Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

2017’nin muhasebesi

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. 2017’nin son yayınında karşınızdayım. Çok zor bir yıl oldu herkes için, Türkiye için, dünya için de öyle oldu. Önümüzü bu zorluk kolaylaştıracağa da benzemiyor, 2018’in daha da zor olma ihtimali hayli yüksek — ki yıllardır artık her seneyi böyle kapatır olduk: “Kötü geçti, önümüz de pek aydınlık değil” diye diye gidiyoruz. Bugün bu son yayında bir muhasebe yapmak istiyorum, bu muhasebeyi birkaç boyutuyla yapmak istiyorum. Siyasî yönüyle Türkiye ve dünya hakkında birtakım şeyler söyleyeceğim; ama aynı zamanda bir anlamda kişisel ve de kurumsal –kurumsaldan kastım Medyascope– anlamında bir şeyler söylemek istiyorum.

Adalet Yürüyüşü dışında muhalefetin olmadığı bir yıl

Çok zor bir yıl oldu; özellikle OHAL şartları altında, KHK’larla yönetilen bir ülke. CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nü saymazsak muhalefetin yok gibi olduğu bir ülke ve iktidarın tek elde toplandığı bir ülke; temel hak ve özgürlüklerin giderek azaldığı, sınırlandırıldığı, yasakların her şeyin önüne çıktığı ve 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin bütün bunlara bir zemin hazırlamış olduğu bir atmosferde gitti. Özellikle de bizi ilgilendiren alanda, basın özgürlüğü alanında, ifade özgürlüğü alanında çok sıkıntılı bir yıl geçti. Önümüzün de çok açık olduğu söylenemez.
Çok sayıda meslektaşımız içeri girdi, içeri giren arkadaşlarım var, içeriden çıkan arkadaşlarım var ve kimsenin hiçbir zaman durumundan emin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunu öncelikle vurgulamak lazım. Kim niye içeri giriyor, kim niye girmiyor? Kim neden tahliye oluyor, kim neden tahliye olmuyor? Bunların kriterlerinin kaybolduğu çünkü ülkenin hukuk devletinden alabildiğine uzaklaştığı bir atmosferde, çok zor koşullar altında ve düzelme konusunda çok da fazla umudun olmadığı bir ortamda, öncelikle var kalmak ama gazeteci olarak var kalmak istiyoruz ve bunu yaparken de doğru şeyleri yapmak, gerçekler üzerinden gitmek, olabildiğince de serinkanlı bir şekilde ve tarafsız bir şekilde bunu yapmak…
Günümüz Türkiye’sinde bu çok zor; aslında dünyada da böyle oluyor, gazeteciliğin en temel kıstası olan tarafsızlık meselesi çoktan gürültüye gitmiş durumda; hatta taraflı olmayan gazeteci sayılmıyor. Özellikle Türkiye gibi kutuplaşmanın alabildiğine güçlü olduğu ülkelerde, her iki kutup da herkesin kendi yanında ya da karşı tarafta yer almasını istiyor. “Ya bizdensin ya onlardan” yaklaşımının iki taraftan da geldiğini biliyoruz. Tabii siyasî iktidarın elinde devletin imkânları da olduğu için onunki daha baskıcı oluyor. Böyle bir ortamda tüm Türkiye’ye seslenen –teorik olarak tabii, tüm Türkiye’ye seslenmek teknik olarak çok mümkün değil, hele bizim gibi kurumlar için– ama herkese seslenmek, her kesime seslenmek, kimseye kapıyı kapamamak, ufkunu herkese açmak, kutuplar üstü bir pozisyon almaya çalışmak zor iş. Alıcısı yokmuş gibi olan bir duruş, ama aslında bunun alıcısının çok olduğunu biz Medyascope’un iki buçuk seneyi aşan deneyiminde görüyoruz.

