Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Kılıçdaroğlu seçim öncesi son söyleşisini Medyascope’a verdi

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Seçime iki gün var ve stüdyomuzda çok önemli, çok değerli bir konuğumuz var: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu stüdyomuza geldi ve kendisi bu seçim döneminin son yayınını da Medyascope’ta yapıyor. Hoşgeldiniz!

 

Kemal Kılıçdaroğlu: Teşekkür ederim Ruşen Bey!

 

Bu bizim için çok önemli bir şey, çok sağolun. Bizim buraya, Sanayi Mahallesi’ne çok gelenler oldu, ama ana muhalefet lideri olarak size gerçekten çok teşekkür ediyoruz, minnettarız.

 

Kılıçdaroğlu: Medya özgürlüğünü savunuyorsunuz siz, özgür bir medyada en azından sizi izleyenlerle buluşmak benim için de keyifli bir şey.

 

Çok sağolun. Aklıma hemen şu geldi; biz burada biliyorsunuz tamamen sosyal medya üzerinden yayın yapıyoruz; yani Periscope’tan, Facebook’tan ve Youtube’tan. Sizin en son bir reklam filminiz var; hatta burada birkaç arkadaş ayrı ayrı bana “Gördün mü Kılıçdaroğlu’nun reklam filmini?” dedi, o çizgi filme dönüşen. Öneri geldiğinde ne yaptınız, nasıl bir şey yaptınız?

 

Kılıçdaroğlu: Şöyle: Onu genç arkadaşların katkısıyla yaptık. Bir yürüyüş filmimiz vardı o filmin çekildiği sırada, dediler ki: “Yine bir minibüs içinde böyle bir projemiz var”. Proje son derece güzel bir projeydi; “Olur” dedim. Dolayısıyla 10-15 denemeden sonra, önce metinler okundu, sonra minibüsten inerken cep telefonuyla malum ilk görüntü çekildi, arkası geldi, güzeldi.

 

Orada benim en çok hoşuma giden sizin “Tamam” dediğiniz bölüm. Onu kim bulmuşsa en iyi onu bulmuşlar.

 

Kılıçdaroğlu: Gençler buldular tabii; çünkü dediler ki: “Her söylemin arasına bir mizah katmamız lazım” diye, ben de “Tabii, bu işi en iyi siz bilirsiniz” dedim. Dolayısıyla onlar öyle bir mizah unsuru da araya kattılar… küçük, zarif, şık.

 

Bu seçimde bayağı… –gerçi siz onların hesabını yapmışsınız–, genç nüfus en son referandumdan bu yana eklenen nüfusa falan baktığımız zaman nasıl bir nüfus oluşturuyor?

 

Kılıçdaroğlu: Türkiye nüfusunun yarısı genç, bunu kabul etmek gerekiyor; bu Türkiye açısından çok önemli bir artı. 2035’ten sonra Türkiye yaşlanmaya başlıyor, yaşlı nüfus genç nüfusu aşmaya başlıyor. Dolayısıyla 2035’e kadar Türkiye’nin ciddi bir değişim ve dönüşümü başlatması ve bunu sürdürmesi gerekiyor; o genç, dinamik, enerjik nüfusun üretime katkısıyla Türkiye farklı bir yere taşınabilir. Gençler tabii demokrasi istiyorlar, özgürlük istiyorlar, sosyal medyada rahat yazmak istiyorlar, siyasî liderleri rahat eleştirmek istiyorlar, espri yapmak istiyorlar, gerekirse sosyal medya üzerinden birbirlerine sataşmak istiyorlar, esprilerle karşılıklı eleştirilerini güçlendirmek istiyorlar… Bütün bunların hepsi aslında yaratıcı bir zekâya sahip olmanın ortaya çıkardığı tablo. Gençler bu açıdan son derece yaratıcı, dinamik.

 

Bir de şöyle bir husus var sanki; 16 yıldır ülkeyi AKP ve Erdoğan yönetiyor ve gençlerin hayatta gördükleri tek devlet yöneticisi. Yani onun yönetimi altında… orada siz ne gözlüyorsunuz?

 

Kılıçdaroğlu: Orada gençler baskıcı bir yönetim görüyorlar; her şeye egemen olmak isteyen, yargı üzerine baskı kuran, sosyal medyada bir eleştiri yaptığı zaman hemen polisin gelip kapısını çaldığı, ifadesini aldığı, tutuklandığı, bir anlamda mahkemenin önüne çıkarıldığı anda gençler görüyorlar ve tanık oluyorlar buna. Dolayısıyla bundan son derece rahatsızlar; çünkü gençler dünyayı bizden daha iyi okuyorlar, onlar teknolojinin dünyaya ne kadar egemen olduğunu, bilgi akışının ne kadar süratli olduğunu; bugün burada yapılan bir konuşmanın veya atılan bir tweet’in saniyeler sonra Güney Amerika’da, Güney Afrika’da görüldüğünü biliyorlar. Dolayısıyla dünyanın her tarafıyla bir anlamda iletişim içindeler ve gençler bütün bu özgürlük ortamından yararlanmak istiyorlar, “Biz neden bir baskı altında olalım ve dünyanın geldiği özgürlük ortamından, teknolojinin bize verdiği bu imkândan neden yeterince yararlanamıyoruz?” diye. Dolayısıyla haklılar gençler bu bağlamda bakıldığında, gençler de artık bıktılar… yeni arayışlar, yeni yüzler lazım.

 

Peki efendim siz CHP olarak bu beklentileri talepleri karşılayabiliyor musunuz? Parti içerisinde yeterince ses bulmalarına, temsiliyete imkân sağlayabiliyor musunuz?

 

Kılıçdaroğlu: Parti Meclisimizin %20’si gençlerden oluşuyor zaten, genç milletvekillerimiz var, Türkiye’nin en genç belediye başkanı yine CHP’li. Bu sayı yeterli mi derseniz, hayır yeterli değil, daha da artması lazım. Eğer nüfusun yarısı gençse en azından Parlamento’ya yansımanın da bu bağlamda gençlerin ağırlıkta olduğu bir yapıyı oluşturması lazım. Bizim seçim bildirgemizde, tüzüğümüzde cinsiyet kotasından söz ederiz, gençlik kotasından söz ederiz; o biraz bizim iç işimiz, çünkü bunların Parlamento’ya yansıması için ağırlıklı olarak siyasî partiler yasasında, seçim kanununda değişiklik yapmak gerekiyor; o değişiklik gerçekleşebilirse Parlamento’ya daha farklı bir çevre yansıyacaktır, daha farklı bir yüz yansıyacaktır.

