Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Davutoğlu’nun tercihi

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Ahmet Davutoğlu Salı günü partisinin grup toplantısına Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım ile beraber katıldı. Yan yana oturdular, ama onun ötesinde birlikte fotoğraf verdiler; daha öncesinde de kendisinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaklaşık üç saat baş başa görüştüğü haberi çıktı. O görüşmenin ardından da Salı günkü grup toplantısından bir gün önce, İstanbul’da Silivri’de görülmekte olan 15 Temmuz Darbe Girişimi davalarının en önemlilerinden köprüdeki çatışmalarla ilgili oturuma katılmıştı. Ve orada medyaya da mesajlar vermişti. O mesajlarında da özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında olumlu sözler etmişti. Görülüyor ki Davutoğlu artık tekrar Erdoğan’la beraber yan yana duracak. Bunun işaretlerini çok net bir şekilde verdiler. Bu nasıl gelişir? Bundan sonra ne olur? Onu sonraya bırakıp biraz geriye doğru gidelim. Neler olmuştu bir hatırlayalım:

Yükseliş ve düşüş

Davutoğlu AKP hükümetinin kurulmasından hemen sonra, yani 2002 sonlarında, Abdullah Gül başbakanken, başbakan başdanışmanı olarak iktidara eklenmişti, önemli bir parçası olmuştu. Özellikle dışişleri konusunda danışmanlık yapıyordu. Kısa süre sonra kendisine büyükelçilik unvanı verildi. 1 Mayıs 2009’da da resmen Dışişleri Bakanı oldu. Uzun bir süre Dışişleri Bakanlığı’nı –beş yıl– yürüttükten sonra, 27 Ağustos 2014’te AK Parti’nin Genel Başkanı ve aynı zamanda da Başbakan oldu — ta ki 5 Mayıs 2016’da bu iki konumu da kaybedene kadar, istifa edene kadar. Burada en önemli husus şuydu, onu hatırlatmakta özellikle fayda var, çok önemli: Cumhurbaşkanı Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildiği zaman normal şartlarda yerine Abdullah Gül’ün partinin başına gelmesi yolunda bir beklenti vardı. Ve kongrede, Cumhurbaşkanlığı’ndaki devir-teslim töreninden sonra yapılacak olan AK Parti kongresinde böyle bir ihtimal çok ciddi bir şekilde gündemdeydi. Ancak ne oldu? Erdoğan kongreyi devir-teslimden bir gün önceye aldı. Yani 27 Ağustos 2014’e aldı ve o tarihte Abdullah Gül cumhurbaşkanı olduğu için tabii ki aday olamadı. Tek adayla –ki bu adayı Erdoğan bizzat seçmişti, Ahmet Davutoğlu’ydu– Davutoğlu Genel Başkan seçildi ve sonra da Başbakan oldu otomatik olarak. Dolayısıyla orada Abdullah Gül’ün yerini almış oldu diyelim.
O kongre konuşmasında –ki ben kongreyi yerinde izlemiştim– Davutoğlu çok heyecanlıydı, heyecanı her halinden belli oluyordu. O konuşmasında ilginç bir şekilde birçok kişiye teşekkür etti, ancak Abdullah Gül’ün adı anılmamıştı. Ve bunun Abdullah Gül’ü rahatsız ettiği yolunda çok sayıda yazı, kulis haberi yazıldı vs. — ki şaşırtıcı değil, çünkü Abdullah Gül Davutoğlu’nu siyasete kendisinin sokmuş olduğunu –ki ilk başbakanlık danışmanlığıyla– sık sık söylemiş birisidir. Dolayısıyla burada bir vefasızlık, iki tür vefasızlık var; 1) alelacele yapılan kongrede aday olmak; 2) kongrede Abdullah Gül’ün adını da anmamak. Her neyse! Daha sonra 5 Mayıs 2016’da yani yaklaşık iki sene görev yaptıktan sonra istifa etmek durumunda kaldı.

