Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türk-Amerikan ilişkilerinde kopuşa doğru

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dün Transatlantik programında Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la uzun uzadıya Afrin Harekâtı’na ABD’nin nasıl baktığını, Washington’dan nasıl görüldüğünü konuştuk. Çok ciddi kriz noktaları var, başından beri biliniyor. Aslında bu Türk-Amerikan ilişkilerindeki yegâne kriz değil, ama en öne çıkan kriz artık bu, sorunlu nokta bu. Bizim o yayından sonra Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la bir telefon görüşmesi yaptığı, kendisinin aradığı haberi çıktı. Ve ardından önce Ankara’dan, ardından Washington’dan konuşmanın içeriği hakkında açıklamalar yapıldı. Birbirini tutmayan açıklamalar bunlar. Ve nitekim en sonunda Beyaz Saray’ın açıklaması –ki yazılı bir açıklama bu, web sayfalarında da var– bu açıklamadaki birtakım hususların –ki çok kritik hususlar– konuşulmadığı yolunda Ankara’dan, Cumhurbaşkanlığı çevrelerinden Anadolu Ajansı’na ve medyaya bir haber sızdırıldı. Sonuçta her iki taraf da farklı şeyler konuşulduğunu söylüyor. Bu da Türk-Amerikan ilişkilerinin aslında geldiği noktayı çok net bir şekilde gözler önüne seriyor. Karşılıklı olarak çok ciddi bir güvensizlik var. Normalde bu tür sorunlarda, özellikle Türk-Amerika ilişkilerinde yaşanan sorunların aşılmasında iki ülkenin liderlerinin baş başa görüşmeleri ya da telefon konuşmaları yapmaları bir çözüm olarak, son çözüm olarak kullanılırdı. Bu olayda da, Afrin olayında da böyle oldu. Hatırlanacaktır, Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump’a ulaşamadı. Daha sonra, “O ararsa arar, ben artık kendisini aramayacağım” şeklinde bir açıklama yapmıştı. O da bu krizi büyümeden Trump’la konuşarak çözeceğini düşünüyordu — ki daha önceki deneyimlerde, değişik tarihlerde değişik liderler arasında bu tür son dakika çözümleri hayata geçmişti. Bu sefer de telefon görüşmesinin sorunu çözmesi beklenirken, tam tersine sorunun çözülmesine katkıda bulunmadığı, hatta bir anlamda daha da derinleştiği görülüyor. Baktığımız zaman Ankara’nın açıklamasında çok fazla kaydadeğer, dikkat çeken bir şey yok. Karşılıklı tarafların birbirini anladığı yolunda açıklamalar var. Ancak Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada çok net bir şekilde bölgede yükselen tansiyondan Washington’ın kaygı duyduğu vurgulanıyor. Türk ve Amerikan ordularını karşı karşıya getirme riski taşıyacak hareketlerden çekinilmesi gerektiği söyleniyor. Ve en sonunda da olayla doğrudan alâkası olmayan, Afrin olayıyla doğrudan alâkası olmayan ama daha önceki vize krizinde yaşadığımız, birtakım konsolosluk görevlilerinin tutuklanmasıyla ilgili olarak Trump’ın çok sert ifadeler, yani Olağanüstü Hâl koşullarında asılsız haberlerle, karalamalarla personellerinin tutuklanması gibi bir husus vurgulanıyor. Dolayısıyla şu anda tam olarak konuşmanın ne olduğunu bilmiyoruz. Açıkçası her iki taraf da tam olarak yansıtmıyor olabilir. Ama şunu çok net bir şekilde görüyoruz ki artık bu olay, Türk-Amerikan ilişkileri liderler arasında baş başa görüşerek de çözülebilecek sorunlar yaşamıyor. Sorunlar giderek derinleşiyor.