Kutuplardan bunalanlar

Şöyle bir olay var, bunu artık kabul etmek lazım; her iki tarafın, kutbun –ki kutuplar bazen değişiyor, etnik temelli kutuplaşma, hayat tarzı temelli kutuplaşma ya da siyasî parti temelli kutuplaşma vs.– her iki tarafın keskin isimleri daha yüksek sesle kendilerini beyan ediyorlar, ama çok ciddi bir sayıda insanda, şu ya da bu kesime yakın olmakla birlikte, kutba yakın olmakla birlikte, daha serinkanlı daha sakin ve barışçıl atmosferler arzuluyor. Bizim konumuzda baktığımız zaman da gerçekten objektif yapılmış gazetecilik, özgür yapılan gazetecilik ve özgün yapılan gazetecilik istiyor. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz; imkânlarımız kısıtlı, şartlarımız zor ve Türkiye’nin şartları nedeniyle hukukî zemin vs. gibi nedenler dolayısıyla sürekli tepemizde Damokles kılıcıyla gitmek durumundayız ve bu arada da çok acı bir gerçek var, bunu söylemek lazım: En ufak hatanızda çok kişi sizi ânında linç etmek için hazır bekliyor, böyle bir atmosferdeyiz; özellikle sosyal medyanın böyle bir fonksiyonunun olduğunu hepimiz biliyoruz. Bizim başımıza çok gelmedi, ama başkalarının başına geldi, onu da biliyoruz. Ama bunun gelebilme ihtimalinin çok yıpratıcı bir şey olduğunu özellikle vurgulamak isterim.

Sürdürülebilirlik

Türkiye’deki kutuplaşma, nüansları yok etti, anlam çabasını yok etti, soru sormayı zorlaştırıyor. Soru sormak –ki özellikle gazeteciliğin temel hususu ama–, insanlar genellikle sizden soru değil, cevaplar istiyor. Sorusu sorulmamış cevaplar istiyorlar ve sizlerden tavır almanızı istiyorlar. Kesin bir şekilde davranmanızı istiyorlar vs. vs. Burada tabii şöyle bir husus var, onu özellikle vurgulamak lazım: Bir işi yapıyor olmak, ama yapıyor olmanın ötesinde sürdürebilmek gerekiyor. Dolayısıyla günümüz Türkiye’sindeki demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerinden, hukuk devletinden yana duruş sahiplerinin, hangi mesleklerden olurlarsa olsunlar, bizim konumumuzda gazetecilerin, sürdürülebilir bir çizgide, davranış modunda olabilmeleri lazım. Ama genellikle insanlar bu tür durumda olan, daha kamunun karşısında olan kişileri ve kurumları gaza getirmeye çok meraklılar, bunu biliyoruz; bu aslında çok tehlikeli bir durum, kimseye hayrı olmayan bir durum ve ülke bu yüzden gaza gelip de sonra etkisini yitirmiş, bu yüzden çok ağır bedeller ödemekte olan, ödeyen, ödeyebilecek olan insanlarla, aslında normal şartlarda çok verimli olabilecekken, bu ülkeye bir şekilde çok katkıda bulunabilecekken, bu sürdürülebilirliği tam hesaplayamamanın sonucunda kötü sonlara maruz kalmış insanlarla dolu. Böyle bir atmosferde biz burada gazetecilik yapmak çabasındayız.
Biz halimizden memnunuz; ama Türkiye’nin şartları o kadar zor ve o kadar daha da zorlaşıyor ki, üzerimizde tahmin ettiğimizden ve kaldırabileceğimizden daha fazla yükün binmekte olduğunu görüyoruz. Bunu şikâyet etme anlamında söylemiyorum, ancak şunu net bir şekilde vurgulamak lazım: Çölleşen bir medya ortamında, aslında genel olarak kültür ortamında, düşünce ortamında ve medya ortamında her şeye rağmen gerçeğin üzerinden gidip, sloganların peşine kapılmadan bunu bir kamu görevi olarak görerek yapmaya çalışmak, gerçekten yorucu.

