Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Hani Erdoğan krizdeydi?”

Yayına hazırlayanlar: Gamze Elvan & Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. 24 Haziran seçimlerinden bu yana bir hafta oldu. Ve Türkiye, yeni Türkiye, yepyeni Türkiye şekillenmekte. Meclis açılacak, yeminler edilecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha doğrusu Başkan Erdoğan, yardımcılarını ve kabinesini saptayacak. Kararnamelerle yeni devlet yapılanması şekillenecek vs.. Yepyeni bir döneme girmiş durumdayız. Ve Türkiye’yi neler bekliyor? Bu konuda şu anda pek konuşulmuyor. Ama en çok dile getirilen, yerel seçimlerin de siyasî iktidar tarafından erken bir tarihe alınacağı. Hatta Kasım ayında yapılacağı yolunda da rivayetler var. Ben burada seçim öncesinde vurgulamış olduğum, altını ısrarla çizmiş olduğum bir temayı tekrar hatırlatmak ve onun üzerinden seçim sonrası bu konuyu ele almak istiyorum. Bu da Erdoğan’ın krizi ya da Reis’in krizi ve ona bağlı olarak da reisçiliğin krizi olarak tarif ettiğim olay. Seçim öncesinde, seçim daha ilan edilmeden önce başladığım, yaptığım analizlerin birçoğunun ana omurgasını bu oluşturuyordu. Seçim sonuçlarıyla beraber bu görüşümden vazgeçmiş değilim.
Zaten bugünkü yayının başlığını, tırnak içinde “Hani Erdoğan krizdeydi?” diye seçmemin nedeni de bu. Seçimden sonra, seçim sonuçlarının ışığında birçok kişiden bu eleştiriyi aldım. Tabii ki insanlar bunu söylemekte haklılar. Sonuçta Erdoğan kazandı. İlk turda kazandı. Meclis’te de çoğunluğu ele geçirdi. Yani ne Meclis çoğunluğunu muhalefet kazanabildi ne de seçimleri ikinci tura bırakabildi. Dolayısıyla Erdoğan’ın bir başarısı söz konusu. Bu açık bir şekilde ortada duruyor. Ama bu başarı hiçbir zaman krizini çözdüğü anlamına gelmiyor bence. Tam tersine, bu başarının analizine baktığımız zaman krizin öğelerini çok ciddi bir şekilde görüyoruz. Öncelikle aldığı oyun net bir şekilde düştüğünü görüyoruz ve bu oyların da büyük ölçüde MHP’ye gitmiş olduğunu görüyoruz. Kısmen İYİ Parti’ye, ama büyük ölçüde MHP’ye gitmiş olduğunu görüyoruz. Bu AKP’nin ideolojik krizini bize gösteriyor bence.
Bu ideolojik kriz nedir? Siyasal İslam’ın iflasından sonra, belli bir aşamadan sonra, AKP, daha doğrusu Erdoğan dilini alabildiğine milliyetçileştirdi. Yani o klasik milliyetçi-muhafazakâr ikileminde muhafazakârlığın yerine milliyetçiliği öne çıkardı. O milliyetçiliği öne çıkardığı ölçüde de milliyetçiliğin gerçek sahibi olduğunu bildiğimiz MHP ve kısmen ondan kopmuş olan İYİ Parti bundan istifade etti. Bu seçim sonuçları Erdoğan’ın ideolojik krizinin sürdüğünü gösteriyor bize. Baktığımız zaman; zaten bu partinin ve Erdoğan’ın bir ideolojik yörüngesinin büyük ölçüde kalmadığını görüyoruz. Bunun da en büyük nedeni, Erdoğan’ın özellikle Gezi’yle beraber temel olarak var kalmayı, iktidarını korumayı ve uzatmayı hedeflediğini görüyoruz. Daha önceki süreçlerde Erdoğan’ın lideri olduğu AK Parti iktidarının, özellikle Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemlerde temel perspektifi, Türkiye’ye birtakım hedefler koymaktı. İyi kötü bu hedefleri gerçekleştirme yolundaki performansıydı önemli olan. Ama Gezi’de itibaren, ardından yaşanan Fethullahçılarla savaşla beraber, Erdoğan’ın temel dürtüsünün, temel motivasyonunun var kalmak, varlığını korumak olduğunu düşünüyorum. Bu devam ediyor.

