi Parti için gerçekten bir kırılma söz konusu. Belirli kesimler Trump’ın fazla radikal olduğunu düşünüyorlar; mesela bu kesimler Trump’ın sağlık sistemi konusundaki reformlarına destek vermediler. Obama’nın getirdiği sağlık reformunu değiştiremedi ve kendi partisinden tam olarak destek alamadığı için değiştiremedi, bunu söylemek gerekiyor, John McCain gibi senatörlerden, Maine senatörü Susan Collins gibi senatörlerden… Ama sağlık sistemi konusunda yaşayamadığı başarıyı vergi konusunda yaşadı Trump yönetimi ve o nedenle iç politikada şu anda bazı istediği şeyleri daha rahat yapıyor.

Ömer, burada çok ilginç bir şeye tanık olduk; kısa sürede ekibindeki çok sayıda önemli ismi ya o attı, ya kendileri gitti. Başladığı gibi yola devam etmedi. Bu onun sadece acemiliğiyle açıklanabilecek bir şey mi?
Hayır. Bu sadece acemilikle açıklanamayacak bir şey. Burada Trump yönetiminin etrafında kadro olarak toparladığı isimler, gerçekten sistemle sorun yaşayabilecek isimlerdi. Ve sistemin, özellikle Amerika hukuk devleti olduğu için, kanunlar çerçevesinde, mesela ilk güvenlik danışmanı Michael Flynn’in attığı adımlar –Rusya konusunda, Türkiye konusunda attığı adımlar– istifa etmesine, hatta görevinden alınmasına neden oldu. Sonrasında bazı isimler, yine buradaki hukuk sistemi çerçevesinde, özellikle lobicilik çerçevesinde attıkları adımlar nedeniyle devam edemediler. Biliyorsun Senato’dan onay almak gerekiyor, Senato bazı isimleri onaylamadı. Trump yönetiminin her ne kadar söylemi popülistçe olsa da; New York’a hayli yakın, özellikle Amerika’daki finansal kurumlara yakın isimlerden kurulduğunu söylemek mümkün. Mesela dışişleri bakanı olarak kimse Exxon-Mobil’in başkanını, CEO’sunu göreve getireceğini düşünmüyordu. Ve nitekim Tillerson, önemli bir şirketin Amerika’da düzenle özdeşleştirilmiş bir şirketin başkanı, dışişleri bakanlığına getirildi ve dışişleri bakanlığında da hâlâ önemli atamalar yapılamıyor. Müsteşar yardımcısı, müsteşar pozisyonları açıkta; bazı büyükelçi atamaları –Türkiye dahil, Ukrayna dahil– yapılamıyor. Dolayısıyla sistemde bir blokaj var, bu sistemdeki blokaj demokratların önemli kesimlerinin Trump’a duyduğu öfkeden kaynaklanıyor ve şu anda Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın bile görevden alınması söz konusu. Yani dış politikada devamlılık var derken, bütün bunlara rağmen devamlılık var diyebiliriz. Bu da bürokrasideki devamlılık olarak ele alınmalı; yani Amerika’da devletin devamlılığı ve bürokrasideki devamlılık var, fakat siyasî atamalar konusunda ciddi sorunlar var; bu da kutuplaşmanın sonucunda ortaya çıkıyor.

Ömer, Türk-Amerikan ilişkilerine geçelim. En son buluşmada öne çıkan laf neydi? “Hiçbir zaman olmadığı kadar birbirimize yakınız” dendi o Trump-Erdoğan buluşmasında; ama 2017, herhalde Türkiye ve ABD’nin hiç olmadığı kadar uzak olduğu yıllardan birisi. Birçok konu var; en son vize krizi var, Suriye’de YPG krizi var, Fethullah Gülen meselesi var, Zarrab-Atilla Davası var, bir yığın madde var ve çok ciddi bir kriz hali var. Sen bu kadar yoğun krizin Türk-Amerikan ilişkilerinde bu kadar kısa bir sürede üst üste geldiği bir dönem hatırlıyor musun?