Pelikan olayı

İstifasının da nasıl olduğunu hatırlayalım: “Pelikan Dosyası” diye internet üzerinden Davutoğlu’na saldıran bir yayın yapıldı, o yayın işaret fişeğiydi. Ardından hızlı bir şekilde Davutoğlu istifa etmek noktasına geldi; çünkü o konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan hiçbir girişimde bulunmadı ve onun istifasının önü açılmış oldu, istifa etmek zorunda kaldı. Daha sonra yaşanan başkanlık sistemiyle ilgili referandum sürecinde, Ahmet Davutoğlu aktif bir rol oynamadı. Sadece AK Parti Konya Milletvekili olarak bir tek Konya’daki mitingde konuşma yaptı; ama konuşmasında da açık açık “evet” oyu vereceğini söylemedi, insanları “evet” oyu vermeye çağırmadı. İddiaya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisinden referandum kampanyası boyunca kampanyaya aktif bir şekilde katılmasını talep etmiş, ancak kendisi bunu kabul etmemiş; referandumda dile getirilen hususlara katılmadığı için. Katılmış olsaydı herhalde bir şekilde yaşanan bütün her şeye rağmen kendisi bu referandumda birtakım çıkışlar, röportaj verebilirdi, konuşma yapabilirdi vs.. Yapmadı. Oradan net bir şekilde gördük ki referanduma destek vermedi. Ve o anlamıyla da Tayyip Erdoğan için önemli sayılacak bir pozisyon almış oldu. Erdoğan gibi bir siyasetçinin bunu unutmuş olması mümkün değil; ama tabii Davutoğlu da kendisine yapılanları unutmamıştır.
Şimdi Kasım’dan bu yana, bir yılı aşkın bir süre sonra ilk defa Davutoğlu’nun net bir şekilde siyasî iktidarın, daha doğrusu Erdoğan’ın yanında yer aldığını görüyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla yanında olmaya devam edecek. Bazıları Davutoğlu’nun tekrar dışişleri bakanı olma ihtimalinden de söz ediyor; tabii ki böyle bir ihtimal olabilir, bence böyle bir teklif gelirse kabul de eder, çünkü şu anda yaşanan süreci gerekçe göstererek kabul eder. Bir de tabii şu husus var, bu önemli: Şu anda zaten fiilen bir başkanlık sistemi var. Dolayısıyla başbakan biraz sembolik. Diyelim ki şu anda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Başbakan Binali Yıldırım’dan ziyade Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ve onun ekibiyle teşrik-i mesai içerisinde. Dolayısıyla Davutoğlu da diyelim ki tekrardan dışişleri bakanlığını kabul ederse aynı şekilde doğrudan Erdoğan’la çalışan birisi olur. Ama bu ihtimalin çok kuvvetli olduğunu açıkçası sanmıyorum, böyle bir ihtimal olabilir ama çok kuvvetli olduğunu sanmıyorum.

Davutoğlu Batı ile ilişkileri düzeltebilir mi?

Burada tabii şöyle bir husus var: Şu anda Türkiye dış politikada, özellikle Batı’yla ilişkiler konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyor — ABD başta olmak üzere. Davutoğlu bunları tamir edebilecek bir isim midir? Çok emin değilim. Çünkü Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında geliştirdiği ve daha sonra danışmanlığı, dışişleri bakanlığı ve başbakanlığı döneminde hayata geçirmek istediği dış politika perspektifi, Batılı güç merkezleri tarafından çok fazla hoş karşılanmış bir perspektif değil. Ancak tabii ki Davutoğlu’nun deneyimini, ilişkilerini yabana atmamak lazım. Böyle bir ihtimalin gündemde olması anlaşılır bir şey. Ama dediğim gibi ben çok güçlü bir ihtimal olduğunu düşünmüyorum. Ancak özellikle Afrin Harekâtı’yla başlayan süreçte –ki bunun Menbiç’e devam etme ihtimalini sık sık siyasî iktidar sözcüleri tekrarlıyor, her ne kadar birkaç gündür pek telaffuz edilmese de–, bu yaşanan zorlu süreçte Davutoğlu’nu yanında bulundurmak, onunla aynı karede bulunmak, Erdoğan’ın tercih edeceği bir şey olacaktır. Çünkü şu anda çok net bir şekilde görüyoruz ki siyasî iktidarın dış politika konusunda öne çıkarabileceği çok az isim var, hemen hemen yok gibi. En fazla öne çıkabilecek isim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu — ki onun da bu yaşanan büyük sorunlar ve yaşanan çetrefilli süreçte çok bunlara denk gelecek bir siyasetçi olmadığını görüyoruz.

