Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İnce mi, Kılıçdaroğlu mu?

Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün aslında bambaşka bir konu hakkında konuşmak istiyordum, Türkiye’deki kutuplaşma ve bu kutuplaşmanın nasıl aşılabileceği konusunda bir şeyler söylemek istiyordum. Ancak Muharrem İnce yine gündemimizi değiştirdi — biz gazetecilerin, en azından benimkini değiştirdi. Neler yaşandığını kısaca hatırlayacak olursak: Dün akşam Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce, eşleriyle beraber baş başa, yaklaşık üç saat süren bir yemek yemişler ve hiçbir açıklama yapmadılar.
Sabah biz burada Meydascope’ta arkadaşlarla haber toplantısında bu konuyu konuştuğumuzda, baş başa yenilen bu yemekten bir haber çıkamayacağını, haberin kendisinin yemek yenmesi olduğunu, ama tarafların isterlerse bir şeyler sızdırabileceklerini konuştuk. Daha sonra sızdırma falan değil, Muharrem İnce kendisi Meclis’e gitmiş ve orada Yalova milletvekilinin rozetini takarken, bir nevi devir teslim töreni düzenliyor CHP Yalova milletvekiliyle; orada gazetecilere akşam yemekte neler konuştuklarının bir kısmından bahsediyor. Tabii çok çarpıcı bir şey söylüyor. Kılıçdaroğlu’na yemekte, “Kurultay toplayalım. Ben genel başkan olayım, sen de –ya da siz de, artık herhalde sen diye konuşuyordur– onursal genel başkan ol” diyor. Kendi aktarımına göre de Kılıçdaroğlu bu konuda herhangi bir cevap vermiyor. Bunun hemen ardından Kılıçdaroğlu’na atfen, bu yapılan açıklamanın nezaketsizlik olduğu yolunda bir açıklama geldi. Bu doğrudan Kılıçdaroğlu’nun ağzından yapılmış bir açıklama değil; ama belli ki parti içerisinde görevlendirilmiş birileri, bu konuda medyaya Kılıçdaroğlu’nun rahatsızlığını iletmişler.

İnce CHP genel başkanlığını hak ettiğini düşünüyor

Burada ne oluyor? Burada aslında şaşırtmayan bir şey oluyor. Muharrem İnce CHP genel başkanlığını hak ettiğini düşünüyor. Daha önce iki kere kongrede denediği, kurultayda denediği CHP genel başkanlığını 24 Haziran sonrasında hak ettiğini düşünüyor ve bunu bir şekilde, en kestirme yol olan genel başkanın rızasıyla, var olan genel başkanın, Kılıçdaroğlu’nun rızasıyla yapmak istiyor. Ama anladığım kadarıyla böyle bir rıza göstermiyor Kılıçdaroğlu, göstereceğe de bence pek benzemiyor. Bugün eğer bir anket olsa, seçim olsa, CHP’ye oy vermiş kişiler içinde seçim olsa, iki seçenek konulsa, herhalde açık ara Muharrem İnce CHP’ye genel başkan olur. Ama CHP’de delegelerle yapılacak olan bir seçimde, son kurultayda da gördüğümüz gibi, Kılıçdaroğlu’nun ağırlığı yüksek. Ama bu delege dengeleri 24 Haziran sonrasında değişmiş de olabilir. Pekâlâ Kılıçdaroğlu’na daha önce oy vermiş olan bazı delegeler olağanüstü bir kurultay olması durumunda Muharrem İnce’ye doğru kayabilirler.
Bir diğer husus da çarşamba günü, yani yarın, Muharrem İnce o sözünü ettiği Türkiye turuna Erzurum’dan başlıyor. Ve bu turda da anladığım kadarıyla bu delege dengesini değiştirmeyi de bir şekilde hesaplıyor.

