Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Müritleri de cezalandırmak doğru mu?


Yayına hazırlayanlar: Şükran Şençekiçer, Gamze Elvan & Büşra Cebeci

Merhaba, iyi günler. Bugün aslında CHP’yle ilgili bir şeyler konuşmayı düşünüyordum. Malum, olağanüstü kurultay toplama çalışmaları var. Ancak üst üste gelen bazı hususlardan dolayı bu fikrimi değiştirdim. Çünkü CHP’de kurultay olup olmayacağı da zaten henüz belli değil. Yarın daha da netleşecek. Bugün bambaşka bir konuyu ele almak istiyorum. Başlıkta “müritler” dedim, ama “mürit” derken her grup ayrı ayrı tanımlıyor. Mesela kimileri “şakirt” diyor, kimileri “bağlı” diyor, kimileri “takipçi” diyor, kimileri “üye” diyor. Ama “mürit” en kolay anlaşılanı. Özellikle de Türkiye’de dinî yapılara yönelik son dönemde yaşanan operasyonlarda en alt kesimlere de devletin çok ciddi bir şiddet uyguladığını görüyoruz. Bu konuyu ele almak istiyorum. Bu konudaki görüşlerimi dile getirmek istiyorum.
Üst üste birkaç şey geldi bir gün içerisinde. Öncelikle, birazdan bahsedeceğim bir yazı okudum. Eski bir Fethullahçının bir blogda –belli ki yurtdışında yaşıyor– Cemaat’le olan –“the cemaat” diyor kendisi ona–, bu yapılanmayla olan ilişkisini sorgulayan bir yazısı var. Çok ilginç bir yazı. O yazının ardından sabah saatlerinde Adnan Oktar grubuna yönelik operasyonda gözaltına alınanların büyük bir çoğunluğunun, 160’dan fazlasının tutuklandığı haberi geldi. Gerçekten çok çarpıcı. Yani 12 kişi galiba adlî kontrol şartıyla serbest bırakılmış. Onun dışında neredeyse herkesi tutuklamış mahkeme. Bir diğer husus tabii, en dramatik, daha doğrusu trajik olanı, yine Meriç Nehri’ni botla geçmek isteyen bir aile ve ailede bir anne ve çocuğunun kayıp olduğu haberi. Bunlar da belli ki 15 Temmuz sonrasında yapılan operasyonlardan kaçmak, kurtulmak isteyen, Fethullahçılarla ilişkili bir aile olsa gerek. Ama sonuçta anne ve üç çocuğu söz konusu olunca, bunların bir örgüt üyesi falan olmadıkları anlaşılıyor. Ama bu yapıyla bir şekilde devlet tarafından irtibatlandırılmış bir aile söz konusu anladığımız kadarıyla.

Adnan Hocacıların durumu

Baktığımız zaman, devletin son dönemde yaptığı operasyonlarda –Fethullahçılara yönelik operasyonu, Adnan Oktar’a yönelik operasyonu, hatta bir ölçülerde Alparslan Kuytul’a yönelik Adana merkezli Furkan Vakfı’na yönelik operasyonda da– alt kesimlere de bir şekilde devletin müdahale ettiğini görüyoruz. Orada mesela bazı öğrenci evlerinin, Furkan Vakfı’yla alâkalı öğrenci evlerinin boşaltıldığına tanık olmuştuk daha önceki bir süreçte. Ama esas olarak burada tabii ki Fethullahçılar söz konusu olduğunda bu olayla karşılaşıyoruz. Adnan Hoca meselesinde açıkçası biraz tereddütlüyüm. Çünkü bu otuz küsur yıllık bir hareket. Başında ilk doğuşuna gazeteci olarak tanık olmuş birisiyim. 1985 yılı, yani yaklaşık bir 33 yıl, belki de 35 yıllık bir hareket. Bu hareketin içerisine o tarihte çok sayıda genç çocuk girmişti. Ortaokul, lise okuyan çocuklar girmişti. Bazıları ayrıldı, ama kalanlar şu anda 40 sonları, 50’li yaşlarında olsa gerek.
Bunlar herhalde bütün bu süreç içerisinde, otuz küsur yıl içerisinde Adnan Oktar’ın kurduğu bu örgütün, bu yapılanmanın her şeyine hâkim insanlar olsa gerek. Dolayısıyla orada farklı bir durum var. Orada bütün her şey herkesle beraber yapılıyor gibi bir hava var. Tabii ki içerisinde bir hiyerarşi vardır. Adnan Oktar ve en yakınındakiler, alttakiler. Ama benim gördüğüm ve bildiğim kadarıyla Adnan Oktar’ın en ilginç özelliklerinden birisi, bu suç olarak addedilen şeylere bir şekilde herkesi bulaştırmış olması. Dolayısıyla orada şu an savcıların suç olarak tanımladığı birtakım hususlar, kimisi cinsellikle ilgili, küçük çocuklara yönelik cinsel taciz gibi suçlamalar var. Parasal çok suçlama var. Bütün bunlara bir şekilde bulaştırmış olabilir. Dolayısıyla burada Adnan Oktar’ın etrafında alttakiler üsttekiler diye bir ayrım pek kalmamış olabilir. Bunun mahkemede netleşmesini umalım.