Gerçekten yapısal sorunlar birikmiş durumda; Obama yönetimine, Bush yönetimine oranla yapısal sorunlar öne çıkmış durumda; yani ben burada 20 yıldır görev yapıyorum ve Türk-Amerikan ilişkilerini detaylıca izliyorum; ama bu kadar sorunun yapısal olarak ortaya çıktığı bir dönem hatırlamıyorum. Daha da kötüsü Türkiye’nin beklentilerinin bu kadar yüksek olup böylesine bir hayal kırıklığı yaşadığını da hatırlamıyorum. Yani Türkiye’deki beklentilerin ne kadar rasyonel beklentiler olduğu tartışmalıydı. Trump yönetiminin gerçekten Türkiye’nin beklediği ciddi şeyleri yapıp yapamayacağı konusundaki beklenti irrasyonel bir beklentiydi; belki benim bahsettiğim, Michael Flynn’e yapılmış, sonuçta Amerikan ulusal danışmanına yapılmış bir yatırımın beklentileriydi — ki bu zat, bu kişi görevden alınmadan, istifa etmeden yaklaşık birkaç hafta önce, göreve geldiği seçimleri kazandıkları gün, Fethullah Gülen’in iade edilebileceğinden bahsediyordu, Kürtlere yardım edilmemesi gerektiğinden bahsediyordu; yani Türkiye’nin beklentilerini yükselten bir Michael Flynn vakası vardı. Şimdi burada Michael Flynn bir skandal sonucu görevden alındıktan sonra beklentilerin düşmesi gerekiyordu; fakat Trump ilginç bir şekilde beklentileri yükseltebilen bir isim. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan’la konuşmalarında, hiç kimsenin beklemediği bir şekilde toz pembe bir senaryo çizebiliyor. İlişkiler gerçekten YPG nedeniyle ve Fethullah Gülen’in iade edilmemesi nedeniyle, veya Erdoğan’ın koruma görevlilerinin burada Washington’da yaşattığı skandal, saldırmaları nedeniyle dibe vurmuşken, Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmede, senin başında söylediğin gibi, “İşler hiçbir zaman bu kadar iyi olmamıştı” diyor. Niye bunu söyleyebiliyor Trump? Çünkü Trump bir fantezi dünyasında yaşıyor, Trump gerçeklerden uzak değerlendirmeler yapabiliyor ve herkese belirli şeyler söyleyerek, bu söylediklerinin bir anlamı olacağını, bir gerçeği yansıttığını zannediyor. Halbuki gerçeklerden çok uzak açıklamalar yapıyor Trump ve bu tabii ki bir kafa karışıklığı yaratıyor, Trump’ın da ciddiye alınmamasına neden oluyor. Birçok dünya lideri bugün Trump’ı dinlemek yerine, Trump’ın söylediklerini ciddiye almak yerine –bu çok önemli bir durum, çünkü Amerikan başkanını ciddiye almak gerekiyor– onu ciddiye almak yerine Amerikan sistemine bakıyor, sistemde ne olabilir diye bakıyorlar; çünkü Trump’ın söylediği sözler, vaatler, gerçekleri yansıtmıyor.

Bu noktada sözünü kesmek istiyorum Ömer. Önemli bir husus yaşadık, Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster bir konferansta, o strateji belgesini açıklamasından hemen önce Türkiye’yi Katar’la birlikte net bir şekilde radikal İslam’ın sponsorluğuyla suçladı. Ardından tepkiler üzerine yazılı bir açıklama geldi Beyaz Saray’dan, ama o yazılı açıklamadaki geri adım orada atılmış ileri adımı, yani o üslûbu telafi eden bir şey değildi. Katılıyor musun bilmiyorum, ama yapılan açıklama çok üstünkörü bir açıklamaydı. Sen tam diyorsun ya, Trump’a değil sisteme bakılıyor. Biz Türkiye konusunda McMaster’ın o söylediği, Türkiye’yi karşısına alan, hedefe oturtan yaklaşımının şu anda Washington’da egemen olduğunu söyleyebiliyor muyuz?
