Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kerem Altıparmak ile Anayasa Mahkemesi’nin kararı üzerine söyleşi

Söyleşinin tam metni:

Yayına hazırlayan: Sahra Atila

Medyascope özel yayınından hepinize merhaba. Dün akşam Anayasa Mahkemesi 15 Temmuz akabinde tutuklanan gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın bireysel başvurularını kabul etti ve hak ihlâline uğradıklarına hükmetti. 15 Temmuz ertesindeki davaları düşündüğümüzde, bunun bir ilk olduğunu söyleyebiliriz. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuya nasıl yaklaştığını, davayı nasıl incelediğini ve bundan sonra neler olabileceğini konuğumuz Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Kerem Altıparmak ile konuşacağız. Hocam, yayınımıza hoşgeldiniz.

Kerem Altıparmak: Hoşbulduk.

Bugün bu kararla ilgili yürütme organından birkaç yorum geldi; fakat oraya girmeden, isterseniz ilk önce Anayasa Mahkemesi karara nasıl yaklaştı, nasıl bir inceleme yaptı? Bu konuyu size sormak istiyorum.

Altıparmak: Anayasa Mahkemesi itiraf etmek gerekirse beni şaşırttı. Öncelikle ihlâl olduğunu duyduğumda, daha böyle usûlî bir kusur bulunduğunu düşünüyordum; hatta bunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki davalar dikkate alınarak bir stratejik karar olduğunu bile düşündüm. Ama Anayasa Mahkemesi çok ayrıntılı bir inceleme yapmış. İhlâli nereden bulduğu önemli. Kişi özgürlüğünün sınırlandırıldığı davalarda, yani tutukluluk davalarında tutukluluğun Anayasa’ya uygun olup olmadığına üç basamakta bakıyor Anayasa Mahkemesi. Benzer bir şeyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de yapıyor. Zaten Anayasa Mahkemesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden alıyor bu modeli. Bu üç model şu: Birincisi, kuvvetli suç şüphesi var mı? İkincisi, tutukluluk sebebi var mı, yani delilleri karartma ya da kaçma şüphesi var mı? Üçüncüsü de tutukluluk tedbiri ölçülü bir tedbir mi? Örneğin karakola gidip imza atmak suretiyle elde edilebilecek bir sonucu gerektiren durumda tutukluluk veremezsiniz. Şimdi Anayasa Mahkemesi, Mehmet Altan ve Şahin Alpay’daki ihlâli birinci basamakta buluyor; ikinci ve üçüncü basamağa bakmıyor. Yani kuvvetli suç şüphesi meselesinde buluyor. Bu çok önemli; çünkü bu her iki dosyanın da davası yapılmış, duruşması yapılmış, delilleri tartışılmış dosyalar. Biraz sonra geleceğiz Bekir Bozdağ ile Binali Yıldırım’ın açıklamaları konuyu bilmediklerini gösteriyor. Önemini şöyle anlatayım: Anayasa Mahkemesi tek tek delillere baktıktan sonra şu sonuca ulaşıyor: “Bu delillerle kuvvetli suç şüphesi sonucu çıkmıyor” diyorlar. Yani bir başka deyişle, tutukluluğun ilk gününden itibaren aslında tutukluluk gerektiren suç yoktur diyor. Birinci saptama bu. İkincisi, bu aşamada siz iddianamede yazılı değerlendirmeleri bile okuyup buna rağmen kuvvetli suç şüphesi yok diyorsanız; bunun doğal sonucu şu olur: Kuvvetli suç şüphesiyle tutuklayamadığınız bir kişiyi zaten hiç mahkûm edemezsiniz. O yüzden benim gözümde Anayasa Mahkemesi kararı sadece bir tahliye kararı değil. Bu dosyalar açısından eğer çok ekstra yeni bir delil vs. çıkmıyorsa beraat sonucunu da doğuruyor. Anayasa Mahkemesi ilk derece mahkemesi değil — çünkü bunu söyleyenler var, duyuyorum. Anayasa Mahkemesi hak ihlâlini tespit etti falan; ama nereden tespit etti? Anayasa Mahkemesi dedi ki: “Kuvvetli Suç Şüphesi olmadan bu kişiyi tutuklamışsanız, şimdi o kuvvetli suç şüphesi olmadan, yani tutuklamaya yetmeyecek şüpheyle insanları nasıl mahkûm edeceksiniz?” Yeni bir şey de girmediğine göre dosyaya… Binali Yıldırım’ın şu söylediği de yanlış: “Anayasa Mahkemesi dosyayı İlk Derece mahkemesi gibi bilmiyor” diyor. Hayır, Anayasa Mahkemesi’nin elinde bütün malzeme var, bütün üzerinden veriyor kararı. O nedenle Anayasa Mahkemesi’nin içtihadı önemli. Bunun üzerine bir de şunu eklemek lazım: Anayasaya Mahkemesi tahliye et dememiş, ama şunu demiş — bu yeterli: Kararın ihlâlinin giderilmesi için dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar vermiş. Bu ihlâli nasıl gidereceksiniz? Tahliyeden başka bir giderme söz konusu olmaz. İkinci bir alternatif yok; kaldı ki Şahin Alpay’da tazminat da yok. Gidermek için yapacağı tek şey: Tahliye etmek.