Üçüncü bir isim ihtiyacı

Seçimin hemen ardından bu konuları konuşmuştuk. Kendi görüşlerimi dile getirmiştim. Ve orada da Muharrem İnce’nin daha ağır basmakla beraber CHP için en doğru yolun, bana göre üçüncü bir isim olduğunu söylemiştim; üçüncü bir isim, ama kim olduğu konusunda herhangi bir fikrim yok, bu konudaki görüşümde ısrarlıyım. Şu anda CHP’yi Muharrem İnce’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok ileriye götürme ihtimali bence yok. Kılıçdaroğlu’nun neden böyle olduğu ortada artık: Girdiği seçimlerde elde ettiği sonuçlar. Muharrem İnce’nin neden böyle olduğu konusunda da, 24 Haziran sonuçları bence.
Kendisi bunu bir başarı olarak gösteriyor; ama bence başarısızlık, çok büyük bir fırsatı kaçırmış bir CHP cumhurbaşkanı adayı olarak tarihe geçecek benim gözümde. Büyük bir çoğunluk –ve tabii başta kendisi olmak üzere– CHP’nin oylarını artırdığı iddiasıyla bunun büyük bir başarı olduğunu söylüyor. Burada ısrar ediyorlar. Bence tam tersine bir başarısızlık yaşadı. Ve bu başarısızlık göstere göstere geldi. Seçim sürecinde, kampanya sürecinde bir yanlışta ısrar etti. Elinin altındaki doğrulara itibar etmedi. Bu konuları çok öne çıkarmadı, az da olsa gelen eleştirilere itibar etmedi ve kendi bildiği gibi gitti. Ne ekip gösterdi, ne polemiklerden kaçındı, ne de Millet İttifakı’yla beraber fotoğraf verdi, birlikte hareket etti. Hatta ilk gün yaptığı gibi, diğer cumhurbaşkanı adaylarıyla da Edirne’deki görüntünün dışında bir daha bir araya gelmedi. “Tek tabanca” diyelim, “tek tabanca” olarak gitti. Yani Erdoğan’ın Türkiye’ye dayattığı o tek adam rejiminin kendisini değil Erdoğan’ı sorguladı ve kendisini Erdoğan’ın alternatifi, daha iyi tek adam olarak sundu ve başaramadı. Başarması da galiba mümkün değilmiş. Bunu iyice görüyoruz.
Bu işin bir kısmı. Ama diğer kısmı da 24 Haziran’dan bugüne yaşananlara baktığımız zaman da Muharrem İnce’nin Türkiye’nin şu içine düştüğü zorlu süreçte ana muhalefet partisini ayağa kaldırabilecek bir kişi olduğu görüşüne ben açıkçası katılamıyorum. Bana daha çok Deniz Baykal’ı çağrıştırıyor Muharrem İnce. Deniz Baykal’ın da iyi bildiği birtakım şeyler vardı, ama Türkiye’de aktif siyasette etkili bir ana muhalefet lideri olamamıştı. Benzer bir durumu Kemal Kılıçdaroğlu ilk yıllarında Deniz Baykal’ı büyük ölçüde izleyerek, Erdoğan’la kişisel polemiklere girerek heder etti. Daha sonra bu yanlıştan dönmeye başladığı zaman, artık belki de biraz geç kalmıştı, hayli geç kalmıştı. Tam sonucunu belki de 24 Haziran öncesinde alabilecekken, Muharrem İnce faktörüyle beraber CHP tekrar Deniz Baykal’lı yıllara doğru gitmek üzere bana göre.

