Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Saadet Partisi neden hüsrana uğradı?

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Saadet Partisi Millet İttifakı içerisinde yüzde 1,34 oy olabildi, Temel Karamollaoğlu ise cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 0,89 –diyelim ki yüzde 0,9– oy alabildi. Temel Karamollaoğlu’nun oyu 450 bin civarında; SP’nin oyu da 600 bin civarında. Bu büyük bir başarısızlık. Şöyle baktığımızda, 2002’de ilk girdiği seçimde yüzde 2,5 civarında bir oy almış SP, daha sonra 2007’de 2,34 –tabii burada Erbakan’ın hayatta olduğunu biliyoruz–, Haziran 2011’de yüzde 1,27 — yani düşüş sürüyor. 7 Haziran 2015’te yüzde 2 oy alıyor. Orada Büyük Birlik Partisi’yle ittifak söz konusuydu, 1 Kasım 2015’te yüzde 0,68 — bu SP’nin aldığı en düşük oy. 24 Haziran’da 1 Kasım’ın iki katı oy almış durumda, ama bu hiçbir anlamı yok. 1,34 SP için gerçekten büyük bir başarısızlık — beklentiler çok yüksekti.
Riskli bir şey yaptı SP; AKP’nin karşısında yer aldı, CHP’yle beraber bir ittifakta yer aldı. İlk konuşulduğu gibi sadece İYİ Parti ve Demokrat Parti’yle olsaydı, durum belki biraz daha değişik olabilirdi, ama CHP’yle birlikte aynı ittifakta yer aldığı için AKP’liler tarafından ihanetle suçlandı, bütün imkânlarını kullandırdılar SP’yi etkisizleştirmek için ve özellikle de büyük medyada SP’nin görülmemesi için. Onun dışında ; devlet yardımı da alamayan bir parti olarak SP, taraftarlarının fedakârlarıyla belli bir yere gelebiliyor, ama daha ötesine gidemiyor — bunu gördük. Bu oran, gelecek için hiçbir vaat içermiyor, SP tabii ki kapanacak bir parti değil, kapısına kilit vurmayacaktır, ancak motivasyonun çok düştüğünü söylemek hiç yanıltıcı olmaz. Önümüzdeki yerel seçimlere de yine girecektir, ama hiçbir iddiası olacağını sanmıyorum.

Söylem sorunu

Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın seçimden kısa bir süre önce kendisinin ayrı bir parti kuracağını söylediğini biliyoruz; herhalde o hazırlıklarını daha da hızlandırmıştır, SP’nin bu yaşadığı hüsranın üzerine ona alternatif bir partiyle Erbakan adını orada yaşatmak isteyecektir — bunu görebiliyoruz. Peki ne oldu da SP, bu kadar kötü bir sonuç elde etti? Bunun birçok nedeni var; bir tanesi başta değindiğimiz gibi AKP’nin karşı propagandası, önünü kapatması ve SP’yle beraber hareket edenleri dışlaması, dışlayacağını söylemesi. Bunun belli bir etkisi olduğu muhakkak, ama onun ötesinde SP’nin söylem anlamında bir sorunu var, dil anlamında bir sorunu var.
Bu seçimlerde sahip çıktığı, Temel Karamollaoğlu’yla beraber öne çıkarttığı yumuşak üslûp, daha sola yakın üslûp, demokrasi vurgusunun, adalet vurgusunun, eşitlik vurgusunun çok fazla öne çıktığı bu üslûp, aslında Milli Görüş Hareketi’yle birebir örtüşen bir üslûp değildi. Gelinen noktada SP, Temel Karamollaoğlu liderliğinde ve belli ki birtakım genç isimlerin katkılarıyla dilini daha solda, daha özgürlükçü bir şekilde yeniledi. Bu, muhalefet cenahında bir ilgi uyandırırken, belli ki geleneksel tabanında tam tersine bir irkilmeye, rahatsızlığa yol açmış — bu anlaşılıyor.
Eğer SP burada ısrar ederse geçmişinden iyice kopabilir; o zaman da Milli Görüş’ün devamı iddiasından iyice uzaklaşacaktır. Böyle bir garip bir durumla karşı karşıya SP. Mesela “adil düzen”, Erbakan’ın Milli Görüş’le özdeşleşmiş en meşhur sloganıdır. Bunun tarifi vardı belki ; ama “adil düzen” diye bir slogan yapılmadı, dile getirilmedi, Erbakan’ın en çok öne çıkan hususu olan dış dünyaya bakış konusundaki perspektifini de bu seçimde görmedik. Yani SP’nin, tartışmasız bir şekilde Milli Görüş’ün devamı olarak; kadrolar anlamında baktığımızda, eski kadrolar, yaşlı kadrolar orada olduğu için Milli Görüş’ün devamı tanımlamasını hak ederken, söylem olarak aslında Milli Görüş’ün söyleminden epey bir uzaklaşmış olduğunu görüyoruz. Bu uzaklaşmayı şahsen ben olumlu buluyorum ; ancak belli ki tabanında çok da fazla böyle bir olumlu bakış olmamış.