Kişisel muhasebe

Bu anlamda kendi muhasebemi de yapmak isterim; 30 yılı aştı bu işi yapalı ve normal şartlarda benim gibi insanların mesleklerinin belli bir ânında daha az iş yapması gerekir, daha az, ama seçici bir şekilde iş yapması gerekir. Böyle bir şansı yakaladığımı sanırken, Türkiye’nin bu koşullarına denk geldik ve birdenbire hayatımın en yoğun gazetecilik dönemini son iki iki buçuk yılda yaşar oldum. Bu bir yanıyla çok keyif verici, ama aynı zamanda da yorucu bir şey. Burada tabii şöyle bir husus var; nasıl söyleyeyim, etkili olmanız gerekiyor, bir yaptığınızdan zevk alabilmek için, memnun olabilmek için, tatmin olabilmek için, ama Türkiye’de etkili olmak çok da iyi bir şey değil. Yani her an başınıza etkili olduğunuz için bir şeyler gelebilir, hemen pusuda yatan birileri sizi ihbar edebilir, şu bu olabilir. Bana Fethullahçı bile dediler, yani düşünün, diyenler de kendileri tescilli Fethullahçı olan insanlar. Böyle bir atmosferde –ki Fethullahçı derken hemen Ahmet geldi aklıma–, Türkiye’de bu konuda pozisyonu en açık olan kişinin bu nedenle cezaevinde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir durumdayız.
Yorucu, zor bir iş. 2017 bu anlamda çok zordu, 2018 şimdiden kâbus gibi önümüzde duruyor ve buradan Türkiye’ye geçecek olursak; 2019’da yapılması gereken seçimlerin 2018’de yapılma ihtimalinin –ki önce çok fazla ihtimal vermiyordum– çok ciddi bir şekilde arttığı kanısındayım kişisel düşüncem bu. Bunun artıyor olması ve o meşhur 15 Temmuz –pazara denk geliyormuş, malum– 2018’de Türkiye’nin bir seçime gidecek olması ihtimali –2019 olsa da aynı şey var ama 2018’de böyle bir şey varsa–, altı-yedi ay sonra Türkiye eğer bir seçime girecekse, bu altı-yedi ay çok sert geçecektir, bunu çok iyi biliyoruz. Çünkü Erdoğan, çok ciddi bir kriz içerisinde ve bu krizini aşabilmesi için genellikle yapması gereken, normalde yapması gereken, Türkiye’nin tekrardan çoğulcu demokrasi temel hak ve özgürlüklerinin öne çıktığı, hukuk devletinin öne çıktığı bir güzergâha taşıyarak bu krizi aşabilecekken, artık bu noktanın çok uzağında, böyle bir seçenek önünde yok gözüküyor. Dolayısıyla Türkiye’nin tekrar Haziran seçimleriyle Aralık seçimleri arasında yaşandığı gibi bir yere savrulma ihtimali var.

Çatışmasızlık ortamı

Burada tabii bir süredir hep aklımda olan çok ilginç bir husus var; başlı başına bir yayın yapmayı düşündüm, ama nedense hep bir şekilde erteledim. Çok ilginç bir dönem yaşadık, özellikle bu referandum sonrası süreçte; özellikle baktığımız zaman Türkiye’de sanki bir nevi bir zamanların çatışmasızlığı gibi bir dönemden geçiyoruz. Küçük çaplı birtakım şeyler oluyor özellikle bölgede ama bir Haziran-Aralık seçimleri arasındaki o kaotik ortamın çok uzağındayız. Bakıyoruz, yani büyük çatışmalar yok, bu büyükşehirlerdeki kör terör eylemleri TAK adına üstlenilen, ama Kandil’den kurtarıldığı şeyler yok, çok şükür ki yok onu özellikle vurgulamak lazım, ama demek ki olabiliyormuş, demek ki Türkiye çatışmasızlığı tekrardan yaşayabiliyormuş ve bunu da böyle daha önceki çatışmasızlıklar genellikle tarafların doğrudan ya da dolaylı görüşmeleriyle olabilen çatışmasızlıklardı. Şimdi anlaşıldığı kadarıyla belki başka türlü bir şeyler vardır da haberimiz yoktur, ama görüldüğü kadarıyla böyle bir şey yok, buna rağmen Türkiye belli bir süredir çok ciddi bir şekilde çatışmasızlığın öne çıktığı, çatışmanın çok geri planda kaldığı bir dönemden geçti. Bu da çok ciddi bir şekilde bizi tekrardan o Haziran-Aralık arasında yaşanan süreci yeniden –tabii özgür bir şekilde yapabilmek lazım, onu bu koşullarda yapmak biraz o anlamda zor, ama– çok geçmeyecek bir zamanda Türkiye’nin, özellikle gazetecilerin ve olayın tanıklarının o süreci tekrardan bir değerlendirmesi gerekiyor.
Orada tam olarak ne olduğunu, o süreçte tam olarak ne olduğunu bilebilmesi gerekiyor. Türkiye’de şu anda çatışmasızlık fiilen yaşanan, büyük ölçüde diyeyim hemen çatışmasızlık deyince birileri birtakım mayın döşemeleri vs.leri şehit haberlerini önümüze çıkarabilirler, ama baktığımız zaman büyük ölçüde bir çatışmasızlık var. Bu olabiliyormuş demek ki, bunun klasik birtakım yetkililerinin söyleyebileceği gibi işte terör örgütünün etkisizleştirilmesi vs.si gibi bir cevabı olduğunu hiç sanmıyorum, bunlar yıllar boyu Türkiye’de söylendi ve yıllar boyu bunların pek bir karşılığı olmadığı görüldü. Bunu özellikle vurgulamak lazım.