Gül-Davutoğlu ilişkisi

Peki ama burada daha önemli bir husus var, o da şu: Davutoğlu niye yanaştı tekrardan Erdoğan’a? Bazıları Davutoğlu’nun Abdullah Gül’le beraber, Abdullah Gül ve diğer AK Parti’den dışlanmış, marjinalleştirilmiş kesimlerle beraber –ki ilk öne çıkan isim tabii ki Abdullah Gül– hareket ettiğini ya da edeceğini düşünüyordu. Dolayısıyla şu anda Cumhurbaşkanı’nın yanında yer alması, AK Parti içerisinde ya da çevresinde yaşanması muhtemel bir muhalefet hareketinin, alternatif bir harekâtın önünü kesen bir olay olarak görülüyor. Nitekim Salı günkü fotoğrafın ardından siyasî iktidara yakın bazı köşe yazarları, özellikle bu noktanın altını çizdiler; Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı’yla yan yana durmasının, onunla daha önce görüşmüş olmasının, daha sonra Silivri’de yaptığı açıklamalar ve Salı günkü fotoğrafın Abdullah Gül’ün aleyhine bir durum olduğunun altını kalın bir şekilde çizdiler.
Burada yalnız bir husus var; Gül-Davutoğlu birlikteliği aslında benim bildiğim kadarıyla hiçbir zaman gerçekleşmemişti. Gül’ün Davutoğlu’na yönelik birtakım rezervlerini, şikâyetlerini, rahatsızlıklarını başta söyledim; bir tür vefasızlık olarak, öte yandan Davutoğlu’nun da Gül ve onunla beraber gibi gözüken kişilere yönelik rahatsızlıkları var, onu da şöyle özetleyebiliriz: Davutoğlu, genel başkanlığı üstlendiği 27 Ağustos 2014’ten itibaren kendini Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan arasında –ya da o iki kesim arasında diyelim– bir nevi köprü gibi görüyordu, öyle formül etmeye çalıştı. Erdoğan’ın hâkimiyetini zayıflatmak, azaltmak ve bunu kendisi üzerinden yapmak, kendisini gerçekten genel başkanının ötesinde bir liderlik konumuna getirmek ve bu sayede de Erdoğan’ın gücünü sınırlama düşüncesindeydi ve bunu gerçekleştirebilmek için de Gül ve diğerlerinden katkı bekledi anladığım kadarıyla; ama kendisine böyle bir katkı verilmedi, baştan itibaren Davutoğlu çok ilginç bir şekilde Erdoğan’ın atadığı bir parti genel başkanı ve başbakanı olarak görüldü ve Gül ve diğerleri tarafından çok da fazla tasvip edilmedi, desteklenmedi, daha sonra oradan da destek alamayınca, Davutoğlu bir Pelikan Dosyası olayıyla beraber hızlı bir şekilde bütün konumlarını kaybetti. Dolayısıyla karşılıklı bir kırgınlık, karşılıklı bir mesafe koyma olayı vardı. Yani Davutoğlu ve Gül birlikteliğinin gerçekleşmiş olduğunu sanmıyorum.

Milliyetçi kabarış

Ancak şöyle bir husus vardı: Siyasetçi olmayan, AK Parti içerisinde değişik konumlarda, bakanlık, milletvekilliği gibi bir görev almamış olup, ama kendini AKP’yle özdeşleştirmiş olan özellikle birtakım yazar çizer kesimi içerisindeki insanlar, Davutoğlu ve Gül’ün birlikte hareket etmesini umdular. Yani Erdoğan’a karşı, Erdoğan’ın gücünü sınırlamanın ancak bu ikisinin birlikte hareket etmesiyle mümkün olabileceğini düşündüler ve bunun zeminini yaratmaya çalıştılar. Çok başarılı olabilecek gibi miydiler? Emin değilim, sanmıyorum; ama zaten Davutoğlu birdenbire bu tavrı alıp Erdoğan’a tekrar yanaşarak bu ihtimali de ortadan kaldırmış oldu. Bu, sonuç olarak Gül’ün yapmaya niyeti varsa da yapabileceği bir şeyi zorlaştırır mı? Bir anlamda zorlaştırır, ama bir anlamda da pekâlâ kolaylaştırabilir. Çünkü Davutoğlu’nun öteki tarafa gitmesi, kendi durumlarını, pozisyonlarını daha da netleştirebilmelerini kolaylaştırır.
Ancak şunu unutmamak lazım: Afrin Harekâtı zaten Erdoğan tarafından iç politikayı yeniden dizayn etmede çok önemli bir enstrüman; bu hem seçimi öne alma, erkene alma, garantiye alma, ama aynı zamanda da AKP içerisindeki rahatsızlıkları bastırma anlamında önemli bir enstrüman olarak kullanılıyor ve nitekim tam biz Türkiye’de Abdullah Gül ne yapacak, ne yapabilir vs. konuşurken birden harekât başladı ve Abdullah Gül’ün adını kimse anmaz oldu. Arada harekâta destek veren birtakım tweet’ler falan atmış olabilir, inanın bilmiyorum, çok da fazla kimsenin bunu çok önemsediğini de sanmıyorum; ama tabii ki harekâtla ilgili eleştirel bir tutum takınmış olsaydı hepimiz onu konuşuyor olacaktık, böyle bir şey yapmasının da mümkün olmadığı ortada. Şu anda Afrin Harekâtı’yla birlikte Türkiye’de tam bir milliyetçi bir kabarış var ve bu kabarışa eklemlenen insanlar, kendilerinin siyasî olarak geleceklerinin açık olduğunu düşünüyorlar — ki bunlara Ahmet Davutoğlu da eklenmiş oldu.

