Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan neden seçimlere damgasını vuramıyor?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bu yayının başlığını “Erdoğan neden seçimlere damgasını vuramıyor?” olarak belirledim, ama aslında itiraf edeyim, kafamdaki gerçek başlık şuydu: “Erdoğan’ın büyük çaresizliği”. Lâkin bu çok iddialı ve sert olur, biraz da provokatif olur diye başlığa onu çıkartmadım; ama sonuçta bence Erdoğan’ın şu anda seçimlere damga vuramamasının nedeni, vurmak istememesi falan değil; vurmak için uğraşması, ama bunu yapamaması; çünkü artık böyle bir şansının kalmamış olması. Bir çaresizlik hali yaşanıyor.

Silahlarının hepsi tutukluk yapıyor

Bu yayında söylediğim ve söyleyeceğim şeylerin bir kısmı tekrar olacak; benim son dönemde yaptığım yayınlarda hep tekrarladığım husus — ama bunları tekrar tekrar söylemekte yarar var: Çok ciddi bir kriz yaşıyor Türkiye; ama bu kriz Türkiye’nin krizinin ötesinde, Türkiye’yi yönetenlerin –tabii ki başta Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının– bir yönetememe krizi var ve tam bir tıkanıklık söz konusu. 24 Haziran seçimlerinin, yani seçimlerin 24 Haziran’a alınmasının esas nedeni bu krizdi, her geçen gün derinleşen bu krizdi ve bu kriz, siyasî kriz aynı zamanda ekonomik birtakım sıkıntılarla da örtüşmekteydi. Onun için bir an önce yapılıp aradan savılmak istendi; ancak şu âna kadar yaşananlara baktığımızda, elinde bunca imkân olmasına rağmen; devletin tüm imkânları, medyanın ezici bir çoğunluğu –ki bunu en son zaten hükümete yakın olan ama iyice hükümetin havuzuna katılan Doğan Grubu’yla beraber gördük– var, OHAL koşulları var. Böyle bir ortamda Recep Tayyip Erdoğan, iki kritik seçime, ama en önemlisi başkanlık seçimi ve genel seçimlere yani milletvekili seçimlerine giriyor. Bütün silahlar elinde; ama silahların hepsi artık tutukluk yapıyor, bunlardan bir sonuç alamıyor.
Bir süre miting yapmadı; daha sonra yoğun bir miting programı hayata geçirdi. Peş peşe reklam filmleri çıkıyor AKP’nin ve Erdoğan’ın; ama bunların hiçbirisinin bir heyecan yaratamadığını görüyoruz, kitleleri harekete geçiremediğini görüyoruz, AKP tabanının kendisini harekete geçiremediğini görüyoruz; hele hele AKP’ye mesafeli kesimlerin, karşı kesimlerin bu seçimde AKP’ye ve Erdoğan’a biraz yakınlaşmasını hiçbir şekilde sağlayamadığını görüyoruz. Zaten burada bir süredir Erdoğan’ın en önemli motivasyonu, en önemli hedefi, kendi tabanını, seçmenini sabit tutmak; ama bu konuda ciddi endişeler yaşadığını dönem dönem yaptığı açıklamalardan biliyoruz. Özellikle “münafıklık” açıklaması vardı, ona göre Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine ama milletvekilliği seçimlerinde başka partilere, MHP ve diğer partilere verme eğiliminden şikâyet etti. En son Diyarbakır’da yaptığı bir kapalı salon konuşmasında, “kanaat önderleri” diye tabir edilen bir grupla yaptığı konuşmada, “Bu dava hepimizin davası, kaybedersek hep beraber kaybederiz” dedi. “Kaybetme” lafını telaffuz etmeye başladı; daha ilk başta zaten biliyorsunuz zaten “Seçmen tamam derse, tamam olur” diye telaffuz etmişti; artık ne olursa olsun kazanma çizgisinden kaybetme ihtimalini de telaffuz eder bir noktaya gelmiş durumda Recep Tayyip Erdoğan.