Hocam, peki –tam bu noktada araya gireyim isterseniz– Anayasa Mahkemesi kararıyla İlk Derece mahkemesinin kararı –veya kararı değil ama uygulamaları– çatıştığı zaman, İlk Derece mahkemesi ne derece bağlı? Ne derece kararı uygulamakta zorunlu? Çünkü dün akşam tutukluluk kabulünün devamına hükmetti İlk Derece Ağır Ceza Mahkemesi. Gerekçe olarak da daha bu kararın kendilerine bildirilmediğini öne sürdü. Resmî Gazete’de yayınlanması gerektiğini de söyledi. Şimdi bu süreci kısaca konuşalım isterseniz.

Altıparmak: Bakın, yani Yargıtay’la, İstinaf’la İlk Derece Mahkemesi arasındaki ilişkide, kararda ısrar etmek, ısrar üstüne Ceza Genel Kurulu’na yollamak vs. gibi olasılıklar var. Lakin, Anayasa Mahkemesi kararı için hiçbir mahkemenin –Yargıtay, Danıştay dahil– “Ben kararımda ısrar ediyorum” deme olasılığı yok. Şimdi, “Gerekçesine bakacağım” demiş. Gerekçe de ortada ve gerekçe açık ve net bir şekilde diyor ki: “Bu kişiyi tutuklayamazsınız, tutuklarsanız hak ihlâli yapmış olursunuz”. Ağır Ceza Mahkemesi’nin veya herhangi bir mahkemenin kararı karşısında “Ben doğrusunu söylüyorum, o öyle yorumluyor, ama ben böyle yorumluyorum” gibi bir şey hukuken yok. Türkiye’de artık birçok alanda o kadar hukuksuz davranışla karşı karşıya kalıyoruz ki, bu da hukuk-dışı yapılıyorsa bir şey diyemem, ama hukuken böyle bir davranışın hiçbir açıklaması olamaz. Dahasını söyleyeyim size: Görevi kötüye kullanma, hatta belki başka hukukî sorumluluklar da doğurabilir Anayasa Mahkemesi’nin kararını yerine getirmeyenlere. O yüzden, bu dakikadan sonra, acaba bu karar hukuken doğru mu, yanlış mı diye Anayasa Mahkemesi üzerinden biz de tartışabiliriz. Tartışırız ama, bunun bir sonucu olmaz. Ona uyulması lazım. Ona uymazsanız bundan sonra isteyen istediğine uymaz. Her mahkeme kafasına göre hareket eder. Hatta bir adım ötesini söyleyeyim; biraz önce söylediğim iddiamı birazcık tekrar edeceğim: Bana göre bu dosyada artık beraat dışında karar verme şansı da yok mahkemenin. Çünkü Anayasa Mahkemesi beraat kararı da verirse aynı ihlâl olacak. Siz kanıtlayamamışsınız tutuklamak için, yeterli şüpheyi koyamamışsınız; yeni bir delil yoksa bu dakikadan sonra esasla ilgili kararı nasıl vereceksiniz? O zaman bu noktadan sonra İstinaf ya da Yargıtay da farklı karar veremez. Bireysel kararın hiçbir anlamı kalmaz o zaman.