YPG tercihini Trump Obama’dan devraldı

Şimdi Reza Zarrab olayını bir kenara bırakalım –kenara bırakılacak gibi bir olay değil ama yine de kenara bırakalım–, Fethullah Gülen meselesini de bir kenara bırakalım, tek başına Afrin meselesi — aslında bu Afrin meselesi değil. Bu Suriye’de ABD’nin başını çektiği koalisyonun YPG’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri ile bir süredir, uzun bir süredir bir tür ortaklık yapmasından, sahada ortaklık yapmasından kaynaklanıyor. Çünkü YPG, PKK’nın bir uzantısı olarak görülüyor Ankara tarafından — ki bu böyle, bunu herkes biliyor. Bu açık bir sır artık. Ancak ABD bu olayla yüzleşmeyi istemiyor. Çünkü sahada gerçekten birtakım ortaklara ihtiyaçları var. Ve bu ortakların en önemlisi YPG, bunu da kabullenmiş durumda. Bu Trump’ın yaptığı bir tercih değil, Obama döneminden Trump’a miras kalmış bir tercih. Hatta bu yüzden Ankara başkanlık seçiminde sırf bu YPG tercihi yüzünden, Obama’nın devamı olacak Hillary Clinton yerine bu çizgiden sapma ihtimali olduğunu düşündükleri, umdukları, hatta inandıkları Trump’ı desteklemişlerdi son anda. Ve Trump’ın Obama’nın bu politikasından vazgeçeceğini umdular. Trump’ı ikna edebileceklerini düşündüler Ankara’dakiler. Ancak olmadı. Trump bu politikayı, Obama’dan devraldığı politikayı daha da tırmandırarak sürdürdü. Şimdi orada şöyle bir husus var. Bu Suriye’de varlık gösteren esas Pentagon, yani Amerikan Savunma Bakanlığı, yani Amerikan ordusu; bir de işin Dışişleri ve Beyaz Saray ayakları var. ABD’de bunlar birbirleriyle belli bir uyum içerisinde ama kimi zaman da birbirleriyle çatışarak ilerleyen kurumlar.
Ankara burada, Beyaz Saray’ı yani Başkan’ı ya da Dışişleri’ni kullanarak, yani onların üzerinden Pentagon’un YPG ile çalışma ısrarından vazgeçirebileceğini umdu. Uzun bir süre bunun için çalıştı. Bu da olmadı. Ve sonunda Afrin Operasyonu’yla, Afrin Harekâtı’yla bir son çağrı aslında bu. O kadar ki, bazı yorumcular Afrin Harekâtı başlayınca bunun aslında YPG’ye karşı değil ABD’ye karşı bir savaş olduğunu ilan etmişlerdi dolaylı olarak. Bu biraz abartılı olabilir. Çünkü Afrin ABD’yle ilgili bir yer değil. ABD daha doğudaki yerlerde YPG’yle işbirliği yapıyor. Afrin zaten savaşın çok fazla bulaşmadığı, IŞİD’in çok fazla bulaşmadığı ayrı bir coğrafya. Ve orada ABD değil Rus ordusu vardı. Ve Türkiye Rusya’yla anlaşarak Afrin’de operasyon yaptı. Ama Afrin Operasyonu’nun bir amacı Afrin’deki YPG varlığının Türkiye’ye yönelik muhtemel tehditlerini kaldırmak; ama esas olarak da ABD’yi diğer yerlerdeki, Suriye’nin diğer bölgelerindeki YPG işbirliğinden caydırmak amacını taşıyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan her vesileyle Afrin’den sonra sıranın Menbiç’te olduğunu söylüyor. Menbiç’te Amerikan güçleri var. Orada çok ciddi bir şekilde YPG’yle ya da SDG ile işbirliği içerisinde varlık sürdürüyorlar. Olayın Menbiç’e gelmesi durumunda bir çatışma ihtimalinden bahsediliyor.

Rusya faktörü

Bütün bu girizgâhtan sonra şunu görüyoruz ki Türk-Amerikan ilişkileri artık pek dikiş tutacak hâlde değil. Çünkü bu ilişkilerin temelinde dün Transatlantik yayınında Ömer Taşpınar’ın çok isabetli bir şekilde vurguladığı gibi, tarihsel olarak baktığımız zaman esas stratejik işbirliği var, askerî işbirliği var. Ama şu anda da en ciddi bir şekilde kopuşu stratejik alanda, askerî alanda yaşıyor iki ülke ve iki ülkenin orduları arasında geçmişten gelen o çok yakın ilişkinin yerini bayağı bir mesafelilik almaya başlıyor. Bu aslında her iki ülke için de çok zor bir eşik. Bir yerden sonra ABD’nin ve buna bağlı olarak da NATO’nun Türkiye’yi kaybetme ihtimali var. Bu çok kritik bir kayıp olur, hem ABD için hem de NATO için. Ama diğer yandan da Türkiye için, yıllardır bütün savunma sistemini NATO üzerinden kurgulamış olan Türkiye’nin de böyle bir kopuş hâlinde nasıl kendini yenileyeceği, savunma stratejilerini yenileyeceği ve donanımını yenileyeceği konusu çok ciddi bir şekilde masada. Tabii ki Rusya seçeneği duruyor.
Zaten bu olayın, Türk-Amerikan ilişkilerinin kopuşa doğru seyretmesinde Rusya faktörünü hiç yabana atmamak lazım. Rusya gerçekten Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorun noktalarını çok iyi saptayıp buralardan Türkiye ile çok hızlı bir yakınlaşma yaşayarak Türkiye’yi geleneksel müttefiklerinden uzaklaştırmayı bir ölçüde başardı. En son Afrin Harekâtı da bunun çok açık bir örneğidir. Eğer Afrin Harekâtı öncesinde Rusya’nın bir onayı olmasaydı bu harekât kolay kolay gerçekleşemezdi; bunu hepimiz biliyoruz. Çok üst düzey görüşmelerin Rusya’da yapıldığını biliyoruz, fotoğrafları da var. Ve bunun sonrasında Rus güçlerinin Afrin çevresinden çekilmesiyle beraber bu olay hayata geçebildi, harekât hayata geçebildi. Harekâtın geleceği de bir anlamda Rusya’ya bağlı.