 

Demin sosyal medyada baskılardan bahsettiğiniz önemli bir olay yaşandı; yeni bir gazeteci arkadaşımız, Ece Sevim Öztürk tutuklandı ve kendisi daha çok CHP konularında yazan birisi diye biliyorum, siz de tanıyorsunuz yanılmıyorsam.

 

Kılıçdaroğlu: Tanıyorum, eşini de tanıyorum, dört yaşında bir kızı var. Tutuklanması bir demokrasi ayıbı. Hangi gerekçeyle ve niçin tutuklandı? Efendim, suç işleme potansiyeli nedeniyle ya da suç işleme ihtimali nedeniyle tutuklanıyor; yani gerçekten çağdışı, akıldışı bir uygulama, varsa bir şey mahkemeye çıkarırsınız. Dört yaşında bir çocuğu var, bu çocuğun anneye ihtiyacı var her şeyden önce, siz bunu tutukladığınız andan itibaren çocukla anne arasında derin bir duvar örmüş oluyorsunuz. Kişiyi değil; bir anlamda aileyi tümüyle cezalandırıyorsunuz, çocuğu da cezalandırmış oluyorsunuz. Bunun vicdanla, hukukla, hukukun üstünlüğüyle hiçbir ilgisi yok.

 

Bir de yaptığı tamamen gazetecilik faaliyetleri nedeniyle.

 

Kılıçdaroğlu: Tamamen gazetecilik faaliyeti ve eşiyle konuştum, “Tümüyle mahkemede verilen ifadeler, tutanaklar, bilgiler, dokümanlar, bütün onlar, yani dışarıdan herhangi bir katkısı yok” diyor. Sorular soruyor vs. ben izlemedim tabii hazırladığı belgeseli, ama belgesele bakılabilir nedir ne değildir diye, gerçekten çelişkiler varsa — ki arkadaşın iddiası o, çelişkiler var ve o çelişkilere cevap arıyor aslında yani bir gazetecinin yapması gereken işi yapıyor.

 

Soru soruyor.

 

Kılıçdaroğlu: Soru soruyor! Bu çelişki neden? “Şu saatte öldü deniyor, fakat o saatte başka bir yerde bu kişi. Nasıl oluyor da ölen birisi daha sonraki bir saatte bir başka yerde olabilir?” Bu soruyu sormayacak da bir gazeteci başka ne yapacak? Gazetecinin görevi zaten o. Eğer bu soruyu sordu diye siz bunu kalkıp da hapse atıyorsanız… önce uzun süre alıyorsunuz, gözaltında tutuyorsunuz. Eşi şunu söyledi; gözaltında kaldığı süre içerisinde insanî bir davranış… yani kendisine yönelik herhangi bir şiddet ya da kendisine yönelik herhangi bir sorunlu bir davranış olmamış, tümüyle insanî davranış çerçevesinde, yani polislerde gördüğü muamelenin gözaltındayken herhangi bir sorun yaşamadığını ama tutuklanacağına hiç ihtimal vermediğini, çünkü tümünün belgelere dayandığını; o belgelerden yola çıkarak belgeseli hazırladığını ifade ediyor. Dolayısıyla hâkim bu kararı verirken bana göre çok zorlandı, savcının gidip hâkimin odasında uzun süre kalması, büyük bir ihtimalle başka organlardan ya da başka çevrelerden gelen yoğun tepkinin ya da yoğun telkinin altında kaldığı gibi bir düşünce var. Bu düşünce yabana atılır bir düşünce değil.

 

Bu tabii Adliye meselesi, yargı meselesi, siz Adalet Yürüyüşü yaptınız ve damga vurdu bir dönem hakikaten. Bu olay herhalde 24 Haziran’ın da en temel sorusu olacak yani, değil mi? Yani anladığım kadarıyla YSK’ya da yönelik bir güvensizlik var; muhalefet partilerinde bir itimat, mutlak bir itimat gözükmüyor.

 

Kılıçdaroğlu: Şimdi, Ruşen Bey, Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, Japonya’da, Danimarka’da, Hollanda’da seçimler olur. Hiç kimse seçimin güvenliği konusunda önlem alalım diye bir telaşa kapılmaz; hatta kimsenin aklına böyle bir soru bile gelmez. Fakat devlet öyle bir çökertildi ki, her alanda önlem almak zorunda kaldık. Devletin yapması gereken görevi, hükümetin yapması gereken görevi muhalefet olarak biz yapmaya çalışıyoruz. Sandık güvenliği yok, sandık güvenliğini sağlamaya çalışıyoruz; YSK yasadışı karar veren bir organa dönüştü, yasadışı diyorum. Yasalarda açıkça emredici hüküm olmasına rağmen, emredici hükmün aksine karar veren –ki bir kişi hariç, diğerleri böyle bir karar verdiler–, bu çerçevede baktığınızda bu da başlı başına bir sorun ve bizim bütün bu sorunları aşmamız lazım. Önlem alıyoruz, önlem alacağız, gençler sandığa gitmeliler, oylarını kullanmalılar, sandık başında da beklemeliler, seçim sonuçlarına bakmalılar, oy sayımına nezaret etmeliler, arzu eden bütün gençlere CHP’nin müşahit kartı verilebilir ve rahatlıkla o sayım sırasında orada olabilirler müşahit olarak. Dolayısıyla bunu da biz sağlıyoruz. Bunun şöyle bir artısı da var; sandıktan çıkan sonuçları birebir görme, gözleme, tutanaklara doğru geçip geçmediğini en azından denetleme imkânına sahip olacaklar. Bu da bizim açımızdan son derece önemli. Seçim güvenliği açısından YSK güven vermiyor, Anadolu Ajansı güven vermiyor, bugün Sayın Bekir Bozdağ AA’nın güven veren bir kuruluş olduğunu söylüyor, haberlerini biliyoruz AA’nın, neler yaptığını biliyoruz AA’nın.

 

Eskiden bir de başka ajanslar vardı; artık onlar da kalmadı.