Artık seçim ekonomisi de yapıyor

Daha önceki seçimlerini hatırlayın — yaşı elverenler 1990’lı yıllara da gidebilir, ya da 2002’den itibaren yapılan seçimlere. İktidardayken girdiği seçimlerde, Erdoğan’ın ve AKP’nin en önemli iddialarından birisi, seçim ekonomisi yapmamaktı. Tabii ki yapılıyorlardı bir şeyler, ama bu konuda çok da dikkatlilerdi. Onun yerine Türkiye’ye hep ileriye yönelik birtakım perspektifler, vizyonlar koyuyorlardı ve bunlar büyük ölçüde kalkınmayla ilgili, demokratikleşmeyle ilgili, temel hak ve özgürlüklerle ilgili, Kürt sorununun çözümüyle ilgiliydi; ama artık bu tür perspektifler kalmadı. Bunun kalmamasının sonucunda da şöyle birtakım açıklamalar var: “Zaten ekonomide her şey yolunda gidiyor; yaşanılan sıkıntıların hepsi birtakım dışarıdaki ve içerideki güçlerin komplosu; zaten Kürt sorununu çözdük, zaten Türkiye’nin demokratikleşme diye bir sorunu yok” gibi gerçekçi olmayan, doğru olmayan açıklamalarla yetiniliyor. Bunun yerine ciddi bir şekilde seçim ekonomisinin hayata geçirilmek istendiğini görüyoruz; peş peşe gelen aflar, emeklilere ikramiyeler gibi hususları telaffuz ediyor ülkeyi yönetenler, seçime birkaç gün kala. Değişik değişik aflar var, imar affından vergine affına, öğrenci affına kadar giden bir af silsilesi var; bedelli askerlik konusunda ilk yapılan açıklama, “Şehitlere saygısızlık olur”dan “Şu aşamada şehitlere saygısızlık olur, ama seçimden sonra değerlendireceğiz”e kadar…
Bütün bunlar Erdoğan’ı yakından izleyen, bilenler için yeni hususlar; burada gerçekten seçim stratejisini, seçim üslûbunu büyük ölçüde değiştirmiş bir Erdoğan’la, değiştirmek zorunda kalmış Erdoğan’la karşı karşıyayız ve aslında artık direksiyon onun elinde değil; bir anlamda sürükleniyor, yaşadığı kriz onu ciddi manada sürüklüyor. En son gündemde olan Kandil’e operasyon meselesi var; olur mu olmaz mı, bütün bunlar bir yana seçime birkaç gün kala bunun konuşuluyor olması da aslında bir çaresizliğin dışavurumundan başka bir şey değil; çünkü Kandil hep orada, Türkiye hep burada, iktidar hep burada, eğer böyle bir operasyon gerçekten yapılsaydı, yapılmak istenseydi, önceden de olabilirdi; eğer seçime birkaç gün kala yapılacaksa, iddialar doğruysa, bunun temel motivasyonunda birkaç oyun fazla alınması olduğunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz.

Zafer elde etse bile uykuları kaçacak

Peki bu işe yarar mı? Emeklilere ikramiyeler, aflar, Kandil’e operasyon vs. bunlar işe yarar mı? Bunu ölçmek mümkün değil, bunun sandıkta ölçüleceğini söylemek mümkün, ama şunu söyleyeyim: Bütün bunların etkisi olabilir, bütün bunlarla beraber AKP kendini sandıkta toparlayabilir, yine Erdoğan kazanabilir, yine AKP’nin lideri olduğu Cumhur İttifakı Meclis’te çoğunluğu sağlayabilir; bunları bir ihtimal olarak söylüyorum, ama bunların hiçbiri yaşanmakta olan krizin çözüldüğü anlamına gelmeyecek.
Bu seçimden de zaferle çıksa bile, şu ya da bu şekilde 25 Haziran’dan itibaren AKP’nin ve Erdoğan’ın uykuları kaçmaya devam edecek. Çünkü artık bu kriz çok temel, yapısal bir kriz; bunu aşmaya yönelik bir gayret göremiyoruz, görmek pek mümkün değil, gayretin dışında bir niyet de görülmüyor. Bu yaşanan sorunların –ki ekonominin yeniden yapılandırılması meselesi, demokratikleşmenin yeniden tesisi, hukuk devletinin yeniden tesisi, temel hak ve özgürlüklerin yeniden tesisi meselesi– çok uzağında; bu konuda herhangi bir vaadin bile verilmediğini görüyoruz. OHAL meselesi: İlk iktidara geldiğinde AKP’nin başlı başına en övünç duyduğu noktalardan birisi Güneydoğu’daki OHAL’i kaldırmaktı; şimdi en çok övündüğü noktalardan birisi ülkedeki OHAL’i sürdürmek oldu. Dolayısıyla varoluşsal bir kriz yaşayan bir siyasî iktidar ve onun lideri Erdoğan var.

