Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Açık Oturum (123): Kurultaya doğru CHP- İlhan Cihaner, Murat Aksoy, Ece Sevim Öztürk ve Muzaffer Ayhan Kara ile söyleşi

Yayına Hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

İrfan Bozan: Medyascope.tv Açık Oturum’undan iyi akşamlar. Sedat Pişirici’nin şehir dışında olması nedeniyle bu hafta programı ben sunuyorum. Programda CHP’yi konuşacağız. Malum, bu hafta CHP’nin 36. Olağan Kongresi var. Konuklarım, sol yanımda gazeteci-yazar Murat Aksoy; kendisi CHP’yi yakından takip ediyor. Sağ yanımda ise Ece Sevim Öztürk var; o da sahip olduğu internet sitesi Çağdaş Ses’te CHP kulislerini yazıyor. Bir diğer konuğumuz ise, şu an Ankara’da karşımızda CHP İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Cihaner. Hepiniz hoşgeldiniz.

Sayın Cihaner, önce sizinle başlamak istiyorum sözü fazla uzatmadan. Siz geçtiğimiz hafta, yine milletvekili Selin Sayek Böke ile Kurultay’a bir çağrı yapmıştınız. Bu çağrınızı hatırlatmak gerekirse; daha soldan bakan bir CHP ihtiyacını vurgulamıştınız. 4 maddelik çözüm önerileri sunmuştunuz. Olağanüstü koşullarda yaşıyoruz. Olağanüstü yöntemler ile muhalefet yapmanın gerekliliğinden söz etmiştiniz. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Çağrınızdan kamuoyu haberdar –ki sizinle bu konuda yayın da yaptık–; çağrınıza, hedeflediğiniz CHP tabanından, delegelerden nasıl bir yanıt geldi?

Cihaner: Neredeyse tüm delegelere ulaştığını ve tartışıldığını, geri dönüş olarak almış bulunuyoruz. Zaten bu anlamda belki de bildiri –çağrı ya da manifesto gibi değişik adlarla adlandırılıyor–, o metin amacına ulaştı. CHP’nin geleneksel kurultay aritmetiği üzerinden ya da çok büyük politik tartışmalar, günceli yakalama noktasında siyaset okumaları üzerinden değil de, ağırlıklı olarak delege aritmetiği ya da adaylar üzerinden yürüyen bir tartışma yerine, siyaseti tartıştırdık diye düşünüyorum.

Bugün yine 5 milletvekili arkadaşımla birlikte, Kurultay’da ele alınmak üzere, bu tartışmaların daha sağlıklı bir zeminde yapılabilmesi, parti karar mekanizmalarının daha iyi işletilebilmesi için 2 maddelik bir tüzük değişikliğini de duyurduk delegelerimize. Parti Meclisi sayısının artırılması, tüm il başkanlarının Parti Meclisi toplantılarına katılması, temsiliyetlerinin sağlanması gerekiyor. Çünkü az oy alınan yerlerde, oraların sıkıntı ve sorunlarını, siyasete bakış açılarını Parti Meclisi’ne yansıtmalarında bir eksiklik olduğunu düşünüyoruz. Bir de, tüzükte bir çeşit seçimlik olarak öngörülen blok listeyle seçim yönteminin tamamen çıkarılmasını düşünüyoruz. Çünkü o boşluk, o tanınan alan, neredeyse asıl yöntem haline gelmiş durumda. Blok listenin tamamen tüzükten çıkarılmasını öngören 2 maddelik bir teklifimiz var.

Bozan: Zaten blok liste artık Genel Başkan’ın da savunduğu bir şey değil. Son verdiği mülakatlarda bunu dile getirmişti, değil mi?

Cihaner: Tabii, aslında tüzük de onu öngörüyor. Belki bazı izleyiciler için detay olabilir ama yine ifade edeyim; blok listenin sakıncası şu: İki ayrı kâğıda yazılmış iki ayrı liste var. Öyle olunca da diğer listeden, kazanan listeye katkı sunulması, oradan birilerinin girmesi çok mümkün olmuyor. Bu durumda da partinin neredeyse yarısı enerjisini dışarıda bırakmış oluyor. Bu, tasfiyeci, dizayncı bir siyaset anlayışını yerleştiriyor. Yoldaşlık hukuku, parti içindeki dayanışmayı zayıflatıyor. Gelen kişi kendi kadroları ile çalışmayı tercih ediyor. Oysa bu kalıcı bir şekilde kaldırılırsa, çarşaf listede yukarıdan aşağıya en çok oy alan partililerimiz yönetimlere girecektir. Böylece insan kaynağını çok daha verimli kullanan bir parti oluşturulacaktır.

Bozan: Peki, çağrınıza ilişkin, mevcut Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile bir temasınız oldu mu?  Çağrınıza bir yanıt verdi mi? Dolaylı yolla da olsa, onunla konuşma imkânınız oldu mu?

Cihaner: Yok. O tarz bir şey olmadı. Zaten, bu çağrımızda yer alan başlıklar, ağırlıklı olarak Parti Meclisi’nde ve partinin değişik platformlarında dile getirdiğimiz şeyler. Sadece burada daha derli toplu ve kurultay sürecinde de bunun tartışılmasını önerdiğimiz için yaptık. Bu anlamda Genel Başkan ile doğrudan bir temasımız olmadı. Sanırım Ankara’daki bir toplantıda gazeteciler kendisine sormuş. Genel Başkan da her zamanki demokratik refleksiyle “Olur böyle bildiriler” demiş.

Bozan: Peki şunu görebilecek miyiz Cumartesi günü Kurultay’da? Size bir isim yakıştırıldı mı — “Çağrıcılar” mı demek gerekir, bilemiyorum ? Kurultay’da sizi bir grup olarak, bir Parti Meclisi listesi çıkartan bir grup olarak görmek mümkün olabilecek mi? Böyle bir olgunlaşma hali var mı?

Cihaner: Yüksek olasılıkla öyle bir şey olacak. Ama nihayetinde çok stratejik bir karar. Yönteminin nasıl olacağına dair sanırım bugün ya da yarın sabah netleştireceğiz.

Bozan: Peki, daha zor bir soru: Bu “Çağrıcılar Grubu”nun bir genel başkan adayı olma ihtimali var mı?

Cihaner: Biz bu Kurultay’da genel başkan tartışmasının tarafı değiliz. Şu koşullarda parti için en faydalı olan, parti politikalarının, partinin oturacağı siyasî hattın tartışılması olduğunu; oradan, partiyi güçlendirecek, ülkenin içinde bulunduğu sorunları aşacak bir iradenin, bir iktidar perspektifinin ortaya çıkması gerektiğini düşünüyoruz. O anlamda, bizim partide genel başkanlık değişimi dinamikleri başkadır, bahsettiğimiz şey başkadır. Biz şu anda bir genel başkanlık tartışması açmıyoruz.

Bozan: Aslında az önce kabul ettiniz; “Çağrıcılar” diye bir gruptan söz edebiliriz artık. Bu Çağrıcılar Grubu, Muharrem İnce ve Kılıçdaroğlu…

Cihaner: “Çağrıcılar” demeyelim, çünkü başka şeyleri anımsatıyor. Öyle kalır adımız. “Gelecek İçin CHP”, “Sol Gövde” gibi isimler daha sevimli. Duyurularımızı bu isimle yayınlıyoruz.

Bozan: Peki, “Gelecek İçin CHP” Kongre’de Kılıçdaroğlu’nu destekleyecek diyebilir miyiz? Bu cümleyi kurmamız mümkün mü?

Cihaner: Cevabımı biraz politik bulabilirsiniz. Şu anda herhangi bir aday yok.

Bozan: Peki, Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylıkları kesinleşirse kimi desteklersiniz?

Cihaner: Dediğim gibi, biz bir genel başkanlık tartışmasının tarafı değiliz. Bu grup benden de ibaret değil. Söylediğim net: Biz bir genel başkanlık tartışmasının tarafı değiliz. Şu anda ihtiyacımız olan, bu politik hattı taşıyacak, tartıştıracak bir kurultaydır.

Bozan: O zaman biraz daha ideolojik ve politik sorulara gelmek istiyorum. Sizin bu çağrınızda “CHP daha soldan bakmalı. Sol politikaları öne çıkartmalı, zamanın ruhu bunu gerektiriyor” cümleniz var. Biz burada yayınlar yaptık. Bazı CHP yöneticilerini de aldık. Şöyle de bir görüş var: “Biz, aslında CHP’ye gönül vermemiş, CHP’nin arkasında sıralanmamış, gönlü CHP’den olmayan kesimleri de kapsayan bir politika üretmeliyiz ki 2019 seçimlerinde başarılı olalım, %49’luk ‘Hayır’ cephesini büyütelim, %50’yi aşsın. Dolayısıyla, CHP’nin soluna yanaşmayan kesimler, bir tarafta Saadet Partisi, hatta HDP ve AKP küskünlerini de kapsayan bir hareket oluşturmalıyız. Dolayısıyla daha sola gidersek bunu başaramayız” görüşü var. Bu bir eleştiri aslında. Ne dersiniz buna?

Cihaner: Bu çok sık tekrar ediliyor. Hatta dün bir kamuoyu yoklaması şirketi sahibi, yaptığı kamuoyu yoklamalarından hareketle, Türkiye’de kendini “solcu” olarak tanımlayan kitlenin %3 olduğunu, “sosyalist” olarak tanımlayan kitlenin binde 8 olduğunu, dolayısıyla bizim bildirimizin böyle bir solculuğu ima ettiğini ve başarıya ulaşmasının mümkün olmadığını söyledi.

Oysa bizim kastettiğimiz, çağrı metnine dikkat edildiyse, “Sol değerler” diyoruz. Bu kavramların tamamı ve dünyadaki algı, sol değerlerin karşılık geldiği sosyal antiteler (oluşumlar), onların karşıladığı kavramlar, ilişkiler hepsi değişiyor. Kaldı ki sizin saydığınız o %49’luk “Hayır bloku” dediğimiz blok, çok sadeleştirilmiş, “Evet” ve “Hayır” arasında yapılan bir seçimde aynı tercihi kullanan yapılardı. Bu yapıların kendi tabanları üzerindeki temsiliyet kabiliyeti –örneğin HDP’nin kendi tabanı üzerindeki temsil kabiliyeti, Saadet Partisi’nin ya da CHP’nin kendi tabanı üzerindeki temsil kabiliyeti– ancak kendisinin temsil ettiği değerlerle örtüştüğü ölçüde işlevseldir. Dünyada bu temsil ilişkileri de tartışılıyor ve çözülüyor.

Demek istediğim şey şu: Eğer siz, örneğin, Abdullah Gül’ü CHP’nin adayı olarak gösterirseniz, siz gösterdiniz diye CHP’nin seçmeni ona oy vermez. Ya da müftülere nikâh kıyma yetkisinin verilmesi tartışmasında biz ayrı bir pozisyon aldık, Saadet Partisi ayrı bir pozisyon aldı. Bunun gibi birçok nokta var. CHP, Afrin Operasyonu’na ayrı bir pozisyon aldı, Saadet Partisi ayrı bir pozisyon aldı, HDP ayrı bir pozisyon aldı. Dolayısıyla, değerler üzerinden yapılacak bir siyasetin, yani insanlığın evrensel değerleri, hukuk devletinin evrensel değerleri, solun, sosyal demokrasinin, güncellenmiş, artık 21. yüzyılın sosyalizmi tartışılıyor. Bu güncel değerlerin, yatayda tüm bu yapıları, hatta AKP’ye oy veren yapıları keseceğini düşünüyoruz. Bizim hedefimiz %40-%49 değil. Bizim hedefimiz %1’in karşısındaki %99 olmalıdır. Tekrar vurgulamak istiyorum, içi boşalmış, slogan atıp ama doğrudan doğruya sağ politikaların taşıyıcısı olan yapılar veya kişilerden bahsetmiyorum. Sol değerler üzerinden kurulmuş bir siyasetin, şu anda Türkiye’de yaşayan, tüm bu rahatsızlıkları bizzat yaşayan yurttaşlarımızın tamamını kastediyorum. O anlamda belki biz de katılıyoruz. “Sol” dediğinizde neye işaret ediyor, onu belki yeniden tanımlamamız lazım. Onun için biz değer sözcüğünü kullandık. Ben o yapılan yorumlara katılmıyorum. Dünyanın da, Türkiye’nin de, Ortadoğu’nun da çıkışı, sol değerler üzerindendir: Eşitlik, özgürlük, adalet, barış.

