Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Devletin 15 Temmuzu, halkın 15 Temmuzu

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba iyi günler, iyi haftalar. Dün 15 Temmuz’du, ikinci yılıydı darbe girişiminin ve devletin bu olayı bayağı ciddi bir şekilde merkezine alan birtakım etkinliklere tanık olduk. İki yıl içerisinde neler yaşandı, bundan sonra neler yaşanabilir? Bu konuda bazı düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Öncelikle şunu vurgulamak isterim: İlk andan itibaren, ilk şok atlatıldıktan sonra, ülkeyi yönetenler –başta Cumhurbaşkanı Erdoğan– bu büyük krizi bir fırsata dönüştürmek istediler ve bunda da büyük ölçüde başarılı oldular. 15 Temmuz darbe girişimi, AKP iktidarına ama esas olarak Erdoğan iktidarına çok yeni bir meşruiyet sağladı ve aslında ideolojik olarak ve politik olarak ciddi bir kriz yaşayan Erdoğan, bunun üzerinden 15 Temmuz darbe girişimi ve buradan hareketle de “FETÖ tehdidi” olarak adlandırdıkları olayı kendi ideolojik politik boşluklarını doldurmak için kullandılar.

Mağduriyetler ve mahrumiyetler

Geçen iki yıl içerisine baktığımız zaman, 15 Temmuz’un ve FETÖ’nün bayağı bir gündemi meşgul ettiğini görüyoruz. Beğenilmeyen kişiler FETÖ’yle irtibatlandırıldı ya da 15 Temmuz’la irtibatlandırıldı. Olayla hiç alâkası olmayan kişiler, normal olarak Fethullah Gülen ve onun hareketiyle hiçbir alâkası olmayan ama iktidarın da hoşlanmadığı kişiler bu bahaneyle değişik yerlerden tasfiye edildiler, önlerine engeller çıkarıldı, hapsedildiler, mağdur edildiler. Çok ilginç bir iki yıl yaşadık; aynı zamanda çok yoğun ve sert bir iki yıl yaşadık. On binlerce kişi işinden oldu, özgürlüğünden oldu, yurtdışına çıkması yasaklandı, mallarından oldu… Böyle bir dönem yaşadık ve bunların hepsinin 15 Temmuz’un birinci derecede sorumlusu olduğu kesinlikle söylenemez. Burada, baktığımız zaman değişik katmanlar var: 1) doğrudan 15 Temmuz’la alâkası olma ihtimali yüksek olan kişiler. Bunların davaları teker teker sonuçlanıyor ve çok ağır cezalar alıyorlar. İkincisi bu darbeyi tezgâhlayanlarla şu ya da bu şekilde ilişkisi olan, gönül bağı olan kişiler. Bunların içerisinde hapis yatanlar olduğu gibi, daha çok işinden olanlar oldu, yurtdışına çıkış yasağı konanlar oldu, bazıları gizlice yurtdışına gittiler, bazıları giderken yolda hayatını kaybettiler. Bu anlamda, özellikle Anadolu’da binlerce kişi, FETÖ’yle irtibatlı olma iddiasıyla –ki ByLock uygulaması kullanma bunun delillerinden birisi olarak gösterildi– birçok haklarından mahrum edildiler, kimi durumda özgürlükleri kimi durumda malları ellerinden alındı.