Damga vuramaması seçimleri kaybedeceği anlamına gelmiyor

Bu büyük bir çaresizlik, Erdoğan seçimlere damgasını vuramıyor; ancak bu seçimlere başkalarının damga vurduğu, vurabildiği anlamına gelmiyor; zaten sorun da burada. Birçok kişi Muharrem İnce’nin performansının gerçekten seçimlere damga vurduğu kanısında, onun oyunu bozduğu görüşünde –ki benim böyle düşünmediğimi takip edenler bilir, ben Muharrem İnce’nin çok ciddi bir şekilde elindeki bir fırsatı Erdoğan’ın oyununa gelerek, onun tuzağına düşerek, lafı kişiselleştirerek fırsatı tepmekte olduğunu söylemiştim yaklaşık bir hafta on gün önce–; bu konuda, geçen süre içerisinde bundan dönüş noktasında çok fazla bir şey gördüğümü açıkçası söyleyemem; ancak izleyenler bilir, Kadri Gürsel, Kemal Can gibi aynı zamanda yakın arkadaşım olan diğer gazeteciler benden farklı düşünüyorlar, onlar ve başkaları da tabii Muharrem İnce’ye bir başarı atfediyorlar, ben açıkçası bu konudaki görüşümden çok fazla vazgeçmiş değilim. Bir inat anlamında söylemiyorum; ancak çok bir ilerleme olduğunu görmüyorum.
Dolayısıyla buradaki sorun, Erdoğan’ın seçime damga vuramıyor olması seçimi kaybetmesine yol açmıyor; çünkü Erdoğan’ın seçime damga vuramamasının dışında birilerinin seçime, muhalif birilerinin seçime damga vurması halinde seçimin sonucu Erdoğan’ın aleyhine olabilir. Şu anda açıkçası bunu ciddi bir şekilde gözlüyor değilim, gözleyenler var, bakalım kim haklı çıkacak diyelim. Muharrem İnce dışında Meral Akşener’in, Temel Karamollaoğlu’nun performanslarının da şu anda Erdoğan’ın bu ciddi, kronik ve giderek daha da derinleşen krizinin açtığı imkânları değerlendirebilmekten uzak olduğu kanısındayım. Bu konuda Saadet Partisi’nin ve Karamollaoğlu’nun gayretleri bence daha fazla; ama onların imkânları ve belli bir yerden sonra profilleri nedeniyle bunları anlatmakta çok başarılı oldukları kanısında değilim. Geriye bir tek HDP kalıyor; HDP’nin durumu zaten başlı başına Türkiye’de demokrasi konusunda ne acı bir yerde olduğumuzu bize gösteriyor –hukuk devleti konusunda–, ama Selahattin Demirtaş cezaevinde olmasına rağmen, bütün imkânsızlıklarına rağmen, partisinin, kendisinin ve birçok yöneticisinin içeride olması ve önlerine sürekli engel çıkartılmasına rağmen, ellerindeki imkânlarla bence şu âna kadar en etkili propagandayı, kampanyayı yürüten parti ve aday bence onlar. Tabii Türkiye’de seçimin sonucunu köklü bir şekilde değiştirebilme imkânına sahip olan bir yapı değil; ancak HDP’nin barajı aşması durumunda Meclis’te Cumhur İttifakı’nın çoğunluğu kazanamaması ihtimali var; bir de eğer cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa HDP seçmeninin ikinci turdaki muhalif adaya destek verip vermeyeceği ya da ne ölçüde destek vereceği meselesi var.