Bozan: Etraftan sızan haberler, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun aslında ne kadar bir adım ileri bir adım geri, bazen önde bazen geride, mümkünse %49’u büyütmek yolunda bir strateji izlediğine dair. Bunu yakın isimler yazıp, çiziyorlar. Velev ki sizin görüşünüz, o bahsedilen bildiri, Kurultay’da bir kartopu gibi büyüdü. “Sol değerler” diyorsunuz ama daha somutlaştırırsak, 2019 için nasıl bir strateji, nasıl bir aday profili düşünülüyor? Yani, Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi yönetmemesini isteyen kişileri nasıl ikna edeceksiniz?  

Cihaner:  Bunun birinci adımı, çelişkiyi doğru yere oturtmamız lazım. Her şeyden önce, siyaseti, Tayyip Erdoğan yandaşlığı ve karşıtlığı gibi işlevsel olmayan bir zeminden kurtarmak lazım. Örneğin, bir ülkede terör varsa, bu terör, kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan yurttaşımızı da bir dolmuş durağında vuruyor, AKP’ye oy vereni de, CHP’ye oy vereni de vuruyor. Kavramları bunlar üzerinden tartışırsak… Mesela, işsizlik konusunda, AKP’ye oy verdiğini söyleyen bir yurttaşımız, geçenlerde Meclis önünde kendisini yaktı. Yahut Afrin’de ilk şehit olan asker, CHP’nin Mut ilçesi örgütünden. Ya da, merdiven altı yurtlarda yaşamını yitiren, cinsel tacize uğrayan yurttaşlar, yoksul yurttaşlarımız. Eğer çelişkileri buraya koyabilirsek, bu anlamsız kişi kültü üzerinden ya da düşmanlaştırılmış yapı üzerinden gerçekten siyaset konuşmaya başlayabiliriz. Bizim önerimiz de bu. Eğer bunu taşıyabilecek figürler adaylaşırsa, siyaset o alandan çekilebilirse, başarılabilir. Ama biz, kendi temsil kabiliyetleri bile kalmamış, arkaik, üstelik Türkiye’nin yaşadığı felaketten sorumlu olan siyasetlerin ya da kişilerin yeniden parlatılıp piyasaya sürülmesine izin verirsek, Türkiye bir 10 yıl daha o kişinin yarattığı yıkımla uğraşır, onun gerçek yüzünü görmeye çalışır.

Yeni bir dünya var. Dünyada değerler, kavramlar altüst oluyor. Neo-liberalizmi tarihin sonu olarak ilan eden sermaye grupları bile artık bu yapıdan çıkılması gerektiğini düşünüyor. Dolayısıyla, biz Türkiye’deki sorunun, kişilerden çok, bu yapı, bu ilişkiler ağı olduğunu düşünüyoruz. Ama bildiğim bir şey var: Bu adı geçenlerin olmaması lazım.

Bozan: Yaklaşan CHP Kongresi, bahsettiğiniz tarzda şekillenebilecek bir strateji –öncesindeki tartışmalar, aday tartışmaları, Parti Meclisi tartışmaları ve söylenenler–, bir politika üretimi için umut vaat ediyor mu?

Cihaner: Bizim delegemiz politiktir. Bazı yorumlarda olduğu gibi, bu basit siyasî metni anlamayacak kadar yetersiz değildir. O tartışmaların bir irade ortaya koyacağını umut ediyorum. Hatta şu anda bile partinin söylemine ve hareketlerine etki etmeye başlamış durumda. Tabii ki ben Türkiye’den de, partimden de, bu bahsettiğimiz girişimden de umutluyum.

Bozan: Sizin bildirinize ilişkin eleştirilerden biri de “Daha fazla isimle yan yana yürünseydi, iki kişi yerine daha fazla olunsaydı, daha güzel olmaz mıydı?” yönünde. Bu konuda bir çabanız oldu mu?

Cihaner: Biz iki kişi değiliz. Biraz zaman kısıtlıydı. Daha çok teknik nedenler diyoruz biz buna. Biraz, bu tarz bir bildiri üzerinde kaleme alma aşamasında ortaklaşma zorluğu gibi gerekçeler oldu. Dediğim gibi, Kurultay’a da çok az zaman kaldığı için böyle bir yolu tercih ettik. Ama biz iki kişi değiliz. Bunu, partiyi yakından takip eden arkadaşlarımız çok iyi biliyor. Hele bildiri açıklandıktan sonra delegelerimizden ve her kademedeki partililerimizden çok fazla olumlu dönüş aldık.

Bozan: O zaman bir delege sayısı zikredin ya da 100-200-300-500  gibi bir aralık. Öyle bir rakam var mı?

Cihaner: Yok. Bunu ısrarla vurgulamak istiyorum. Hayır. Bu ölçülebilir bir şey değil zaten. Demek istediğim, bildirinin olağanüstü ölçüde olumlu reaksiyonlarla karşılanmış olması.

Bozan: Kuşkusuz, konunun tartışılıyor olması bile sizin için bir başarı herhalde.

Cihaner: Tabii. Bizimki bir çağrı. Biz “Siyaset tartışılsın, bu politik hat tartışılsın” diyoruz. Kuşkusuz, ilk amacımız başarıya ulaştı. İkinci amacımız da, Kurultay’daki bu hattı temsil edecek, en azından bunu dillendirebilecek bir Parti Meclisi olması, ya da Parti Meclisi’nde böyle bir gövdenin oluşması.

Bozan: Peki, siz Parti Meclisi’ne aday mısınız?

Cihaner: Dediğim gibi, bu akşam, süreci beraber yürüttüğümüz arkadaşlarla bir toplantı yapacağız. Yüksek olasılıkla bir adaylık olacak.

Bozan: Herhalde Selin Hanım da aday olacak?

Cihaner: Dediğim gibi, arkadaşlarla görüşmeden kendi adıma bir şey söylemeyeyim. Biz tamamen o bildiri çerçevesinde bir araya geldik. O bildiri ne ima ediyorsa onun mücadelesini vermek niyetindeyiz.

Bozan: Efendim, size başarılar. Çok teşekkürler yayınımıza katıldığınız için. Size kolay gelsin.

Cihaner:  Çok çok teşekkür ediyorum. Konukları selamlıyorum. İyi yayınlar. Kusura bakmayın, yoğunluk nedeniyle yayının geri kalanını izleyemeyeceğim.

Bozan: Estağfurullah, teşekkür ederiz.

Evet, hemen sıcağı sıcağına konuşalım. Ece Hanım sizinle başlayalım. Ne diyorsunuz İlhan Bey’in söyledikleri üzerine?

Ece Sevim Öztürk: İlhan Bey’in Selin Hanım’la birlikte yaptığı bildirinin hemen akabinde bir yazı kaleme almıştım. Ertesi sabah İlhan Bey “Üzerinde konuşalım” diye beni aramıştı. Bir liste hazırlığı olduğunu, “Gelecek için CHP” listesi olduğunu yazmıştım.

Bozan: Evet, Aşağı yukarı bir liste hazırlığını reddetmedi.

Öztürk: Evet, bir liste hazırlığı olduğu ortada. Zaten, Kurultay sürecindeki ekipleşmeler –bu, bildiri olsun, ya da İstanbul ve Ankara özelinde bir araya gelinmesi olsun– her Kurultay öncesi olan gelişmeler. Ama benim bildirinin içeriğine genel itibariyle, gazeteci olarak da, partiye yakın bir isim olarak da katılmamın haricinde,  İlhan Bey ve Selin Hanım’dan başka birini görmedik. Tahmin ettiğimiz ve kulisle birlikte yazdığımız isimlerin dışında, isim de vermedi İlhan Bey. Ben bildirinin içeriğini o iki isim özelinde değerlendirmiştim. Çünkü İlhan Bey, geçmişiyle, siyasî duruşuyla bildirinin içeriğiyle uyuşabilecek bir isim. Bu söylediğimiz durum, ona uyuyor.  Ama bu noktada, Selin Hanım’la çok uyuşturamadım. Neo-liberal baskılardan söz edip, bunu faşizm olarak nitelendirmek. Selin Hanım’ın hem IMF geçmişi var, hem de kısa bir süre öncesine kadar parti yöneticisiydi. Parti yönetimindeyken ekonomik duruşunu…

Bozan: Selin Hanım’ı neo-liberal politikalara yakın bir politikacı olarak mı tarif ediyorsunuz?

Öztürk: Ben yakın görüyorum. Çünkü açıklamalarını yakından takip ediyordum. Kendisi Ali Babacan’ın ekonomik duruşunu çok beğenerek anlatan bir isim. Ekonomist olarak, Kemal Derviş ekolünden gelen bir isim. Sadece soldan, sol değerlerden ve dünya değerlerinden bahsedecek olursak, biraz oraya bakmak lazım. Ben Selin Hanım’la çok uyuşturamadım. Bir de, bir şekilde partinin yönetimlerinde olup, yönetimde bu tarz –çok yerinde eleştiriler– ama bunlara ses çıkartmayıp…

Bozan: Ama Selin Hanım itiraz edip koltuğu bıraktı.

Öztürk: Evet, referandum sürecinde bir itirazı vardı, ama bu söylediği değerlerle ilgili değil, referanduma yönelik bir itirazdı. Gerekli tavrın konulmadığına ilişkin, duruma özel bir şeydi. Sonrasında da bir açıklamasını duymadık.

Bozan: Biz Selin Hanım’la iki haftada bir Medyascope.tv’de yayın yaparız. Aslında hükümet politikalarına son derece eleştirel yaklaşımları olan birisi. Ama geçmişinde neo-liberal politikaları savunduğunu söylüyorsunuz.

Öztürk: Evet. Temel Bey’le birlikte siyasete başladı. Öncesinde bir ekonomist geçmişi var. Şunu söylüyorum: Benim için kıstas, Selin Hanım’ın yöneticilik yaptığı süre. Bu süre boyunca çok yakından takip ettim. Bu bildirinin içeriği ile ilgili bir çıkışı, bir söylemi yoktu. Daha farklıydı. Bana biraz, Kurultay öncesi bu ekipleşmelerin bir çatı altında olması ve taraflarla… Dikkat edin, açıktan genel başkan ismi dillendirmek istemedi. İlhan Bey az önce “Kemal Bey’i destekliyoruz” demedi. “Muharrem İnce’yi destekliyoruz” da demedi. İmza topladığını bildiğimiz iki genel başkan adayı var.

Bozan: Bu, biraz ‘’Karar vereceğiz’’ gibi oldu.

Öztürk: Bu biraz liste gibi görünüyor.

Bozan: Bunu bitirelim. Murat Aksoy’dan da bu konu hakkında görüşler alayım. Aslında CHP Kurultayı’nı konuşmaya başlayacağız. Hemen kısaca senden de alalım “Gelecek İçin CHP Bildirisi” hakkında görüşlerini.