İmkan yetersizliği

Bir diğer husus tabii ki imkânsızlık meselesi. Artık Türkiye’de seçimler, bir zamanlar 80’li, 90’lı yıllarda Refah Partisi’nin yapabildiği kadar fedakârlıklarla tek başına götürebilecek bir şey olmaktan çıktı; çok geniş ekonomik imkânlar gerektiriyor ve bu ekonomik imkânları bulma konusunda da insanların, daha doğrusu partilerin bir iddiası olması gerekiyor; yoksa küçük partilere kimse doğru dürüst maddi yardım sunmuyor, küçük partiler aynı zamanda devlet imkânlarından da, Hazine yardımından da yararlanamıyor. Dolayısıyla SP gerçekten imkânsızlıklar içerisinde bir kampanya yürütmeye çalıştı diyebiliriz.
Karşılaştıracak olursak, bir Muharrem İnce’nin kampanyası başlı başına –yani AKP’yi saymıyorum tabii; AKP devletin imkânlarıyla da beraber çok büyük paralar harcıyor, ama muhalefet cenahına baktığımız zaman– bir Muharrem İnce’nin kampanyasında harcanan paranın herhalde onda birini harcayabilmişlerdir SP’liler. Tabii burada muhalefetin içerisinde, Millet İttifakı içerisinde yepyeni bir parti olan –diyelim ki SP 30 küsur yıllık bir hareket, 69’da milâdını alırsak neredeyse 50 yıllık bir hareket– ama altı aylık bir parti olan İYİ Parti yüzde 10 civarında oy alabildi. Burada da aslında onu görüyoruz: İYİ Parti nasıl oldu da aldı? Aynı imkânsızlıklar onda da vardı; aynı AKP tarafından dışlanma, medyaya ulaşımının engellenmesi onda da vardı. Ama İYİ Parti ve Meral Akşener bir şey diyordu ya da bir şeyi değiştirebilme iddiası vardı. SP’nin belli ki böyle bir iddiası olamadı, varsa da bu insanların çok fazla ilgisini çekmedi.

AKP’den MHP’ye oy kayması

Bir diğer husus, Saadet Partisi’nin oy alabileceği yer esas olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’ydi. AKP’de umduğunu bulamamış, artık bu sefer AKP’ye oy vermek istemeyen, hatta onu cezalandırmak isteyen kesimlerin oyuna talipti öncelikle. Ama baktık ki bu seçimlerde AKP’den kaçan oylar büyük ölçüde MHP’ye gitmiş. Bunu rakamlarla, karşılaştırmalı tablolarda, birçok yerde görmek mümkün. Karadeniz’de, İç Anadolu’da, özellikle Doğu Anadolu’da AKP’nin oylarında azalma ve MHP’nin oylarında yükselme var. Dolayısıyla AKP’den duyulan memnuniyetsizlik, İslamcı bir arayışa yol açmamış –Saadet Partisi gibi–, tam tersine milliyetçi bir arayışa yol açmış — MHP gibi. Dolayısıyla burada Saadet Partisi’nin de kendi tabanında ya da komşu tabandaki mahalledeki trendleri tam olarak okuyamama var. Okuduysa da, diyelim ki milliyetçiliğin yükselişte olduğunu görüyor olsa da, buna eklemlenmek istememesi var. Bu kendi tercihleri de olabilir.
Ama sonuçta baktığımız zaman bu tercih, bu ısrar –bir taraftan İslamî bir duruşta ısrar, diğer taraftan demokrasi vurgusunda ısrar–, çoğulculuk iddiası oy getirmiyor. Bunu çok açık bir şekilde gördük. Saadet Partisi bu kampanya boyunca ekonomik, sosyal konularda çok fazla bir şey söylemedi. Söylediyse bile bunlar geride kaldı. Daha çok politik açılımlar yaptı. Politik duruşunu sergiledi ve AKP’yle kendi arasındaki farkı, demokrasi, adalet gibi kavramlar üzerinden tanımlamaya çalıştı. Bu seçim sonuçları bize gösteriyor ki en azından bu cenahta, AKP tabanındaki kesimlerde, bu tür önermelerin, bu tür karşı çıkışların çok fazla bir değeri yok.

