Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Seçim ittifakı kimin işine gelir?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Türkiye’nin gündeminde seçim ittifakı var. AKP ve MHP’nin birlikte kotardığı yeni yasal düzenlemeyle birlikte hareket edecekleri anlaşılıyor. BBP’nin de buna dahil olacağı söyleniyor; ancak MHP’nin BBP’yi pek arzulamadığı, sadece AKP’yle bir ittifakı tercih edeceği söyleniyor. Neyse bu onların kendi dertleri. Peki bu ittifak niye var? Ne olur? Ne gibi sonuçlara yol açar? Bu konuda farklı farklı değerlendirmeler yapılıyor. Aslında Türkiye’de özgür ve çoğulcu bir tartışma ortamı olduğu pek söylenemez. Dolayısıyla çok sınırlı bir alandayız; mesela bizim Medyascope’ta yaptığımız tartışmalarda farklı görüşler, farklı yaklaşımlar var. Bir tarafta, bu ittifakın karşısına muhalefet de güçlü bir ittifak çıkartırsa oyunu tersine çevirebileceği düşüncesini savunanlar var. Bir diğer taraf da bunun karşısına bir ittifak çıkartmanın aslında Erdoğan’ın istediği bir şey olduğunu düşünenler var. Bu oyuna gelinmemesi gerektiğini –muhalefet adına– söyleyenler var vs.

Gücüne güç mü katıyor?

Şimdi, şöyle genel bir eğilim var: Türkiye’de öteden beri. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeme soktuğu bu ittifak olayında olduğu gibi ya da başka yasal düzenlemeler vs.’de, bütün bunların onun gücüne güç kattığı şeklinde, bir oyun kurduğu ve gücünü artırdığı şeklinde yaklaşımlar var. Ve karşı taraf da, bunun karşısında olanlar, bu adımları beğenmeyenlerin de baştan zaten kazanma şanslarının çok fazla olmadığı düşüncesi var. Bir yandan da kaderci bir şey. Birçok olayda bu oldu. Bu ittifak olayında da kimi çevreler bunu dile getiriyorlar – ki bence bu kesinlikle yanlış. Hatta tam tersine ittifak olayı Erdoğan’ın gücüne güç katmasını değil, tam tersine gücünün azalmasını engelleme yolunda başvurduğu, bir anlamda çaresizlikten başvurduğu bir yöntem, bir formül. Bu formülün tutup tutmayacağını ayrıca konuşacağız. Ama esas olarak burada gücüne güç katmaktan ziyade gücünün erimesini durdurmak, seçim kazanmayı garantiye almak üzerine kurulmuş, kurgulanmış bir olay olduğunu düşünüyorum. Yani bunu yaptığı andan itibaren, böyle hiç akılda yokken, dört-beş yıl öncesinin AKP’sinin hiçbir şekilde gündemine almayacağı, kendisine önerenlerle dalga geçeceği bir olayı şimdi Türkiye’nin en önemli sihirli formülüymüş gibi sunuyor olması, aslında AKP’nin ve Erdoğan’ın içinde bulunduğu krizin derinliğini gösteriyor bence.
Burada uzun bir süredir, birkaç yıldır yaptığım değerlendirmelerde bir krizden bahsediyorum. Ama krize rağmen Erdoğan hâlâ ülkeyi yönetmeye devam ediyor. Bu yüzden benimle dalga geçenler de olduğunun farkındayım. Ama şunu söylemek lazım: Erdoğan’ın kaybediyor olması bir gerçek. Erdoğan’ın gücünü kaybediyor olması, etkisini kaybediyor olması bir gerçek. Ama şöyle de bir olay var: Kazanan kimse yok. Türkiye’de kaybeden çok, kazanan yok. Dolayısıyla hâlâ iktidarı elinde tuttuğu için, gücü iyice kendi elinde tekelleştirdiği için Erdoğan’ı güçlü olarak görüyoruz. Ancak bu güç, beş yıl önceye, on yıl önceye kıyasla çok aşınmış bir güç ve bir anlamda da kendini yeniden üretemeyen, dolayısıyla istemediği hâlde istemediği yerlere sürükleyen bir kriz yaşıyor Erdoğan. Şu anda yaptığı, bir yandan MHP’yle ve belki de BBP’yle ve belki de buna benzer başka yapılarla kurmakta olduğu ittifak. Diğer yandan bu ittifakın ideolojik dili, politik dili tamamen Türk milliyetçiliği üzerine inşa edilmiş; bir devletin bekası, milli güvenlik stratejisi üzerine inşa edilmiş dil, aslında Erdoğan’ın ve Erdoğan’a destek vermiş olan kitlelerin arzuladığı bir perspektif değil.