 

Kılıçdaroğlu: Tamamı aşağı yukarı şu anda iktidarın kontrolünde; dolayısıyla haberler iktidarın istediği gibi veriliyor. Şimdi Suruç’ta yaşanan olay mesela, Suruç’ta yaşanan olayı bütün gazeteler farklı verdi, birkaç gazete hariç. Dün Sayın Erdoğan gitmiş bir yerde konuşma yapıyor, ölenlere Allah’tan rahmet diliyor, hani PKK’lıydı bunlar, hani teröristti? Ölenlere rahmet diliyorsunuz, neden? Gerçeği sonradan gördü, fark etti ortada PKK-AKP çatışması yok, ortada farklı bir şey var; yani biri oy istemeye gidiyor, karşı taraf bunu vermeyeceğini söylüyor, çıkan bir tartışma, incir çekirdeğini doldurmayan bir tartışma sonucu silahlara sarılıyor ve insanlar hayatlarını kaybediyorlar. Üstelik hastanede insanlar öldürülüyor, düşünebiliyor musunuz güvenlik kameraları yerle bir ediliyor; bütün bu ayrıntıların tamamına savcılar büyük ihtimalle ulaşacaklardır, gerçeği gün yüzüne çıkaracaklardır; ama burada asıl acı olanı, bir partinin genel başkanı ve cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan zat, olayları doğru dürüst öğrenmeden, acaba oy devşirebilir miyim mantığıyla bir PKK-AKP çatışmasına döndürdü bunu ve buradan oy devşirmeye çalıştı.

 

Bir de İçişleri Bakanı buradan Muharrem İnce’ye bağladı.  

 

Kılıçdaroğlu: Bir de öyle bir utanmazlık oldu maalesef, oraya bağladı ama bugün Şanlıurfa Suruç’ta bütün insanlar gerçeği biliyorlar.

 

Peki, şeyi soracağım; şimdi bu seçimde iki seçim birden yaşıyoruz; bir cumhurbaşkanlığı bir Meclis seçimleri. Partilere baktığımız zaman, sizin partiniz dışında hepsinin genel başkanları cumhurbaşkanı adayı; bir tek siz Parlamento seçim kampanyasını yürütüyorsunuz diyelim, Muharrem Bey cumhurbaşkanlığı kampanyasını yürütüyor; ama Tayyip Erdoğan, Temel Karamollaoğlu, Meral Akşener, bir de HDP istisnaî, size daha yakın bir durumda diyelim. Bu durum sizin lehinize mi oldu, aleyhinize mi oldu? Ya da hangi durumlarda lehinize, hangi durumlarda sorun çıkarttı bu iki ayrı kampanyanın yürütülmesi?

 

Kılıçdaroğlu: Bizim açımızdan herhangi bir sorun çıkarmadı, şunun için sorun çıkarmadı: Biz en baştan beri cumhurbaşkanlarının tarafsız olmasını istedik, bir siyasî partiye bağlı cumhurbaşkanı olmaz veya bir partinin genel başkanı aynı zamanda cumhurbaşkanı olmaz — bunu en başından beri söyledik. Bunu söylememizin nedeni de Anayasa’nın yemin metni, Cumhurbaşkanı diyor ki: “Tarafsız olacağıma dair namusum ve şerefim üzerine ant içerim”. Namuslu ve şerefli olan insanlar herhalde tarafsızlığını korumak zorundadırlar, ama bir partinin genel başkanı tarafsız olamaz. Anayasa’da bir cumhurbaşkanı yemini var, bir de milletvekilli yemini var; iki ayrı yemin metni var. Milletvekili yemininde tarafsızlık yoktur; çünkü her birisi bir siyasî partinin tarafıdır, dolayısıyla o daha çok vatan üzerinden, bayrak üzerinden yapılan bir yemindir, Meclis’e bağlılıktan, vatana bağlılıktan, bayrağa bağlılıktan, Türkiye’nin bütünlüğüne bağlılıktan ötürü ant içer, “Namusum ve şerefim üzerine ant içerim” der. Cumhurbaşkanlığı yemininde ise yine vatan millet diye söylenir o yemin metninde; ama arkasından bütün bu işleri tarafsızlıkla yapacağına dair namusu ve şerefi üzerine ant içer. Cumhurbaşkanlarına tarafsızlık pâyesinin verilmesinin temel nedeni şudur: Cumhurbaşkanları aynı zamanda mahkemelere hâkim tayin ederler. Dolayısıyla bir partinin genel başkanı ya da taraflı birisi mahkemeye hâkim tayin edemez, tayin ettiği andan itibaren yargı orada ciddi yaralar alır. O nedenle, diyelim ki herhangi bir ülkenin parlamenter sisteminde devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı pozisyonunda olan birisi mahkemeye yargıç tayin ediyorsa, onun tarafsız olması gerekiyor aksi halde tarafsızlık yargıda söz konusu olmaz.

 

Peki bu sizin iki ayrı kampanyanın avantajı ne oldu?

 

Kılıçdaroğlu: Avantajı şu oldu; Muharrem Bey geniş kitlelere seslendi, mitingler yaptı; ben referandum sürecinde izlediğim yöntemi izledim; o dönemde ben sadece –yanlış hatırlamıyorsam– Amasya’da bir miting yapmıştım; ama onun dışındaki bütün toplantılar hep sivil toplum örgütleri, esnaf kuruluşları, meslek kuruluşları, meslek odaları, kanaat önderleri, kadın kuruluşları… Böyle her bir grupla bağımsız ayrı ayrı toplantılar yapmıştık. O toplantıların büyük yararını gördük, şunun için: O toplantılara hiçbir parti ayrımı yapmadan herkesi davet ettik ve onlara bizim inandığımız bütün gerçekleri bütün somutluğuyla anlattık ve sandığa giderken düşünerek sandığa gitmelerini, oy kullanmalarını istedik ve bu bizim açımızdan çok önemli bir başarıyı gündeme getirdi. CHP bayraklarını kullanmadık burada ve sağ/sol/orta gibi ayrımlar yapmadık ve herkesi kucakladık, bu önemli bir kaynaşmayı bizim açımızdan gerçekleştirdi; bunun yansımaları büyük ölçüde Millet İttifakı’nın oluşmasına yol açtı. Bugün Millet İttifakı’nın varlık nedeni büyük ölçüde bizim o dönemde izlediğimiz politikaların bir sonucudur. Benim kanaat önderleriyle toplantıya, mesela esnaf kuruluşlarıyla toplantı yapıyoruz, berberler odası geliyor, servisçiler geliyor, lokantacılar geliyor, marangozlar geliyor…

 

Ben kamyoncuları gördüm.

