Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ve Erdoğan Gül’e taarruzu başlattı

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında çok çarpıcı şeyler söyledi. Ama en çarpıcısı bana göre daha girişte –zaten hemen girişe yerleştirmiş– adını vermeden Abdullah Gül’e yönelik söyledikleriydi — Abdullah Gül’e ve onunla beraber hareket etme eğiliminde olanlara, ama esas olarak Abdullah Gül’e yönelikti bu. Ben bunu bir taarruzun başlaması olarak tanımlıyorum. Taarruz, hatta daha da ileri bir savaş da diyebiliriz; tabii ki siyasî anlamda bir savaş. Neden böyle düşündüğümü anlatmadan önce o konuşmayı bir dinleyelim Erdoğan’ın sesinden.

“Geçmişte partimizin çatısı altında olup da bugün dışarıda başka havalarda gezen kimsenin partimizle ilgili söz söylemeye hakkı yoktur. Herkes ağzını açmadan önce nerede bulunduğuna, kimlerle aynı safa geçtiğine dikkat etmelidir. Kem aletle kemâlât olmaz. Bunlar AK Parti olarak, milletimizle birlikte son üç dört yıldır verdiğimiz hayatî mücadelede en küçük bir desteklerini görmediğimiz, hatta çoğu defa karşı saflarda siluetleri beliren kişilerdir. Dünyada neler oluyor, ülkemizde neler oluyor, bununla ilgili bir sesiniz çıkmayacak; bu ülkede bir evet-hayır referandumu yapılıyor ve partimiz burada “Evet” başlığını böyle atıyor; ama bakıyorsunuz, birileri de “Hayır” için kampanya yürütüyor kulislerde, şurada burada. Şimdi de kendilerinde söz hakkı görüyorlar. Bu birlikteliği, bu beraberliği, bu dayanışmayı zedeleyenler bilsin ki, artık bu kervanın samimi yolcuları değildir. Biz bu yola çıkarken ahdederek çıktık. Ve bu yola bu akitleşmeyle, bu ahitle çıkarken de şunu bir defa çok iyi bilmemiz lazım: Sadakatin aslolan bir kavram olduğunu bilerek çıktık. Ama bu trenden düşenler kusura bakmasınlar, düştükleri yerde kalırlar.”

Evet burada kast edilenin Abdullah Gül olduğu çok açık. Önce çoğul bahsediyor, ama daha sonra bir yerde tekilleştiriyor. O da diyor ki “Hayır kampanyası yapıyor. Şimdi de kendinde söz hakkı görüyor”. Burada kast ettiğinin Abdullah Gül olduğu çok açık. Ama Abdullah Gül’ün referandumda hayır kampanyası yapmadığını biliyoruz. Ama evet kampanyası da yapmadı ve muhtemelen de hayır kullandı. Çünkü daha önce başkanlık sistemine karşı olduğunu değişik vesilelerle dile getirmişti. Ancak kampanya şeklinde tanımlanabilecek bir şey yapmadı. Burada Cumhurbaşkanı’nın bir abartısı var tabii ki.
Eğer Abdullah Gül ve onunla beraber hareket edenler referandumda hayır kampanyası yapsalardı ne olurdu? Bence önemli olurdu ve sonucu bile değiştirebilirdi diye tahmin ediyorum. Ancak orada bu adımı atmadılar. Bir anlamda cesaret gerektiren bir husustu ve kopuşu o tarihte başlatmayı getiren bir husustu: Yapmadılar. Ama şimdi kopuşun kaçınılmaz olduğu görülüyor, yollar ayrılıyor.