Hocam, Başbakan Yıldırım bugün en iyi kararın İlk Derece Mahkemesi tarafından verilebileceğini söyledi. Dosyayı herhalde en iyi İlk Derece Mahkemesi’nin bilebileceğini söyledi. Yine benzer bir şekilde Başbakan Yardımcısı, Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ da “Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aştığını” söyledi. Şimdi bu iki açıklamayı değerlendirdiğimiz zaman, acaba gerçeklik payı var mı? Anayasa Mahkemesi yetkisi dışında bir adım mı atmış oluyor? Sizin deyiminizle, beraat haricinde bir karar vermesini imkânsız kılarak örneğin…

Altıparmak: Tekrar dönelim, bakın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Nedim Şener ve Ahmet Şık kararı, 2015 yılındaki kararı, yani Ahmet Şık’ın bir önceki tutukluluk döneminde, henüz dava devam ederken, yani esastan karara bağlanmamışken, bu iki gazeteci hakkındaki tutukluluk tedbirinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğuna karar vermişti. Şimdi, bir tutukluluk tedbirinin Anayasa’ya veya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olup olmadığını nasıl saptayacaksınız? Biraz önce söylediğim üç tane unsura bakıyorsunuz: Kuvvetli suç şüphesi var mı? Kaçma veya delilleri karatma ihtimali var mı? Ve tutukluluk ölçülü mü? Şimdi bunlara basamak basamak bakılıyor. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa Mahkemesi’nden farklı olarak bunları ayrı başlıklar altında inceliyor. 5. Madde’nin 1. Fıkrası’nda bakıyor mesela; kuvvetli suç şüphesi olup olmadığına. Bir mahkeme kuvvetli suç şüphesi olup olmadığını incelerken neye bakacak? İlk Derece Mahkemesi’nin elindeki deliller tutuklamaya yetecek derecede bir şüphe yaratıyor mu, yaratmıyor mu? Ona bakacak. Bekir Bozdağ, “Yetkisini aşmış” diyor. Hangi konuda aşmış? Anayasa Mahkemesi şuna bakmış: Diyor ki: “Ben bu delillerle tutuklama yapılamayacağını, kuvvetli şüphe olmadığını düşünüyorum” diyor. Şunu dese anlarım: “Yanlış değerlendirmiş, burada yeterince kuvvetli şüphe ihtimali var.” Ama sen “Niye kuvvetli şüpheyi denetledin?” diyemezsiniz; çünkü kişi özgürlüğüne ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin yapacağı denetlemenin ilk basamağıdır bu. Ve bunu yaptığınız zaman diğer alanlardan farklı ve kaçınılmaz olarak İlk Derece Mahkemesi’nin, evet, alanına müdahale etmiş oluyorsunuz. Bu istisnai bir durum, ama kişi özgürlüğüyle ilgili dosyalara bakılacağına daha önce AİHM ve Anayasa Mahkemesi karar verdiğine göre bu kaçınılmaz olarak bu sonucu doğuruyor. Bu nedenle bir kere her ikisini de şöyle tevil edelim. Binali Yıldırım’ın dediği yanlış. Anayasa Mahkemesi bütün belgelere hâkim; İlk Derece Mahkemesi gibi. Ondan istiyor. Aradaki fark nedir? İfadeyi yüz yüze almamış, ama dosyada var zaten. Diyor ki: “Ben ifadeleri aldığınız aşamaya da baktım, ben burada kuvvetli suç şüphesi görmüyorum”. Peki nedir delil olarak sunulan şeyler? Zaten ifade ile farklı sonuca ulaşılacak şeyler değil. Şahin Alpay açısından köşe yazıları. Mehmet Altan açısından ise: köşe yazıları + televizyon yayınları. Bunların hepsi kayıt altında, hangi cümlelerin söylendiği de belli. İlk Derece Mahkemesi neye bakmışsa Anayasa Mahkemesi de ona bakmış; ama Anayasa Mahkemesi ne açıdan bakmış? Bir Ceza Mahkemesi sıfatıyla değil, fakat temel hak ve özgürlükleri ihlâl ediyor mu açısından bakmış. Ama ulaştığı sonuç ne? Diyor ki: “Burada, evet, temel hak mahkemesi ama, cezayı doğuran bir şeye ulaşmış,” diyor ki: “Burada kuvvetli suç şüphesi yok.” Yani, “Suç olduğunu söylediğiniz şey bu delillerle olmaz” diyor. Şimdi bunu söylediğim gibi yapma potansiyeli hem Anayasa Mahkemesi’nin hem AİHM’nin vardır, eğer yapmazsa esas görevini ihmal etmiş olur. Çünkü sözleşmenin ve Anayasa’nın 5. Maddesi, kişi özgürlüğünün ne şekilde kısıtlanacağını kurala bağlamış; Anayasa Mahkemesi’ne de bireysel başvuru ile o yetkiyi vermişsiniz. Diyorsunuz ki: “Kişi özgürlüğü meşru bir şekilde sınırlandırılmış mı, sınırlandırılmamış mı?” Bekir Bozdağ bir tarif etsin; bakalım nasıl yapacak? Kendisi mesela Anayasa Mahkemesi olsa, kişi özgürlüğüyle ilgili denetimi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ve içtihadı ortadayken nasıl yapacak? Bu açıdan baktığınızda, Adalet Bakanı olmuş birisinin kamuoyuna bu kadar yanlış bir bilgi ulaştırması hayret uyandırıcı — en nazik değerlendirmeyle.