FETÖ bahanesiyle muhalifleri tasfiye

Bir diğer aşama da doğrudan bağı olduğu bilinmese de, saptanamasa da, yine de ne olur ne olmaz diye önü tıkanan kişiler oldu. Bunların çok fazla sesini çıkaran kişiler olduğu söylenemez; ama en sonda da bu olayla hiçbir alâkası olmadığı bilinmesine rağmen 15 Temmuz’un yarattığı baskı ortamında, OHAL ortamında cezalandırılanlar… işte, Barış Akademisyenleri’nden tutun da sendikalı öğretmenlere kadar, sola yakın ya da Kürt siyasetine yakın insanların da çok ciddi bir şekilde burada mağdur edildiğini gördük. 15 Temmuz’un yarattığı ortamda her türlü baskının, devlet eliyle her türlü baskı, engel, sınırlama gibi olayın meşrulaştırıldığını gördük. Kararnamelere baktığımız zaman; bu kararnamelerde büyük çoğunluğun FETÖ’yle irtibatta olduğu söylendi, ama hem bunların irtibatlarının kesin olarak kanıtlanmadığını gördük; onun dışında da çok sayıda kişinin FETÖ’yle hiçbir alâkası olmasa da birtakım bahanelerle, gerekçelerle sırf devleti yönetenlerle aynı dalga boyunda olmadıkları için işlerinden edildiğini gördük — böyle bir olay yaşıyoruz. Devlet, 15 Temmuz’u kendini yeniden yapılandırmada kullandı –ki 15 Temmuz’dan sonra başkanlık sistemi için ilk ciddi adımlar atıldı ve sonra da bu inşa edildi– 15 Temmuz’un tam da başkanlık sistemine geçilmesinin hemen ardından yıldönümünün olması da ilginç oldu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan –daha doğrusu Başkan Erdoğan demek daha doğru olabilir– dün akşam bu konuda yine konuşmasını yaptı, 15 Temmuz’un altını çizdi.

Yenikapı Mitingi’nin anlamı

Devletin 15 Temmuz’unun dışında bir de vatandaşın 15 Temmuz’u var. Bunların kimi zaman örtüştüğü anlar var, kimi zaman da ayrıştığı yerler var. Bu ayrışmanın en temel noktası bence şu: Erdoğan, 15 Temmuz’u öyle bir devlet söylemi haline getirdi ki, kendisine oy vermeyen kişileri, 15 Temmuz’a karşı olmayan ya da 15 Temmuz’a karşı mücadele etmemiş kişileri, 15 Temmuz’u doğrudan ya da dolayı olarak destekleyen kişiler olarak göstermesi oldu — bunu öteden beri yapıyor. Belli bir aşamadan sonra, ilk Yenikapı Mitingi’ne Kılıçdaroğlu’nun katılmasının kısa bir süre sonrasından itibaren bunu yaptı. O zaman Kılıçdaroğlu’nun o mitinge katılıp katılmaması bayağı bir tartışılmıştı. O tartışmanın ardından dönüp baktığımızda, Kılıçdaroğlu’nun katılmasının aslında devletin 15 Temmuz konusundaki izlediği yeni stratejiyi kolaylaştırmaktan başka pek bir işe yaramadığı söylenebilir. Yenikapı Mitingi’nin özelliği HDP’nin davet edilmemesiydi, HDP’nin davet edilmemesine rağmen CHP’nin katılmış olması, Erdoğan’ın daha sonra 15 Temmuz’u tamamen kendi tekeline almasını engellemedi. Her ne kadar dün Kemal Kılıçdaroğlu yine 15 Temmuz konusunda çok duygusal açıklamalar yapmış olsa da, AKP destekçileri, Erdoğan destekçileri 15 Temmuz’la CHP’yi bile irtibatlandırma konusunda bayağı ısrarlılar, bunu vurgulamak lazım.

