Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cihan Tuğal: Leninist sağın yükselişi

ABD’de Berkeley’de California Üniversitesi Sosyoloji bölümünde öğretim üyesi olan Cihan Tuğal’ın Global Dialogue dergisinin Aralık 2017 sayısında çıkan makalesini Mert Doğruer çevirdi.

cihan
Cihan Tuğal

Amerika’da sağcı popülizmin yükselişi, ülkenin yarısını şaşırttı. Ancak dünya tarihi açısından değerlendirildiğinde durum o kadar hayret verici değil. Özetle, neoliberal dönemin ani yükseliş ve düşüş döngüleri artık kendi kendini yordu. Ekonomik kriz doğrudan daha geniş bir siyasi soruna denk düşmüyor, ama (1970’lerden sonra) kolektivizmin her türüne karşı düzenlenen ideolojik saldırılar, insanlığı kapitalizmin merkezci ve sola yatkın perspektiflerle düzelme yollarından etti. Hem neoliberal adanmışlık hem de kolektivizm karşıtlığındaki ısrar, küresel trendler arasında, ne var ki burada onlardan pek bahsetmeyeceğim. Son dönemde bu eğilimler Amerika’da popülist dilin ve siyasetin soldan sağa yaptığı tarihi göçle iyice abartılmış durumda. Sonuç olarak, sol doğru düzgün bir popülist rekabete bile giremiyor (kapitalizmi kurtarmak veya yıkmak şöyle dursun); sağ ise iddialı, enerji ve ruh dolu, somut vaatlere sahip – bunlar somut çözümler olmasa da.

Solun liberalleşmesi

Sol artık ikna edici biçimde popülist bir tonda konuşamaz. Bunu nasıl yapacağını bilmez çünkü. Zaten birçok sol fikir insanı bunu yapmak istemez de. Amerikan solu dahilindeki popülist tınıların yavanlığını anlayabilmek için, dönemimizdeki popülizm karşıtlığının çok öncesine bakmamız lazım.
Ben bu durumun izini, çıktığında savunduğu değerlerle çelişen bir başarı elde eden, yirminci yüzyılda en azından kâğıt üzerindeki en demokratik isyanın yılına dek sürüyorum: 1968 (Batı’daki karşılığıyla). Kapitalizm karşıtlığının yanı sıra, 1968 aynı zamanda Stalinizmin devletçi ve bürokratik uzantılarına, sosyal demokrasiye ve ekonomik düzene karşı çıkan bir isyandı. Birçok açıdan meşru olsa da, o zamanın bürokrasi karşıtı ruh hali, birçoklarının devletçiliğin çöküşü ve (neo)liberalizmin zaferinden yanlış dersler çıkarmasına neden oldu. 1968, gerekli bir hataydı. Sağ buradan sonra kendini toparladı. Sol başaramadı.
Batı’da, 1968’in iki ana mirasçısı –liberal sol ve otonomcu/anarşist hareketler- yalnızca organizasyon, ideoloji ve liderlik konularında değil, aynı zamanda çoğunluklar -yani “halk”- adına konuşma konusunda da iflah olmaz bir kuşku geliştirdiler. Bu tarz konuşmalar ve siyasetlerin tümü, aşırı sol tarafından “toplamcı” ve totaliter, liberal sol tarafından ise “sorumsuz” ve işe yaramaz olarak adlandırıldı. Latin Amerika ve sol popülizmin hem sınıfsız hem de ideolojik veya örgütsel temelleri olmadan tekrar sahneye çıktığı güney Avrupa haricinde, oluşan bu boşluk sağ tarafından işgal edildi.
1968’in kâğıt üzerinde mağlup olan özgürlükçü ruhu, neoliberalizmin devlet karşıtlığını ateşledi. Ama daha zehirli olan sonuç, solcuların postmodernist nihilizm ve sol liberalizm arasında bölünmesi oldu.
Sol liberalizmin projesi neydi? Nedenleri ve dışavurumları bakımından küresel olsa da, sol liberalizm en berrak ifadelerini ABD ve Britanya’da buldu. Burada eşitliğin yerini alan anahtar kalıp “dahil etme”ydi. İşçi Partisi’nin yenilenmesi ve Clintoncılık temelli çalışan, Anthony Giddens gibi sosyologlardan ilham alan yeni Anglophone merkezi, masaya daha fazla insan oturtmaya odaklandı. Otuz yıl içinde, ırk, cinsiyet ve cinsel kimlik bakımından çok daha fazla kişi bu oluşumlara dahil oldu – ama masanın kendisi küçüldü. Yani evet, daha önce hayal bile edemeyecekleri kurumlarda birçok Afrika asıllı, Latin ve hatta Müslüman erkek ve kadın kendine yer edindi; ama ABD hapishanelerinde siyah ve Latin sayısı arttı, tıpkı Birleşik Devletler tarafından bombalanan, ambargoya ve açlığa maruz bırakılan Müslüman sayısı gibi.
Sol liberalizm, hedef seçilerek hazırlanmış refah programları aracılığıyla, (daha sıradan) azınlıklara hitap etti; ama Demokrat Parti liderleri büyük balıklarla muhatap olmaktan kaçtıkça, bunu ancak giderek küçülen masadan itilen beyazları daha da kurbanlaştırarak yapabilirdi. Ayrıcalıklarını kaybeden beyazlar artık ırkçı ve “baştan atılması vacip” bir grup olarak algılanmaya başladı; artık konuşamayacağımız insanlar olarak (projenin kendisi tarafından üretilen bir gerçeklik).