Murat Aksoy: Öncelikle, böyle bir çağrının partinin içinden çıkmasını çok değerli buluyorum. Çünkü geçmişten bu yana, CHP’de özellikle Kurultay sürecinin en temel meselesinin bir fikir tartışması olmadığını, ideolojik bir hattın açılmadığı yönünde gözlemim var. 2014’te,  2016’da, Kemal Bey’in başkan olduğu 2011 ve 2012’deki olağan ve olağanüstü kurultaylarda da böyle bir fikir tartışması olmadığını ve kurultaylarda tamamen Parti Meclisi’ne yönelik bir yarış olduğunu gözlemledim. Bu açıdan önemli. Belki programın ilerleyen kısımlarında konuşuruz; bu çağrının hem içeriği, hem de CHP için ima ettiği şeyler, CHP’ye parti olarak ne kadar eklemlenebilir? Bu Parti Meclisi’ni siz seçtiniz, nasıl bir kombinasyonda oluşacak ve oluşan kombinasyonda bu söylemler siyaseten nasıl bir vücut bulacak? Bunlar çok çok önemli. Yoksa bildiriyi tek başına aldığımız zaman, gerek entelektüel olarak, gerek siyasî olarak önemli bir çıkış. Ama önemli olan, asıl tartışma konusu, bunu siyasî bir hata, siyasî bir damara dönüştürebilmek. O açıdan CHP’deki temel sorun, bu tartışmanın –yukarından aşağıya, ya da aşağıdan yukarıya ya da yatay kesen, hangi keseni kullanırsak kullanalım– siyasallaşmasının ne kadar olup olmayacağıdır.

Bozan: Delege yapısını az-çok tahmin edebiliyorsunuz. Sence delegelerde bunun yankısı olmuş mudur?

Aksoy: İlhan Bey’in söylediğine göre olmuş. Açıkçası, uzun bir süre ara versem de takip etmeye, son 3 aylık süreçte takip edebildiğim kadarıyla, evet, CHP’nin delege yapısında böyle bir siyasallaşma var. Fakat buradaki kritik mesele şu: Delegeler Kurultay’da oy verirken bu siyasal formasyona göre mi oy verecekler? Çünkü siyasetin Türkiye’deki algısı, fikirden çok pozisyon tartışmaları üzerinden yürüyor. CHP’de de, diğer partilerde de bu böyle. Hangi refleks ile hareket edecekleri çok önemli. Delegeler gerçekten siyaset tartışmak üzerine mi oy verecekler, yoksa bir pozisyon, bir aday çizme üzerine mi hareket edecekler? Burada kafam çok net değil açıkçası. İlhan Bey’in de dediği gibi, bu, çok kısa bir süre önce açıklandı. Bence bunun ideolojik olarak da, siyasî olarak da tartışmasının yapılması için daha uzun bir süre gerekliydi. O tartışmanın yeterince yapıldığını düşünmüyorum. Bildiri sanırım geçtiğimiz çarşamba veya perşembe günü açıklandı. Bu belki de cuma, pazara kadar 3-4 gün tartışılmıştır. Bu hafta boyunca tartışmanın bu bildiri üzerinden değil, herkesin Parti Meclisi’ne girme ya da yakınlarını Parti Meclisi’ne sokmak için kulisle geçirdiğini, gözlemlerim olarak söylüyorum. Dolayısıyla, bu fikir, bu Kurultay’da belki kendini temsil eden isimleri Parti Meclisi’ne taşıyabilir; ama esas mesele: Bu grup Kurultay sonrası süreçte de fikrin arkasında ne kadar duracak? İkincisi: Bunu gerçekten Parti Meclisi’ne ya da parti organlarına taşıyamasa bile, uzun soluklu bir yola çıkılmış mı çıkılmamış mı? Bu bence çok daha önemli. Bunu da yaşayarak göreceğiz.

Bozan: Programımızın ilk bölümü için 15 dakikamız var. Konuklarımızın da iki özelliği var. Şöyle özetlersem: Murat Aksoy, son yazında “Kemal Kılıçdaroğlu’ nun devamı CHP’nin hayrına” diye bir görüşün var. Ece senin görüşün ise “Artık değişim zamanı geldi. Muharrem İnce” diyorsun. 45 geçe bir ara vereceğiz. Bu arada 9 dakikalık bir haber paketimiz olacak. Bu haber paketinde CHP’nin hem tabanından, hem üstte görev yapmış isimlerden sesler var — Kurultay’a ilişkin. Onu da hatırlatayım. Hemen şimdi başlayayım.

Ece, neden artık Kemal Kılıçdaroğlu’nun bırakması gerektiğini düşünüyorsun? Muharrem İnce’nin partiyi daha iyi taşıyacağını neden düşünüyorsun?

Öztürk: Mesela deminki bildiriden başladık. Onların gerekçesi üzerinden çok güzel ifade edebiliriz. Bildiride şuna değinmişlerdi: 2014’te cumhurbaşkanı adayının belirlenme süreci. Bu her kesimin eleştirdiği bir süreçti.

Bozan: Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday olduğu süreç.

Öztürk: Evet. Her kesimin eleştirdiği bir süreç. CHP’de Kılıçdaroğlu’nun iktidara gelmesinden bu yana –ki ilk önceleri demokrasi vaat ederek gelmişti–, herkes alkışlamıştı. Büyük bir rüzgâr vardı. Bunu sürdürmedi. Yakın bir dönemde, önce yakın çalışma çevresi tasfiye edildi. Önder Sav’lar siyaset sahnesinden el çektirildi ve pek çok MYK üyesi değiştirildi. 170’den fazla çalışma arkadaşını değiştirdi Kemal Bey. Birçok denemede bulundu. Farklı noktalarda, farklı söylemlerde bulundu, olmadı. 7 seçim kaybetti. Ve artık önümüzde önemli bir seçim var. 2019 da, bunun mihenk taşı. Öyle bir referandumu kaybettik ki. %50’yi çok önemsiyorum; ama kaybetmiş durumdayız ve kaybettirildik. Herkesin bildiği gibi, kazanılan seçim kaybedildi. Bu da aynı muhalefetsizlikten oldu.

Yani gelinen nokta şu: Olmuyor. Nasıl ki şu anda 2019 için kimin aday olacağı belli değilse, eğer bu değişim olmazsa 2014’te yaşanan sürecin yeniden tekerrür edeceğini düşünüyorum. Şunu söylemek istiyorum: Demokrasi diye yola çıkıp artık her kararı tek başına alan bir Kılıçdaroğlu var karşımızda. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminin belirlenmesi böyleydi. Akabinde, en hayatî konular –bildiride yer aldığı üzere– savaş tezkerelerine AKP ile birebir aynı noktada destek verilmesi, mesela Suriye tezkerelerinde en baştan beri Baykal’ın tavrı da çok netti. 1 Mart’ta direnebilen bir CHP’den, artık hiçbir konuda direniş göstermeyen, en hayatî konularda Erdoğan’ın yanında yol alan bir CHP var. Devlet Bahçeli, birebir Erdoğan’a destek vermesi nedeniyle, CHP olsun, HDP olsun, muhalefet tarafından “Stepne lastiği” gibi ifadelerle de çok eleştirilir. Buradaki farkın, şu anki mevcut yönetimin siyasî anlayışının, MHP’nin mevcut siyasî anlayışından tek farkının, Kılıçdaroğlu’nun çok bağıran bir insana dönüşmesi olarak görüyorum. Bahçeli bağırmıyor, Kılıçdaroğlu bağırıyor ama etki etmiyor.

Yakın sürece baktığımızda, “Adalet Yürüyüşü” toplumda ne kadar büyük yankı uyandırdı. Hak, hukuk, adalet konularında insanların büyük sıkıntısı var. Bu taleple yürüdüler. Omuz verdiler. Uzun süre sonra ilk defa, insanların talebini karşılayan bir yol yüründü, adım atıldı. Ama niye yürüdü? Biliyoruz ki CHP milletvekili (Enis Berberoğlu) cezaevine gönderilmişti ve “Ben bunun karşısında duruyorum, adalet istiyorum, yürüyorum” dedi. Çok güzel. Ama gönderilme nedeni de kendisiydi. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda tek başına Erdoğan’a destek verdi. Bildirinin içeriğinde bu da var. Doğru, dokunulmazlıklar konusunda yazdık, çizdik, eleştirdik. Hatırlayın, Fikri Sağlar çok net karşı çıkmıştı ve bu yüzden Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Şu anda bu Kurultay’da seçme ve seçilme hakkı yok elinde.

Milletvekilleri olsun, Parti’nin diğer organları olsun, ne zaman seslerini çıkartmak isteseler, bir şekilde partinin yöneticileri tarafından baskı unsuru oluşturuldu. Disiplinle tehdit edildiler. Şimdi de Kurultay’da listelere alınmamakla tehdit ediliyorlar. Bunların hepsini delegelerle konuşuyoruz. İnanın, delegelerin gündemi bu bildiri değil. Kimsenin gündemi bu bildiri değil. Murat Bey’in de dediği gibi, herkesin gündemi Parti Meclisi’nde ne kadar yer alacağız, hangi Genel Başkan’la yol yürüyeceğiz? Yanlış tarafta yer almak istemiyorlar. Bu yüzden herkes muallak konuşuyor. Biraz şekillensin, anlayalım istiyorlar. Çok kısa bir süre var. Cumartesi günü Genel Başkan belirlenecek. Savaş akabinde başlayacak. Pek çok grup var. Ve artık 2019’da başka hiçbir şeye ihtiyaç yok. Genel Başkan tek başına Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir isimle karşımıza çıkmasın diye, yaşanan her şeyi, tüm siyasî olayları, hataları hepsini kenara itelim. Bu CHP’nin meselesi değildir. Tüm %50’nin meselesidir. Çünkü herkes CHP’nin şapka olması konusunda hemfikir. Bu şapkayı CHP’nin taşıyabilmesi için, ne yaptığı belli olmayan değil, parti programlarıyla uyumlu olmayan değil, parti programlarıyla uyumlu, hatta acil olarak parti programını da yeniden dizayn edebileceği, o şapkayı oluşturabileceği bir kurultayı düzenleyerek yol yürümesi gerektiğini ve 2019’da doğru isimle hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada bu kurultayın hayatî olduğunu görüyorum.

Bozan: “Neden Muharrem İnce?” sorusu için üç dakika yeterli mi? Yoksa ikinci bölümde mi konuşalım onu?

Öztürk: Adayları ikinci bölümde konuşursak daha iyi olur.

Bozan: Peki, o zaman bu Kılıçdaroğlu eleştirisi için ne diyeceksin? Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi ve dokunulmazlık meselesi, herhalde Kemal Bey’in başını ağrıtan iki meseledir. O konularda doğru yaptığını düşünüyor musun?

Aksoy: İhsanoğlu’nun adaylaştırılma sürecinde birtakım sorunlar olduğunu ben de düşünüyorum. Ama sonuçta bu bir siyasî seçimdi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ardından bir Olağanüstü Kurultay oldu. Olağanüstü Kurultay’da Sayın Muharrem İnce aday oldu ve kaybetti. Dolayısıyla da, parti o anlamda bir muhasebesini yaptı.

Bozan: Kemal Bey orada temize çıktı.

Aksoy: Temize çıkma anlamında değil de onun üzerinden bir kongre geçti ve bir anlamda temize çekildi diyelim. İkincisi: Dokunulmazlıklar konusuna ben de katılıyorum. O zaman yazdığım yazılarda da ifade ettim; dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda CHP’nin “Evet” demesi sorunlu. O zaman hedef her ne kadar HDP gibi görünse de, bu süreç zaman içinde CHP’ye de ulaşabilir. Kaldı ki o zaman da durum aynıydı. Yargının durumunu da ele aldığımız zaman, aslında kendi başını giyotine uzatmak gibi bir şeydi. Ben öyle tanımladım. Ama sonuçta siyaset dediğimiz şey de sadece iki tane konuda yapılan hata ya da yapılmayanlar üzerinden değil, daha büyük fotoğraf üzerinden değerlendirilmelidir.

Bozan: Onu dinleyelim. Büyük fotoğraf üzerinden Kemal Bey’in artıları nedir?