Trene binenler, trenden inenler

Yollar birileriyle ayrılırken birileriyle birleşiyor. Çünkü bugünkü konuşmada Erdoğan’ın Bahçeli’yle ilgili söylediği çok sempatik, olumlu sözler var ve bir an önce görüşeceklerdir — çünkü Bahçeli dün bir basın toplantısıyla gazetecilerle yaptığı sohbette –açıkçası medya üzerinden– beklentilerini dile getirmişti: Ya seçim ittifakının yasalaşması ya da barajın inmesi şeklinde. Ve Erdoğan’a desteklerini dile getirmişti. Aday göstermeyeceklerini söylemişti. Bugün de Cumhurbaşkanı Erdoğan Bahçeli’nin adını vererek, olumlu sözler söyleyerek, “Hayırlı işler gecikmez” diyerek bir an önce sarayda görüşeceğini vurguladı.
Tren diye bahsediyor, önce kervan, sonra tren diye bahsediyor. Artık bu kervanda ve bu trende Abdullah Gül ve ona yakın olan isimler yer almıyor anlaşıldığı kadarıyla. Ve o kervana yeni isimler ekleniyor, ki zaten bir süredir bunu bir kervandan ziyade bir tren olarak tanımlarsak –siyasette tren daha çok kullanılıyor–, buradaki yayınlarda da çok sık dile getirdiğim gibi AK Parti’nin kuruluşundan itibaren yer alan isimlerden önemli bir kısmının, önemli görevler üstlenmiş kişilerin dışlandığını, marjinalleştiğini, etkisizleştiğini ya da koptuğunu gördük. Buna karşılık, sonradan, AK Parti ile ideolojik bir birlikteliği olmayan, Milli Görüş hareketinden gelmeyen, hatta İslamcılık’tan gelmeyen, belki de dindar olarak da tanımlanması zor olan birtakım kişilerin bu trene binmiş olduklarını gördük.
Ama tren aslında esas olarak bir lokomotif. Ve bu lokomotifte Tayyip Erdoğan ve çok yakın çevresi var. Onun dışındaki vagonlardaki gidenler sadece bir yolculuk yapmış oluyorlar. Ama o vagondan kimin inip kimin bineceğinin kararını tek başına Erdoğan veriyor. Şu anda kendisi, “Trenden düşenler” diye söylüyor. Bu başlı başına çok geniş bir tartışma olabilir. Gerçekten düştüler. Düşürüldüler mi? İndiler mi? Benim gözlemime göre şunu söyleyeyim: Uzun bir süre trende kalmak istediler. Ama trende eski yerlerinde kalmalarına izin verilmedi. Ve kendilerine bir şekilde iyi gözle bakılmadı, etkisizleştirildiler. Ve sonunda böyle bir yolculuğun anlamının olmadığını düşünme noktasına vardılar — bayağı gecikmeli bir şekilde. Ve şu anda yollar ayrılıyor gözüküyor.

Erdoğan süreci hızlandırıyor

Aslında Abdullah Gül’ün Kanun Hükmünde Kararname’yle ilgili attığı o iki tweet’le başlıyor olay. Bu iki tweet’in teorik olarak bu kadar büyük gürültü koparmaması gerekirdi. Ancak Erdoğan burada bunu bir tehdit olarak algıladı — ki haklıydı. Ve süreci hızlandırmaya çalışıyor. Bugünkü konuşma da o anlamda önemli. Normalde Abdullah Gül’ün ve çevresindekilerin –kimlerse onlar– bir planları varsa da, Erdoğan onların bir an önce harekete geçmesini istiyor ve olayın hızla netleşmesini istiyor. Ve bunun üzerinden kendine –özel olarak buranın altını çizmek istiyorum– yeni bir rakip ya da düşman yaratıyor. Erdoğan’ın siyasî tarihine baktığımız zaman, özellikle AK Parti döneminde hep birtakım düşmanlarla uğraşarak yol aldı. Ve düşmanların, rakiplerin ömrü kısa süreli oldu. Hatta bazı düşmanlar sonradan müttefiki oldular. Bazı müttefikler de sonradan düşman oldular. Çok çabuk düşman eskitiyor. Ve şu anda da aslında FETÖ, PKK vs., faiz lobisi, şu bu, bütün bunların yeterli olmadığı bir yerde Abdullah Gül’ü buraya yerleştireceğe benziyor. “Kimlerle aynı safa geçtiğine dikkat etmeli” lafı özel olarak vurgulu. Bu da, biliyoruz ki Erdoğan ve Erdoğan’ı destekleyenler, kendilerini eleştiren herkesi birileriyle ilintilendirmeye ve kısaltmalardan oluşan bir şerh cephesi –PKK, FETÖ, DHKP-C vs., hatta DEAŞ deyimleriyle, ki IŞİD– oluşan uzun bir ittifakla tanımlıyorlar. Hepsini birden kendilerine yönelik bir ittifak hâlinde olarak tanımlıyorlar. Herhalde önümüzdeki dönemde Abdullah Gül’ü de bugünden itibaren bu tanımlamaya dahil edecekler.
Erdoğan’ın konuşmasına böyle başlamış olması hiç de rastlantı değil. Erdoğan çok konuşuyor, çok vesileyle konuşuyor. Bugün hatta Meclis’ten sonra Türk Hava Yolları’yla ilgili bir faaliyete de gitti, orada da konuştu. Belki akşam başka yerde de konuşacaktır; ama bu konuşmalarına çok önem verdiğini biliyoruz. Bunlar irticalen söylenmiş şeyler değil. Belli ki bu konuşma hazırlanmış. Yaklaşık bir paragraflık bir bölüm var Abdullah Gül’e ve onunla beraber hareket etmesi muhtemel kişilere yönelik.