Dindarların arayışları

Yakın bir zamana kadar Türkiye’de –AKP’nin kurulduğu andan itibaren de diyebiliriz–, hatta onların Milli Görüş içerisinde yenilikçi hareketi başlattıkları andan itibaren şöyle bir olay vardı: Türkiye’de milliyetçi muhafazakâr, geniş bir sağ kitle tabanı var. İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, Karadeniz’de özellikle çok baskın olan ama ülkenin her yerinde görünen bir milliyetçi-muhafazakâr kitle tabanı var. İç içe geçmiş durumdaki bu milliyetçi-muhafazakâr taban statükocu bir perspektife sahip idi ve belli bir aşamadan sonra Milli Selamet Partisi’yle beraber muhafazakârlar geriye değil ileriye doğru bakmayı yavaş yavaş içselleştirmeye başladılar. Bu Refah Partisi döneminde ve yenilikçi hareketle beraber daha fazla öne çıktı. Ve oradan itibaren AKP’yle beraber özellikle ileriye doğru gitmek, geriye bakmak yerine ileriye doğru bakmak, Batı’yla entegrasyon, demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi gibi bir perspektifle Türkiye’deki muhafazakâr kesimin merkeze taşınma sürecine tanık olduk. Ve bu süreç içerisinde bunun tam anti-tezi MHP’ydi. MHP eskiyi temsil ediyordu. Ve burada muhafazakârlarla milliyetçiler arasında çok ciddi bir ayrışmanın yaşanmakta olduğunu gördük. Ve bunun belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak Kürt sorununun barışçıl çözümü, kalıcı çözümü için çaba göstermek de muhafazakârların gündemine geldi. Bu konuda da adımlar atıldı. Ve burada da karşılarına en çok MHP, Türk milliyetçileri çıktı. İşin doğası buyken, belli bir aşamadan sonra Erdoğan olayı tersinden akıtmaya başladı. Şimdi gelinen noktada AKP’yi MHP’yle ikizleştirdi neredeyse. Bu doğal değil, bu bir kriz göstergesi. Ve bundan çok ciddi bir şekilde tabanda rahatsızlık olduğunu düşünüyorum, görüyorum, gözlüyorum. Ancak bu rahatsızlık kendini tam olarak dışa vuramıyor, ifade edemiyor. Çünkü dışa vurma kanallarına, ifade kanallarına ve Erdoğan’ın bu çizgisine meydan okuyup ona itiraz etme cesaretini kazanabilecekleri bir platforma sahip değiller.

Saadet Partisi’nin rolü

Şu anda AKP’nin ve Erdoğan’ın yaşadığı olayın aslında Türkiye’deki dindarların beklentilerinin ve yönelişlerinin tam zıddına olduğunu ve MHP’yle yakınlaşmanın, MHP’yle işbirliği yapmanın –bu artık bambaşka bir şeye dönüşmeye başladı– onların çok fazla razı olacakları bir perspektif olmadığını düşünüyorum. Yıllar önce 91 seçimlerinde Refah Partisi, o dönemin adıyla Milliyetçi Çalışma Partisi –-MHP’nin o zamanki adı buydu– ile ittifak yaptığında dahi partinin içerisinden, özellikle Kürtlerden çok ciddi itirazlar gelmişti. Bu sadece Kürt meselesi üzerinden bir itiraz değildi aslında. Nereye doğru baktığıyla ilgili bir itirazdı. Ve o hâliyle bile 91’de gelen bu itirazların, bugün 2018’de olmadığını düşünmek kesinlikle aldatıcı olur. Ancak buradaki sorun, bu itirazların kanalları pek yok. Bu anlamda Saadet Partisi ilginç bir odak olarak karşımıza çıkıyor. Saadet Partisi, gerçekten –ne kadar bir kitlesel gücü vardır belli değil, ancak– AKP’nin İslamcılık üzerinden, İslamî alanı işgal edip yaptığı birtakım uygulamalara, attığı adımlara çok açık ve net itirazları dile getiren bir parti hâline geldi. Bu anlamda Saadet Partisi’nin bir anlamda AKP’nin geleneksel tabanının vicdanına hitap ettiğini düşünebiliriz. Bu noktada işte, ittifak meselesi, Saadet Partisi olayını da göz önüne aldığımız zaman, AKP’nin aleyhine işleyebilme potansiyelini barındırıyor. O da şu: Saadet Partisi, malum, yüzde 10’u geçme ihtimali olmayan bir parti olarak görülüyor. Her seçime geçeceğiz diye giriyorlar, ama başarısızlıkla sonuçlanıyor. Eğer Saadet Partisi baraj sorununu yaşamayacağı bir ittifakın içerisinde yer alırsa, işte o zaman AKP’nin içerisinde olup, ona yakın olup, ama itirazları olan kesimler için bir adres çıkmış olabilir.