Muhalefetin yetersizliği

Toparlayacak olursam, Erdoğan kaybetmeye yazgılı olduğu, kaderi kaybetmek olan bir seçime giriyor. Şu âna kadar girdiği seçimler içerisinde kendisi için en zor durumda olduğu seçimlerin bu olduğu kanısındayım; ancak hâlâ –dün Bekir Ağırdır’la burada yatığımız yaptığımız yayında da Bekir’in çok isabetli bir şekilde dile getirdiği gibi– Erdoğan’a ve siyasî iktidara yönelik farklı farklı eleştirilerin bir potada eritilmesi mümkün olamadığı için; bir aday üzerinde, mesela Muharrem İnce ya da Meral Akşener üzerinde tam bir mutabakat ve söylem mutabakatı şu âna kadar sağlanamadığı için ve muhalefet şu âna kadar birlikte etkili bir şekilde fotoğraf veremediği için ve Erdoğan’ın esas zaaflarının, zayıflıklarının taştığı alanlardan ziyade, onun görünüşte zayıf aslında kuvvetli olduğu alanlara –örneğin, olayın kişiselleştirilmesi, olayın Erdoğan’ın şahsı üzerinden yürütülmesi gibi alanlara– taşınması nedeniyle, Erdoğan pekâlâ kaybetmeye yazgılı olduğu bu seçimden de galibiyetle çıkabilir — böyle bir realiteyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Realite derken, galibiyetle çıkacak anlamında söylemiyorum, bu seçiminden galibiyetle çıkması gerçekten çok zor, ama Türkiye’de bu zorluk hayata geçebilir; ama böyle bir şey olursa bu Erdoğan’ın başarısından ziyade onun karşısındakilerin başarısızlığından dolayı olacaktır.
Biliyorum bu yıllardır tekrarlanan bir husus; yani Türkiye’nin esas sorununun muhalefet olduğu yolunda ileri sürülen bir argüman var, benim burada söylediğim bu basitlikte bir şey değil, benim burada söylemeye çalıştığım, bir süredir söylemeye çalıştığım şu: Şu anda Türkiye’nin 16 yıllık Erdoğan ve AKP iktidarının dışına çıkma, ondan uzaklaşma imkânının çok yakınlaştığı, çok mümkün olduğu bir âna tanıklık ediyoruz. Gerek seçimin alelacele yapılması, gerek İyi Parti’nin daha yeni bir parti olması, CHP’nin aday konusunda son anda Muharrem İnce’yi çıkartabilmesi, Selahattin Demirtaş’ın içeride olması gibi birçok hususun da bir araya gelmesiyle beraber, muhalefet burada bu fırsatı, Erdoğan’ı bu kez yenme fırsatını pekâlâ tepebilir. Benim söylemek istediğim bu; ama daha vakit var, az zaman var; ama az zamanda çok şeyler de olabilir. Bunun için özellikle adayların ve partilerin söylediklerini dikkat etmek lazım; ama en çok da Erdoğan’ın söylediklerine dikkat etmek lazım. Erdoğan hâlâ sürekli konuşuyor, her konuştuğu televizyonlarda veriliyor ve konuşmalarının hiçbirisi gerçekten çok ciddi şekilde Türkiye’nin gündemini belirleyemiyor; ama bu konuşmalarının içerisinde bir yığın onun krizinin itirafı olan, onun çaresizliğinin itirafı olan ögeler bulmak mümkün.

Yanlış alanda arkeolojik kazı yapıyorlar

Muharrem İnce başta olmak üzere muhalifler –ama özellikle Muharrem İnce–, Erdoğan’ın yapıp ettiklerinde bir arkeolojik kazı yapıyorlar; ama bence özellikle Muharrem İnce kazı alanını yanlış seçmiş durumda, onun videolarla gösterdiği “prompter” kazaları vs. gibi şeylerin Türkiye’de seçimi kazandırmaya ya da Erdoğan’ın kaybetmesine yeteceğini sanmıyorum. Başlı başına Erdoğan’ın “Türkiye’de Kürt sorununu çözdük zaten” demesi üzerine kurulu –ki buna da değindiğinin farkındayım, ama esas öne çıkarttığı husus bu değil–, sırf bunun üzerinden bile Erdoğan’ın aslında ülkeyi yönetme konusunda çok ciddi bir kriz içerisinde olduğu muhalefet tarafından kanıtlanabilir; ama bunun çok fazla kanıtlandığı, bu konuda çok fazla çaba gösterildiği kanısında değilim. Kaldı ki Meral Akşener’in zaten Erdoğan’ın Kürt sorununu çözmediği gibi bir argümanı temel alan bir propaganda yapmadığını da biliyoruz.
Evet, biraz karışık olduğunun farkındayım; ama bıkmadan usanmadan Erdoğan’ın ve AKP’nin krizinin derinleştiğinin altını çizmeye devam edeceğim ve bana göre onun karşısında yer alanların da bu krizin en hayatî yerlerini görmeyi ıskalamaya devam ettiklerinin de altını çizmeye devam edeceğim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.