Amerika’da kurulu düzene, müesses nizama baktığımızda, gerek bürokrasideki gerek ağır topları oluşturan think tank’lerdeki, gerek basındaki hava, Türkiye’nin gerçekten Batı’dan koptuğu, Türkiye’nin gerçekten Avrupa Birliği’nden, Batı standartlarından, demokrasiden koptuğu ve Müslüman Kardeşler gibi örgütlere destek vermeye, hatta Suriye’de El Kaide’ye yakın örgütlere destek verdiği yönünde; yani kurulu düzen böyle görüyor. Kurulu düzen aslında belirli sorunlara da sahip, bence sorunlu analizler yapıyorlar. Mesela McMaster dediğiniz kişi bir Amerikan generali ve kendisinin aslında Irak’ta görev yapmış birisi olarak, Afganistan’da görev yapmış birisi olarak, radikal İslam’la Müslüman Kardeşler arasındaki farkı anlaması gerekiyor. Fakat Müslüman Kardeşler şu anda Trump yönetimi tarafından ve Amerika’da özellikle sağ kesim tarafından neredeyse radikal bir örgüt olarak görülüyor; tabii burada Mısır-Amerika ilişkilerinin payı var, Sisi’nin bunu bir terörist örgüt olarak yansıtmasının payı da var. Dolayısıyla Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e yakın oluşu, sistem tarafından radikal İslam’a, radikal gruplara destek olarak değerlendiriyor; bence bu yanlış. Müslüman Kardeşler’le El Kaide arasında bir fark yaratmak gerekiyor. Ama tabii ki Türkiye geçmişte El Nusra Cephesi gibi, bugün Heyet El Tahrir gibi bazı gruplarla yaptığı, kurduğu ilişkiler nedeniyle El Kaide’ye yakın, daha radikal gruplara da destek veriyormuş imajını yaratıyor — ki muhtemelen gerçek, bunlarla Türkiye’nin arasında belirli organik bağları var, geçmişte vardı bugün de devam ediyor olabilir. Ama Türkiye aynı zamanda IŞİD’e karşı da ciddi bir mücadele yürüttü, bu da açık. Şimdi Amerika’da Türkiye imajı bakımından kafalar karışık; yani Türkiye’nin eski Türkiye olmadığı, İslam dünyasında Müslüman Kardeşler’e çok daha yakın olduğu, NATO’dan ve AB’den kopmakta olduğu bir gerçek olarak kabul ediliyor. Fakat düzen böyle görürken; yani bürokrasi, Dışişleri Bakanlığı, Pentagon Türkiye’yi böyle görürken; Washington Post’ta –bence çok önemli bir yazıda, bundan yaklaşık on gün önce çıkan– Trump’ın Rusya’yla olan ilişkilerini anlatan bir yazıda, Trump’ın en beğendiği liderler listesinde Putin, Erdoğan ve Filipin lideri Duterte olduğunu ve Trump’ın isimleri gerçekten çok başarılı gördüğünü yazdı. Yani Trump, Amerikan Başkanı, Erdoğan’ı başarılı bir lider olarak görüyor ve Washington Post’ta bu değerlendirildi. Aynı zamanda Ulusal Güvenlik Danışmanı, radikal İslam’a destek veren AKP’den bahsediyor. Bu da demin çizdiğim kafa karışıklığı tablosunu bence en güzel şekilde sembolize ediyor.