 

Kılıçdaroğlu: Kamyoncular geliyor, TIR şoförleri geliyor, her kesimden insanlar geliyor ve o insanlarla toplantıyı şöyle yapıyoruz — o da çok önemli: Bazen doğrudan doğruya onlar soru soruyorlar, örneğin 30 kişi, 35 kişi, 15 kişi, 25 kişi soru soruyorlar; ben notlar alıyorum, sonra onların sorularına birebir oturup cevap veriyorum. Böylece toplantıya gelenler bizden neyi öğrenmek istediklerini sorarak ve biz de onlara büyük bir samimiyetle anlatarak, onlar salondan ayrılırken en azından sordukları soruya cevap almış ve tatmin olmuş şekliyle çıkıyorlar veya şöyle yapıyoruz: Önce ben konuşuyorum, ben konuştuktan sonra medyaya kapatıyoruz, sonra yine aynı şekilde sorular yöneltiyorlar ve biz o sorulara yine oturup cevap veriyoruz ve sonra da tokalaşarak ayrılıyoruz. Bunun getirdiği önemli bir avantaj var; hiçbir siyasî lidere bir yerde rahatlıkla oturup soru sorup ve o sorunun cevabını alabilecek ortamı bugün kadar bizim vatandaşımız yakalayamadı; onu ilk kez bizde yakaladı ve iki ayrı seçimde, referandumda ve bu seçimde oldu, biz bunu yakaladık. Şöyle bir artısı daha var bu toplantıların; miting meydanlarında siz çok fazla ayrıntıya giremezseniz, doğal olarak giremezsiniz; insanlar oraya heyecanlanmak için gelirler, slogan atmak için gelirler; daha fazla düşünmek için değil, bir de daha fazla heyecanlanmak, sandığa gitmek, o coşkuyu ve heyecanı yurt sathına yaymak isterler, bu güzel bir şey tabii kimse olmasın demiyor; ama öbür türlü toplantıların kendisine göre özel farklılıkları var. Kutuplaşan, gerginleşen kitleleri bir araya getirip, “Niye gerginleşiyoruz, niye kutuplaşıyoruz? Pekâlâ ülkemiz var, gayet güzel bir ülke ve biz bu ülkede huzur içinde yaşayabiliriz.” Bu atmosferi yaratmak ve insanları düşünmeye sevk etmek. Bugün Türkiye’nin geldiği noktada şöyle bir tablomuz var: Gerginlikler üzerine, kutuplaşma üzerine inşa edilen bir siyaset anlayışı var; bu insanların sağlıklı düşünüp sandığa gitmelerini öngörmüyorum, takım tutar gibi parti tutar anlayışıyla, “Aç kalıyorum, ama olsun; beni aç bırakan partiye oy vereceğim” anlayışını besliyor bu gerginlik ve kutuplaşma. Biz bunu kırmak istiyoruz, aç kaldıysan şu soruyu soracaksın: Neden ben aç kalıyorum? Kim beni aç bıraktı? 16 yıldır madem ki ülkeyi yönetiyorlar, 17 milyon yoksul niye var? Anlatmalılar. Ben onlara yine söylüyorum 2 trilyon 94 milyar dolar para harcadılar, bütün Cumhuriyet hükümetleri döneminden –ki onlar 713 milyar dolar harcamışlardı 79 yılda–, siz 14 yılda 2 trilyon 94 milyar dolar para harcadınız, ne yaptınız bu parayla? Hadi onların ne yaptıklarını biliyoruz; Keban Barajı’nı yaptılar, Karakaya Barajı’nı yaptılar, Atatürk Barajı yaptılar, Kıbrıs çıkarması oldu, büyük deprem oldu, 35 bin kişi hayatını kaybetti, Erzincan depremi oldu, yollar, köprüler, uçak fabrikaları, Sümerbanklar, Etibanklar, Amerikan ambargosu, şeker fabrikaları… bunların hepsini yaptı, şimdi siz 14 yılda 2 trilyon 94 milyar dolar para harcamışsınız, peki ne oldu, nereye gitti? Bir Keban Barajı, Atatürk Barajı mı yaptılar, bir Karakaya Barajı mı yaptılar, ne oldu, nereye gitti? Hadi köprü yaptılar, bakıyorsunuz, yap-işlet-devrete göre, yani bu 2 trilyon dolara dahil değil. O zaman ne yaptınız bu parayla? “Havaalanı yaptık” diyorlar, işte İstanbul’da Avrupa’nın, belki de dünyanın en büyük havaalanı, güzel, ama bu 2 trilyon dolara dahil değil, o da yap-işlet-devret. O zaman ne yaptınız 2 trilyon dolarla? Şimdi, bunu şunun için söylüyorum: Eğer siz vergiyi topluyorsanız –ki zoralıma dayalıdır vergi, kimse gönüllü vergi ödemez–, yasasını çıkarırsınız herkes belli kurallara göre vergi ödemek zorundadır, ödemezse gider cezalandırırsınız, hapis dahil; ama bunun hesabını halka veremezseniz; o zaman bu yönetimin adı “despot yönetim”, yani “dikta yönetim” olur zoralıma dayanan bir şeyin hesabını vermemek; ama demokrasilerde vergi zoralıma dayanır, alınır; ama zoralıma dayanarak vergi toplayan yönetim, bunun hesabını millete verir, bunun adı da demokrasidir; çünkü vergi toplamak zorunludur, toplumsal ihtiyaçları karşılamak açısından, en azından ortak ihtiyaçları karşılamak açısından yol, hastane, köprü, okul, park vs. Ama demokrasiler bunun hesabını verir, siyasî iktidarlar bunun hesabını verirler. Şimdi 2 trilyon 94 milyar para harcadınız ve bunun hesabı şu an daha millete verilmiş değil.

 

Kemal Bey, demin “Millet İttifakı’nın temellerini referandumda attık” dediniz. Bugün, görme imkânınız, okuma imkânınız oldu mu bilmiyorum, Kadri Gürsel Cumhuriyet’te ilginç bir yazı yazdı 24 Haziran’ın dört sonucu diye. Orada şöyle bir noktanın özellikle altını çiziyor, CHP’yle ilgili söylediği başka bir husus daha var, ama esas olarak şunu soruyor: Millet İttifakı kurumsallaşacak mı seçim sonrası? Nasıl bir gelecek, yani şu âna kadarki Millet İttifakı’nın performansından, bu ittifak halinde olmaktan, bundan memnun musunuz? Bir de bundan sonrası için geleceği olan bir ittifak mı? Yoksa sadece bu seçimdeki baraj meselesini aşmak için kurulmuş bir olay mıydı?