Şunu net bir şekilde söylemek mümkün: AKP içerisinde çok gayrı memnun, AKP seçmeninde, tabanında gayrı memnun insanlar var. Bu insanların CHP’ye yönelmesi imkânsız değil; ama çok çok zor. İYİ Parti’ye yöneliş konusunda çok değişik spekülasyonlar oluyor. Ama bunun da çok güçlü olmadığını varsayabiliriz. Ama Saadet Partisi’ne bir ilginin olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Saadet Partisi’nin bir ittifak içerisinde, örneğin İYİ Parti’yle ittifak hâlinde seçime girmesi durumunda –böyle bir ihtimal var mı bilmiyorum; partinin liderleri arada bir araya geldikleri oluyor; birbirlerini rencide edici çıkışlar yapmadıklarını da görüyoruz– pekâlâ olabilecek bir şey. CHP’yi de karıştırmadan İYİ Parti ile Saadet Partisi’nin bir ittifakla seçime girmesi durumunda –genel seçimlerden bahsediyoruz– bundan en olumsuz etkilenecek partinin AKP olduğu kanısındayım. Dolayısıyla AKP’nin gücünü artırma iddiasıyla başlayan bu ittifak meselesi, gücünün daha da aşınmasına yol açabilir.
Burada da kilit partinin Saadet Partisi olacağını düşünüyorum. Ama buna CHP’nin eklenmesi durumunda –ki bunu çok dillendirenler var biliyorsunuz–, İYİ Parti’nin, Saadet’in ve CHP’nin birlikte bir muhalefet bloku olarak hareket ettiği takdirde, bu durumda CHP aleyhtarlığı üzerinden kopuşları, kendilerinden kopuşları engelleme ihtimallerinin belli ölçülerde var olduğunu kabul edebiliriz. Tabii bir de buna HDP’nin eklenmesi durumunda –ki hiç sanmıyorum böyle bir şey olacağını– işlerinin daha kolay olacağını düşünebiliriz. HDP ittifak meselesinde şu aşamada kimsenin adını beraber andırmak istemediği bir parti. Bu HDP’ye yapılan bir haksızlık, bence haksızlık oldu. Ama işin realitesine baktığımız zaman ne CHP, ne İYİ Parti HDP’yle ortak seçime giriyor görüntüsünü istemeyeceklerdir. Gördüğüm kadarıyla bunu söyleyebilirim. Saadet Partisi olabilir mi? Belki olur. Ama onların da öncelikle tercihinin HDP olmayacağını çok rahat tahmin edebiliriz.
Sonuçta ortaya AKP’nin MHP ve birtakım sağcı, küçük, adı var kendi yok particiklerle beraber kuracağı bir ittifak olabilir. Bunun karşısında İYİ Parti ve Saadet Partisi birlikte hareket edebilir. Belki buraya CHP de eklenebilir. Ama her hâlükârda HDP’nin ayrı, tek başına gireceğini düşünebiliriz — ki şu âna kadar yapılan anket değerlendirmelerinde HDP’nin yüzde 10 barajını aşmak konusunda çok da fazla zorlanmayacağı söyleniyor. HDP her hâlükârda yine grup kurabilecek bir milletvekili sayısına sahip olabilir, ama Türkiye’nin sorunu, biliyorsunuz, HDP’nin yüzde 10’u da aşması yetmiyor, grup kurması da yetmiyor; milletvekillerinin hepsinin milletvekilliklerini yapabilme imkânına sahip olabilmesi gerekiyor — ki bu son Kasım seçimlerinden sonra bunun böyle olmadığı, CHP’nin de katkısıyla dokunulmazlıkların kalkmasıyla beraber HDP’ye yaşam hakkının sistem tarafından verilmediğini, büyük ölçüde hakkının kısıtlanmış olduğunu gördük.