Kopuşun kamuoyu desteği hazır

Türkiye bu kopuşu yaşayabilir mi? Ne zamandan beri dile gelen bir husus bu. Şimdi bunun iki ayağı var. Türkiye’de çok öteden beri var olan, son dönemde iyice güçlenen bir anti-Amerikanizm var. Aslında Türkiye, Türkiye’yi yönetenler bu kopuşu hayata geçirmek isteseler bunun kitle tabanını çok kolay bulabilirler. Ve en azından ilk aşamada kitle tabanını bulabilirler; çünkü ABD’ye karşı öteden beri var olan tepkiler, alerji son dönemde iyice artmış durumda. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir haydi demesine bağlı bir şey. Bu anlamda bir sorun çıkmaz. ABD’de de aslında Amerikan kamuoyunun Türkiye diye bir derdinin çok fazla olduğunu düşünmüyorum. Amerikan kamuoyu daha çok kendi derdiyle meşgul. Ama Amerika’daki siyaset yapıcılar, güç odakları açısından baktığımız zaman, öteden beri geçerli olan, “Ne olursa olsun Türkiye’yi kaybetmeyelim, Türkiye’ye bir şekilde ihtiyacımız var, Türkiye bizim için kilit bir önemde” yaklaşımının artık iyice aşınmış olduğunu görüyoruz. Son günlerde üst üste –özellikle Afrin kriziyle beraber daha da netleşiyor bu– çok net bir şekilde bu konuda yazılar, değerlendirmeler, analizler –ki Amerika’da, düşünce kuruluşlarının yaptığı analizler genellikle yönetime tavsiye şeklinde olur–; buralarda artık şöyle bir yaklaşımın öne çıktığını görüyoruz: İnceldiği yerden kopsun. Ya da gazetecilerin yazdığı yazılarda, “Bu bayağı bir inceldi, galiba kopacak” yazıları, analizleri var. Think-tank’lerden çıkanlarda da “İnceldiği yerden kopsun” yaklaşımı çok ciddi bir şekilde gündemde.
Bu çok basit bir olay gibi gelebilir. Türkiye ABD ile olan, Soğuk Savaş döneminden devraldığı stratejik işbirliğini pekâlâ sonlandırabilir. NATO’dan da çıkabilir. Bunların hepsi pekâlâ mümkün. Zaten ABD’de ne olduğu, ne yaptığı, neyi nasıl yaptığı belli olmayan, ölçülemeyen bir başkan da var diyerek böyle bir yola gidilebilir. Ancak böyle bir kopuşun ardından Türkiye’yi neyin beklediği konusunda çok bir netlik yok. Tek seçenek Rusya. Ama burada da her şey bir yana, Rusya’da adını demokrasi olarak tanımlayabileceğimiz –ki Amerikan demokrasisinin de çok ciddi sorunları var, ama eninde sonunda bir demokrasiden bahsedebiliyoruz–, Rusya’da böyle bir şey yok. Bir diğer husus da coğrafi: Rusya’yla, yanı başınızda komşu olan bir ülke söz konusu. ABD ile olan coğrafi mesafenin bir anlamda stratejik işbirliğini daha da kolaylaştırdığını söylemek mümkün. Yakındaki büyük bir süper güçle, komşu olunan süper güçle eşite yakın –eşit olması zaten mümkün değil– bir ilişki kurmanın açıkçası çok kolay olacağını düşünmüyorum.