 

Kılıçdaroğlu: Hayır, kurumsallaşacak. Niye kurumsallaşacak diyorum, nedeni şu: Millet İttifakı ilkelere dayalı kurulan bir ittifak. Her birimizin siyasî parti olarak farklı düşüncelerimiz var; bu da gayet doğaldır, bu farklı düşünceler partilerin programlarında zaten ayrıntılarıyla yer alıyor. Ama bir de Millet İttifakı’nı oluşturan siyasî anlayışın ortak paydası var. Örneğin demokrasi ortak paydası, örneğin yargı bağımsızlığı ortak paydası, medya özgürlüğü ortak paydası, her kişinin can ve mal güvenliğinin sağlanması ortak paydası, düşünceyi ifade özgürlüğü ortak payda, din ve vicdan özgürlüğü ortak payda, inançlara saygı ortak payda. Biz ortak payda üzerinde ilkeler oluşturduk ve bu ilkelerin oluşmasından sonra alt düzeyde ikinci düzeyde çalışmalar yapıldı. Ve ondan sonra bu ilkeler genel başkanlara sunuldu. Genel başkanlar da buna evet dedikten sonra bu ilkeleri imzaladık ve kamuoyuyla paylaştık. Dolayısıyla ilkesizliğe veya belli veya dar bir alana sıkışıp, yahu şu seçime kadar biz bu işi götürelim, seçimden sonra bırakalım anlayışında değiliz. Parlamento’da bu ilkeler yansıyacak. Diyelim ki yargı bağımsızlığıyla ilgili bir düzenleme gelirse, Millet İttifakı orada da ses çıkaracak. Aynı şekilde medya özgürlüğüyle, din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili düzenlemeler gelirse Millet İttifakı bu çerçevede hedefini koyacak ve gerçekleştirecektir. Yeni bir anayasa konusunda da bizim Millet İttifakı’nın ortaklaştığı bir alandır. Nedir yeni bir anayasa? Bugüne kadar anayasalar vesayet altında yapıldı. Dolayısıyla belki de ilk kez Millet İttifakı Muharrem Bey’in cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte oturup yeni bir anayasayı yapacak. Güçlü bir demokratik parlamenter sistem ve yeni bir anayasayı hayata geçireceğiz.

 

Tam sözünüzü kestim. Dün akşam İYİ Parti’den yapılan resmî bir açıklamada, mutabakat metninde iyileştirilmiş parlamenter sistem vurgusunun olmasının sorumlusunun kendileri olmadığını söylediler.

 

Kılıçdaroğlu: Olabilir. Ama metni okuduğunuz zaman, bütün o ayrıntılarda bir demokratik parlamenter sistemden söz edildiğini üç aşağı beş yukarı hepimiz görüyoruz zaten. Orada yargı bağımsızlığı var, ilkeler var. Bunlar olur, bir kavram geçmemiş olabilir, orada önemli değil. Ama önemli olan can ve mal güvenliğini sağlayacak olan yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı ilkesinin ayrıntılarıyla vurgulanmış olmasıdır.

 

Peki, demin Muharrem Bey’in cumhurbaşkanlığında dediniz. Anketler dolaşıyor, çok dolaşıyor, siz de görüyorsunuzdur, siz de yaptırıyorsunuzdur.

 

Kılıçdaroğlu: Biz yaptırmıyoruz, görüyoruz.

 

Yaptırmıyorsunuz.

 

Kılıçdaroğlu: Çünkü o kadar çok anket yayınlanıyor ki yapmaya gerek yok. Nasılsa herkes bir anket yayınlıyor.

 

Peki ikinci tura kalacağına eminsiniz.

 

Kılıçdaroğlu: Öyle görünüyor. Bütün anketler üç aşağı beş yukarı ikinci tura kalacağını söylüyor cumhurbaşkanlığının.

 

Peki burada sizin için Muharrem İnce’nin eşiği nedir, başarı eşiği? Çünkü sizin bir oy oranınız var parti olarak.

 

Kılıçdaroğlu: Tabii, Muharrem Bey’in başarı eşiği elbette ki ona cumhurbaşkanlığı yolunu açacak olan ikinci turda, yüzde 51’in üzerinde bir oy almış olmasıdır. Bu bizim hepimizin ortak arzusudur ve ortak çabasıdır. Bu bağlamda hepimiz çalışmak zorundayız; yani CHP’liler olarak, demokrasiye inanan insanlar olarak, medyanın özgürlüğünü savunan, yoksulluk hâlâ giderilmedi, o yoksulluğu ortadan kaldıracak olan politikaları üretecek olan bir anlayışa toplumun geniş kesimlerinin destek vermesi lazım. Bugün soğan 6 lirayı buldu, 7-7,5 lirayı bulacak bu gidişle. Soğan ithal eden bir ülke hâline geldik. Vatandaş sandığa giderken bütün bunları düşünmeli. Muharrem Bey başarılı bir performans izliyor, geniş kitleleri etkiliyor. Güzel bir şey. Dolayısıyla bunun sandığa yansıması ve sandıktan arzu ettiğimiz sonucu almak elbette ki büyük bir başarının ilk hamlesi olacaktır.

 

Burada tabii kilit soru şu: Diyelim ki ilk turda İYİ Parti’ye, Saadet Partisi’ne ve HDP’ye, çünkü Erdoğan’ın seçilmemesi için CHP ve diğer adayların toplamının yüzde 50 artı 1 yapması gerekiyor. Dolayısıyla da ikinci turda buradan alması gerekiyor. Ama burada hassas bir denge var. Hem İYİ Parti seçmenini, Saadet Partisi’ni… Ya da şöyle söyleyelim, ilk turda Meral Akşener’e, Temel Karamollaoğlu’na ve Selahattin Demirtaş’a oy vermiş seçmenin hepsini birden, hatta belki ilk turda Erdoğan’a oy vermiş seçmenin de bir kısmını birden alabilmek on beş günde, bu nasıl bir strateji gerektirir sizce?