Buradan bir şey çıkmaz

Buradan ne çıkar? Buradan bence hiçbir şey çıkmaz. Bu gidişten… şu anda Türkiye’de, bu sabahın gündemi enflasyon. Enflasyonun yüzde 15’i aşması, daha da aşacağa benzemesi. Ekonomiden anlayan CHP’li isimler de kemer sıkma politikaları geliyor diye uyarılarda bulunuyorlar. Ama hatırlayacaksınız, 24 Haziran süresince bunları gündem hâline getiren bir CHP kampanyası, Muharrem İnce kampanyası görmedik. Ve bugün de bunları konuşmak yerine partide “Kim gelirse ne olur?”u konuşmak durumundayız — CHP’de tabii. Burada CHP’nin bu hâliyle yine o klasik bildiğimiz kurultaylar, olağanüstü kurultaylar, hizipler, delegeler vs., bu sarmalın içerisinde yuvarlanacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla CHP kendi yarasıyla uğraşmaktan ve yarasını sarmak yerine daha da genişletmekten Türkiye’nin yaralarına çözüm önermek fırsatını yine bir kere daha yakalayamayacağa benziyor. Bir diğer taraftan, 24 Haziran’ın en pozitif yönü olarak gözüken, muhalefette kurulan ittifakın da 24 Haziran’ın ertesinde, hatta belki de 24 Haziran’a gelmeden, ama esas olarak daha açık bir şekilde ertesinde fiilen ortadan kalkmış olması. Şu anda Millet İttifakı diye bir şey yok. Belki hâlâ birileri var olduğunu sanıyordur, ama yok. İYİ Parti tamamen kendini çekmiş durumda. Diğerleriyle yan yana gözükmüyor. Aslında daha önce, 24 Haziran’a kadarki süreçte de yan yana gözükme olmamıştı. Bunun kimden nasıl kaynaklandığı meselesi de ayrı bir husus. Ve şu anda böyle bir muhalefet bloku da yok ve muhalefetin en azından bir parçasının iktidara doğru yanaşma ihtimali çok ciddi bir şekilde var.
Böyle bir durumda, işlerin daha da katlandığı durumda, sorunların daha da büyüdüğü durumda, iyice çaresizliğin olduğu durumda, herhalde CHP’nin yapması gereken son şey, “Partinin başına kim geçsin?” olacaktır; ama CHP’nin yaptığı ilk şey, tabii ki Muharrem İnce’nin burada inisiyatif almasıyla beraber, “Partinin başına kim geçsin”? Aslında “Partinin başına kim geçsin?” de değil, “Partinin başına ben geçeyim” olayına dönüşmüş durumda. Açık söyleyeyim bu beni çok fazla şaşırtmıyor; çünkü Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı kampanyasını ben esas olarak cumhurbaşkanlığı kampanyasından ziyade CHP genel başkan adaylığı kampanyası olarak gördüm, bunu böyle söylemek o tarihlerde biraz zordu; çünkü üzerimizde çok büyük bir mahalle baskısı vardı, buna herkes tanık olmuştur. Muharrem İnce’nin yarattığı rüzgârla beraber insanlar hiçbir şeye, en ufak bir eleştiriye bile tahammül edemiyorlardı; ama görüldüğü kadarıyla Muharrem İnce bunu, esas olarak CHP liderliğine yatırım olarak yapmış ve muhtemelen de elde edecek ya da elde etme konusunda bayağı bir önü açık gözüküyor.

Kutuplaşmayı aşabilmek

Peki ne yapılabilir? Şunu özel olarak belirteyim: Benim CHP’yle bir alâkam yok, ben bir gazeteciyim, CHP’li olmadım, bu gidişle olacağa da benzemiyor, öyle gözüküyor; ama yedi sülâlesi CHP’li olan birisiyim. Babam en zor dönemlerde –daha önce de bir yayında söylemiştim– Demokrat Parti iktidarında, Hopa’da CHP ilçe başkanlığı yapmış birisidir ve hayata gözlerini yumana kadar, Allah rahmet eylesin, hep CHP’li olarak kalmış ve bildiğim kadarıyla akrabalarımın hemen hemen hepsi, kardeşlerim de dahil CHP’lidir; ama ben CHP’li olmadım, küçük yaştan beri kendini sosyalist solda gören birisiyim, ama tabii ki CHP’ye yönelik hem kişisel bir ilgim, ama esasen gazeteci olarak bir ilgim var.
Benim gördüğüm kadarıyla CHP’nin şu anda yapması gereken mesele, lider meselesinin ötesinde, kutuplaşan bu Türkiye’de kutuplar-üstü siyaseti hayata geçirebilmenin parametrelerini araştırmak, onların üzerinden yürümek olmalı. Kılıçdaroğlu bu noktada birtakım çabalara girmişti ve genellikle de bu çabaları, parti içerisinde kimlik siyaseti öne çıkartan çevreler tarafından çok ciddi bir şekilde eleştirilmişti, engellenmek istenmişti; ama o yine de bu konuda çaba gösterdi, en basitinden Mehmet Bekâroğlu ve Sezgin Tanrıkulu’nun hâlâ CHP’de olmaları, Kılıçdaroğlu’nun bence en önemli artılarından birisidir — başka isimler de var, ama ilk aklıma gelen isimler olarak bunu söylemek istiyorum. En sonunda da, özellikle Saadet Partisi’yle beraber, Temel Karamollaoğlu’yla beraber Millet İttifakı’nı kotarabilmiş olması da çok önemli bir artıydı. En büyük eksilerin birisi –tabii çok eksisi var, ama o tarihte de köşe yazarken bunu çok ciddi bir şekilde, Vatan gazetesinde defalarca yazmıştım– Ekmeleddin İhsanoğlu olayıydı. Orada MHP’yle kurdukları çatı adayı meselesi, aslında birçok şeyin, CHP için birçok kötülüğün startı anlamına geliyordu.