Hocam, Ağır Ceza Mahkemesi dün tutukluluğun devamına yönelik verdiği kararda iki şeye işaret ediyor: 1) Kararın Resmî Gazete’de yayınlanması; 2) Kendisine tebliğ edilmesi. Şimdi, izleyicilerimizin de öğrenmesi açısından şu soruyu sormak istiyorum: Normalde Anayasa Mahkemesi bir bireysel başvuruyu değerlendirip bunu karara bağladığı zaman, İlk Derece Mahkemesi’ne bu şekilde bir tebligatta bulunur mu, ya da Resmî Gazete’de bu karar yayınlanır mı? Süreç nasıl ilerler?

Altıparmak: Şimdi, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının Resmî Gazete’de yayınlanınca yürürlüğe gireceğine dair kural, kanunlarla ilgili olan, itiraz yolu ile ilgili bir şey. Bu normalde Resmî Gazete’de yayınlanacak — ki iptal ederse kanunu, kanunun yürürlükten kalktığını herkes öğrenebilsin. Ama bireysel başvuranlarla ilgili her kararı Resmî Gazete’de yayınlamıyor Anayasa Mahkemesi. Eğer Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu yaklaşımını kabul edecek olursak, birçok Anayasa Mahkemesi kararının şu âna kadar yürürlüğe girmemesi gerekirdi. Bu birinci husus. İkincisi, şimdi Anayasa Mahkemesi’nin karar verdiği konu nedir? Bir kişinin –burada ayrıca vatandaş olan bir kişi, vatandaş olmayabilirdi– kişi özgürlüğünün ihlâlinin Anayasa’yı ihlâl ettiğine karar vermiş. Anayasa Mahkemesi kararının bağlayıcı olduğunu da biliyoruz. Şimdi bu karar ortaya çıktığı andan itibaren –ister tebliğ edilmiş olsun, ister tebliğ edilmemiş olsun– o mahkeme bunu öğrendiği andan itibaren o ihlâli devam ettirmek gibi olasılığı ve ihtimali yok. Zaten mahkemeye ulaştırmıştır Anayasa Mahkemesi. Ben siyasî bir talimat beklendiğini varsayıyorum. Dün haklarında karar verilenlerin şu âna kadar tahliye edilmemesi, tamamen siyasî bir talimat beklentisi içerisinde olmalarındandır, ona göre hareket edecekler. Hukukî hiçbir açıklaması yok. Ben okuyabiliyorsam o kararı, siz okuyabiliyorsanız, o mahkemenin yargıçları da okuyorlar ve Anayasa Mahkemesi kararı herkesi bağlar. Onları da bağlıyor. Bu kararın herhalde kendi kendine alınıp Anayasa Mahkemesi sayfasına konulduğunu düşünmüyorlar. Dediğim gibi, Resmî Gazete’de yayınlaması gibi bir yükümlülük de yok bireysel başvurular açısından.