Eşitliksiz bir savaş

Bu taarruz başladı. Bu eşitliksiz bir savaş olacak. Çünkü bir tarafta devletin tüm imkânları var, OHAL var. Hukuk devleti yok, temel hak ve özgürlükler yok. Medyanın denetimi büyük ölçüde siyasî iktidarda. Böyle bir ortamda bir düello daveti olarak görürsek, nasıl olacak? Gerçekten ilginç. Ama şunu unutmamak lazım: İki tweet’le başladı bu olay. İki tweet’le başladığına göre, bu eşit olmama hâli belki belli yerlerde Gül’ün lehine çalışabilir. Ama tabii buradaki mesele şu: Gül bu düelloyu kabul edecek mi? Esas soru burada. Ve anladığım kadarıyla Erdoğan Gül’ün kendisine cephe alacağını, açık bir şekilde cephe alacağını görerek, duyarak –artık her neyse–, onu erken davranmaya itiyor, erken tavır almaya itiyor. Aradan geçen, o tweet’lerin atıldığından bugüne kadar geçen süre içerisinde herhalde bir şekilde Abdullah Gül’den geri adım, net bir geri adım beklediler. Ama geri adım gelmedi. Hiçbir şekilde gelmedi. Geleceğine dair bir işaret de verilmedi. Dolayısıyla bu ilan, Erdoğan’ın ilanı, yani bir nevi düello daveti diyelim, gündeme geldi.
Bundan sonra artık işler iyice karışacağa benziyor. Nasıl olacak? Devletin imkânları belli. Ahmet Davutoğlu olayını biliyoruz. Bir Pelikan dosyasıyla gitti, yani birkaç gün içerisinde gitti ve sesi bile çıkamadı. Hâlâ da çıkmıyor. Bu Gül’e aynen olur mu? Çok emin değilim. Çünkü orada Davutoğlu’nun kaybettiği bir şeyler vardı. Başbakanlığı ve genel başkanlığı kaybetti. Gül’ün kaybedeceği bir şey yok, herhangi bir makam yok. Eski cumhurbaşkanı olma dışında bir titri/unvanı yok. Dolayısıyla eğer bir niyeti varsa –ki var olduğu anlaşılıyor–, siyaset yapma niyeti varsa orada kendisine alan daraltılacak, önüne engeller çıkartılacak, kendisi itibarsızlaştırılacak — ki bu konuda zaten belli bir süredir, çok sistemli olarak yürütülen birtakım kampanyalar var. Ama bunlar çok geniş kapsamlı değildi. Şimdi çok daha geniş kapsamlı olabilir.

Yaşananın adını koymak

Şimdi böyle bir taarruz diyorum, savaş diyorum, düello diyorum. Buna birileri kalkıp “Ateş olmayan yerden duman çıkartıyorsun”, “nifak” ya da “fitne” diyebilirler. Bu beni gülümsetiyor. Çünkü dershaneler olayı başladığı zaman –o tarihte Vatan gazetesinde yazıyordum– Cemaat’le hükümet arasında meydan muharebelerinin başladığını yazmıştım; düzenli bir şekilde, ısrarlı bir şekilde ve çıktığım televizyon programlarında –o zamanlar televizyona çıkabiliyorduk, hatırlayanlar vardır– bunu söylüyordum. Hem hükümet hem Cemaat tarafı, ikisi birden benim yalan söylediğimi, nifak ve fesat yaptığımı söylemeye çalıştılar. Hatta onlardan bir tane milletvekili –Konya milletvekili, şimdi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olmuş–, benimle sosyal medyada aklı sıra atışmıştı. Şu anda kendisi herhalde en sıkı FETÖ düşmanı olarak ortada varlık gösteriyor. Bu görünen bir şeydi. Taraflar bunun bu görünürlükte telaffuz edilmesini istemeyebilirler. Ama biz gazetecilerin işi, gördüğümüzü gördüğümüz gibi söylemek.
Evet, bu bir mücadele. Savaş başladı. Tayyip Erdoğan bu savaşı öne almak istiyor. İnisiyatifi elinde tutmak istiyor. Onun için başlatan taraf oldu. Gül’ün tweet’lerini bir savaş ilanı olarak görmek bence abartılı olur. Ama bunu öyle telaffuz ediyorlar. Çünkü bakıyorsunuz, Erdoğan’ın bugünkü konuşmasında, söz söylemekten bahsediyor. Kendinde söz hakkı görüyor, bu itirazları söz hakkı olarak tanımlıyor. Burada ilginç bir nokta, bugün Bahçeli de grup konuşmasında tekrar Gül’e sataştı. Gül’e sataşırken Gül’ün adını Kemal Kılıçdaroğlu’yla beraber andı. Çok ilginç kombinezonlar oluşmaya başlıyor görüldüğü gibi. Kısa bir süre öncesine kadar yan yana duranların çapraz olarak müttefiklerinin değişmekte olduğunu görüyoruz. Her ne kadar Gül’le Kılıçdaroğlu’nun yan yana olduğunu söylemek şu anda mümkün değilse de. Belki ileride olurlar, ama şu aşamada değil. Ancak hatırlanacak olursa, belli bir süre öncesine kadar Gül-Tayyip Erdoğan birlikte, karşılarında Kılıçdaroğlu ve Bahçeli vardı. Şimdi Bahçeli Tayyip Erdoğan’ın yanında ve aynı anda Gül’e ve Kılıçdaroğlu’na fazlasıyla kraldan çok kralcı bir üslûpla saldırıyor. İlginç bir durum.