Aksoy: Fotoğrafa baktığımız zaman, ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun partiyi hâlâ Türkiye’nin ihtiyacı olan şekilde hem dönüştürme, hem de Türkiye’nin siyaseten ihtiyacı olan şekilde, hem siyaset yapma, hem de CHP tabanını geçmişin ağır yüklerinden kurtarma ve toplumun farklı kesimlerine açma yönündeki çabalarını çok değerli buluyorum. Siyasî okumalarımda bunu çok yazdım. Türkiye ne yazık ki siyaseti bilmeyen bir toplum. Bu anlamda da Türkiye’de de siyaset yapılmadı hiçbir zaman. Evet, siyasî partiler var, seçimler oldu. Ama evrensel Batı standardıyla kıyasladığımız zaman siyaset değil bunlar. Türkiye’de o açıdan siyaset de yapılmadı. Ve belki siyasî partiler de yok. Demokrat Parti, Anavatan Partisi, belki Refah Partisi’nin ilk dönemi, keza AKP’nin ilk dönemi, meşrutiyeti devlet yerine toplumda aradılar ve bunda başarılı oldular. Fakat kısa bir süre içinde tekrar meşruiyetlerini devlette arayarak devlete eklemlendiler. Siyasetin meşruiyetini toplumda arayan her siyasî parti, o açıdan, siyasetin keşfedilmesi yönünde bir adımdı. Bunlar geçmişte ara dönemlerde oldu. Fakat sonraki kısa dönemlerde, bütün bu partiler tekrar devletle eklemlenerek bir anda siyasetin alanını yeniden… toplumun temel meseleleri, toplumsal taleplerin karar süreçleri, yani kamusal alanda kesişip karara bağlandığı değil, Milli Güvenlik Kurulu’nda, birtakım kapalı yerlerde konuşulup uygulandığı alanlara dönüştü. O açıdan, özellikle son 1,5-2 yıllık süreçte daha somut gelişmelere baktığım zaman, CHP’nin, hem siyasetin normalleşmesi için –çok kolay değil ama– geçmişteki ağır yüklerden kurtulma ve %20-25 klasik taban bandının dışına çıkması konusunda da somut adımlar attığını görüyorum. Bunun siyaseten ne anlam ifade ettiği tartışılabilir. Sağa açılması, İslamcılara açılması gibi eleştiriler var. Bazı katıldığım noktalar var, ama bu adımları stratejik olarak doğru buluyorum. CHP’ nin daha geniş toplumsal kesimlerle barışması ve onlarla birlikte siyaset yapabilmesini ben anlamlı buluyorum.

Bozan:  Yani, topluma yüzünü döndü, devletle arasına mesafe koydu. Toplumla birlikte siyaset yapmaya başladı. Bunu da Kemal Kılıçdaroğlu başarıyor. Emekleme süreci.

Aksoy: Evet. Benim temel düşüncem bu. Çünkü bundan önceki dönemlerde, gerek Kemal Bey’in hemen öncesinde, gerek Kemal Bey’in ilk döneminde, hâlâ kendisini devlet zanneden, hâlâ devletin gücüyle siyaset yapan birtakım aktörler vardı CHP içinde. Fakat gördük ki öyle değil. Şu anda “Devlet” dediğimiz şey –Kemal Bey’in kendi ifadesiyle söylersek– “’Bırakın parti devletini, bir tür kişi devleti haline dönüşmüş durumda” Türkiye. Dolayısıyla Türkiye’de siyaseti yeniden üreteceksek, bu, meşruiyetini toplumdan alan ve toplumun sorunlarını siyasî alanda, kamusal alanda hem tartışan, hem bunları siyaset mekanizmasında karar süreçlerine dönüştürüp bu sorunları çözmesini isteyen bir parti. Şu anda CHP’de, hem Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde, hem de partinin genelinde böyle bir ivme görüyorum. “Bu kolay mı, hızlı mı oluyor?” derseniz, bana kalırsa yavaş oluyor, hızlı olmuyor, ama bu biraz da hayatın getirdiği bir şey.

Bozan: Ama böyle bir niyet olduğundan kuşkun yok?

Aksoy: Yok hayır.

Bozan: Ama bunun yöntemlerini, mekanizmalarını bulmakta yaşanıyor sıkıntı.

Aksoy: Bence temel sorun orada. Gerek İhsanoğlu’nun adaylığında, gerekse biraz sonra konuşacağımız “Parti Meclisi deliniyor” vs. konusunda. Buradaki temel sorun, parti içi demokratik kanalların işleyişi ne kadar kolay oluyorsa, o işleyişten sonra oluşan mekanizmaların, kurulların demokratik işleyişleri konusunda birtakım sıkıntılar var. Bunu belki bazı örneklerle ikinci bölümde açma imkânımız olur.

Bozan: Murat Aksoy’un söylediklerine ilişkin –itiraz demek istemiyorum– sizin böyle bir gözleminiz var mı? Devletten ziyade, topluma yüzünü dönmek niyeti var. Ama bunun yol ve yöntem konusunda sıkıntıları var. Sizin böyle bir izleniminiz var mı?

Öztürk: Bu biraz askerî vesayete, fazla statükocu olmaya gidiyor. Bu, Baykal dönemi yapılan eleştiriler. Aslında Murat Bey’in değinmek istediği kısım o. Ama bu, CHP’nin devletten uzaklaşması değil. AKP’nin parti devleti işleyişine dönüşmesi. O noktada, “Kişi devleti” demesine katılıyorum, ama bunun sebebi biraz da kötü muhalefetten kaynaklanıyor. “Ben devletten uzaklaşmak istedim, uzaklaştım.” Devletten niye uzaklaşasın ki? Sonuçta iktidara talipsen devleti de yöneteceksin. “Hayır, ben muhalefet olarak kalayım. Devlet işleriyle de iştigal etmeyeyim.” Böyle bir şey değil, olmaması gerekir. Bu noktada tespit doğru. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan beri, devleti yönetme arzusundan da uzaklaşıldığını görüyorum ben. CHP, kurucu felsefesinden dolayı –Kuvâ-yi Milliye’yi yapan ve bu ülkeyi, devleti kuran partiden bahsediyorum–, kimilerinin statükocu dediği, ama aslında sigorta kutusu olan bir partiydi. Bunun sebebi de o felsefeydi. Bugün bu programdan uzaklaşıldığını, bu felsefe ile alâkası olmayan isimlerin yöneticilik yaptığını ve örgüte sırtlarını döndüklerini görüyorum. “Topluma yüzünü dönmek” denildiğinde anladığımız, Mehmet Bekâroğlu gibi isimleri getirmekse –evet, önceden çok ulaşılmaz isimler gibiydi yöneticiler–, topluma dönmek gibi bir şey görmüyorum ben. Anlamı yok. Çok statükocu ve o tartışmalar mantıklı gelmiyor. Şu an dönüp baktığımda da, yöneticiler yine sermayeyle iç içe olan isimler. TÜSİAD etkisini görebiliyoruz. Son yazılarımda aktardığımız Amerika-CHP ilişkileri yönetimle ilgili.

Bozan: Evet, tabii onlar çok spesifik konular. Galiba Murat Aksoy’un burada bahsettiği: Devlet refleksine sahip olup bazı politikalarda korumacı olmalarıdır. Çünkü AKP’nin 2002 dönemine baktığımızda, gerçekten devleti karşısına almak değil, daha vatandaş nezdinde, onun sorunlarına eğilen bir hal vardı.

Aksoy: Tabii zaten burada teorik bir tartışma var. Burada benim ifade ettiğim devlet ile hanımefendinin tarif ettiği devlet, iki farklı kavram. Ben daha “teorik” bir tartışmadan bahsediyorum. Bu bahsettiğimiz devlet sadece Türkiye’ye özgü bir devlet değil. Bütün ulus-devletler, Amerika, Rusya, Mısır, Çin, hangisini alırsak özünde otoriterdir. Homojen bir toplum varsayarlar. Tek kimlik varsayarlar. Bu homojenliği sağlamak için de devletin tüm aygıtlarını kullanırlar. Ve siyasî partiler de bu araçlardan bir tanesidir. Bazı partiler buna çok teşnedir. Çünkü devletin sunduğu imkânları yukarıdan aşağıya dağıtırlar. Bazı partiler de “Hayır, biz toplumu temsil edeceğiz” derler. Buradaki devlet tanımımız “Devleti yönetmeyelim, iktidar olmayalım” demek değildir. Ben burada daha teorik bir devletten bahsediyorum.

Bozan: Bu sohbet bana şunu hatırlattı: Prof. Yüksel Taşkın –kendisi Marmara Üniversitesi’nden KHK ile gönderilmişti– 2015’te çalıştığım kurum için kendisiyle yaptığım mülakatta şöyle demişti: “CHP, devletten düştü, farkında değil.”

Aksoy: Bunu söylemeye çalıştım ben de. Kılıçdaroğlu’nun seçildiği 2011-2012 döneminde parti içindeki bazı aktörler hâlâ “Devleti biz yönetiyoruz” gibi düşünüyorlardı. Böyle bir şey yok.

Bozan: “Bürokraside biraz varız” filan.

Öztürk: Ben de diyorum ki, bugün öyle bir tartışma yok. Bugün, öyle zanneden yöneticiler de yok. Çünkü onlar gönderildi. Böyle isimler vardı ve o isimler varken, gerçekten de böyleydi. CHP devletle yakındı. Bir şekilde devleti yönettiler yıllarca. Her partiden daha fazla yönettiler hem de. Bugün öyle bir şey yok ama.

Bozan: Şimdi o duyurduğumuz araya girelim. Önce 9 dakikalık bir video izleyeceğiz. Bu videoda, CHP tabanından ve üst yönetime yakın isimlerden görüşler var. O aradan sonra, Muzaffer Ayhan Kara Skype bağlantısıyla bizimle olacak. Kendisi Oda-tv yazarı ve CHP’yi yakından takip eden bir isim. 21.55’te görüşmek üzere. Şimdi videoyu izleyelim.

VİDEO:43.08-52.23 Arası

Devrim Bora Özüdoğru- Ankara CHP Çankaya İlçe Başkanı:

Bizim, insanlara projelerle gidebilecek, çok iyi alt kadrolara ihtiyacımız var. Ben CHP’de Genel Başkan sıkıntısı görmüyorum. Ben iki dönem İl Başkan Yardımcılığı yaptım. Orada arama toplantıları yaptık. Biraz ideolojilerle ilgili sıkıntımız var. Ben partinin daha solda olması taraftarıyım. Ama bizim partililerimiz arasında kendisini Atatürkçü olarak addeden var, devrimci olarak addeden var, sosyalist, liberal olarak addeden var. Ben her zaman partinin daha solda olması taraftarıyım. Selin Sayek Böke ve İlhan Bey’in yaptığı çalışmaları da çok doğru buluyorum. Partinin, gerçekten kendi öz evlatlarını kendi içerisinden yetiştirip, büyütüp, belirli yerlere getirmesi lazım. Sonuçta dışarıdan gelen insanlar da var. Tamam, CHP’de siyaset yapılıyor. Ama onlar farklı yerlerde değerlendirilebilir. Bizim gerçekten sol sosyalist değerlere uygun, onlarla yetişmiş, onlarla büyümüş insanlarla partimizi bir yere taşıma zorunluluğumuz var bence. Dolayısıyla bu yönde yapılan bütün adımları olumlu buluyorum.