 

Kılıçdaroğlu: Çalışmak. Zaten eşit olmayan koşullarda bir seçim yapılıyor. Bakıldığı zaman hükümette olanlar devletin bütün imkânlarını kullanıyorlar. Valisini, kaymakamını, parasını, uçağını, her şeyini kullanıyorlar. Diğer siyasî parti liderleri eşit olmayan koşullarda gidiyorlar. Vatandaş da bunun farkında. Ve sandığa gittikleri zaman vatandaşlara ısrarla düşünerek gidin diyorum. Size hesap verecek olan kimse ona oy verin diyorum. Millet İttifakı’nın temel amacı bu ülkeye demokrasiyi getirmektir. Çocuklarınızın güzel bir Türkiye’de yaşamasını, huzur içinde yaşamasını istiyorsanız, baskı olmasın bu ülkede diyorsanız, herkesin din, vicdan, söz, düşünme özgürlüğü olsun diyorsanız gideceksiniz, Millet İttifakı orada duruyor zaten. İnandığınız partiye oy verebilirsiniz. Ama bunun altında yatan özgün düşüncemiz evet, birinci turda herkes istediği partiye oy verebilir, ama cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldığı takdirde, o zaman hepimiz ikinci tura kalan arkadaşa destek vermeliyiz. Bu siyaseten ahlakın gerektirdiği de bir davranış olmak zorundadır. Çünkü Meral Hanım’a veya Temel Bey’e veya Selahattin Bey’e veya Doğu Bey’e oy veren vatandaşlarımız ikinci tura kaldığında Erdoğan’ın tavrı belli zaten. Dünyadaki görüntüsü de belli. Demokrasiyi içine sindiremeyen, baskıcı bir anlayış. Hatta böyle yeri göğü pankartlarla, afişlerle donatıyor. Üstelik bunu devletin bütün imkânlarıyla yapıyor. Belediyeler onun mitingine bedava insanları taşıyorlar, Suriyelileri taşıyorlar, gelin orada kalabalık yapın vs. diye. Bunlar halkın gözünden kaçmıyor aslında. Bir de Erdoğan toplumu çok yordu ve ayrıştırdı. İnsanlar bir araya gelip konuşmak istiyorlar. Ülkenin huzura ihtiyacı var. Birlikte yaşamaya ihtiyacı var. Kavgadan uzak durmak istiyor insanlar. Peki kavga ortamını, gerilim ortamını yaratan kim? Erdoğan ve ekibi. Ondan özenle kaçınmak gerekiyor. Ben bunları söylerken AK Partilileri aslında suçlamıyorum dikkat ederseniz. Ülkeyi yönetenleri suçluyorum. O nedenle AK Partili kardeşlerimin de sandığa giderken düşünmesi lazım, yeter artık bu kadar demesi lazım. 2 trilyon 94 milyar dolar para harcayacaksın. Kimin parasını? Milletin parasını harcayacaksın ve bunun hesabını vermeyeceksin. Eğer hesabı verilmeden yine gidip Erdoğan’a oy veriliyorsa, açık ve net söylüyorum, harama ortak oluyorlar. Kimse harama ortak olmamalı.

 

Anladığım kadarıyla siz HDP’nin barajı aşacağını düşünüyorsunuz.

 

Kılıçdaroğlu: Bütün anketler HDP’nin barajı aşacağını gösteriyor.

 

Geçen gün Süleyman Soylu sizin seçmene hitaben bir çıkış yaptı biliyorsunuz.

 

Kılıçdaroğlu: Yoo, bilmiyorum.

 

Bilmiyor musunuz?

 

Kılıçdaroğlu: Hayır.

 

“Kendi partinize oy verin, niye HDP’ye oy veriyorsunuz?” HDP de barajı aşsın diye bazı CHP’lilerde HDP’ye oy verme eğilimi mi var? Onlara yönelik bir…

 

Kılıçdaroğlu: Hayır. Süleyman Soylu ciddiye alınması gereken bir insan değil. O benimle ilgili de bir sürü böyle haksız, ahlâkdışı bazı demeçlerde bulundu. Kendisi hakkında tazminat davası açtım. Ama beş paralık tazminat davası açtım. Çünkü değeri beş para. Beş paralık adamlara milyonluk tazminat davası açılmaz, beş paralık dava açılır — ki kendisinin hangi pozisyonda olduğunu ve bizim kendisini nasıl gördüğümüzü iyi bilsin diye.

 

Peki HDP’nin önümüzdeki dönemde, 24 Haziran sonrası dönemde Türkiye’deki dışlanmışlık hâli sona erebilecek mi? Yani bir anlamda izole edildi. Çok sayıda milletvekili, eş başkanları başta olmak üzere hapse atıldı ve bir nevi sistemin dışına itilmek istendi. Büyük ölçüde başarıldı. Önümüzdeki dönemde tekrardan bir entegrasyon…

 

Kılıçdaroğlu: Yasal süreç içinde, yasalara uygun olarak, hukuka uygun olarak seçime giren, savcılıktan seçime gireceğine dair bir engel olmadığı açıklanan, belgesi verilen her siyasî parti mensubuna saygı duymamız lazım — eğer hukuka, insan haklarına saygı duyuyorsak. Saygı duymamız gerekiyor. HDP de o bağlamda bir siyasal parti. Meşru bir zeminde siyaset yapıyor. Sayın Demirtaş’ın tutuklanması ve hapse atılması bir demokrasi ayıbıdır. Onu da açık yüreklilikle ifade edeyim. Neden? Savcılığa gitti, müracaat etti, iyi hal kâğıdı aldı, suçu yoktur dedi, cumhurbaşkanı adayı olabilir dedi. E diploması da var, üniversite diploması. Onu da ibraz etti. O zaman niye Sayın Demirtaş hapiste, hangi gerekçeyle hapiste? O da çıkmalı dışarıya. O da rahatlıkla propagandasını, mitingini yapmalı. Milletvekillerinin tutuklanması doğru değil. Bu milli iradeye saygısızlıktır aynı zamanda. Şimdi bu kişi genel müdür olsa, bir müsteşar olsa, gözaltı, tutuklama haydi bir noktaya kadar anlarsınız. Ama bu milletin oylarıyla seçildi geldi. Parlamento’da milli iradeyi temsil edecek. Kendisine oy veren kitleleri temsil edecek ve Parlamento’da konuşacak. Siz, konuşma hakkını elinden alıyorsunuz. Söz söyleme hakkını elinden alıyorsunuz. Yani hapishanede bir yasaya göre seçim propagandası yapması için konuşmasını da hapishanede yapıyor. Şimdi siz dünyaya nasıl demokrasi mesajı vereceksiniz?

 

Anadolu Ajansı onu şey diye verdi, bilmiyorsunuz belki: “Demokrasi tarihinde dünyada ilk”.

 

Kılıçdaroğlu: E doğru.

 

Ama bunu bir şey olarak verdiler, Türkiye’nin bir övüncü olarak.

 

Kılıçdaroğlu: Övüncü olarak verdi. Aslında duyulması, Türkiye’nin bir ayıbı olarak, bütün dünya öyle algılıyor zaten. Bir cumhurbaşkanı adayı hapiste. Hangi gerekçeyle, niye hapiste? Çıkması lazım dışarıya, propagandasını yapması lazım. Korkuyorlar.