Fethullahçı hiyerarşi

Ama Fethullahçılık söz konusu olduğunda böyle değil. Fethullahçılıkta çok ciddi katmanlar var, çok ciddi katı hiyerarşiler var. Onlar zaman içerisinde, özellikle 15 Temmuz’dan sonra çok netleşti. Ben zamanında Fethullahçılığı ikiye ayırmaya kalkmıştım. Bir sivil kanat, bir de sivil olmayan kanat diye. Sivil kanattan kastım, daha çok yasal alanda, okul, dersane gibi yerlerde, medyada, birtakım vakıflarda, sendikalarda çalışanları, kendi kimlikleriyle çalışanlar olduğunu; ama sivil olmayan kanatta da özellikle devlet içerisinde örgütlenmiş yapı ve o yapıyı kontrol eden, doğrudan Fethullah Gülen’e bağlı kadrolar. Böyle bir ikili yapı ve bu ikili yapının iç içe geçmiş olmasının getirdiği sorunlar vardı. Şimdi içeriden yapılan tanıklıklarda bunu çok daha net bir şekilde görüyoruz.
Başta söylediğim yazı, İsa Hafalır’ın yazısı, “The cemaat” başlıklı yazı. Kendisinin de içinde yer aldığı yapıya yönelik bir bakış var. Ve orada “hususî hizmet” diye bir grup ayırıyor. “Hususi hizmet”, benim sivil olmayan kanat olarak adlandırdığım kanat. Doğrudan Gülen’e bağlı, gizli işler çevirenler. Ve iki yıllık bir bilançoyu yaptığı zaman şöyle bir şey söylüyor, bence çok önemli: “Tabanı ibadet, ortası ticaret, tepesi ihanet” diye başlamıştı, ama sonra hepsi FETÖ olup çıktı. Bu benzetme çok ilginç bir benzetme, bunu AKP yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan yapıyordu Fethullahçılığı tanımlarken. “Tabanı ibadet –ve bir anlamda bunu meşru görüyor–, ortası ticaret, tepesi ihanet”. İlk başta böyle bir ayrıştırma çabası vardı. Daha çok tepeye ve ortaya yönelik bir devlet operasyonu vardı; ama bu daha çok 15 Temmuz öncesiydi.
Ama 15 Temmuz sonrasında tamamen tabanı da hedef aldı devlet ve çok büyük bir kıyım yaşandı diyelim. İşlerinden olanlar, özgürlüklerinden olanlar, binlerce kişi, Bank Asya’da parası olandan Fethullahçı derneklere üye olanlara, sendikalara üye olanlara, Fethullahçı yayın organlarına abone olanlara kadar giden binlerce kişinin devlet tarafından doğrudan hedef alındığını gördük. 28 Şubat’ta da benzer bir olay vardı, ama bu kadar acımasız değildi. 28 Şubat’ta da bütün bu İslamî yapıların temeline yönelik bir operasyon yapmak istemişti askerler. Ama başarılı olamamışlardı. Burada, özellikle Fethullahçılık söz konusu olduğunda, bu sefer çok başarılı olduğunu söylemek mümkün. Ama bu başarı nasıl bir sonuca yol açıyor? Çok dramatik sonuçlara yol açıyor. Burada işte, benim bu yayının başında söylediğim, “Müritleri de cezalandırmak doğru mu?” sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz.