2019, Cumhuriyet tarihimizin gördüğü en önemli seçim bence. İnsanlarda da bununla ilgili bilinci görüyorum. İnsanlar daha hareketli, daha istekli. Biraz önce Canan (Kaftancıoğlu) başkanımıza yapılanlardan da bahsettik. Belediyelerimize yapılan baskınlardan, belediye başkanlarımızın görevden alınmasından da bahsettik. Toplumun her kesimine yönelik böyle şeyler gündemde. İnsanlar mesleklerinin doğası gereği yapmaları gereken açıklamayı yaptıkları için gözaltına alınmamalı. Sonuçta OHAL bahane edilerek birçok şey yapılıyor. Biz şimdi bununla ilgili nereye gideceğiz? Biz sesimizi duyurmaya dahi yer bulamıyoruz artık. Tabipler Birliği ile ilgili bir basın açıklaması yapacağız ve polisin bize söylediği şey şu: “Müdahale ederiz”. Arkasına sığınıyorlar. Nereye kadar böyle gidecek? Bizim çok fazla söyleyecek sözümüz var — ki ben her zaman demokratik güçlerin birliğinden yanayım. Sol olarak bize yakın olan kuruluşlarla beraber, ortak bileşenlerde birçok platformda işbirlikleri yapıyoruz. Bu işbirliklerinin daha da büyümesi gerektiğini düşünüyorum. Biz o kurumları ne kadar büyütürsek, onlarla ne kadar dayanışma içinde olursak, günü geldiğinde, 2019 seçiminde ya da ülkenin aydınlık günlere kavuşmasında, o kurumlar da bizimle beraber işin içerisinde olacak.

Ahmet Meşe: CHP’nin 4 aday ile birlikte bu seçime giriyor olması çok sevindirici bir olay. Neden? Çünkü biz demokratik bir partiyiz. Demokratik partilerde bir baro başkanına da, savcılık yapan bir arkadaşımıza da, partimizin içinden çıkan bir milletvekilimize de, CHP’de genel başkanlık yarışına girerek daha iyi hizmet vermek için uğraş veren kişiler olarak bakmak lazım. Mutlaka sol değerlerimiz olacak. Biz CHP’nin esas programından ayrılmadan, altı okundan, ilkelerinden ayrılmadan, hiçbir şekilde ondan sapmadan, 2018’in şartlarına göre CHP’yi yeniden değerlendirmeye açmak durumundayız. Yeniden günün şartlarına göre tekrar uyarlanması gerektiğini düşünüyorum. Bir siyasî partinin amacı iktidara gelmektir. Düşüncelerini, fikirlerini, yönetme biçimlerini halka ancak iktidara gelerek gösterebilir.

Özgür Özdemir: CHP’nin iktidara gelme yöntemi nedir?

Ahmet Meşe: CHP’nin iktidara gelme yöntemi, herkesi kucaklaması. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü daha çok anlatması. Bilinmeyen bazı gerçekleri daha iyi bir şekilde izah etmesi. Atatürk milliyetçiliğini ön plana çıkartması. Vatan millet sevgisinin daha fazla işlenmesi. Cumhuriyet’i daha ön plana çıkartması. Cumhuriyet kazanımlarının ne kadar kıymetli olduğunu, İslamî kurallarla yönetilen diğer İslam ülkeleriyle kıyaslama yaparak çok iyi bir şekilde ifade edilmesi. Maalesef biz de rotamızdan çıkmamak zorundayız. Kuruluş felsefemizin ana ideolojisine geri dönmek zorundayız. Ben sadece tek eksenli bir siyaset güdülmesinden yana değilim. Çok eksenli bir siyaset güdülmesinden yanayım. Toplumu kucaklayan, toplumun her kesimini kucaklayan, köylüsünden şehirlisine, büyük şehrinden küçük şehrine, kasabasından köylüsüne kadar, tarımından en gelişmiş sanayisine kadar, hangi dal olursa olsun her dala göre çözümü olan, her kesime göre çözüm üretebilen, demokratik, laik, Misak-ı Milli sınırlarını amaç edinmiş, onun dışındaki tüm yerlerde her tarafta, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesiyle, hiçbir komşusu ile savaşmadan, barış içinde, ekonomik çıkarlarını gözeterek, adaletli, herkesin huzur bulduğu bir ülke yaratmak için CHP’ye, hele bu dönemde, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Gürsel Tekin: Tam da bugün Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun sürdürdüğü muhalefet tarzı, bu % 60 bandı dediğimiz –çünkü siz referandumu baz alıyorsunuz ama referandumdan sonra sürecin çok hızlı değiştiğini de ifade etmek istiyorum–, dolaşan, sokağı bilen, vatandaşlarla birebir ilişkisi olan bir milletvekili olarak söylüyorum: Belki hayatının hiçbir alanında CHP ile örtüşmemiş, CHP ile bir araya gelmemiş seçmen kitlesinin önemli bir kısmının, CHP Genel Başkanı’nın sürdürmüş olduğu bu muhalefet konusunda ciddi bir memnuniyet içinde olduğunu da ifade etmek istiyorum. Bunun içinde HDP, İYİ Parti, özellikle AK Parti’den kopan çok önemli bir kitle var. İstanbul’u dolaştığınızda da, geçmiş dönemlerde çok güçlü oldukları bölgelere gittiğinizde de o tabloyu görebileceksiniz. CHP umut olmak zorundadır. Sadece CHP’liler için değil. Türkiye’nin umudu olmak zorundadır. Bu Kurultay umut kurultayı olacaktır. Ülkenin geleceğini inşa edecek, gerçekten dünya ile yarışabilen bir Türkiye yaratmak zorundayız. Bu rahatsızlıktan kaynaklı olağanüstü saldırılar olacaktır. Olmaya da devam ediyor. Ama bütün bu saldırıları göğüsleyebilecek irademiz ve gücümüz vardır. Hiç kimse merak etmesin.

Oğuz Kaan Salıcı: %49’luk blok diye konuşuluyor. Ama orada birbirine siyaseten çok benzemeyen kesimler var. Örneğin Saadet Partisi de var, HDP de var. CHP de var. Bir zamanlar “MHP muhalifleri” olarak adlandırılan, ama şu anda yeni bir parti olarak ortaya çıkan İYİ Parti de var. Buraya başka kesimlerin de destek vermesi sağlanabilir. Bunlar sadece siyasî parti isimleri. Bir sürü sivil toplum örgütü var. Yani orada aslında bir siyasî parti organizasyonu gibi bir organizasyon yok. Orada bir fikir var. O fikrin taşıyıcıları var. 2019’da yürütülecek olan başkanlık seçimlerinin de bir fikir etrafında, yani başkanlığı isteyen bir yurttaş kesimi ve siyasî partiler, bir de, “Aslında başkanlık seçimine gidiyoruz, ama bu başkanlık sistemi ile olmayacak. Biz parlamenter sistemden yanayız, güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi istiyoruz” diyen bir fikrin taşıyıcılarıyla beraber olacak bu mücadele. Dolayısıyla, bu mücadelenin içine başka toplumsal kesimler katılabilir mi? Evet, katılabilir. Onlara karşı bir olumsuz duruş olur mu? Hayır, olmaz. Çünkü Türkiye’nin geleceğini daha iyi bir noktada, parlamenter sistemde gören kesimlerin bir araya gelmesi kadar doğal, normal ve Türkiye’yi daha iyi bir noktaya taşıyacak bir yaklaşım olmayacağı kanaatindeyim.

CHP bu süreçte, bazen öne çıkarak, bazen bir adım geride durarak, bu fikrin taşıyıcılığı için en uygun yöntem hangisi ise, o yöntemle hareket etmek durumunda. Bizim şöyle bir lüksümüz yok: “Herkes CHP rozeti taksın, herkes CHP’ye üye olsun, CHP adayları seçilsin”. Başkanlık seçiminde hükümetin istediği aday seçilirse ve Türkiye’yi bir başkanlık sistemine doğru götürürse,CHP’lilerin vermiş olduğu mücadelenin, ülkenin içinde bulunduğu mücadele ile örtüşmesini sağlayamazsak, bunun çok ciddi bir karşılığı olmaz. Onun için birinci yapmamız gereken şey, bizim mücadelemiz ve ülkenin içinde bulunduğu koşulları ortadan kaldıracak olan mücadelenin bütün diğer kesimlerle örtüşmesini ve başarılı olmasını sağlamak.

Bozan: Tekrar merhaba. Görüşler böyleydi. Ankara ilçe teşkilatlarının söyleşilerini, Ankara temsilcimiz Özgür Özdemir yaptı, onu da hatırlatalım.  İkinci bölümde bir konuğumuz olacağını söylemiştik: Muzaffer Ayhan Kara. Kendisi bize İzmir’den bağlanıyor. Oda-tv’de, siyaset, hatta futbol üzerine de yazıyor. Son yazısı Göztepe üzerine. Kendisi aynı zamanda eski CHP milletvekili Osman Korutürk’ün danışmanlığını da yapmış bir isim. Muzaffer Bey, merhaba.

Muzaffer Ayhan Kara: Merhaba. İyi yayınlar.

Bozan: Teşekkür ederiz. Yayınımızı izliyorsunuz, çok uzatmadan hemen sorayım: CHP’nin, kimilerine göre tarihî, kimilerine göre ise aslında çok da bir şey beklenmemesi gereken kurultayına tanıklık edeceğiz önümüzdeki hafta sonu. Siz ne düşünüyorsunuz bu kurultay hakkında? Gerçekten tarihî mi olacak? Bir kırılma noktası olacak mı CHP için?

Kara: Sizin sorunuzdan başlayalım. Keşke tarihî bir kurultay olabilseydi. Keşke öyle diyebilseydik. Ancak bu kurultay, gerek sıkıştırılmış ilçe ve il kongrelerinden dolayı, gerekse ortaya konan bir içerik, bir hamle göstergesi taşımadığından dolayı, sıradan bir kurultay olarak, 36. Olağan Kurultay niteliğinde tarihe geçecek. Ama dediğim gibi, Türkiye’nin çok büyük sorunları var. CHP’nin ana muhalefet partisi olarak Türkiye için yapması gerekenler var. Toplumun büyük beklentileri var. Bu çerçevede 36. Olağan Kurultay’ın, toplumun beklediği hamleyi yapacak nitelikte bir kurultay olmasını beklerdim ben de. O anlamda bir hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeliyim.

Bozan: Muzaffer Ayhan Bey, telefonunuzu yan tutmanız mümkün mü? Zira dik tutunca izleyicilerimiz için tatsız bir görüntü oluyor, biraz da geriye gittiğinizde sizi çok daha iyi görebileceğiz. Arkadaşlarımız düzelttireceklerdir size. Sizinle biraz sonra devam edeceğiz. Asıl, adaylar hakkında tartışmaya girecektik, kamera ayarından dolayı sorun yaşadık.

Ece Sevim Hanım, size şunu sorsam: Neden Muharrem İnce’yi destekliyorsunuz yazılarınızla, görüşlerinizle? CHP’yi nereye taşıyacağını düşünüyorsunuz?

Öztürk: Ben özellikle şuraya bakmak istiyorum. Neden Kılıçdaroğlu devam etsin? Kılıçdaroğlu’nun karşısındaki isim partili bir isim. Yıllardır gençlik kollarından gelen, partinin içerisinde bir iddia sahibi olan, vaatleri olan, yarışta olan bir isim Muharrem İnce. Bu kadar seçim kaybetmişsin. Hep aynı şeyleri söylemişsin, söylemlerini değiştirmişsin, farklı noktalarda durmuşsun. Kılıçdaroğlu bize 2019’u kazandırmak için yeni ne yapabilir? Nerede durabilir? Şimdiye kadar Ortadoğu’da bulunduğumuz bataklığın içerisine girme sebebimiz, Suriye tezkerelerine verilen onayların akabinde geldiğimiz nokta. Amerika ile olan ilişkiler. Bunların hepsi, Kılıçdaroğlu iktidardayken, Kılıçdaroğlu’nun seçtiği yönetimlerle yapıldı. Bugün CHP’nin bulunduğu nokta buraya geldi. Muharrem İnce bu söylemlerin hepsinin karşısında durdu. Yönetimdeyken de karşısında durdu. Bugün karşısında adayken de karşısında duruyor. “Ben böyle yapmam, ekibimle tüm bunların karşısında milli bir yol izleyeceğim. Bu milli bir yol değildir” diyor ve vaatlerini bu şekilde sıralıyor. O yüzden merak ediyorum Kemal Bey yeni ne vaat edebilir artık?