 

O da zaten en son şey yazmıştı New York Times’ta yayınlanan bir yazısında, “Benim dışarıda olmam durumunda Erdoğan’ın seçilme ihtimalinin azalacağını herkes biliyor” diye söylemişti.

 

Kılıçdaroğlu: Doğru söylüyor. Dolayısıyla en başta Erdoğan’ın isyan etmesi lazımdı. “Bir cumhurbaşkanı adayı tutuklanamaz. Bir cumhurbaşkanı adayı eşit koşullarda yarışmalıdır. Hep beraber eşit koşullarda yarışmalıyız. Onun da dışarıda olması lazım,” demesi lazımdı; ama kendi talimatıyla içeride olduğu için, yargı da o talimata uyduğu için, Türkiye’de bağımsız yargı olmadığı için, hâkim karar verirken gözünün ucuyla saraya bakıyor, acaba nasıl oradan telkinler gelecek. O telkinleri de getiren sarayın avukatları. Avukatlar yargı üzerinde büyük baskılar kuruyorlar. O avukatların içinden bazıları savcıya seslenip odasında, bana şu kül tablasını verir misin, sigaranın külünü dökeceğim diyor ve savcı kalkıp kül tablasını getirip avukatın önüne koyuyor. Devletin kaymakamı AK Parti milletvekili adayının mikrofonunu tutuyor. Devletin ne kadar yerlerde süründüğünü, devletin saygınlığının ne kadar düştüğünü bu tipik ve basit örnekler aslında gösteriyor.

 

Bir şey sormak istiyorum. Siz Muharrem İnce’nin kazanacağını tabii ki söylüyorsunuz ama, hep dillendirilen bir senaryo da var, kohabitasyon dedikleri. Cumhurbaşkanı bir partiden, Meclis çoğunluğu rakip partilerden ya da ittifak. Böyle bir ihtimalin ortaya çıkması durumunda, diyelim ki Muharrem İnce cumhurbaşkanı, Cumhur İttifakı Meclis çoğunluğu ya da tersi. Bu Türkiye için kaotik bir durum mu olur, yoksa tam tersine, belki bir tür…

 

Kılıçdaroğlu: 25 Haziran’da güzel bir sabaha uyanacağız.

 

Yani böyle bir şey de olmayacak, üzerine konuşmaya gerek yok.

 

Kılıçdaroğlu: Çoğunluğu alacak Türkiye Parlamento’da. Millet İttifakı çoğunluğu alacaktır.

 

Millet İttifakı artı HDP mi, Millet İttifakı tek başına mı?

 

Kılıçdaroğlu: Tabii Millet İttifakı, bizim düşüncemiz o. Tabii HDP de olabilir, Vatan Partisi de olabilir, diğer partiler var, onlar da olabilir. Sonuçta demokrasiden yana olan, demokrasiyi savunanlar, güçler ayrılığı ilkesini savunanlar, düşünceyi ifade özgürlüğünü savunanlar Parlamento’da çoğunluğu alacaklar. Muharrem Bey de cumhurbaşkanı olacak, uyum içinde çalışacaklar. Herhangi bir sorun da büyük ölçüde çıkmayacak.

 

Bu dönemin bence en ilginç yönlerinden birisi Saadet Partisi’yle CHP’nin ve sizle Temel Bey’in yakınlaşması oldu. Bu bazılarının aklına zamanındaki Ecevit-Erbakan’ı da getirmedi değil açıkçası. Bu bir zorunluluktan mı oldu, doğal bir şey mi? Nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Kılıçdaroğlu: Zorunluluktan değil, inandığımız ortak değerlerden oldu. Geçmişte Ecevit iktidarı döneminde Ecevit ve Erbakan’In işbirliği yapmaları, beraber çalışmaları, Kıbrıs sorununu temelden ve köklü olarak çözmeleri. Bakın ondan sonra kimsenin burnu bile kanamadı. Eskiden karayoluyla hacca gitmek yasaktı. Ecevit-Erbakan döneminde karayoluyla hacca gidilmesinin yolu açıldı. Bütün bunların hepsi yapıldı. Topluma güven verildi bir anlamda. Birliktelik sağlandı. Şimdi aynı tablo bizim özel bir birlikteliğimiz yok zaten, onu da ifade edeyim. Şöyle bir propaganda yapıyorlar: Efendim Saadet Partisi’ne verilen her oy CHP’ye verilmiştir. O yüzde 10 barajının olduğu dönemlerde yüzde 10’u aşmazsa ister Saadet Partisi, ister ÖDP, ister Vatan Partisi, kime oy verirseniz verin, onlar milletvekili çıkaramıyorlar. 9,99 oy alsanız dahi çıkaramıyorlar. O oyları en çok oyu alan parti götürüyordu. Şimdi o yok. Baraj sıfır. Dolayısıyla baraj sıfır olduğu için Saadet Partisi’ne verilen her oy Saadet’in, İYİ Parti’ye verilen her oy İYİ Parti’nin. CHP’ye verilen her oy da CHP’nin.

 

Bir de ayrıca sizin CHP listelerinde Saadet Partisi’ne bazı tanıdığınız kontenjanlar da oldu.

 

Kılıçdaroğlu: Onu şöyle ifade edebilirim: Onu Saadet Partisi’nin kontenjanı olarak tanımlamak doğru değil. Ama yine demokrasiye inanan insanlar, mesela Cihangir Bey vardı Adalet Yürüyüşü’nde. Hep birlikte olduk. Cihangir Bey aynı zamanda bütün aşamalarda, sağlığımı kontrol etti. Ayaklarımda oluşan yaralara müdahale etti. Dolayısıyla özel bir dostluğumuz oluştu. O da hak, hukuk ve adalet diyor. Ben de hak, hukuk ve adalet diyorum. Birbirimizi geçmişte çok yabancıymışız gibi görüyorduk. Ama yan yana gelip konuştuğumuz zaman hiç de yabancı olmadığımızı, aynı değerleri savunduğumuzu gördük. Dolayısıyla onun CHP listelerinde milletvekili olarak görülmesi kadar doğal bir şey olamaz.

 

Peki burada İYİ Parti’den çok az bahsettik. Bu seçimin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bu kadar acele yapılmasının nedenlerinden birisinin de İYİ Parti’nin örgütlenmesi, kurumsallaşması olduğunu, yani onu bir aceleye getirmek olduğu tezine katılıyor musunuz?