Otoriter rejimin bahanesi

Sonuçta devletin 15 Temmuz’u, Erdoğan’ın yeni rejiminin 15 Temmuz’uyla tüm toplumun 15 Temmuz’u arasında bayağı bir fark var. Fethullah Gülen yapılanmasının Türkiye’nin başına bela olduğunu düşünen, ona hep karşı durmuş ya da ona hep uzak durmuş; karşı duramasa bile uzak durmuş kişilerin önemli bir kesimi şu anda siyasî iktidar tarafından 15 Temmuz destekçisi olarak görülüyor ya da gösterilmek isteniyor. Böyle bir garip bir durumla karşı karşıyayız. Buna karşılık Fethullahçılara en büyük desteği vermiş, ne istedilerse vermiş, hep onların yanında olmuş, onlara karşı çıkanlara çıkmış, onu Pensilvanya’da defalarca ziyaret etmiş, hep hakkında iyi şeyler söylemiş, hakkında şiirler yazmış vs. bir yığın insan bugün FETÖ avcısı ve dolayısıyla 15 Temmuz kahramanı olarak kendilerini göstermeye çalışıyorlar. Burada çok büyük bir aldatmaca var.
Buradaki sorun öncelikle şu: İki çok büyük fırsat kaçırıldı 15 Temmuz’un ardından; birincisi bugün Yıldıray Oğur’un Karar’daki yazısında da vurguladığı –ki iyi bir yazı; 15 Temmuz konusunda yazılmış ender iyi yazılardan birisi gördüğüm kadarıyla– 15 Temmuz’un ardından Türkiye’nin yeniden çoğulcu demokrasi konusunda yeni bir mutabakat oluşturma imkânı vardı. Fethullahçıların hep birlikte lanetlenmesiyle beraber, geri kalanlar Türkiye’de yeni bir mutabakatı yapabilirdi; böyle bir şey olmadı. Erdoğan çoğunlukçu sistemini dayatmak için 15 Temmuz’u kullandı. Dolayısıyla 15 Temmuz’un ardından çoğulcu demokrasi gelmedi; tam tersine, çoğulculuktan iyice uzaklaşmış, daha baskıcı ve otoriter bir rejimin inşasını 15 Temmuz ve Fethullahçılar sağlamış oldular — birinci husus bu. İkincisi de Fethullahçılık ve benzeri yapılar hakkında kamuoyunun gerçekten bilgi sahibi olması, bu konuda bilinçlenmesi ve bu konuda belli bir mücadele kıvamına getirilmesi imkânı da kaçırıldı. Kimileri diyecektir ki: “Olur mu? Bugün herkes FETÖ düşmanı”; ama bu FETÖ düşmanlığı tamamen konjonktürel bir şey, yarın öbür gün tekrar “Fethullah Gülen iyidir” olsa, birçok kişi “iyidir” diyebilecek halde.

FETÖ’nün kökü kazındı mı?

Burada benim gördüğüm kadarıyla FETÖ düşmanlığı yapanların ezici bir çoğunluğu neye neden karşı olunduğu konusunda çok donanımlı değiller, böyle bir şeye de ihtiyaç duymuyorlar; üstünkörü ve yüzeysel şekillerde bir FETÖ düşmanlığı var. Şimdi de ardından Adnan Hoca meselesi çıktı, şimdi herkes birden Adnan Hoca düşmanı oldu; yarın belki başka bir operasyon olacak, başka bir dinî grup hakkında bir şey olacak, insanlar bu sefer de onun karşıtı olacak; ama burada neye niçin karşı çıkıldığı konusunda çok bir şey yok. Çünkü genellikle şöyle bir şey oluyor: Erdoğan karşı çıkınca, onu takip edenler de karşı çıkıyorlar. Burada Erdoğan, karşı çıkmasının temellerini bir dönem Haşhaşîler vs. diyerek anlatıyordu; artık ondan da vazgeçti. Türkiye’de gerçekten Fethullahçılığın ne olduğu, 40 küsur yıldır Türkiye’de nasıl örgütlendiği vs. konularında çok ciddi bir çalışma yapılmıyor. Devlet bunu teşvik etmiyor, tam tersine, bence bunu engelliyor; çünkü bu yüzleşme, Fethullahçılarla bu yüzleşme yapılırsa, aynı zamanda AKP iktidarının önemli bir dönemiyle de yüzleşmek zorunda kalabilir insanlar — böyle bir fırsatı da gerçekten kaçırmış olduk. Dolayısıyla Fethullahçılar çok büyük darbe yediler ve yemeye devam ediyorlar; ancak Türkiye’de konjonktür köklü bir şekilde değişirse ya da ülkeyi yönetenler tekrar fikir değiştirirse, kaldıkları yerden “Nerede kalmıştık?” diye devam bile edebilirler.
Kökü kazınmış bir olay değil, bunu bazılarının yaptığı gibi sürekli bir FETÖ tehdidi ortaya sürmek için yapmıyorum; çünkü şunu biliyoruz: Bazıları bunu kendilerine bir meslek edindiler, geçim kapısı yaptılar ve onlar şöyle diyor: “FETÖ bitmedi, aksine hâlâ çok güçlü, çok ciddi örgütlü” vs. Onların derdi, FETÖ’yle, Fethullahçılıkla mücadele değil, kendi çarklarının dönmesi. Benim yapmaya çalıştığım biraz daha farklı bir şey. Burada olayın özüne inilmeden yapılan mücadelelerin bu tür yapıları ortadan kaldırmaya imkân sağlamadığı — benim söylemek istediğim bu. Bugün Fethullahçılar temizlenir, yarın bir başka yapı pekâlâ değişik İslamî gruplardan, değişik İslamî iddialı başka yapılar başka kisvelerle pekâlâ ortaya çıkabilir; çünkü Türkiye’de bunun zemini hâlâ var.