Yeni yeni FETÖ’cüler çıkacak

Evet, işler çok karışıyor, çetrefilleşiyor. Ve önümüzdeki günde bu atışmalar, bu suçlamalar –doğrudan ya da örtülü ama artık çok fazla örtüye de gerek kalmadı–, daha açıktan yürüyeceğe benziyor, devam edeceğini görüyoruz. Şu anda tabii ki merak ettiğimiz husus Gül’ün buna ne diyeceği. Büyük bir ihtimalle bunu üstüne almayacaktır, almama yoluna gidecektir. Ama bu çıkıştan sonra, Erdoğan’ın bu çıkışından sonra pozisyonunun daha da kuvvetleneceğini tahmin ediyorum. Bu benim kişisel görüşüm.
Etrafında birileri var, etrafında bir hareketlilik var. Bunu duyuyoruz. Genellikle bu hareketin değişik yerlerinde, önemli anlarında, özellikle başlangıç anlarında ve en güçlü olduğu zamanlarda öne çıkan isimler var. Sadece siyasetçiler değil, gazeteciler, akademisyenler vs. de var. Ama şu hâliyle baktığımız zaman çok cesur hareket ettiklerini söylemek mümkün değil. Onlar herhalde bunu bir zamanlama olarak tarif ediyorlardır. Ama büyük ölçüde kaygılı olduklarını, endişeli olduklarını, başlarına bir şey gelmesinden endişe ettiklerini düşünüyorum — ki çünkü Türkiye’de, biliyorsunuz, en ufak bir eleştiride insanların başına bir şeyler pekala gelebiliyor. Önümüzdeki süreçte herhalde Türkiye’de yeni yeni FETÖ’cü ilan etmelere tanık olacağız. Ve içeride bir kavga, net bir şekilde çıkacak. Buradaki tabii ki sorun şu: Bu hareketin seçmeni, bu partinin seçmeni bunun neresinde yer alacak? Büyük bir ihtimalle böyle bir şey istemeyeceklerdir. Ama Erdoğan artık bu taarruzu başlattıktan sonra, kendilerini “Reisçi olarak görenlerin onun izinden gitmek dışında fazla bir seçenekleri yok.
Evet, şu anda çok uzatmayayım. Çünkü bu konuyu çok konuşacağız. Şu âna kadar Abdullah Gül’ün tweet’lerinden sonra birkaç tane yayın yapmıştık. Bugün Erdoğan’ın sözleri üzerine bu yorumu yapmış olalım. Yarın öbür gün, herhalde bu hafta bitmeden bir yayın daha yapabilecekmişim gibi geliyor. Bakalım. Biz gazeteciler için işler açılıyor diyeyim. Ama tabii ki Türkiye’de basın özgürlüğü olmadığı için bu olay lâyıkıyla tartışılamıyor. O anlamda bunu da vurgulamak lazım. Şu anda ana akım medya olarak tarif edilen yerlerdeki Gül-Erdoğan tartışmalarının bir anlamı olduğunu açıkçası çok fazla sanmıyorum. Anlamı olma ihtimalinin de çok fazla olduğunu sanmıyorum. Çünkü çok net bir şekilde Erdoğan’a rağmen birtakım seslerin dile getirilebilmesi cesaretine medyanın büyük bir çoğunluğunun sahip olduğunu düşünmüyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.