Erdoğan krizinin farkında

Bugün Abdülkadir Selvi’nin yazısına baktığınız zaman, Erdoğan’a atfen birtakım sözler var. Tırnak içerisine konmuş sözler bunlar. Erdoğan, “Partiyle ilgili sorunlar çok önemli, kongrede partimizi yeniden yapılandırmalıyız” diyor. Bu da benim Erdoğan’ın krizinin ikinci ayağı olarak gösterdiğim örgütsel sorun. Yani ideolojik bir sorun var, bir de örgütsel sorun var. Israrla altını çizdiğim, AK Parti’nin artık bir verenler değil, fedakârlar değil; alanlar, yani istifade edenler, devletin nimetlerinden faydalananlar hareketine dönüştüğü tespitini sürekli vurguladım. Ve bu anlamda da Saadet Partisi’yle aralarındaki en büyük farkın bu olduğunu söyledim. Sonuç olarak Saadet Partisi’nin hüsranla ayrılıp AKP’nin yine oyları azalsa da iktidarını koruyabilmiş olması, tabii ki bir realite olarak önümüzde duruyor. Ama bu realitede şunu görüyoruz: Eğer AKP, Erdoğan verememeye başlarsa, özellikle ekonomik anlamda, sosyal yardımlarda, şurada burada bir krize girerse –ki böyle bir ihtimalin olduğu zaman zaman dile getiriliyor–, o zaman oradan kopuşlar olacaktır.
Bunun için partiyi yeniden yapılandırmak, yeni kongre –kongrenin tarihini de 18 Ağustos olarak veriyorlar–, yeni kongreyle beraber bunu yeniden yapılandırmak ve örgütsel krizini çözmek istiyor. Ama bence bu çözülebilir bir kriz değil. Tabii ki birtakım rötuşlar yapacak. Tabii ki birtakım isimlendirmeler yapacak. Birtakım isimleri kaldıracak, yerine yenileri koyacak. Ama artık AKP’nin bu örgütsel krizi böyle rötuşlarla, düzenlemelerle çözülebilecek bir kriz değil. Ama burada özel olarak şunu vurgulamak istiyorum: Erdoğan bu krizi görüyor. Erdoğan bu krizi görüyor ve çözmek istiyor. Ama birçok insan, özellikle muhalefette yer alan bazı insanlar, seçim sonuçlarına bakarak AKP içerisindeki ve Erdoğan hareketindeki bu krizlerle çok fazla ilgilenmiyorlar.

MHP ile koalisyonun getirileri ve götürüleri

Bir diğer husus tabii ki politik kriz. İdeolojik krizle çok iç içe geçen bir kriz bu. Bunu da seçim sonuçları bize gösterdi. Artık AKP tek başına iktidar değil. Yanına muhakkak bir partner, koalisyon ortağı bulmak durumunda. Bu koalisyon ortağı şu anda MHP. 7 Haziran’dan itibaren aslında fiilen hayata geçmiş olan bir ittifaktı bu. Ve koalisyona dönüştü. MHP çok açık birtakım pozisyonlar alıyor. Seçimin öncesinde ve sonrasında Bahçeli’nin ve Bahçeli’ye yakın kişilerin verdikleri mesajlar bunu bize gösteriyor. Her ne kadar AKP’yi ve Erdoğan’ı incitmeme konusunda belli bir özen gösterseler de, kendi bağımsızlıklarını ve iktidar üzerindeki söz haklarını özel olarak vurguluyorlar. Bunu çok açık bir şekilde görüyoruz. Bu herhalde zamanla daha da açık hâle gelecektir. Dolayısıyla şu anda AKP ve Erdoğan seçimden galip çıkmış olmakla beraber, bu galibiyeti MHP’ye borçlular. Bu başlı başına politik bir krizi bize gösteriyor zaten.
Bir diğer husus da tabii ki, MHP’yle beraber koalisyon oluşturmak iktidarı getirdi, ama bunun götürüleri de başlayacak. Özellikle Batı’yla ilişkiler konusunda — ki yine Selvi’nin bugünkü yazısında bu konuda bayağı bir niyetlerin olduğu söyleniyor. İlişkilerin iyileştirilmesinin düşünüldüğü söyleniyor. Ama MHP’yle birlikte kurulan bu koalisyonla beraber Batı’yla ilişkilerin yenilenmesi, tazelenmesi, yeniden inşa edilmesi, iyileştirilmesi çok kolay olmayacaktır. Bu noktada bugün özellikle sosyal medyada kendini gösteren, AKP’nin İYİ Parti’ye yönelik açılım iddiası, daha doğrusu Erdoğan’ın Meral Akşener’e cumhurbaşkanlığı yardımcılığı teklif ettiği iddiası var — ki bu iddia İYİ Parti sözcülüğü tarafından açık bir şekilde yalanlandı. Ama yine de akıllarda tutmak gerekiyor. Çünkü AKP’nin MHP yerine İYİ Parti’yle birlikte yol alması, özellikle dış dünyaya kurulacak ilişkiler ve bir ölçüde de içeride, iç kamuoyuna yönelik ilişkiler anlamında daha kolay olacaktır. Bunu öteden beri zaten dile getiriyordum; MHP içerisindeki saflaşmada AKP’nin esas tercihinin Akşener’den yana olmasının daha rasyonel olduğunu iddia ettim — onu izleyenler bilir.