Hocam, hemen araya gireceğim kusura bakmayın. Daha önce Anayasa Mahkemesi benzer bir karar aldığı zaman, İlk Derece mahkemeleri bu şekilde bir yol izlemişler miydi?

Altıparmak: Yani şöyle bir şey var; elimizde örnek çok fazla değil. Çünkü tutukluluk nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin karar verebileceği örnekler az. Şöyle bir şey ile karşılaşmıştık, ama dolaylı bir örnek, hatırlayacaksınız: Mustafa Balbay ile ilgili tutukluluğun 5. Madde’yi ihlâl ettiğine dair karar verdiğinde Anayasa Mahkemesi. O dönemde diğer milletvekilleri de –mesela Selma Irmak o zaman tutukluydu, şimdi de tutuklu– kendi mahkemelerine başvurup aynı gerekçeyi göstererek tahliye edilmesini istemişti avukatları milletvekilinin. Mahkeme, “Sadece Balbay için geçerli ve ben buna uymuyorum” demişti. Bu da bakın sorunlu. Bireysel başvuruda aslında ilkesel de karar veriyor Anayasa Mahkemesi. Ama ardından hemen Anayasa Mahkemesi’ne başvuruldu ve Anayasa Mahkemesi çok kısa bir süre içerisinde o zamanki BDP’li –HDP değildi- vekillerin de tahliyesine karar verdi. Orada uymayan mahkeme, “Bu karar benimle ilgili değil, başka bir milletvekiliyle ilgili” diye uymamıştı. Ama dediğim gibi eğer bizzat o kişiyle alınan karara uymayacak olursa, bunun –belki şimdi o konuya da geçebiliriz– sadece iç hukukta sorunları olmaz; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da sonuçlar doğurur. Yani onu da bilmiyorum açayım mı ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hükümetin en önemli savunmalarından biri: “İç hukuku tüketmeden geldi başvurucular”. Bütün gazeteciler ve milletvekilleri için söylüyorum bunu. Cumhuriyet Gazetesi için; Şahin Alpay ve Mehmet Altan da zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde. Hükümet diyor ki: “Anayasa Mahkemesi yetkili, önce onu tüket”. Şimdi nasıl savunacak onu? Anayasa Mahkemesi’nden karar alıyorsunuz, ama o karar tahliye sonucunu doğurmuyorsa, hükümet hangi hukukî gerekçeyle savunabilecek şu anki sonucu? Eğer Anayasa Mahkemesi kararlarına İlk Derece mahkemeleri keyfî bir şekilde uymuyorlarsa, artık Anayasa Mahkemesi etkileyici hukuk yolu olmaktan çıkmıştır. O zaman herkes AİHM’e gider — en azından tutukluluk konusunda. Bunu da emsal gösterirler, derler ki: “Ben neden bunu tüketeyim ki? Tüketince mahkemeler uymuyor Anayasa Mahkemesi’ne. Keyfî olarak uyulan veya uyulmayan kararlar”.