Sempatizanlara kredi verme

Uzun bir süre devleti yönetenlerin meşru gördüğü, cesaretlendirdiği, önünü açtığı, öve öve bitiremediği bir yapı söz konusu. Ve bu yapı kendini esas olarak bir “hizmet hareketi” olarak pazarlıyor. Yalan söylüyor, ama böyle pazarlıyor ve birçok kişi de buna inanıyor. Bilerek inanan var, bilmeden inanan var, kananlar var, kanmaya teşne olanlar var, her neyse. Ve ondan sonra birdenbire bu yapıya karşı devlet bütün pozisyonunu değiştiriyor ve bu yapıyla ilişkili herkes birdenbire suçlu konumuna geliyor. Burada işte çok ciddi bir etik bir soru da var. Hukukî bir soru da var. O da bütün bu kişilerin, bütün bu yapılan kötülüklerden sorumlu tutulup tutulamayacağı meselesi. Bu sözünü ettiğim İsa Hafalır’ın yazısında şöyle söyleniyor mesela: “Suç kişiseldir. Kişisel olarak suçu belgelenen cezasını alsın. İktidarın tepesi bile kandırıldık diye aklanabiliyorsa, bu insanlara da kandırılma hakkı verilsin”. Bence anahtar sözcük bu.
Belli bir yerden sonra, belli bir aşamadan sonra, devletin ve sivil toplumun bu kişilere belli bir kredi verebilmesi gerekir. Aksi takdirde tam bir yeni intikam havasıyla bu işler yapılıyorsa, yapılırsa –ki öyle yapılıyor–, yarın öbür gün yeni intikam tohumları da ekilmiş olur ve bu böyle sürüp gider.
Hatırlıyorum, zamanında Hizbullah’a yönelik çok büyük operasyonlar yapıldığı zaman, Gaffar Okkan olayının ardından özellikle, yapıldığı zaman, Hizbullah’ın arşivi ele geçtiği söylenmişti. Ve orada binlerce kişinin özgeçmişi bulunduğu haberleri çıktı — ki doğrulandı bu. Şöyle: O dönem Hüseyin Velioğlu, yasadışı örgüt Hizbullah’ın lideri bütün herkesten bir şekilde özgeçmiş talep ediyor ve bunları arşivliyor, o zamanın iddialarına göre, bayağı güçlü iddialardı bunlar. Ama devletin bu arşivlerde adı geçen herkesi gözaltına alma yoluna gitmediğini biliyoruz. Bu anlaşılır bir şeydi; çünkü bu başedilebilecek bir şey değildi. İnsanların sırf Hizbullah’la bir şekilde irtibata geçti diye hepsinin tutuklanması vs.’si çok doğru olmayacaktı. Bence isabetli bir şey yapıldı.
Ama şimdi bakıyoruz, Hizbullah –ki yasadışı bir yapı ve doğrudan şiddet eylemlerine bulaşmış olduğu belli olan bir yapının– arşivinde adı geçen herkesi almayan bir devletten; şu anda selam veren, bankasına para yatıran, gazetesine abone olan herkesin peşine düşen bir devlete doğru gidiyoruz. Bunun çok akıl kârı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Burada birtakım suçların niteliklerinin iyice ayrıştırılması ve insanların tek tek bu suçlarla bir ilişkilerinin olup olmadığına bakılması gerekiyor. Aksi takdirde siz bir toplumda insanları sırf birtakım yapılara, birtakım gruplara, birtakım cemaatlere üye oldukları için, yakın oldukları için, onlarla beraber hareket ettikleri için suçlamak yoluna giderseniz, bu asla hayata geçirilemeyecek bir şey.

İnsanlar bilerek mi suça karıştı?