Solun kendini yok etmesi ve sağa hizmeti

Bunun sonuçlarından biri olarak, azınlıklar sürdürülebilir şekilde harekete geçirilemedi veya örgütlenemedi (bu da 2016 ABD seçimlerindeki meşhur “kayıp” siyah oylarına neden oldu); ayrıcalıklarını kaybeden beyazlar iki partiye de güvenmiyor ama liberalleri daha iğrenç buluyor. Sanders’ın yükselişine dek, sol siyaset (hem liberal sol hem de ilerlemeciler) elitlerin sürüklediği bu “çeşitlilik” ve “dahil etme” oyununa esir oldular. Bu köklü siyasi eğilimler, bir Yeni Düzen senaryosu olasılığını hayli düşürüyor.
Ya aşırı sol? Liberal soldan hiç hoşlanmamalarına rağmen, birçok radikal entelektüel ve aktivist hem ideolojinin hem de (solda “köksap”lar, ilerlemeci Demokratlar arasındaysa seçimcilik yaratan) örgütlü liderliğin sona ermesinden memnun. Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü protestosundan Occupy Wall Street eylemlerine kadar, Amerikan solu örgütlü liderlikten kaçınmaktan da öte, bunu baltalamak için elinden geleni yaptı. Merkez çökünce, böylelikle sağ da buna yanıt vermek için çok daha fazla silah buldu. Her şeyden önce, sağcılar ne ideolojilerinden ne de örgütlü liderlikten vazgeçmişlerdi. Kâğıt üzerinde ikisiyle de savaş halindeydiler ama ideolojiler, örgütler ve liderleri gözden uzak şekilde üretmeye devam ettiler.
Sol, 1968’i özgürlükçü ve kültür karşıtı ruhu nedeniyle övmesine karşın o zamandan kalma tüm ideoloji ve örgütleri ardında bırakırken, ABD sağı ise 1968’e bir isyan olarak organize oldu. Ancak, engellemek için uğraştığını iddia ettiği devrimin kalıntılarının aksine, sağ hem örgütlü hem de ideolojikti. Ana akımı aşırı sağa döndürme konusundaki başarısı, aslında 1968’in unutulmuş bir kanadının bastırılmış stratejilerine, taktiklerine dayalı: Lenin’in devrim teorisi üzerine özel bir okuma.

ABD Sağı’nın “Yirmi Birinci Yüzyıl Leninizmi”