Seçimlere giderken atmosfer seçenekleri

Dolayısıyla 2018’de eğer Türkiye bir seçim havasına girecek olursa orada işte önümüzde yine bir seçenek olacak. Bu seçimlere gidiş sürecinde, diyelim ki 2018’de ya da 2019’da, iki türlü girebiliriz, aslında üç diyelim: var olan statükoyla girmek ya da tekrar bir kutuplaşmanın, gerginliğin Haziran-Aralık arasında olduğu gibi tırmanması veya tam tersi normalleşerek Türkiye’nin seçimlere girmesi. Tabii ki temenni bu, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir tercih yapacağını düşünmek açıkçası çok gerçekçi olmaz. Bununla birlikte yılın son anlarında Amerika’yla vize krizinin çözülmüş olması ve Avrupa Birliği’yle birtakım yumuşak mesajların, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi verilmeye başlanması tekrardan bir yıl öncesine neredeyse dönerek AB’yle tekrar vize serbestliği gibi konuların telaffuz edilir olması ilginç; bunu da bir not olarak vurgulamak lazım. Ama tabii ki ağır basan öngörü, tabii ki seçim halinde Türkiye’de gerginliklerin daha da tırmanabilme ihtimalini daha yüksek olarak görüyorum. Birçok kişi de galiba benimle aynı görüştedir.
Dolayısıyla 2018, bizler için tüm Türkiye için ama özel olarak da biz gazeteciler için, hâlâ işini yapmak isteyen gazeteciler için çok zor olacak. Bir tarafıyla tabii işin zorluğu bir teşvik unsuru oluyor, ama bazı durumlarda, hele yaşı benim gibi geçmiş insanlar için –ki bereket, Medyascope’ta ezici bir çoğunluğu genç arkadaşlar olduğu için, onlar çok dinamikler, ama– belli bir yerde açık söylemek gerekirse insan gerçekten bunalıyor.

Gazeteciliğin en kötü yılları

Bunca yıl uğraşıp edip –birçoğumuz için geçerli bu– hâlâ dönüp dolaşıp yıllar öncenin Türkiye’sinden daha iyi olmayan bir ortamda yaşıyor olmak, onca yıl bu işi yapıp meslek hayatınızın en kötü, mesleğinizin –yani kendi mesleki kariyerinizin olmayabilir ama– yani koşul olarak baktığınız zaman ben çok net bir şekilde şunu söyleyebilirim: Türkiye’de benim gazetecilik yaptığım 32 yılın en kötü iki yılını son iki yılda yaşadık. Ve önümüzün de parlak olduğunu düşünmüyorum. Bunun bir ağlama olarak görülmemesi lazım, çünkü şunu vurgulamak lazım: Eğer basın özgür değilse, ülkede hiç kimse özgür değildir, özgürlük imkânına ulaşma şansı yoktur. Önümüzdeki dönemin, 2018’in özellikle toplumun haber alma özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğüne daha fazla sahip çıkacağı bir yıl olmasını temenni ediyorum, bunu söyleyebilirim. Zor bir yıl, kötü bir yılı geride bıraktık; hepimize geçmiş olsun. Herkese daha iyi, daha güzel, barışın öne çıktığı, özgürlüklerin öne çıktığı bir 2018 diliyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.