 

Kılıçdaroğlu: Olabilir. Nitekim İYİ Parti’yi seçime sokmamak için bir sürü dümen çevirdiler, kumpas kurdular. Ama bozduk o kumpası. Bizim rakibimiz olan bir partiye 15 milletvekilini göndererek onların Parlamento’da grup kurmalarını ve dolayısıyla YSK’nın bunlar seçime giremezler kararı alamamasına yol açtık.

 

Şeyden eminsiniz değil mi, o 15 milletvekili olmasaydı giremeyeceklerdi.

 

Kılıçdaroğlu: Kesinlikle giremeyeceklerdi. Zaten yarı yarıyaydı girmez diye. Bir üye İstanbul’daydı, o üye eğer yetişebilseydi, girmezler, giremezler kararı çıkacaktı. Biz o olayı bozduk. Dolayısıyla demokrasiye sahip çıktık. Bir rakibimizin siyaset dışı kalmasını doğru bulmadık. Bakın benzer bir olay Erdoğan olayıdır.

 

Zamanındaki.

 

Kılıçdaroğlu: 2002’de Erdoğan milletvekili seçilemedi, seçilme hakkı yoktu; yüzde 34,5 oy alan bir partinin genel başkanı Meclis’te olmalıdır dedik ve anayasa değişikliğine destek verdik.

 

Ama o zaman da…

 

Kılıçdaroğlu: Bugün aynı Erdoğan, o Erdoğan bugünkü Erdoğan değil. O günkü Erdoğan mütevazı, mütevazı bir evde oturan, gelip Keçiören’de oturan, milletvekili lojmanlarını satan bir Erdoğan’dı. Bugünkü Erdoğan, saraylarda oturan, herkese hükmetmeye çalışan diktatör havasında. Arada dağlar kadar fark var. Dolayısıyla sandığa giderken de bütün bu ayrıntıların AK Partili kardeşlerim tarafından dikkate alınması lazım.

 

Bitirirken bir ortak dostumuzdan bahsedelim, Enis Berberoğlu. Şimdi birinci sıradan aday, kesin seçiliyor. Ama tutuklu. Enes şimdi seçilir seçilmez çıkacak mı?

 

Kılıçdaroğlu: Normalde hukuk işlerse elbette. Yargıtay’da dava, dolayısıyla Yargıtay’ın ilgili mahkemesinin süratle bir karar alması lazım. Dokunulmazlığı olduğu nedeniyle kendisinin var olan davalarının dokunulmazlık görevinin sona erdiği tarihten yani 4 yıl veya 5 yıl veya 3 yıl, ne zaman sürerse yeni seçimler, o seçimlere kadar devam etmesi yani ertelenmesi gerektiğini söyleyecektir. Bu arada tabii AK Parti isterse yeniden Enis Bey’in dokunulmazlığıyla ilgili dosyayı tekrar getirebilir, tekrar Parlamento’da oylayabilir. Dolayısıyla o konuda öyle bir…

 

Ama artık herhalde bir daha şey olma imkânı yok herhalde, değil mi?

 

Kılıçdaroğlu: Efendim, zaten Ruşen Bey, boşuna yatıyor içeride, hiçbir günahı yok ki. Bir kişinin arzusu üzerine yatıyor aslında, düşünebiliyor musunuz? Müebbet cezası aldı. Anayasa Mahkemesi’nin kararı var, Yargıtay’ın kararı var, üst mahkemenin kararı var, değiştirilen hâkimler var. Yani zorla içeride tutmak için her türlü şey yapılıyor. Ve bazı namuslu hâkimler gerçekten büyük bir vicdan azabı içinde oturup karar veriyorlar. Sağlıklı bir yapı yok zaten, sağlıklı bir yapı yok. Şuna benziyor yani: 33 ere, hatırlarsınız herhalde, kışladan niye çıktınız diye yedi kez müebbet hapis verdiler. Oysa ere ceza vermenize gerek yok, çünkü er bir komutanın emrini yerine getiriyor. Ceza verecekseniz, bu cezayı komutana vermeniz lazım. Bunların askerliğin ne olduğundan da haberleri yok. Askerlikte ast üstün emrini tartışamaz. Yoktur böyle bir yetkisi. Bu sadece bizim ordumuzda değil, bütün ordularda böyle. Sivil bürokraside aşağıdaki şube müdürü gider, daire başkanıyla tartışabilir. Bu yanlıştır, bu karar böyle olmaz diyebilir. Veya bir daire başkanı bakanla, başbakanla tartışabilir, bu böyle olmaz diyebilir, bunun şu eksiklikleri var diyebilir. Ama askerde verilen emre herkes uymak zorundadır. Bunu tartışamazsınız, tartışma yetkiniz yoktur zaten. Tartıştığınız andan itibaren suç işlemiş olursunuz. Ama gelin bakın bugünkü yargıya, telkinle, baskıyla karar verme sürecine giriyor ve karar veriyorlar. Bu toplum vicdanını rahatsız ediyor ve adalet duygumuzu törpülüyor. Adaletin olmadığını gösteriyor. O nedenle zaten toplumun en büyük beklentisi adalet. Buraya gelirken de kapıda bir esnaf söyledi.

 

Komşumuz evet.

 

Kılıçdaroğlu: “Adaleti getirmezseniz eğer, en çok biz size karşı duracağız” diye. Bu esnaf, üstü başı yağ içinde olan bir esnaf. Ve bizden adalet sözü istiyor, adaleti vaat edin diyor. Bunu yapmazsanız, şu anlama geliyor, size oyumuzu vereceğiz, ama yapmazsanız en çok biz karşınızda duracağız diye. Haklı tabii yani, bu talep çok ciddi bir talep.

 

Kemal Bey, çok teşekkür ediyorum; ama bitirirken arkadaşlara rica ediyorum, Medyascope çalışanları gelsinler, onlar da izleyicilerimizle Kemal Bey’le beraber birlikte size teşekkür edelim. Yayını kesmiyoruz, arkadaşlar gelin. Bayağı bir varız herhalde.

 

Kılıçdaroğlu: İstanbul sen de şöyle gel.

 

Hadi çocuklar. Başka varsa, evet.

 

Kılıçdaroğlu: Ayrı ve güzel bir dünya, özgür bir dünyadayız..

 

Evet, ve bağımsızız, inşallah. Bu da bizim Işın’ın oğlu oluyor.

 

Kılıçdaroğlu: Şu anda görüntü daha da güzelleşti.

 

Evet. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na çok teşekkür ediyoruz, güzel bir sohbet oldu. Böyle bir yerde bizim bağımsız ve özgür gazetecilik çabamıza katkıda bulunduğu için kendisine çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de çok teşekkürler, iyi günler.

 

 

 

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.