Özellikle de şu husus çok önemli: Bu kişiler, bu yapılarla ilişkiye geçtikleri zaman yapının konumu neydi? Yani Fethullahçılarla ilişki kurdukları zaman, mesela bankasına para yatırdığı zaman, devletin bilgisi dahilinde faaliyet yürüten bir banka var, sendikaya üye olduğu zaman sendika devletin bilgisi dahilinde faaliyet yürüten bir sendika, gibi çoğaltılabilir. Bu insanlar buralara girdikleri zaman yasadışı bir şey yapmıyorlardı; daha sonra bu şeyler yasadışı ilan edildi, yapılanlar terör örgütü faaliyeti olarak görüldü ve geçmişe dönük olarak bu insanların hepsi terörist olarak suçlanmaya başladı. Bunların içerisinde mutlaka bilerek suça karışmış olanlar vardır ve onların da tabii ki çok titiz soruşturmalarla ayrıştırılıp cezaları neyse kanunlara göre verilmesi gerekir, ama bu toptancılık hiç akıl kârı bir şey değil. Kimi durumlarda bazı şeylerin devletler tarafından, bazı suç demeyeceğim kabahatlerin tolere edilmesi de isabetli olur. Bu o anda olabilir ya da daha sonra çıkarılacak birtakım aflarla olabilir, aksi takdirde her gelen bir başka şeyin üzerine çok büyük bir baskı uygular, daha sonra bugün kendisine baskı uygulanan kişiler yarın kendi sıralarının gelmesini bekler.
Fethullahçılığa karşı mücadelede çok ciddi hatalar yapıldı, yapılmaya devam ediliyor. Bugün Meriç Nehri’nden gelen haber başlı başına bir hatanın dışavurumudur. Şöyle ki: Fethullahçı hareketin, bu örgütün en üst düzeyinde olup yurtdışına kaçmış onlarca, yüzlerce insan var; adları belli sanları belli, havalarından geçilmiyor, çok da iyi hayatlar sürüyorlar. Sanmıyorum ki bunlardan herhangi birisi botlarla Meriç Nehri’nden geçmiş olsun. Yani her zaman böyle oluyor zaten, suç örgütünün kilit noktasında bulunan insanlar çok daha uygun zamanlarda uygun koşullarda kaçıyorlar, ama çok daha gariban durumunda olan insanlar, imkânları olmayan, zaten örgütle ilişkileri de son derece sınırlı olan insanlar kendi imkânlarıyla böyle belirsiz geleceğe doğru yol alıyorlar, bu son örnekte olduğu gibi.
Bu örnek daha önce de olmuştu, daha önce de yayın yapmıştım, tekrar söylüyorum: Bu Meriç Nehri’nde kaybolanlar, daha önce yaşandığı gibi boğulup ölen çocuklar, kadınlar, anneler, hepsinin bizim ortak acımız olması lazım; hiç kimsenin kalkıp da “O insanlara müstahak” vs. demesi doğru bir hareket olmayacaktır, ortada bir suç olduğunu, çok ciddi suçlar olduğunu da sanmıyorum; ama bu insanların, bu ailelerin, çoluğuyla çocuğuyla Meriç Nehri’nden birtakım uyduruk botlarla kaçmaya yöneltecek kadar bir ümitsizliğe kapılmış olmaları başlı başına bir kolektif sorumluluğu gündeme getiriyor. Bu kolektif sorumluluğun en başında da bence devlet ve yargı geliyor, aynı zamanda medya geliyor ve belli anlamlarda da toplumun kendisi geliyor. 15 Temmuz’la hesaplaşmanın dengesini tutturabilmek gerekir; aksi takdirde bu ülkenin içinde çok ciddi nefret tohumlarını, intikam tohumlarını hep birlikte atmış oluruz.
Evet, bu konuda söylenecek çok şey var, ama tekrar söylemek istiyorum: Bu tür yapılarda çok katı hiyerarşiler vardır; suç söz konusuysa –ki söz konusu, biliyoruz– bu hiyerarşik yapıların içerisinde en üstte ve onun hemen altındaki yapılar en önemli yapılardır, aşağı doğru gidildiği zaman suç oranı da büyük ölçüde azalır. Yukarıdaki suçlulara ulaşmakta zorluk çeken ya da yeterince ulaşamayan yetkililerin aşağıdakilere hayata zindan etmesi çok tasvip edilebilecek bir durum değil. Daha anlayışlı, daha öngörülü ve bu kişileri topluma entegre etmeye yönelik bir iyi niyete sahip olmak gerektiği kanısındayım.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.