Hayata geçmemiş olan bir muhalefet cephesinde önemli bir gedik

Tabii burada şunu özellikle vurgulamak lazım; Abdullah Gül ve onunla beraber adı anılan kişilerin, bu kabarışla beraber bu seferberliğe çok da fazla dahil olmadıklarını görüyoruz. Yani, kimsenin onlara engel çıkarttığını düşünmüyorum, isteseler onlar da Davutoğlu’nun yaptığına benzer birtakım girişimlerde bulunabilirlerdi, şu âna kadar o anlamda kayda değer bir şey görmedik, bu da bence çok manidar. Böyle, Erdoğan’ın başlattığı, herkesi hareketlendirme iddiasında olan bir seferberliğin, AKP’nin tüm unsurlarını bir araya getirmemiş olduğunu görüyoruz. Davutoğlu bu anlamda kendi başına hareket eden bir kişiydi, kendi başına derken tabii ki bir ekibi var ama ekibi genellikle onunla eşit isimler değil, onun altındaki kişilerdi, onların bir kısmı hâlâ AKP’de milletvekili olarak görev yapıyor; ama Davutoğlu, baktığımız zaman, tek başına bir kişiydi ve tek başına kişi olarak Erdoğan’ın yanına tekrardan geçti ve tabii ki Erdoğan da parti içerisinde karşısında oluşabilecek olan bir harekâtın muhtemel önemli bir aktörünün kendi yanına geçmesinden memnun kaldı, bunu çok net bir şekilde bunu görüyoruz.
Sonuçta hayata geçmemiş olan bir muhalefet cephesinde önemli bir gedik açılmış oldu, Erdoğan’ın bunu elinin tersiyle itecek hali tabii ki yoktu, ama buradan şu sonuç çıkmaz: Bu Davutoğlu’nun Erdoğan’a yanaşması ve Erdoğan’ın da onun yanında beraber fotoğraf vermiş olması Davutoğlu’nun önümüzdeki dönemde tekrardan çok aktif bir siyasî aktör olacağının garantisi değil. Ama belki o da zaten bu haliyle bunun ötesini bile beklemiyor olabilir. Bir tercih yaptı, tercihini Erdoğan’dan yana yaptı. O arada kendisinin başarılı olduğunu düşündüğü bir dönemde –ki Kasım seçimlerinin başarısının esas sahibinin kendisi olduğuna inanıyor Ahmet Davutoğlu, bunu biliyoruz–, başarılı olduğunu düşünmesine rağmen istifa ettirilmesinin burukluğunun kısa bir süre içerisinde atmışa benziyor. Artık onu herhalde önümüzdeki dönemde değişik vesilelerle Erdoğan’la beraber göreceğiz.

Harekat sürdükçe itiraz zor

Abdullah Gül ve diğerlerinin kendi seslerini tekrar çıkarmaları için Afrin Harekâtı’nın dalgasının geçmesi lazım; ama bu dalga da kolay kolay geçmeyeceğe benziyor. Herhalde uzun bir süre Türkiye bu OHAL’i, savaş halini uzun bir süre yaşayacağa benziyor ve dolayısıyla bu harekât, Türkiye’de iç siyaseti her türlü anlamıyla –ama burada konumuzda AKP içindeki siyasî dengeler– çok ciddi bir şekilde domine ediyor, dengelerin değişmesine izin vermeyen bir harekât olarak karşımızda duruyor; çünkü bugün herhangi bir şekilde Gül ya da bir başkasının Erdoğan’a yönelik herhangi bir konuda bir karşı çıkışı, itirazı olduğu zaman onun vatan haini ilan edilmesi çok kolay olacaktır; bunu görüyoruz, yaşıyoruz.
Şu anda Afrin Harekâtı süreciyle beraber zaten zor olan, zaten çok çetin olan koşulların, hak ve özgürlükler durumunun iyice kötü hale geldiğini biliyoruz. Bundan herhalde AK Parti içerisinde olsalar dahi itirazı olan herkes bu kötü durumdan nasibini alıyorlar. Evet, Ahmet Davutoğlu tercihini tekrardan Recep Tayyip Erdoğan’dan yana yaptı, bu da tabii ki Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP içerisinde ve dolayısıyla Türkiye’deki iktidarını kuvvetlendirdi. Onun kuvvetlenmiş olmasının Davutoğlu’nun gücünü ne kadar artırdığı sorusu cevapsız, en azından şu aşamada cevapsız. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.