15 Temmuz’un İslam’a indirdiği darbe

15 Temmuz’un en önemli sonuçlarından birisi bence Türkiye’de İslam’a, Müslümanlara indirmiş olduğu çok büyük darbedir. Bunun izlerini bugün çok fazla görmek mümkün olmayabilir; her ne kadar “deizm” tartışmasında kısmen söz edildiyse de, bence orta ve uzun vadede 15 Temmuz’un, burada yaşanan AKP-Fethullahçılar savaşının, Türkiye’deki sadece İslamî gruplara değil, İslam inanışına da, dinî her türlü cemaate de, hepsine çok olumsuz etkileri olduğu kanısındayım ve bunu belki bir kuşak sonra çok daha açık bir şekilde göreceğiz. Sonuçta baktığımız zaman, 15 Temmuz’da –ki daha öncesinden başlayan bir süreçti– kendini İslam üzerinden meşrulaştıran iki yapının kıran kırana, ölesiye bir savaşına tanık olduk ve bu savaş hâlâ sürüyor ve bu savaş her tarafa, her iki tarafa ve diğer unsurlara da çok ciddi zararlar verdi; birisi çok daha fazla zarar görmüş olabilir, ama burada esas en ağır yarayı alan İslam ve İslam üzerinden yapılmak istenen siyasî, sosyal, kültürel faaliyetlerdir — bunların artık gençleri eskisi kadar cezbetmemeye başladığını biliyoruz. Önümüzdeki dönemde bunu çok daha açık bir şekilde görebileceğimizi düşünüyorum.
Toparlayacak olursam; devlet 15 Temmuz’u tepe tepe kullanıyor, kullanmaya da devam edecek; ama devlet bunu resmî ideolojinin en ana öğesi yaptığı müddetçe de insanların 15 Temmuz ve darbelere karşı hassasiyeti, duyarlılığı körelecek, böyle bir risk var. Buradan döneceklerini sanmıyorum. Umarım Türkiye’de sivil toplum, 15 Temmuz musibetinden, burada yaşanan kötülüklerden, daha serinkanlı, daha sivil birtakım dersler çıkarır ve 15 Temmuz Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olması için önemli bir mihenk taşı olur. İki yıl içerisinde böyle bir şey olmadı. 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye demokrasi konusunda alabildiğine geriledi ve siyasî iktidar bu gerilemeyi gerçekleştirirken de hep 15 Temmuz’u ve FETÖ’yü kendisine bir bahane olarak kullandı, böyle de sürdürmeye niyetli oldukları anlaşılıyor; bundan rahatsız olanların buna karşı durabilme imkânlarının şu aşamada olamadığını da maalesef diyerek vurgulama isterim.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.