Ömer, buradan Putin’e geçelim, hazır adını anmışken: Amerika’yla ilişkilerde sorunlar yaşanırken, Rusya’yla 2017 bayağı bir yakınlaşmanın doludizgin gittiği bir yıl oldu. Bugün Rus basının çıkan S-400’lerde artık mutabakata varıldığı haberleri, o da sürekli biliyorsun bu tür haberler çıkıyor, bugün yine çıktı; o da çok önemli bir anlamı var herhalde S-400’lerin — ki Transatlantik’te bu konuyu defalarca konuştuk. Sen bu konuda Türkiye’nin yöneliminin bir Avrasyacılığa doğru olduğunu değişik şekillerde değişik ifadelerle dile getirdin. 2017’yi toparlayacak olursak, Türkiye-Rusya ilişkileri ve Türkiye’nin Batı yerine Asya ya da Avrasya’ya dönmesi meselesini nasıl toparlarsın?
Milat noktası Ruşen, Darbe Girişimi. Yani 2016 Temmuz’daki Darbe Girişimi nedeniyle Türk-Amerikan ilişkileri gerçekten kopuş noktasına doğru ivme kazandı. Yani Fethullah Gülen’in iade edilmemesi, Türkiye’nin bu darbeyi bütünüyle FETÖ’cü darbe olarak görüp bundan birinci sorumlu olarak Fethullah Gülen’i tutuyor olmasına rağmen Amerika’nın stratejik ortak olarak gördüğü Türkiye’ye Fethullah Gülen’i iade etmemesi, Türkiye-Amerika ilişkilerinde belki de geçmişte hiçbir zaman görmediğimiz kadar ciddi bir sorun yarattı. Yani geçmişte çok sorunlar oldu Türk-Amerikan ilişkilerinde, Kıbrıs meselesinde, ambargo meselesinde oldu, fakat Türkiye’nin kendine hayatî bir tehdit olarak gördüğü, özellikle AKP’nin hayatî bir tehdit olarak gördüğü FETÖ meselesinde, Amerika’nın Fethullah Gülen’i iade etmemesi, Rusya’nın bu darbe konusunda Türkiye’ye hemen destek vermesi, hatta uyarması, bence gerçekten 2017’nin en önemli gelişmelerine zemin hazırladı. Yani Türkiye kendini, özellikle Tayyip Erdoğan kendini Putin’le, Rusya’yla daha stratejik ve güvenlik açısından daha anlamlı bir ortaklık içinde görüyor ve bu çok ilginç bir gelişme. Daha bundan iki yıl öncesinde Rusya’yla neredeyse savaş boyutuna gelinmişti, Rus uçağının düşürülmesi sonrasında. Bugün Rusya’nın böyle bir stratejik ortak konuma gelmiş olması, Amerika’da gerçekten çok büyük bir soru işareti. En çok sorulan soru da: “Gerçekten stratejik bir ortaklık var mı? Yani bu Avrasyacı gidişat, Türkiye’deki milliyetçi, ulusalcı, bağımsızlık gidişat, Rusya’yı gerçekten de partner olarak görüyor mu Türkiye?” sorusu, her yerde soruluyor. Bana göre bu, Türkiye’yle ilgili yapılan değerlendirmelerde, Türkiye’nin önümüzdeki on yılı konusunda yapılan tahminlerdeki en büyük soru işareti. Yani Türkiye-Rusya ilişkileri, Türkiye’nin Asya’yla olan, Çin’le olan ve Rusya’yla olan, uzun dönemde belki Hindistan’la geliştirilebilecek ilişkiler NATO’ya bir alternatif olabilir mi? Bir Şanghay İşbirliği Örgütü NATO’ya alternatif olabilir mi? Burada yine bu soruya verilen cevap, alternatif olamayacağı yönünde; çünkü Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerinde ciddi sorunlar var. Evet Türkiye S-400’leri alıyor, alacak gibi gözüküyor, ama teknoloji paylaşımı konusunda ciddi soru işaretleri var ve bu iş yılan hikâyesine döndü. Yani o konuda bile ciddi soru işaretleri var. Ama soru işaretleri olmadığı konular şunlar: Rusya’yla Suriye