Hocam, bu kararın, daha doğrusu Ağır Ceza Mahkemesi eğer Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymamaya, direnmeye devam ederse, bunun İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde nasıl sonuçları olacağını ayrı olarak soracağım. Fakat öncesinde kısaca bir şey daha ekleyeyim, eğer olur da gereği yerine getirilirse, mahkemenin davayı ele alış biçimi açısından kimlere emsal teşkil eder bu karar?

Altıparmak: Valla şöyle; Mehmet Altan dosyasında da Şahin Alpay dosyasında da, nispeten daha güçlü –başka dosyalarla, mesela Ahmet Şık, hepsine hâkim değilim, ama kıyaslanabilir diye düşünüyorum– daha güçlü deliller olmasına rağmen kuvvetli suç şüphesinin olmadığını değerlendirdiğini görüyoruz. Köşe yazısıyla; mesela “Mehmet Altan’ın televizyon programında Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan ile yaptığı konuşmanın bir gün sonrasında darbe yapılmış olması; oradan bunların onu bildiği ve örgüt üyesi olduğu anlamına gelmez” diyor. “Çünkü o sırada bu konularda bir sürü insan eleştiriyordu hükümeti” diyor. Veya “17-25 Aralık’la ilgili olarak yazdıkları yazılarda hükümeti sert bir şekilde eleştirmişlerdir” diyor, “ama bu da örgüt üyeliğine yetmez, çünkü o dönemde bir sürü muhalefet partisi de eleştiriyordu” diyor; hatta Mehmet Altan’da, işte, bir dolar bulunması, Banka Asya’da hesabının bulunması gibi şeyler olmasına rağmen bunları yeterli görmemiş. Ben genel bir şey söyledim –Twitter’da rastlamışsınızdır– bizim yargı merciinin uydurduğu bir suç var: “Algı yaratmak suretiyle terör örgütü üyesi olmak veya hükümeti devirmek” gibi. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı bence bu yolu kapatıyor. Yani “Algı yarattın, sübliminal mesaj verdin” değil, somut delil koyacaksınız. Yani o örgüt ile nasıl bir hiyerarşi ilişki içerisinde olduğunu, nasıl onun adına hareket ettiğini… “Yazı yazdın, mesaj verdin” tarzında bir şeyle olmaz bu; bunun daha somut olarak ortaya koyulması lazım. Benim takip edebildiğim –gerçi tahliye oldular ama– Murat Aksoy, Atilla Taş, Tunca Öğreten… bunların dosyalarının hiçbirinde ben böyle bir şey görmedim. Kadri Gürsel… şimdi Ahmet Şık’ı söyledim, Murat Sabuncu’yu, bunların tamamı açısından Anayasa Mahkemesi aynı kriteri uygularsa bu sonuç alınır. Tabii Anayasa Mahkemesi –yine de tamamen güvenemiyoruz, çünkü Selahattin Demirtaş kararında, çok fahiş ve sorunlu bir kararı, hem de 16/1 verdi– ama eğer o standart uygulanırsa hemen hemen hiçbir gazetecinin –tabii tek tek hepsine bakmam gerekir ama, tahminî olarak– hiçbir gazetecinin tutuklu kalması kabul edilemez.

Peki hocam, son olarak şu soruyu soralım: Biraz önce açtınız, ama yine de biraz daha üzerinde durmaya değer bir konu; bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’ne yapılmış birçok başvuruda –sadece gazetecilerin değil akademisyenlerin ve diğerlerinin de yaptığı başvurularda–, İnsan Hakları Mahkemesi’nde bugüne kadar Anayasa Mahkemesi’nin bu davalarla ilgili henüz son kararı vermediği, beklenmesi gerektiğini ve iç hukuk yollarının mutlaka tüketilmesi gerektiği ile ilgili vurgular altı çizilerek yapılmıştı. Şimdi eğer Anayasa Mahkemesi’nin açıkça verdiği bu karar uygulanmazsa, öyle bir durum olursa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi buna nasıl yaklaşacaktır sizce? Daha önce böyle örnekler belki Avrupa’nın başka yerlerinde olmuş olabilir; bu bakış açısıyla ne dersiniz?