ABD sağının önde gelen entelektüellerinden Steve Bannon’ın, Trump’ın başkanlıktaki ilk yılında görevden alınması insanlara sahte bir rahatlık verdi. Aslında Bannon’ın Beyaz Saray macerası, uzun bir yolculuğun aşamalarından yalnızca biriydi – devrimci-popülist dilin, taktiklerin ve stratejilerin soldan sağa göçü. Bannon’ın şöyle konuştuğu iddia edildi: “Ben bir Leninist’im. Lenin […] devleti yok etmek istedi ve benim de amacım bu. Ben de her şeyi yıkmak, bugünkü kurumları tarihten silmek istiyorum.” Ama bu Leninizm neleri içeriyor? Karmaşık bir demokraside, Leninizm yalnızca uzun bir devrimin popülist bir unsuru olarak varlık sürdürebilir. Sosyal bilimler, uzun yıllar boyunca, köklü kurumlar nedeniyle, üçüncü tarafların ABD’de başarılı olamadığını savundu. Bu “bilimsel” veri, (böylece neoliberalizme hizmetleri ve örgütlü siyasetten kaçınmalarına kılıf bulan) liberal solcular ve otonomcu/anarşistlere abartılı bir özgüven getirdi. ABD aşırı sağı, bu “veri”yi boşa çıkardı. Lenin’in 1902’de yazdığı, “Eğer bir parti kuramıyorsanız, partiyi felç edin; düzenini bozun ve ele geçirin,” cümlesiyle başlayan Ne Yapmalı? isimli kitabı, Amerikalı aşırı sağcılar tarafından 21.yy’a uyarlanmış ve özetlenmişti adeta. Kitabın açılış cümlesindeki üç tavsiyeyi de aynı anda gerçekleştirdiler. Bizim hayali, revize edilmiş Ne Yapmalı?’mız şöyle devam ederdi: “Partinin kâğıt üzerinde liderliğine gelmeden önce, tüm kurumlarının işlemez hale geldiğinden emin olun.” Cumhuriyetçi Parti’nin popülist kanatlarından biri olan Tea Party, halihazırda parti kurumunu felç etmemiş olsaydı, Trump’ın yükselişi parti içinde durdurulurdu.
ABD sağının popülizmi, demokratik şartlar altındaki bir Leninizm. Yeraltında olmayan tüm toplum ve siyasetten kaçınmak zorunda kalan Rus Bolşeviklerin aksine, Amerikalı sağcılar toplumu kucaklıyor. Farazi kitapta şöyle de yazabilir: “Toplumun her hücresinde örgütlenin. Örgütlenme ve siyasetle ilgili herhangi bir alanı küçümsemeyin, özellikle de düşman tarafına ait gibi göründüğünde.” Sağ, artık eğitim, bilim ve kültürü solun tekeline bırakmaması gerektiğini öğrendi. “Düşmanınızın örgütsel arazisine ve ideolojisine mümkün olduğunca el koyun. El koyamadığınız kısımlardan kurtulun.” Alternatif sağ medya pazarının kurucusu olan Andrew Breitbart başta olmak üzere, sağcılar Frankfurt Okulu’nu okudular; devletin sağlık hizmetini büyük mesele haline getirdiler; Trump ve Bannon’ın yükselişiyle de istihdam ve altyapı sözleri verdiler.
Leninist Sağ bugün sosyal haritada yer alan, ne kadar cılız görünse de büyümesi mümkün olan diğer popülist güçlerin varlığını göz ardı edemez. Hayali kitabımız bu yüzden şöyle bir cümleyle biter: “Eğer düşmanın bazı siperleri bu taktiklerden hiçbiriyle ulaşılamaz görünüyorsa, siperdekileri olgunluktan uzak ve gayrı meşru hareketlere itin.” Alternatif Sağ, 2017 başlarında California Üniversitesi, Berkeley’ye ve kalıntısal sol etkinin diğer bölgelerine saldırınca, liberaller (“ifade özgürlüğü” adına) onları savundular ama bir tabanı olmayan aşırı soldan tepki gördü. Charlottesville’de ırkçılık karşıtı bir topluluğun içine bir sağcının kamyonetiyle dalmasıyla, liberallerin “ifade özgürlüğü” hevesi biraz azaldı. Fakat alternatif sağ 2017 Eylül’ünde Berkeley’ye döndüğünde, Washington Post hâlâ aşırı sol şiddetini ve alternatif sağın özgürlüklerini vurgulamaya devam etti. Tek taşla birçok kuş vuruldu: Düşman bölündü; kafa karışıklığı, iradesizliği ve zayıflığı ortaya döküldü; ününe leke sürüldü ve aşırı sağın kendisi daha da ateşlendi. Bugünkü “devlet”, 20.yy’daki herhangi bir tanımda betimlenebileceğinden daha karmaşık olduğu için, “yıkılması” da 1917’ye kıyasla çok daha az dramatik eylem gerektiriyor, en azından şimdilik. Mevcut kurumların tamamen etkisiz kılındığı durum için sağ siyasetin nasıl bir hazırlık içinde olduğu hâlâ meçhul ama bu çok yakında ortaya dökülebilir. Steve Bannon, istifasından hemen sonra düşmanlarına “savaş” ilan etti ve “silahlarına” (yani elektronik medyaya) geri döndüğünü neşeyle ilan etti. Düşüşte de olsa köklü bir liberalizm geleneği olan topraklarda, popülist bir devrim yapmak çok zor iş ve darbeler alması çok doğal. Ama gösterinin bitmesine daha çok var.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.