İnce’nin üslubu

Şu anda CHP’nin böyle bir şansı var mı? Bence böyle bir şansı yok. Şu haliyle liderlik meselesine tekrar girmiş olan CHP’de, Kılıçdaroğlu da kalsa, İnce de gelse, CHP’nin ne kendi yaralarını sarmaya ne de ülkenin sorunlarına çare üretmeye imkânı var. Muharrem İnce, retorik bakımından meydan okuyan birisi olarak hep bir çıkış yakalayabilir, belli bir sempati yakalayabilir; ama 24 Haziran gecesinde yaşanan büyük hayal kırıklığını giderebilmesi nasıl mümkün olur? Açıkçası onu bilmiyorum. En son dün attığı 12 tweet de bunu karşılamadı; ama yine de tabii ki Kılıçdaroğlu’ndan daha ileri bir pozisyonda olduğu kesin.
Burada bir notu özellikle düşmek istiyorum — şöyle bir şey vardır: “Bizim insanımız çok dobra konuşanı, bu tür şeyleri sever, Erdoğan’ın sevilmesinin en önemli nedenlerinden birisi de budur” diye söylenen bir şey var; böyle çok dobra, çok net, kesin konuşmak ve böyle alçakgönüllü gözüküp aslında üstten bir dille konuşmak… en son Ayşe Arman röportajında da gördük, aynı üslûp var. “Gazeteciler”in seçim öncesindeki sorularına verdiği cevaplarda da aynı o vardı, öyle bir üslûbu var. Bunun toplum tarafından sevilip sevilmediği meselesi ayrı bir tartışma konusu. Seviliyor olabilir, ama bu bence bir yerden sonra çok fazla anlamlı bir şey değil. Yani herhangi bir ülkede halk oyuna sorsanız neler neler “evet” cevabı alabilir, başta idam cezası olmak üzere.
İllâki büyük çoğunluğun seviyor olması, hoşuna gidiyor olması, bir üslûbun, bir tutumun doğru olduğu anlamına gelmiyor; o ayrı, ama özellikle seçimi kaybettikten sonra, 24 Haziran gecesi kameraların karşısına geçemedikten sonra, yaptığı açıklamalarda değişik şekillerde kimi zaman troll bir yandaşa cevap verirken, kimi zaman Yılmaz Özdil’e kendi deyimiyle laf sokarken kullandığı o “şerefsiz” tanımı, galiba bir tek beni rahatsız etmiyor. Türkiye’yi değiştirme iddiasında olan bir siyasetçinin en azından bu tür üslûplarda daha sakin olması gerekiyor. Biz bu halimizle –ki vereceğimiz hiçbir hesap yok–, izleyicilerimizden ya da okurlarımızdan başka, kendi başımıza insanlar olarak, dilimize, üslûbumuza olabildiğince dikkat etmeye çalışırken, bu tür şeyler açıkçası beni çok rahatsız ediyor.

İşler daha berbat bir hal alıyor

Sonuç olarak CHP’li değilim, ama kendisini solda tanımlayan bir siyasetçiden bahsediyoruz, bu sol adına da iyi bir şey değil. Karşınızdaki insanlar sonuna kadar haksız olmuş olabilir, yanlış olabilir, size iftira atmış olabilir — ki o sözünü ettiği gazeteci, mesela benim hakkımda da çok defalarca iftiralar atmıştı, cevap bile vermeye tenezzül etmedim, böyle bir durumla karşı karşıyayız. Seçim sonrası CHP’nin yaşadığı, aslında muhalefet cenahının yaşadığı bu ruh hali ve bu ruh halinin getirdiği felç olma hali hiç iyiye işaret değil. Umarım, çarşamba günü, yani yarın başlayacak olan Türkiye turunda Muharrem İnce kendi hatalarından ders çıkartarak –tabii hatası olduğunu öncelikle görmesi gerekiyor–, daha yeni bir üslûp, daha yeni birtakım yöntemler benimser ve gerçekten kendisiyle beraber, kendi değişimiyle beraber CHP’yi ve de Türkiye’yi değiştirir. Umarım diyorum, ama realist olarak baktığımız zaman böyle bir beklentim olduğunu açıkçası söyleyemeyeceğim; fakat Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin de artık Türkiye’ye çok fazla hayrı olacağını açıkçası sanmıyorum.
Burada CHP yeni bir formülü çıkartabilir mi? Kılıçdaroğlu çıkartabilir mi? CHP tabanı çıkartabilir mi? Türkiye’nin şu anki ortamında bu da çok fazla mümkün gibi gözükmüyor, dolayısıyla işler her geçen gün daha da kötü, berbat bir hal alıyor diye karamsar bir finalle noktalayayım.
Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.