SP’nin başarısızlığı AKP’nin başarısına kapı açtı

Saadet Partisi’nin başarısızlığı tek başına Saadet Partisi’nin başarısızlığı olmadı. Aynı zamanda seçimin kaderini değiştirdi. Çünkü bu partiye atfedilen oy oranlarını ve Temel Karamollaoğlu’na atfedilen oy oranlarını yakalayabilmiş olsalardı, cumhurbaşkanlığı seçimleri pekâlâ ikinci tura kalabilirdi. Yani Temel Karamollaoğlu yüzde 3-5 gibi telaffuz edilen rakamları yakalamış olsaydı, Tayyip Erdoğan’ın yüzde 52’si gerçekleşmezdi. Öte yandan aynı şekilde genel seçimlerde de, milletvekili seçimlerinde de benzer bir şekilde Saadet Partisi yüzde 3, yüzde 5, o rakamlara ulaşabilmiş olsaydı, aynı şekilde Cumhur İttifakı Meclis çoğunluğunu sağlayamayabilirdi.
Ama şu aşamada baktığımız zaman, Saadet Partisi’nin Meclis’e sokabildiği sadece iki milletvekili var. Onlar da Saadet Partisi listelerinden değil, CHP listelerinden Saadet Partisi’ne tanınan kontenjanla girdi. Aslında üçtü. Bunlardan Prof. Emre Bağce, kazandığı ilan edilen seçimi yurtdışından gelen oylarla birlikte kaybetti. 3’ten 2’ye düştü. 2 milletvekiliyle Meclis’te temsil edilecek. Henüz bu milletvekilleri daha mazbatalarını almadılar. Henüz CHP milletvekili olarak biliniyorlar. Daha sonra ne yapacaklar, onu şu anda söylemek mümkün değil. Muhtemelen Saadet Partisi’ne geçip orada muhalefetle beraber hareket edeceklerdir. Böyle varsaymamız gerekiyor. Ama 2 milletvekili gerçekten hiç anlamlı bir rakam değil.
Dolayısıyla Saadet Partisi’nin önümüzdeki dönemde Türkiye’de 2002’den beri başlayan sönüşünün devam edeceğini öngörmek mümkün. Bu aynı zamanda Türkiye’de Milli Görüş döneminin, Milli Görüş hareketinin sönmesi anlamına gelecek. AKP her ne kadar belli anlamlarda Milli Görüş’ün devamı olarak kabul edilse de –çünkü AKP’nin içerisinde hâlâ bu hareketten gelen, MSP olmasa bile Refah Partisi’nden, Fazilet Partisi’nden geçmiş olan çok sayıda kadro var, ki başlarında da Erdoğan’ın kendisi var–, ama AKP özellikle son dönemde, son birkaç yıldır yaşadığı dilini milliyetçileştirme çizgisini sürdürdüğü ölçüde, Milli Görüş çizgisinden de uzaklaşmış oluyor. Dolayısıyla 24 Haziran seçimleri Milli Görüş hareketinin belki de son anlamlı seçimlerinden birisi olarak tarihe geçmişe benziyor. Buradan artık silkinip yeni bir ufuk açabilmesi gerçekten mucize olur. İmkânsız değil, ama gerçekten çok çok zor.

AKP’nin çözülmesi kaçınılmaz

Eğer Saadet Partisi belli bir oy oranını yakalayabilmiş olsaydı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin orta ve uzun vadede, hatta belki de yakın vadede yaşayabileceği bir çözülmeden ilk olarak istifade edecek parti olabilirdi. Böyle bir imkân olabilirdi. Böyle bir yatırım olmuş olabilirdi 24 Haziran seçimleri. Ama bu başarısızlık bunu da mümkün kılmıyor. Bana göre AKP’nin çözülmesi kaçınılmaz; ancak bundan istifade edecek parti, şu günün verileriyle baktığımız zaman Saadet Partisi olarak gözükmüyor. Belki MHP, belki bir ölçüde İYİ Parti, az da olsa CHP ya da yepyeni ortaya çıkabilecek olan, İslamî iddialı birtakım oluşumlar. Ama Saadet Partisi şu hâliyle herhangi bir istikbal vaat eden bir parti olarak gündemimizde değil. Onun seçim dönemindeki olumlu çıkışlarına, olumlu değişikliklerine anlam yükleyerek bunun Türkiye’de belli bir oy artışına da tekabül etmesi gerektiğini düşündüğümüz için de, Türkiye’deki seçmenin, özellikle sağ seçmenin demokrasi konusundaki, özgürlükler konusundaki kayıtsız tutumunu okumamış olarak, biz de bu anlamda tarihe geçmiş olduk — ben ve benim gibi kişiler. Hâlâ bunca yalandan sonra, ülkenin tarihinden sonra, hâlâ Türkiye’de Türk sağının demokrasiyle kurduğu o garip ve genellikle menfi ilişkiyi tam olarak görmüyoruz. Belki de görmek istemiyoruz, böyle de bir hata yapıyoruz.
Bu da bize ders olsun diyelim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.