konusunda tam olarak anlaşamıyor Türkiye; Suriye konusunda bir görüş ayrılığı var. Daha Tayyip Erdoğan bugün Tunus’ta yaptığı bir konuşmada Beşar Esad’ı terörist olarak nitelendirdi ve görevinde kalmaması gerektiğini söyledi. Demek ki Rusya’yla Suriye konusunda her ne kadar kozmetik olarak Astana Süreci devam etse de, Türkiye anlaşamıyor, veya Tayyip Erdoğan böyle konuşmalar yaparak aslında Putin’i aslında bir bakıma zor durumda bırakabiliyor. Putin’i daha zor durumda bıraktığı yer Kırım meselesi. Kırım’ın ilhakını kabul etmiyor, Ukrayna meselesinde Türkiye, Rusya’yla ayrı bir noktada duruyor. Türkiye’nin Kıbrıs politikası, Rusya’yla çatışıyor, Türkiye’nin Ermenistan politikası Rusya’yla çatışıyor, Türkiye’nin PYD politikası Rusya’yla çatışıyor — PYD Rusya’dan destek gördü, PKK Rusya’dan destek görüyor. Dolayısıyla ilişkilerde çok ciddi yapısal sorunlar var. Aslında Amerika’yla çıkarları daha çok örtüşüyor Türkiye’nin, fakat Amerika’yla bu Kürt meselesinde, PYD konusunda yaşadığı ve Fethullah Gülen’le ilgili yaşadığı mesele nedeniyle kozmetik olarak Rusya’yla daha yakınmış gibi görünüyor. Ve burada son olarak şunu söyleyeyim: Kamuoyu yoklamalarında Türkiye halkı Amerika’yı Rusya’ya oranla daha büyük bir tehdit olarak görüyor. Çünkü bütün medya, bütün sistem Amerika’yı terörizme destek veren düşman olarak göstermekte; Fethullah Gülen meselesi, Zarrab nedeniyle bir komplocu bakış açısı hâkim. Dolayısıyla halk da Amerika’yı müttefik olarak değil, bir ulusal güvenlik tehdidi olarak görmeye başladı — ki Rusya konusunda böyle değil; Putin’e bakınca halk, Rusya’ya bakınca, aynı derecede bir tehdit algılamıyor, bu da ciddi bir mesele. O nedenle ben Türkiye’deki Avrasyacı gidişi muhtemelen sana oranla daha ciddiye alıyorum, çünkü bunun toplumsal bir tabanı var, milliyetçilik üzerine kurulmuş bir toplumsal tabanı var; bir de sistemik bir tabanı var, TSK-Pentagon ilişkileri artık çok zor bir yere geldi, yani özellikle S-400’ler alınırsa gerçekten Türkiye’nin NATO’yla ilişkilerinde bir sorun olacak, TSK-Pentagon ilişkileri, Türkiye’nin devletten devlete Amerika’yla yaşadığı ilişkiler ve Erdoğan’ın TSK’yla kurmuş olduğu yeni organik ilişki. Yani TSK’da Ergenekon sonrası yükselişte olan ulusalcı kesimle kurmuş olduğu ilişki de Amerika’da ciddiye alınıyor ve o nedenle Türkiye’deki Avrasyacı gidişat –sadece Avrasyacı değil; milliyetçi, ulusalcı, anti-Amerikan bir gidişat olarak– bir endişe yaratıyor diyebiliriz.

Ömer, 2017’yi toparlarken biraz IŞİD’den bahsedelim: 2017’de IŞİD iki ayrı ülkede, Irak’ta ve Suriye’de büyük ölçüde topraksızlaştırıldı, öyle diyelim. IŞİD’i El Kaide’den farklı kılan en önemli özelliklerden birisi devlet ilanıydı, hatta hilafete kadar götürdü ve bir tarafta Musul diğer tarafta Rakka, başkent gibi uzun bir süre varlık sürdürdü; ama şimdi iki ayrı operasyonda ikisinden de ayıklandı diyelim; ama herkes bunu kabul ediyor ki IŞİD bitmedi. Bu meseleye nasıl bakacağız? 2018’de tekrar territoriyal, yani topraksal anlamda Irak’ta, Suriye’de ve bölge ülkelerinde bir IŞİD olayı yaşanacak mı? Yoksa ne tür analizler yapılıyor?