Bozan: Peki, Muharrem İnce ne vaat ediyor size göre?

Öztürk: “Bu yolda yürümeyeceğim. Benim yolum farklı” diyor. Her konuyu da ayrı ayrı tartışmamız gerekir. Bizim eleştirdiğimiz her noktada, Muharrem Bey de o noktadaydı. “Dokunulmazlıklar” dedik, Muharrem Bey de karşısındaydı. “Tezkere” dedik, Muharrem Bey de karşısındaydı. Pek çok çıkacak bildiri olacaktır. Bu bildirilerde, eleştirilerde Muharrem Bey hep doğru taraftaydı. Ve şu anda güçlü bir aday olarak karşısında duruyor. Ben de o yüzden bu seçimde değişiklik olması gerektiğini düşünüyorum. Bunun, tüm ülke için hayırlı olacağına inanıyorum. Sadece CHP’nin, herhangi bir siyasî partinin bir kurultayında geçecek bir sebep olarak değil. Bu saatten sonra gerekliliğine gerçekten inanıyorum. Ömer Bey de çok değerli bir aday, Ümit Kocasakal da. İmza noktasında sıkıntıları var gibi duruyor. O yüzden belli ki iki isim yarışacak. Şunu bir görmemiz lazım: Politik ayrışma bu bildiri üzerinden değil, İstanbul İl Kongresi’nde gerçekleşti.

Bozan: Oraya gelmeden önce Muzaffer Bey’in görüntüsü düzeldi mi acaba merak ediyorum. Tamam, harika. Siz çok karamsardınız. Neden karamsarsınız bu kurultaya ilişkin? Sizi dinleyelim.

Kara: Şu bakımdan. Birincisi: Bu kurultayın partiye bir hamle yaptıracağına dair bir gösterge göremiyorum. Sıkıştırılmış il ve ilçe kongrelerinden bu sürece gelindi. İkincisi: Bu kurultayın hangi motiflerle, nasıl bir hamle yapılacağına ilişkin, hiçbir arka planı yok. Hiçbir açıklama yok, hiçbir değerlendirme yok. Üçüncüsü: CHP’de şöyle bir problem var: Deniz Baykal’dan görevi alan Kemal Kılıçdaroğlu 7,5 yıldır program ve tüzük kurultayı toplayacağını söylüyor. Ama maalesef, yine bir olağan kurultaya program ve tüzük kurultayı toplamadan gidiyor CHP. CHP’nin en büyük sorunu İlhan Cihaner ve arkadaşlarının da altını çizdiği gibi –bunu ben yıllardan beri söylüyorum– adamakıllı bir tüzük yapmaması ve programını netleştirememesi. Programını netleştiremeyen bir CHP’de, her kafadan bir ses çıkıyor, bu bir.

İkincisi: CHP’de adamakıllı bir tüzük olmadığı için, kimin nereye nasıl seçileceği, aday olacağı, partinin nasıl bir saf alacağı objektif kıstaslara bağlanmadığı için, müthiş bir sandalye çekişmesi yaşanıyor. CHP’nin il ve ilçe kongreleri içerikten yoksun bir sandalye çekişmesine dönüştü. Kurultayları da aynı şekilde. Parti Meclisi’nde bin küsur kişinin adaylığını koyacağı söyleniyor. Neredeyse aday olmayan milletvekili yok. Neredeyse, her ilden onlarca insan aday. Parti Meclisi’ne aday olmanın belli kıstasları olmalı. Bu da bir tüzükle olur.

Başka bir sıkıntı daha var bu kurultaydan beklentileri aşağıya çeken. Katıldığım televizyon programlarında söylüyorum, bunu yazıyorum da; bir CHP üyesi olarak, İzmir’de katıldığım kendi Konak ilçe kongremizde de bunu dile getirdim: CHP’nin müthiş bir desen problemi var. Bu ne demek? Şu demek: Türkiye’ye baktığımızda Türkiye’deki renkleri, tonları, demografik yapıyı CHP üye bileşiminde, örgüt yapısında, aday listelerinde görebiliyor muyuz? Göremiyoruz. Türkiye’nin deseni CHP’nin deseni ile koşut olmalı. İktidar isteyen bir parti, Türkiye’nin desenini kendi üye bileşeninde, örgüt yapısında, aday listelerinde yansıtmalı. Bunu yapmadığı zaman, darlaştığı zaman, kimi gruplar aleyhine, kimi gruplar lehine, bu deseni bozduğu zaman, iddiasından uzaklaşıyor. Çünkü kendisini orada göremeyen kitleler, kesimler, unsurlar partiye yabancılaşıyor, bu bir.

İkincisi: Başka bir problem var; büyümekten korkan bir CHP ile karşı karşıyayız. Bakın, CHP’nin 1.200.000’in biraz üzerinde üyesi var. Ben de yıllardan beri soruyorum. Bunu Genel Başkan’a da soruyorum, MYK üyelerine soruyorum, Meclis üyelerine soruyorum, il başkanlarına soruyorum: “Neden CHP’nin üye sayısı 1.200.000 de, 3 katı değil?” Buna cevap alamıyorum.

Bir başka problem: CHP kongrelerine, toplantılarına, danışma kurullarına, yönetim kademelerine bakın. CHP çok yaşlı bir parti. CHP’nin süratle gençleşmesi gerekiyor. Toplumun 2/3 ten fazlasının genç ve orta yaşlı olduğu bir Türkiye tablosu ile karşı karşıyayız. Birinci ve ikinci grup diyelim buna. CHP’nin ortalaması üçüncü grup. Böyle bir şey olabilir mi? Günümüzde, bir siyasî partide de, bir şirkette de, bir sivil toplum örgütünde de, her yerde bir yönetim skalası vardır. Bunun göbeğinde artık 30 ve biraz üzerindeki yaştaki insanlar oturuyor. Genci de var, tecrübelerinden faydalanılacak daha yaşlı insanlar da var. Ama daha yaşlı insanlar artık çok az. Bu skalayı tutturamayan bir parti toplumdan kopmakla karşı karşıya kalır.

Başka bir nokta üzerinde durmak istiyorum: Şimdi CHP’de şöyle bir problem var. Bu da tüzükle ilgili. Eskiden Parti Meclisi içinden seçimle MYK seçiliyordu. Deniz Baykal bunu değiştirdi. Biraz da kendisi için değiştirdi açıkçası. Dikensiz bir gül bahçesi istedi. Fakat bu değişen tüzüğü devralan Kemal Bey, bunu kendisi getirmiş gibi hiç değiştirmeden bugüne kadar getirdi. Bu 36. Olağan Kurultay’a da yine aynı şekilde gidiyoruz.

Bozan: Bunu açıklayalım: Genel Başkan Parti Meclisi içinden MYK’yı kendisi seçiyor.

Kara: Evet. 60 kişilik Parti Meclisi içinden Genel Başkan, MYK’yı seçecek. Sonra onları istediği zaman oradan uzaklaştıracak. Yerine başkasını getirecek. MYK’ya seçilenler, kendilerinin MYK’dan çıkartıldıklarını televizyonlarda altyazılardan öğrenecekler. Kimisi de geldiğini altyazıdan öğrenecek. CHP MYK üyeliği bu kadar ucuz mu olmalı?

Bozan: Muzaffer Bey, önümüzdeki kurultayda, parti liderliğine nasıl bir profil gelirse bu bahsettiğiniz meseleyi halleder? Belli ki bir isim zikretmeyeceksiniz. Bunun çözümü bir isimde değil size göre galiba?

Kara: Uygun görürseniz zikredeyim. Muharrem İnce, Kemal Bey’in karşısına daha önce çıkmıştı. Şimdi yine çıkmaya hazırlanıyor. Çıkacak gözüküyor. CHP’nin içinde birisi olarak ve CHP’yi çok izleyen birisi olarak şunu bilmiyorum: Muharrem İnce nasıl bir parti istiyor? Az önce desen olarak bahsettiğim konuya ilişkin nasıl bir yaklaşımı var? Büyümesi hakkında, gençleşmesi hakkında ne düşünüyor? Bu tüzük değişikliklerini yapacak mı? Yapmayacak mı? Bana ne vaat ettiğini ben bilmiyorum. CHP Kurultay delegeleri bilmiyor, CHP il başkanları bilmiyor, CHP ilçe başkanları bilmiyor. Pandora’nın kutusu açıldığı zaman içinden ne çıkacağını kimse bilmiyor. Genel Başkan seçilirse ne yapacağını bilmiyoruz. Muharrem İnce’den şu mesajı alıyorum ben: “Kemal Bey, şu direksiyondan sen bir kalk. İyi kullanamıyorsun arabayı. Ben kullanayım.” CHP’deki değişim bu şekilde içerikten yoksun olamaz.

Sonra, Muharrem İnce’nin ekibi kim, kurmayları kim? Sağına 5,6 kişi, soluna 5,6 kişi alıp, “Bu benim dış politika kurmayım, bu benim ekonomi kurmayım, bu benim milli savunma kurmayım, bu benim eğitim kurmayım, bu benim anayasacım” diye bir şey duydunuz mu şimdiye kadar? Ben şahsen duymadım. Herhangi bir işaret de almadım bu konuda.

Eğer vaktimiz müsaitse şunu ekleyeyim: Bu kurultayda, anlaşılıyor ki, istediği delegasyon yapısını oluşturan Kemal Kılıçdaroğlu yeniden genel başkan seçilecek. Öyle gözüküyor. Diyelim ki seçildi. CHP’nin son bir kozu var artık bu şartlarda. Adam gibi bir Parti Meclisi, adam gibi bir MYK oluşturması. Yani toplum dışarıdan baktığında “Oh be! İşte bu!” desin. Orada gerçek bir kurmay heyeti görsün. AK Parti iktidarı ile baş edebilecek bir kurmay heyeti orada görebilsin. Ben şimdi size soruyorum. CHP’nin mevcut Merkez Yönetim Kurulu’nda, savunma ve güvenlik ile ilgili bir sima var mı? Yok. Dış politika ile ilgili doyurucu simalar var mı? Yok. Eğitim ile ilgili simalar var mı? Yok. Bir anayasacı var mı? Yok. Şimdi bu kadar yoklar içerisinde, yeni oluşacak yapıda toplum bunları bekliyor. Örneğin, isim vereyim: Ali Er. Emekli general. Kemal Kılıçdaroğlu’na yıllardır danışmanlık yapar. CHP’ye savunma ve güvenlik konularında danışmanlık yapar. Böyle bir isim yok CHP’de. Al Ali Er’i Parti Meclisi’ne, burayı doldursun Ali Er. Bu bir örnek. Danışmanlık sıfatı ile bu görevi yaptığı için söylüyorum. Ali Er’ i beğenmiyorsan başka bir isim koy.

Bozan: Peki Muzaffer Bey, tekrar size döneceğiz. Son bölümde aslında niyetinizi belli ettiniz çözüm önerisi konusunda. O zaman ben Murat Aksoy’a sormak istiyorum. Murat Aksoy, acaba Kemal Kılıçdaroğlu bu kurultayda etrafındaki isimler için radikal değişiklik arifesinde mi? Böyle bir izlenim ediniyor musun?

Aksoy: Değişiklik olacağını düşünüyorum. Ama o kadar da radikal bir değişiklik olacağını düşünmüyorum açıkçası. Bunun nedeni de, Parti Meclisi’nde nasıl bir kompozisyon çıkacağını bilmemem. Çeşitli il başkanlarının, bazı milletvekillerinin blok liste önerisine, Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasî anlayışı gereği, “Hayır, çarşaf listeyle gireceğim” diyeceğini düşünüyorum. Bir değil, en az 4 çarşaf liste olduğunu düşünürsek, yine Parti Meclisi’ne girecek kişiler, muhtemelen, Kemal Bey’in sunduğu anahtar listenin dışında –2014’te 18 ya da 19’du; 2016’da 21 ya da 22 idi– bu sefer belki biraz daha artabilir.