Esas ittifak cumhurbaşkanlığı için

Şimdi buradan hareketle şunu söyleyebilirim: İttifak zaten bir eriyişin, kriz hâlinin pratik çözümü olarak görülürken, baştan aslında AKP’ye negatiflik taşıyan ittifak olayının Saadet Partisi gibi bir partiyi kilit hâline çevirme ihtimalini akılda tutmak gerekiyor diye düşünüyorum. Tabii burada ittifakın en önemli boyutu Cumhurbaşkanlığı, daha doğrusu aslında başkanlık seçimleri. Yani burada kurulan, genel seçim için kurulan ittifak aslında bir yerde sembolik. Çünkü milletvekillerinin çok fazla bir anlamı olmayacak yeni sistemde. Türkiye başkanlık sistemine geçiyor, dolayısıyla milletvekillerinin sayısı artıyor, ama etkileri alabildiğine azalıyor. Büyük ölçüde sembolik anlamı olacak milletvekillerinin etkisi. Esas ittifak burada Cumhurbaşkanlığı için kuruluyor, 2019 başkanlık seçimleri için kuruluyor. Erdoğan burada stratejik bir tercih yaptı ve bence siyasî hayatının en büyük hatalarından birini yapıyor, MHP’yle beraber bu başkanlık seçimini kazanmayı hesaplıyor. Bu hesabın tutmaması ihtimali çok ciddi bir şekilde var. Ancak burada en çok Erdoğan’ın kendisine MHP’yle beraber gelecek oylardan ziyade, karşısındaki güçlerin bir arada ya da ayrı ayrı kendisine meydan okuyamayacağı varsayımından hareket ettiğini düşünüyorum. Yani kendi gücünden ziyade rakiplerinin güçsüzlüğüne güveniyor Erdoğan. Reel durum bu olabilir, ama rakiplerinin bu zayıflığı kendisini güçlü kılmıyor. MHP’nin katkısı Erdoğan’ı bugünün Türkiye’sinde, 2018 Türkiye’sinde, bölgesinde ve ülkenin içerisinde ve uluslararası alanda daha güçlü bir lider kılmıyor.
Şu anda ihtiyacı olan desteği, ihtiyacı olan destek MHP’den ve MHP’nin temsil ettiği kesimlerden gelecek olan destek, Erdoğan’ı çok daha gerilere, yıllar öncesine taşıyor. Halbuki belli bir tarihte Erdoğan aldığı farklı türde desteklerde çok ileri noktalara gelebilmişti. Şu anda çok ciddi bir şekilde hazırdan yiyor diyebiliriz ve kaba tabiriyle, “Hazıra dağ dayanmaz,’’ atasözüyle söyleyecek olursak, bu kurulan işbirliğinin, bu kurulan ittifakın Türkiye’yi ilerleyen yıllara dinamik bir şekilde, istikrarlı bir şekilde taşıma ihtimali yok. Burada tabii ki karşı tarafın zayıflığı nedeniyle var olabilen bu iktidar, karşı tarafın bir şekilde güçlenmesi halinde çok hızlı bir şekilde dağılabilir. Bunu not etmek lazım. Tabii bunu söylediğimiz zaman hemen, ‘’Kim yapacak, nasıl yapacak?’’ soruları geliyor. Türkiye çok ilginç bir şekilde, çok kritik zamanlarda birtakım çözümleri kendi içerisinden çıkartabilmiştir. Mesela çok basit: ANAP-DSP-MHP iktidarı Türkiye’yi çok derin bir ekonomik krize götürdüğü zaman, orada daha ileriki yıllarda kendini siyasette etkili olabilmek için hazırlayan Adalet ve Kalkınma Partisi birdenbire kendisini ülkeyi tek başına yönetir buldu ve o günden bugüne dek ülkeyi yönetiyor. Bir krizle beraber AKP olayı gündeme geldi ve oradan sonra Türkiye hızlı bir şekilde Avrupa’yla ve AB ile tam üyelik müzakerelerine bile başlayabilmişti. Ama daha sonra vites geriye takıldı, şimdi yeni bir krizin içerisinde gidiyoruz. Bu krizin içerisinden de Türkiye pekâlâ beklenmedik şekilde birtakım çözümleri üretebilir. Şu hâliyle bunun olmaması Erdoğan’ın güçlü olduğu anlamına gelmiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin güçlü olduğu anlamına gelmiyor. Bu militarist dille savaş propagandalarıyla, savaşçı dille, bu tür hamasetle yönetilebilecek bir ülke değil Türkiye. Ama bu dile karşı başka dil üretebilen kesimler, siyasî partiler ya da liderler çıkamadığı için Türkiye’de bir şekilde Erdoğan iktidarının uzatmaları oynanıyor. Bu uzatmalar uzun bir süre sürebilir ya da Erdoğan buradan kendini tekrar yenileyerek yeniden başka ittifaklara girmeye yönelebilir — ki bunun artık çok fazla mümkün olacağını sanmıyorum. Herhalde artık onunla ittifak yapabilecek son aktör olarak MHP vardı, MHP kaldı, bundan sonra geriye bir tek CHP kalıyor açıkçası. CHP ile bir AKP ittifakı seçeneği dışında Türkiye’nin önünde denenmemiş bir başka formül kaldığını söylemek mümkün değil. Dolayısıyla bu ittifak olayını, ittifak yasasını güce güç katmak yerine, güçsüzleşmenin önünü kesme yolunda atılmış, ama pekâlâ tam tersine sonuçlar da doğurabilecek bir adım olarak gördüğümü söylemek istiyorum.
Evet söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.