AKP-İYİ Parti yakınlaşması mümkün mü?

Bu saatten sonra bu olur mu? Tabii ki zor gözüküyor; çünkü MHP’yle girilmiş yol var, bayağı bir kat edilmiş bir yol var. Eğer İYİ Parti’yle bir yakınlaşma söz konusu olacaksa MHP’nin bunu kabul etmesi çok realist olmaz; imkânsız değil, ama büyük bir ihtimalle burada sorun çıkar ve ikisinden birini tercih etmek zorunda kalır. Her neyse, böyle bir iddia var, bu iddiayı yok kabul edelim ve AKP’nin MHP’yle kurduğu koalisyonun ülkeyi bir beş yıl daha götüreceğini veri alalım. Bu, Erdoğan’ın ideolojik, politik ve örgütsel krizi sürdüğü müddetçe özellikle AKP açısından çok sancılı olacaktır; onun krizinin derinleşmesinden görüldüğü kadarıyla en çok MHP istifade edecek. Seçim öncesinde görmediğimiz, ben dahil birçok yorumcunun görmediğimiz husus buydu; ama bunu gören kişi Erdoğan’ın kendisiydi. Kadri Gürsel’in de bir yazısında belirttiği gibi, Erdoğan’ın birkaç kere tekrarladığı o “münafık” tespiti, aslında buymuş. Yani ne demişti Erdoğan? “Bazıları cumhurbaşkanlığı seçiminde bana oy vereceklermiş, ama AKP’ye oy vermeyecekmiş; bu münafıklıktır” demişti. Seçim sonuçlarına baktığımızda bunu gördük. Gerçekten AKP’nin aldığı oyla Erdoğan’ın aldığı oy arasında bayağı ciddi bir makas var ve bu farkı MHP dolduruyor. Yani Erdoğan’a oy verip AKP’ye oy vermeyen insanlar, MHP’ye oy vermişler, bu gözüküyor. Dolayısıyla bu siyasî krizi Erdoğan görmüştü, birçok kamuoyu araştırmacısının ve analiz yapan kişinin görmediğini Erdoğan biliyordu. Dolayısıyla kendi krizini en iyi bilen kişi herhalde Erdoğan — örgütsel krizini, politik krizini. En az bilense tabii ki muhalefet. Muhalefet hâlâ nelerle uğraşıyor görüyoruz. Muharrem İnce’nin Ayşe Arman’a pazar günü verdiği röportaj –çok fazla konuşmak istemiyorum ama– gerçekten CHP’nin işinin önümüzdeki dönemde Kılıçdaroğlu’yla ya da Muharrem İnce’yle farketmez, ikisinden birisiyle gitmesi halinde hiç de kolay olmayacağını gösteriyor.