Mekanizmalar yok ya da çalışmıyor

Gerçekten bir dönüm noktasına doğru gidiyor Türk-Amerikan ilişkileri. Normalde geçmişte de buna benzer çok krizler, bu kadar olmasa da Türk-Amerikan ilişkilerinde dönüm noktası, kopuş vs. tanımlarını hak eden birtakım krizler yaşanmadı değil. Bunların bir kısmını gazeteci olarak bulunduğum Washington’da ben de bizzat yerinde görmüştüm. Ama o tarihlerde, geçmişte yaşanan değişik krizlerde iki ülke arasında iyi kötü işleyen birtakım mekanizmalar vardı. Taraflar birbirlerini dinleyebiliyorlar, görüşebiliyorlardı. Tartışıyorlardı. Anlaşamıyorlardı belki ama sürekli bir temas hâli vardı. Ve belli bir güven hâlâ vardı. Ve bu anlamda da özellikle iki ülkenin orduları arasında çok yoğun bir ilişki vardı. Şimdi bunların hemen hemen hiçbiri kalmadı. Karşılıklı bir güvensizlik her şeyin önüne geçiyor. Ve böyle bir durumda Türk-Amerikan ilişkilerinin yakın bir zamanda gerçekten kopmasına tanık olabiliriz. Örneğin Türkiye eğer gerçekten Afrin’den sonra Menbiç’e yönelirse –ki Rusya’nın böyle bir şeyi arzu edeceğini tahmin etmek zor değil–, o zaman gerçekten iki ülke arasında çok büyük bir kopuşa, çok gürültülü bir kopuşa tanık olabiliriz. Daha önce yaşadığımız çok hayatî bir çuval olayı vardı. O çuval olayında büyük bir kopuş yaşanabilirdi. Türkiye orada gücünü ölçerek böyle bir kopuşa girişmedi ama bu hafızalarda hep yer etti. Şimdiki yaşanabilecek hadiseler, örneğin Menbiç’te yaşanabilecek hadiseler çok ciddi kopuşları bu sefer gerçekten getirebilir.

Stratejik müttefik-taktik ortak

Şunu vurgulamakta yarar var: Şu âna kadarki yaklaşımlarda baktığımız zaman Amerikan medyasına, şu ayrımı yapıyorlar — ki önemi bir ayrım: Bir tarafta Türkiye’yle geleneksel stratejik ittifak söz konusu, öte yandan YPG’yle bir ortaklık söz konusu. Bu ortaklık stratejik mi taktik mi tam net değil. Ankara bunu taktik bir ortaklık olarak gördü, böyle kabullendi. İstemeye istemeye böyle kabullendi ve “Artık IŞİD de yok edildiğine göre bunu sonlandırın” şeklinde bir baskı yapıyor Washington’a. “Artık ihtiyacınız kalmadı, zaten IŞİD de gitti, yok oldu. Suriye’den çıktı” diye. Ama Washington, özellikle Amerikan ordusu bu konuda hem “IŞİD henüz bitmedi” diye bir gerekçe ortaya atıyorlar, ama daha önemlisi Suriye’nin yeniden yapılanması anlamında ve özellikle Suriye’de Rusya ve İran nüfuzunu sınırlama anlamında Suriye’de daha bir süre kalmak istiyorlar. Belirsiz bir süre kalmak istiyorlar ve bu kalma süresinde de kendilerine ortak olarak, esas olarak çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni benimsemiş durumdalar. Burada Ankara’nın sunduğu seçenek, “Stratejik müttefik olarak biz mi yoksa taktik bir ortak olarak YPG mi? Artık arasında bir tercih yapın” dayatmasını ABD uzun bir süre duymazdan geldi. Ama Afrin Operasyonu’yla beraber artık buna bir cevap verme aşamasına doğru hızla ilerliyor. Ama bu cevabın “Evet, stratejik ortak olarak sizle birlikteyiz ve artık SDG’yle hiçbir işimiz kalmadı, kalmayacak. Onlara verdiğimiz silahları da geri toplayacağız” gibi bir cevabın geleceğine dair ortada hiçbir işaret yok. Bu çok net bir şekilde gözüküyor. Dünkü Trump-Erdoğan görüşmesinden de bunun herhangi bir ipucunun çıkmadığını görüyoruz. Dolayısıyla böyle bir realite karşısında Ankara’yla Washington arasındaki ilişkilerin en azından bir süre için, tam bir kopuş olmasa bile çok kritik bir süreçten geçtiğini söylemek mümkün. Yaşanabilecek sıcak bir çatışma bu kırılganlığı hakikaten bir kopuşa doğru taşıyabilir.
Evet, gerçekten ilginç, gerilimli bir dönemden geçiyor Türk-Amerikan ilişkileri. Şu âna kadarki işaretler iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğinin hiç de parlak olmadığı yolunda ve bir kopuşa pekâlâ Suriye üzerinden, Suriye vesilesiyle ya da nedeniyle tanık olma ihtimalimizin hayli yüksek olduğunu belirterek burada noktayı koyuyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.