Bozan: Yani dışarıdan gelen isimler.

Aksoy:  Delenler. Evet, diğer listelerden gelenler. Dolayısıyla, orada Kemal Bey çalışmak istediği “yöneticiler”le değil, o listeyi delenlerle çalışmak ya da onların içinden seçmek durumunda. Sorunuzla bağlantılı olarak, burada CHP’deki temel sıkıntı: Nasıl bir Parti Meclisi’nin çıkacağını bilmediğimiz için, muhtemelen olası delinmelerden dolayı, ne kadar hedeflediği değil, belki listesi radikal bir değişikliği içerebilir. Ama o listenin tamamını “seçip” geçerli düşünürsek…

Bozan: O liste onay alacak mı?

Aksoy: Orada sınır, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan ziyade, partinin delege yapısı bunu daha fazla belirleyecektir.

Bozan: Ama Parti Meclisi’nde çoğunluğu elde edecektir kuşkusuz.

Aksoy: Çoğunluk, biliyorsunuz, 60 kişide çoğunluk dediğiniz 30. Bir önceki Kurultayda 21’di. Çoğunluk dediğiniz 3-5 kişi ile ilgili bir şey. Farklı konularda o 3-5 kişi pozisyon değiştirdiği zaman, çoğunluk gidecek.

Bozan: Ki bu Parti Meclisi, belediye başkan adaylarını belirleyecek, milletvekillerini belirleyecek.

Aksoy: Zaten bu yüzden, asıl mücadele Parti Meclisi üzerinde olduğu için, Kemal Bey’in bu değişim iradesini ya da radikal bir değişiklik iradesini gösterip göstermeyeceği belki belirleyici olacak. Anahtar listesinde böyle bir değişiklik olursa, o zaman delegeyi ikna etme şansı biraz daha yükselir.

Bozan: Peki, sana göre nasıl bir profil burada yer almalı ki, CHP 2019’da –ki Türkiye’nin tarihî seçimi deniyor– başarılı olsun, “Hayır Bloku”nu çoğaltsın, Mart yerel seçimlerinde üç büyük kenti alsın?

Aksoy: Burada aslında isimlerden ziyade, isimlerin temsil ettiği siyasallaşmalar ve politikalar önemli. Bu açıdan da, belki Kemal Bey ve ekibinin bu noktadaki eksikliği, Sayın Cihaner ve Böke gibi ideolojik bir tartışmaya kapı açmamış olması. Biz tartışmayı isimler üzerinden, ya da “Şu mu girecek, Ahmet mi, Mehmet mi?”…

Bozan:  Aslında ben profil tarifi diyorum.

Aksoy: Birincisi: Bunun başarısı tabii ki gençleşmeyle ilgili. İkincisi de o gençleşmenin içinde kadınlar ve gençlerin sayısının çok olması. Bir de tabii az önce Muzaffer Bey’in ifade ettiği gibi, daha “uzmanlıklar”ın öne çıkması. Gerçekten CHP’de parti politikaları açısından genel bir sorun olmasa da, topluma bunları aktaracak kamusal yüzler konusunda bir sıkıntı var. Her ne kadar çıkacakları ekran sayısı çok sınırlı da olsa, temel politikalarını uzmanlık üzerinde anlatacak yeterince uzman ya da seçilmiş siyasetçi yok. Şunu da biliyoruz ki tüzükte MYK sayısı normalde 17 idi. Ama bu parti listesi delindiği için, o sayıyı 12’ye düşürdüler. 2 tanesini de dışarıdan atadılar. Böyle teknik sorunlar oldu.

Ama buradaki temel mesele: Birincisi, gençleşme ve kadın sayısının artması — ki özellikle İstanbul’da Canan Kaftancıoğlu’nun yarattığı “rüzgâr”ı düşündüğümüzde, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bir de tabii ki, Muzaffer Bey’in de ifade ettiği gibi, kritik alanlarda, eğitim, ekonomi, dış politika konusunda uzmanlıkları ve temsiliyetleri öne çıkan bir profil ya da yapı ortaya çıkarsa, delegeyi ikna etme güçleri daha fazla olur.

Bozan: Ece Hanım, Kemal Kılıçdaroğlu listesini belirlemese de, az çok kiminle çalışacağını, kiminle çalışmayacağını tahmin edebiliyoruz. Ama Muharrem İnce konusunda bir kapalı kutu olma durumu var. Mesela, onun Parti Meclisi listesinde, kamuoyunda bilinen milletvekilleri vs. kimleri zikredebilirsiniz? Güçlü mü o manada?

Öztürk: Şu anda önceki kurmaylarının yine yanında olduğunu görüyoruz. Doğru. Ben de o noktada merak ediyorum kimlerle yol alacağını. Ama ben o tartışmaya çok katılmıyorum.

Bozan: Net olarak deklare eden kimler var?

Öztürk: Tanju (Özcan) Bey, Namık (Havutçu) Bey. Onlar ön plandalar. Ve birçok milletvekili var. Ben oradan bakmak istemiyorum. Çünkü kişilere çok endeksli olmasının bir önemi yok. Ne söyledikleri, ne vaat ettikleri önemlidir. Doğru, gençleşme çok önemli. Kadınların ön planda olması çok önemli. Ama bunu Kemal Bey yapmıyor. Yapar gibi yapıyor. “Kota getirdik, gençlik kotası getirdik, kadın kotası getirdik” deniliyor ve bu kotalara uyulmuyor. Ne il, ilçe yönetimlerinin belirlenmesinde, ne de Parti Meclisi’nde. Şekillense dahi, Parti Meclisi’ni bile ciddiye almıyor. Parti Meclisi’nde 25 kişi listeyi deldi. Bir genel başkanın anahtar liste yapması bile anti-demokratik bence. Ama bir anahtar liste oluşturdu. Ve o anahtar listeyi delen 25 kişi, parti yöneticisi oldu. CHP’nin en üst düzey organı kurultay delegeleridir. Ondan sonra Parti Meclisi gelir. Genel Başkan bile ondan sonra gelir. Ama Parti Meclisi’nin hiçbir işlevi yok. Hiçbir önemi yok.

Bozan: Ama 2019’da adayları belirleyecekler değil mi?

Öztürk: Tek mesele bu. Orada isimler tek tek sayılacak. Konuşulacak. Pazarlıklar yapılacak. Sadece koltuk. Başka hiçbir şey yok. Parti Meclisi’nin, ülke yönetimine dair alabildiği tek bir karar yok. Parti Meclisi’nin bir tek dokunulmazlıklar konusunda imzaladığı bir bildiri vardı. O bildirinin de nasıl olduğunu yazıp çizmiştik, yeniden teknik ayrıntılara girmeye gerek yok. Kemal Bey tek başına karar veriyor, herkes bunu bir bilsin.

Mesela Gençlik Kolları. Gençleştirilsin parti, değil mi? Bu böyle olmaz. CHP’nin sistemini önceki programımızda da konuşmuştuk. Anlatmıştım size bunun neden gerçekleşmeyeceğini. Hatta genç bir Parti Meclisi üyesi –hem de bir kadın– Gökçe Pişkin, Parti Meclisi toplantısında “Kaparocular” sözünü hatırlattığında –tekrar değinebiliriz hatırlatmak gerekirse– Kemal Bey, “Gençler bu konulara kafasını yormasın” demiş ve susturmuştu. Gençlerin söz sahibi olması, ya da bir yerlerde yer alması gibi bir derdi olduğunu zannetmiyorum. Bunu da kendi tavırlarından anlayabiliyorum. Kadın meselesine dönüp baktığım zaman, politikada erkek egemen siyaset, kadını her zaman bir vitrin unsuru olarak görür. Hiçbir zaman kadınların aktif olarak…

Bozan: CHP’de de bu böyle mi?

Öztürk: CHP’de de bu böyle. Her yerde böyle. Bu konuda hiçbir parti ayrımı yok. Nasıl ki iş hayatında böyleyse, politikada da böyle ne yazık ki. Ona da dönüp baktığımızda, “Kadın kotası getirdik” diyor. Kadına pozitif ayrımcılık yapılması için “Cinsiyet kotası” olarak adlandırılır bu. Bu örgüt, Mehmet Bekâroğlu ismini kabul etmediğinde, kendi yönetimine alabilmek için cinsiyet kotasını kullanarak Mehmet Bekâroğlu’nu aldı. Yani, sen ne kadar oy verirsen ver, o listeden Mehmet Bekâroğlu çıkacaktı. Çünkü Kemal Bey sayıyı ona göre hazırlamıştı. Az erkek var diye çıktı Mehmet Bekâroğlu. Artniyetli bir kullanım var. Ne kadınla, ne gençle bir dertleri var. 99 öncesi CHP’ye çok benzetiyorum şu günkü durumu. Belli bir kliğin, CHP nezdinde kendi iktidarını oluşturup Erdoğan’ın çizdiği muhalefet anlayışının dışına çıkmayarak, “Cici çocuğu” oynayarak, bu gücü elinde tutma çabası. Başka hiçbir şey değil.

Bozan: Peki Muharrem İnce aday olmak için gereken delege sayısına ulaştı mı?

Öztürk: Ulaştığını biliyorum. Son görüştüğümde 200 idi.

Bozan: Bir yakınması vardı “Genel Başkan’a baskı var” diye.

Öztürk: Evet, dün bir açıklama da yaptı. Öncesinde ben de yazmıştım bunu. İsim de vererek, belli başlı MYK üyelerinin delegeleri arayarak politik baskı yaptıklarını  yazmıştım. Bir kurultay delegesi beni arıyor “Ece Hanım, biz imza verdik. Bize telefon geliyor, ‘imzanı çek, yoksa şöyle olur, böyle olur’ diye”… baskı geldiğini anlatıyor.  Kimilerinin iş akdi var. Kimilerinin belki politik beklentileri var. Baskı vardı yani.

Bozan: Sonuçta 130’u aşacak ve aday olacak.

Öztürk: Tabii. Artık bir anlamı yok. Benim gördüğüm, Muharrem Bey’in de gidip “Artık bu baskı ayıp. Gerek yok. İşte imzalar burada. Bırak. Yarışacağız. Sizin de haberinizin olmadığını düşünüyorum. Artık bu saatten sonra kimsenin kimseye baskı yapmasına da ihtiyacımız yok. Cumartesi günü hepimiz yarışacağız. İkimiz de, eteğimizdeki taşları dökeceğiz. Delegenin vicdanına bırakacağız” demeli. Bu kadar baskının olduğu yerlerde, illa ki bir değişim olur diye düşünüyorum. Sen “Ona imza verme” diye baskı yapabilirsin. Ama sandığa gittiğinde onun kime oy vereceğini bilemezsin.

Bozan: Muzaffer Bey, hatta mısınız?

Kara: Evet.

Bozan: Şöyle bir soru sorsam size, sizinle bunu konuşmadık: Malum, Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner imzalı bir bildiri var: Kurultay çağrısı. Burada, partide sol değerleri öne çıkartmak, olağanüstü koşullarda, olağanüstü muhalefet yapmak, “daha sert bir muhalefet yapmak” çağrısında bulundular. Sizce bu çağrının, CHP’ye gönül vermiş üyelerinde, oy veren delegelerde bir karşılığı var mı? Partide, daha sert, radikal bir muhalefet arayışı var mı?

Kara: Şöyle bakmak lazım. İlhan Cihaner ve arkadaşlarının, deklarasyon yayınlamaya kadar giden –ve öyle anlaşılıyor ki Parti Meclisi’ne belli bir sayıda bir anahtar liste de çıkartacaklar– bu çalışmaları belli bir içerik taşıyor. Bu kadar içeriksiz bir kurultayda, sadece sandalyeleri paylaşma, “Nasıl daha çok sandalye alırız?”a dayalı bir kurultay sürecinde, yine de iyi bir şey.