Altıparmak: Bu söylediğinizi ben üçe ayırarak cevaplamak isterim. Muhtemelen barış imzacılarını da kastediyorsunuz, ihraçlar meselesi. Şimdi, bir kere, tutuklulukla ihraçları ve başvuruları ayırmak lazım. Çünkü ihraçlarla ilgili olarak iç hukuktan OHAL Komisyonu’na gidildi; OHAL Komisyonu etkili hukuk yolu olur mu olmaz mı? Daha göreceğiz, onu bir kenara koyuyorum. Tutuklulukla ilgili olanı da ikiye ayırmak lazım; bir tanesi, başvuruyu yapanlar, biliyorsunuz HDP’li tutuklu vekiller ve bir grup gazeteci –ki aralarında dün haklarında karar verilen gazeteciler de vardı– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de başvurdular. Şimdi onlar açısından şöyle bir durum ortaya çıkar: Eğer bu karara uymazsa, Mehmet Altan ve Şahin Alpay meselesinde, hükümet o dosyalarda iki tür iç hukuk yolu öneriyor. Bir tanesinde diyor ki: Ceza Muhakemesi Yasası’nın 141. Maddesi’ne göre tazminat davası açsalardı diyor –ki bu insanlar tahliye olmadığı için, o çok anlamlı bir hukuk yolu değil–, ikincisi ise “Anayasa Mahkemesi’nin çok iş yükü var, Anayasa Mahkemesi beklensin, onun kararından sonra AİHM karar versin” diyor. Şimdi bir kere Mehmet Altan, Şahin Alpay ve hakkında karar verilenler açısından ben hükümetin hiçbir savunma şansı kalmadığını düşünüyorum. Diğer gazeteciler, yani öncelik verilip şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin baktığı kararlar açısından da etkisi çok büyük ihtimalle: “Karar veriliyor ama kararlar uygulanmıyor, onun için Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını etkili hukuk yolu olarak görmüyorum” demek olacaktır. Ama daha radikal adım; başka örnekleri sordun, zamanında Azerbaycan için gündeme geldi bu, yani “Anayasa Mahkemesi tamamen etkisiz bir hukuk yolu haline gelir mi?” tartışması. Onu öngörmek daha zor; belki tutukluluk meselelerinde bir parantez açabilir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; ama Anayasa Mahkemesi’ni tamamen hemen gözden çıkarmak istemeyebilir, yani diğer hususlar açısından. Çünkü normların uygulanmaması ile ilgili elimizde bir örnek yok. Ama tutukluluklar açısından, dediğim gibi üç ayrı grup düşünürsek: bir, doğrudan bu başvuruların tarafı olanlar, bence onlar açısından yüzde yüz diyebilirim ihlâl çıkar AİHM’den, eğer tahliye olmazlarsa; diğer gazeteciler ve milletvekilleri açısından çok güçlü bir argüman olur bu. Onlar hakkında da çok büyük ihtimalle ihlâl çıkar, ama bütün tutukluluklarda bundan sonra “Anayasa Mahkemesi’ni tüketmeden gel” meselesi olur mu? Onu yorumlamak için biraz erken. Yani o durumda AİHM’in mevcut tutukluluk kararlarını nasıl yazdığını gördükten sonra daha sağlıklı bir yorum yapılabilir. Ama bu çok ciddi başını ağrıtır hükümetin AİHM karşında — bu tutukluluk ve tahliye kararlarını uygulamazsa.

Evet, sanırım bu kararın uygulanıp uygulanmayacağını görmemiz gerekecek. Daha sonra bu konuda ayrıntılı bir değerlendirme yapabiliriz o zaman. Hocam, çok teşekkür ederiz yayınımıza katıldığınız için. Sevgili medyascope.tv izleyicileri, bugünkü özel yayınımızda Anayasa Mahkemesi’nin Şahin Alpay ve Mehmet Altan kararını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim üyesi Kerem Altıparmak’la konuştuk. İzlediğiniz için teşekkürler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.