Muhalefetin krizi daha derin

Zaten burada şöyle bir olayla karşı karşıya kalıyoruz: Siyasî iktidarın bir krizi var, iktidarı tekelinde toplama iddiasındaki Erdoğan’ın bir krizi var; ama muhalefetin krizi çok daha büyük, çok daha derin. Dolayısıyla muhalefetin krizi böyle olduğu zaman iktidar ve iktidarı elinde tutanlar, ömürlerini uzatabiliyorlar. Muhalefet krizini çözemediği müddetçe, iktidar ne kadar krizde olursa olsun yoluna devam edebiliyor. Muhalefetin kendi krizini çözebilmesinin bence anahtarı, karşı tarafın iktidarın krizini görmesi, anlaması ve burada ortaya çıkan açıkları değerlendirmeye çalışması — ki Muharrem İnce’nin seçim kampanyası sırasında yapmadığı en büyük şey buydu; iktidarın krizinin, Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinden kaynaklandığını düşünerek oradan yürüdü ve kaybetti, net bir şekilde kaybetti; kazandığını söylüyor ama kaybetti. Halbuki bu kriz, söylediğim ideolojik, politik ve örgütsel alanlardaydı, bunları çözme yeteneğinin giderek azalmasıydı, bunun da doğrudan ekonomiyle çok ciddi bağlantısı vardı. Buralardan gitmek yerine başka yerlerden polemikler üzerinden vs. giderek, kriz içerisindeki iktidarın ömrünü uzatmasına yardımcı oldu. Dolayısıyla, daha derin krizdeki muhalefetin beceriksizliği bize siyasî iktidarın ve onun en tepesindeki Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı krizi görmekten uzak tutmamalı; ama onun kriz halinde olması tek başına bir anlam ifade etmiyor.
Türkiye’nin bu krizi iktidara yönelik etkili bir muhalefete çevirebilecek şahıslar, hareketler, partilere ihtiyacı var; ama şu haliyle görüldüğü kadarıyla Türkiye bundan epey uzakta. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte yine iktidarın içerisindeki birtakım tartışmalara ve birtakım yer değiştirmelere bakarak geçeceğiz ve uzaktan seyredeceğiz muhalefetin bu sürece müdahil olabileceğine dair bir işaret bile yok. Şimdiden yapılan açıklamalar “Yerel seçime hazırız” açıklaması — ki aynı açıklama, biliyorsunuz, erken seçim kararı alındığı zaman da yapılmıştı, hiç de hazır olunmadığı görülmüştü. Adil Seçim Platformu denen olay başlı başına bunun örneğidir; hiçbir şeye hazırlıklı olunmadığı orada görüldü, insanların umutlarına, beklentilerine, hayallerine çok ciddi bir darbe indirdi muhalefetin temsilcileri, özellikle Millet İttifakı adı verilen yapının temsilcileri, özellikle de CHP ve İYİ Parti. İYİ Parti’nin şu anda muhalefet bloku içerisinde yer alıp yer almadığı bile tartışmalı. Aslında tartışmalı olan bir diğer husus da Türkiye’de bir muhalefet bloku olup olmadığı. Sonuçta böyle olunca, muhalefetin krizinin seçim sonuçlarıyla birlikte daha da derinleşmesi gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuz zaman, Erdoğan’ın yaşadığı kriz öğelerini görmek, göstermek, lüks kaçabiliyor; ama onların ısrarla altını çizmeye devam etmek lazım, Erdoğan uzun bir süredir artık ideolojik, politik ve örgütsel olarak çok ciddi bir tıkanıklık içerisinde, bu tıkanıklığını muhalefetin zaafıyla örtüyor olabilir, ama belli bir an geldikten sonra bu zaaf pekâlâ ortadan kalkabilir, o zaman bu kriz Erdoğan’ın iktidarını sonlandıracaktır. Bu, 24 Haziran’da olmadı, olacağı da pek yoktu — özellikle bunu vurguladığımı düşünüyorum değişik yayınlarda.
Yönetenlerin yönetemez olması tek başına iktidarlarını kaybedecekleri sonucunu getirmiyor, muhalefettekilerin Türkiye’yi yönetebilecekleri iddiasını ikna edici bir şekilde dile getirmeleri gerekiyor; 24 Haziran’da böyle bir ikna faaliyeti bile görmedik. Yani bir faaliyet vardı da ikna edemediler değil; burada AKP seçmenine ve MHP seçmenine yönelik olarak aşağılayıcı tanımlamalardan ziyade, muhalefetin kendisinin ikna yolunda ciddi bir çabaya girişmemesini vurgulamak lazım. Dolayısıyla burada esas eleştirilmesi gereken, suçlanması gereken muhalefetin kendisidir.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.