Bugün önümüzde, erken yapılmazsa 2019’da yapılacak olan bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. Türkiye’nin rejimi şu an zaten fiilen değişti. Bir OHAL ve KHK rejiminde yaşıyoruz. Bir tür ara rejimde yaşıyoruz. 12 Mart ve 12 Eylül’e benzer bir ara rejimde yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında, fiilen bir başkanlık sistemi var zaten. 2019 seçimlerinde bu “De facto” (gerçekte var olan, gerçekliği tanınan, ancak hukukî açıdan tanınmamış olan) olan durumu “De jure” (hukuken tanınan, meşru) hale getirmek isteyen bir AK Parti var.

CHP’nin hedefi ise, etrafında oluşturacağı hâleyle, “Hayır” cephesini bu seçimlere taşıyarak, bir blok halinde –deyim yerindeyse parlamenter sistem platformunun başat unsuru olarak– bu durumu değiştirmekle karşı karşıya. Bunu değiştirme hedefi ile politika yapıyor.

Bu çerçevede baktığımız zaman CHP’nin %50+1 oy alması gerekiyor. Toplumun yarısından fazlasının onayını alması gerekiyor. Bu bağlamda değerlendirdiğimiz zaman, İlhan Cihaner ve arkadaşlarının sol esintileri bunun neresine oturuyor? Bunu sorgulamaları gerekiyor. Bu şu mu demek? “CHP kimliksiz, omurgasız mı olsun?” Hayır, tam tersi. Yıllardan beri benim söylediğim bir şey var: Bu çok eklektik bir parti oldu. Bunu Kemal Bey bilinçli olarak yapıyor. Eklektik bir parti istiyor. Ama eklektik derken, CHP’nin kurucu değerleri, fabrika ayarları çok da fazla aşındı. Burada ölçüyü kaçırdı. Kantarın topuzunu, endazeyi kaçırdı. Burada çok dikkat etmek gerekiyor. CHP’nin, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nden gelen, Kurtuluş Savaşı’ndan gelen, kuruluş sürecinden gelen ve Türk Devrimi’nin, Türk modernleşmesinin taşıyıcı unsuru olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bir parti olduğunu da unutmaması gerekiyor.

CHP’nin geçmişinde önemli değişimler var: 1957 ile gelen “İlk Hedefler Beyannamesi” var. İsmet İnönü ile “Ortanın solu” hareketi var. Ecevit ile gelen “Demokratik sol-sosyal demokrasi” süreci var. Gerek, “Ortanın solu” dönüşümünde, gerekse, “Demokratik sol-sosyal demokrasi” dönüşümünde, CHP hiçbir zaman kurucusunu, kurucu değerlerini tartışmadı. Bunlardan kopmadı. Ama gerekli değişiklikleri de radikal bir şekilde yaptı. Günümüz koşullarında –tabii ki tercihleriniz olacak, toplumun tamamına hitap edemezsiniz– CHP’nin tercihlerinin oturması gereken zemin, Atatürk Türkiyesi’nin zeminidir.

İkincisi: Günümüzde yoksullaşan, ezilen, altta kalan, dezavantajlı kesimlerdir. Zaman zaman başarılı politikaları oluyor CHP’nin. Örneğin AK Parti’nin son gündeme getirdiği taşeronlaşma ile ilgili KHK, CHP’nin başarısıdır. Bu gibi şeyleri öne çıkartması lazım. Yani dayandığı kesim ve toplulukları, unsurları iyi saptaması, bunlar üzerinden yürümesi lazım.

CHP’nin merkez sol bir parti olduğunu unutmadan, sol değerlerle barışık, Atatürk Türkiyesi ile de barışık, ama geniş yığınların da beklentilerine, toplumdaki, yerinde ulusal hassasiyetlere cevap verebilecek geniş bir yelpazede, ama belli bir omurga ile yürümesi gerekiyor.

Bozan: Muzaffer Bey, çok teşekkürler. İzmir’e tekrar selamlar. Hoşçakalın, çok sağolun.

Kara: Ben teşekkür ediyorum. İyi akşamlar.

Bozan: Murat, son sözü sana vermek istiyorum. Bu bahsedilen bildiride şöyle bir şey var –çünkü başka ideolojik, politik bir metin olmadığı için oradan gidiyoruz– CHP’nin Meclis’ten çekilmesinin de tartışılması. Bu, bir noktada muhalefetin dozunu yükseltmek olarak görülebilir. Böyle bir arayış, sanki “Tabanda da böyle bir talep var” diye dillendiriliyor. Taban, yönetimden daha önde. Bu noktada, 2019’a doğru nasıl bir politika olur?

Aksoy: Aslında bunu CHP tek başına yaparsa ciddi sıkıntılar doğurabilir. Çünkü sonuçta zaten siyasî iktidar, muhalefeti olabildiği ölçüde kriminalize edip, bir anlamda da etkisizleştirmeye, siyasî anlamda yok etmeye çalışıyor. Dolayısıyla bunun sadece CHP öncülüğünde ama diğer unsurlarla, yani HDP’li mileltvekilleriyle, bazı bağımsız milletvekilleriyle, İYİ Parti milletvekilleriyle birlikte bir toplu muhalefete dönüştüğü zaman bir anlamı olur. Ve bu anlamda belki Adalet Yürüyüşü’nün tamamlayıcısı olarak, Kemal Kılıçdaroğlu’nu Gandhi’ye taşıyan siyasî bir hareket olur. Ama bu çok ideolojik bir karar. İdeolojik olarak hem temelinden oturtulması gerekiyor, hem de çok sert bir siyasî karar aynı zamanda. Muhtemelen yeni seçilecek Parti Meclisi böyle bir şeyi tartışabilir, ama CHP bunu tek başına yaparsa, etkisinin sınırlı olacağını, hatta belki de iktidarın mutlu bile olabileceği bir tercih olacağını düşünüyorum. Ama bunu muhalefetle birlikte ortak siyasî karara dönüştürüp, açık ya da gizli arka kapı diplomasisiyle yaptığı zaman, belki o zaman siyasî etkisi daha fazla artabilir.

Bozan: Belediye başkanları görevden alınıyor. Milletvekilleri cezaevinde. Olası öyle bir durumda belki Enis Berberoğlu için tahliye kararına dahi mahkeme direnecek. Bu durumda muhalefetin dozunu yükseltmek için CHP ne yapabilir?

Aksoy: Cihaner-Böke –“Eşbaşkanlar” diyelim moda deyimle– aslında radikal bir siyasî adım önerisi bu. Bunu siyaseten tek başına alması mümkün değil. Ama şöyle bir şey de var: Buradaki tartışma sadece CHP ile ilgili değil. CHP’nin iki belediye başkanı görevden alındı. Ama Güneydoğu’ya gittiğiniz zaman, HDP’nin neredeyse bütün belediye başkanları görevden alındı, üstelik bir de tutuklandılar. CHP’ye “İyilik yapıp” serbest bıraktılar. Sadece görevden alınma ve uzaklaştırılma var.

Bozan: CHP’nin “Şu adımı atarsak HDP ile aynı pozisyona düşmüş oluruz?” gibi bir korkusu mu var?

Aksoy: Bence o tartışma bir kısır döngü. CHP’nin o tartışmayı aşması gerekir. “Evet, siyaseten aynı yerde duruyorsak, bu bizim yapacağımız bir şey değil.” Daha büyük sesle, daha yüksek frekansla söylediğimiz zaman Kılıçdaroğlu ifade ediyor; HDP’nin siyasî öncüsü, silahlı gücü olan PKK, Sayın Kılıçdaroğlu’nu 24 Ağustos 2016’da, Artvin’de öldürmeye çalıştı. Dolayısıyla, burada bazı politik tercihlerle HDP ile siyaseten kesişmek, onlarla yan yana durmak değildir. Ama en büyük siyasî tartışma da, HDP’nin rahmi, CHP’dir. HDP, ya da HDP dediğimiz Kürt siyaseti CHP’den doğdu. Dolayısıyla onların ortak keseni, daha özgürlük, daha demokrasi ve daha seküler bir yaşamdır. Ortak kesenleri çok fazla.

Bugünün Türkiye’sine baktığımız zaman, aslında büyük siyaset içinde Türkiye ikili bir kampa sıkıştı. Bir tarafta otoriter, sert bir rejim var. Bir tarafta da, gerçekten demokrasi, haklar ve özgürlüklerin etrafında birleşen bir siyasî hat oluşturmak gerekiyor. Bu, her ne kadar İlhan Cihaner’in programın ilk bölümünde söylediği gibi “Evet-Hayır” gibi iki tercih şeklinde görünse de, aslında daha temelde, Türkiye toplumunun nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediğine dair bir “Evet-Hayır” tartışması. Dolayısıyla, bence o “Hayır”ın içini –ideolojik olarak farklı yerde duran partiler olsa da– ortak keseni demokrasi, haklar, özgürlükler, eşitlik ve adalet diye kestiğiniz zaman, siyaseten farklı yerlerde dursalar bile, aynı siyasî adımı atacak pek çok partiyi yan yana getirebiliriz. Üstelik, bu onların siyasî olarak illa etkileşimi ya da aynı politik manevrayı göstermeleri değil, sadece aynı siyasî tercihte buluşmaları demektir. Herkesin, kendi kimliğini koruyarak siyaset yapması demektir.

Bozan: Aslında Afrin öncesi, ortak mekânlarda bir araya gelinmeye başlanmıştı. TÜSES’in (Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı) bir toplantısında Saadet Partisi, İYİ Parti, HDP, CHP, aynı kürsüden meseleler üzerinde sözlerini paylaşmışlardı.

Aksoy: Zaten Türkiye’nin bu noktada temel ihtiyacı, muhalefet arasında siyasî etkileşim kanallarını kurmak. Bugün geldiğimiz noktada siyaset öylesine sert bir kutuplaşma içinde ki –en basit olarak Afrin örneğini verdiniz– güvenlik tartışması bile iç politikada siyasî bir pozisyonlanmaya döndü. Pek çok insan, Afrin meselesinin bir güvenlik tercihi olduğu noktasında hemfikirken, iktidarın bunu iç siyasî malzeme yapmasından dolayı, daha soru işareti olarak bakıyor. Ya da tam tersini düşünelim: Afrin’i gereksiz bulanlar, iktidarın bunu bir beka meselesi haline getirmesinden itibaren, o pozisyonunu terkedip AKP’nin yanında duruyorlar. Dolayısıyla, buradaki muhalefetin temel meselesi –benim biraz önce ifade ettiğim gibi–, siyaset konuşabilen, siyaset tartışabilen, siyasetin sadece kendisi gibi olanlarla değil, kendisi gibi olmayan insanlarla birlikte yürüme konusunda adım atmasına ihtiyacı var Türkiye’nin. Kemal Bey’in en büyük iddiası –bunu sesli olarak söylemese de– Türkiye’nin, farklı toplumsal kesimlerden insanlarla ve gruplarla herşeye rağmen temas kuruyor olması ve onları bir biçimde siyasete taşımaya gönüllü olmasıdır. Hem parti olarak, hem de diğer siyasî kanalları kullanarak.

Bozan: Senin öngörün, 2019’a kadar da bu süreci devam ettirecek.

Aksoy: Aynen. Ve bunun da sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Hiç değilse, siyasetin giderek yok edildiği bir alanda, siyaseten nefes alınabilen, ilişki kurulabilen bu durumun, siyaseten anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Bozan: Çok teşekkürler Ece Hanım. Teşekkürler Murat Aksoy. Programımızın sonuna geldik. Umarım faydalı olmuştur. CHP’yi konuştuk Açık Oturum’da. Bir sonraki Açık Oturum’da görüşmek üzere, hoşçakalın. İyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.