Askerî olarak IŞİD’i yok etmek özellikle Amerika ve Rusya bütün güçleriyle, hava gücüyle devreye girdikten sonra, özellikle askerî açıdan yok etmek, işin kolay kısmıydı. Zira IŞİD dediğimiz örgüt, bu kadar ciddi bir askerî baskıya, saldırıya, ambargoya direnebilecek güçte lojistik yapıya sahip bir örgüt değil. Sonuçta bir devlet kurdular; fakat ellerinde tanklar, ellerinde uçaklar, ellerinde düzenli bir ordu yok. Gerilla tipi çalışan ve düzenli ordusu olmayan bir devlet yapısına sahipti. Ne kadar devlet olduğu da tabii tartışılır, fakat belirli bir toprağı elinde tuttuğu, vergi topladığı, belirli sosyo-ekonomik servisler verdiği doğruydu; ama IŞİD’in askerî gücü bölgedeki devletlerin, Suriye’nin ve Irak’ın çökmüş olması sebebiyle ortaya çıktı. Ve Sünni kesimlerden, kendini marjinalize etmiş Sünni kesimler aldığı destek nedeniyle ortaya çıktı. Şimdi IŞİD devam edebilir mi? İdeolojik olarak devam edebilir mi? IŞİD ideolojik devam edebilir, askerî açıdan IŞİD’i yıkmak işin kolay tarafı, ideolojik açıdan IŞİD’i yok etmek işin en zor tarafı. Zira IŞİD’i ortaya çıkaran şartlar aynen devam ediyor; hatta daha da kötüleşerek devam ediyor Suriye’de. Suriye’de Esad rejimi iktidarını konsolide ettikçe, Sünniler daha da marjinalize olmaya devam edecek ve eninde sonunda tekrar patlak verebilir bu. Irak’ta Sünnilerin yine marjinalize olduğu, Şiilerin egemen olduğu bir yapı devam ediyor. Dolayısıyla Sünniler sisteme entegre edilmediği sürece Suriye’de ve Irak’ta IŞİD’i hayata geçiren nedenler, temel nedenler devam edecek. Ve IŞİD bir devlet olmaktan çıkınca IŞİD sempatizanı, radikal İslamcı, köktendinci İslamcı kişiler zaman içinde daha terörizme başvurarak Avrupa’ya dönebilirler. Avrupa’ya dönen IŞİD sempatizanlarının bir kısmı tabii ki radara takılıyorlar, hapse atılıyorlar; ama bir kısmı eğer Avrupa’ya geri dönüş yapabiliyorlarsa burada, Avrupa’da ya da Batı’da belirli hücrelerde terörist faaliyetlere devam edebilirler. Yani IŞİD sonuçta daha terörizme başvuran bir örgüt haline gelebilir, El Kaide gibi bir örgüt haline gelebilir devlet yapısını kaybettikten sonra. Ama uzun dönemde tekrar ortaya çıkma durumu da Sünniler sisteme entegre olmadıkça gayet mümkün.

Evet, burada noktayı koyalım Ömer. 2017’nin son Transatlantik’ini yaptık ve 2017’yi değerlendirdik. Gönül’e çok selamlar, ona da iyi yıl dileklerimizi ilet, sana da iyi yıllar. İzleyicilerimize de şimdiden Transatlantik olarak iyi yıllar diyoruz. 2018’in ilk yayınında, ayın 3’ü oluyor galiba 3 Ocak’ta tekrar Transatlantik karşınızda olacak. Hepinize iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.