Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Mealciler”, yani “Kuran bize yeter” diyenler neden hedefte?


Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün, Mealcilerden bahsetmek istiyorum ama tabii Mealciler lafı çok özel bir laf, konuyla alakası olmayan insanların belki anlamakta zorlanacağı bir kavram. Meal; Kuran’ın Türkçesi anlamında, Kuran’ın çevirisi, Kuran’ın kendisi aslında. Bu öteden beri Türkiye’de olan, dünyada da olan bir eğilim, şöyle özetlenebilirİ “Kuran bize yeter” yaklaşımı. Bu aslında Hristiyanlıkta ve diğer dinlerde de çok olan bir yaklaşım, bir köktencilik yaklaşımı, esasen öze dönüşün en pür hali. Bazıları bunu metne körü körüne itaat olarak da tanımlıyorlar.
Tabii bu Mealcilik denen yaklaşımın değişik versiyonları tarih boyunca yaşanmış ve bunlar büyük ölçüde Kuran-ı Kerim dışındaki kaynakların, tarihte oluşan kaynaklara, Hz. Muhammed’in yapıp ettiklerine, sünnet olarak adlandırılan hadislere, hadis kitaplarına ve birtakım geleneklere ve sonradan gelen İslam tarihi içerisine gelen ve benimsenen alışkanlara vs.ye karşı çıkışı içeriyor, böyle bir tarihselciliği, bütün o yaşanan tarihselliği yok sayan bir yaklaşım. Aslında entelektüel bir yaklaşım diyelim, çok fazla kitleselleşme imkanı bulmamış bir yaklaşım ama değişik zamanlarda değişik yerlerde, Türkiye’de de değişik zamanlarda, değişik konjonktürlerde farklı farklı görünüşleri olmuş. Kimi zaman bu “Kuran bize yeter” yaklaşımından çok radikal görüşler ortaya çıkmış kimi zaman da en pasifist hatta İslamcılık karşıtı görüşler ortaya çıkabilmiş.

Türkiye’de Mealciliğin serüveni

Bu öteden beri olan bir olay ve gazetecilikte İslamî hareketleri incelemeye başladığım, çalışmaya başladığım 80’li yılların ortasından itibaren çok dikkatimi çeken, özel olarak dikkatimi çeken bir akımdı Mealcilik. Farklı farklı gruplar vardı, kimisi doğrudan kendilerine Mealci diyordu kimilerine Mealcilik atfediliyordu. Bunların büyük bir kısmı entelektüel çevrelerdi; birkaç kişilik kısa ömürlü dergiler çıkarırlardı. Bazıları kitleselleşme yoluna adımlar attı ama çok başarılı olamadı, yine de hep bir şekilde varlıklarını sürdürdüler, ilahiyat fakültelerinde de bu tür yaklaşımların etkili olduğunu gördük.
Onun dışında 80’li yıllardan itibaren, 90’larda da gördüğümüz gibi yükselen İslamî hareketin radikal yorumlarında da bu “Kuran bize yeter” yaklaşımının yer yer öne çıkmış olduğunu da gördük ve burada bu yaklaşıma sahip olanlar tabii ülkede geleneksel İslamî cemaatleri kendilerine rakip olarak görmeye başladılar çünkü bu cemaatler şu ya da bu şekilde devletle bir ilişki sürdürüyorlardı, devlete itaati esas alıyorlardı; itiraz etseler, memnun olmasalar bile devlete karşı bir radikal karşı duruşa hep uzak durmuşlardı ve rejimi değiştirme iddiasındaki radikal gruplar da kitleselleşmelerin önündeki en büyük engel olarak bu yapıları gördükleri için bu yapılara da açık ya da örtülü savaşlar ilan ettiler. Bunu yaparken de bu yapıların güç aldığı geleneklere bir nevi meydan okudular, savaş ilan ettiler.
Bu anlamda en çok hedef alınanlar tarikatlardı, tarikatlar ve özellikle Nakşibendiliğin değişik kolları Kadirîlik vs. tarikatlar, Mealci olarak adlandırılabilecek olan ya da Mealcilik’e yakın duruşa sahip olan kesimlerin en fazla uğraştığı, en fazla dalga geçtiği, saldırdığı yapılar oldu bunu özel olarak vurgulamak lazım. Buradan hareketle Mealcilik ve bu tür yaklaşımların bir diğer sonucu aslında mezhep meselesini de bir anlamda sorgulamak oldu ve buradan da bazıları mezhebin reddine kadar gidebildiler ki bunlara geleneksel yapılar mezhepsizler adını takmışlardı ve bunlar bir şekilde Suudi Arabistan’ın egemen din yorumu olan Vahhabilikle ilişkilendirildi.

Dini gruplara operasyonlar

Neyse bu tarihi bir kenara bırakıp günümüze gelecek olursak; günümüzde AKP iktidarıyla birlikte birtakım İslamî ya da İslamî görünümlü ya da dini görünümlü yapılara karşı tasfiye harekatının hayatta olduğunu görüyoruz. Tabii öncelikle Fethullahçılar tasfiye edildi, bunun çok farklı farklı nedenleri var ama her şeyden önce devlete yönetenlere savaş açtıkları için ve bu savaşı da kaybettikleri için tasfiye ediliyorlar. Ardından çok alakasız bir şekilde, Fethullahçılarla kıyaslanmayacak ölçüde yerel ve zayıf bir grup olan Furkan Vakfı’na karşı bir operasyon yapıldı, burada da temel motivasyon bu vakfın ve vakfın başında Alparslan Kuytul’un açıkça AKP iktidarına ve Erdoğan’a eleştiri yöneltiyor olmasıydı. Ama bu yapı bildiğimiz Türkiye ve dünyada geçmişte, günümüzde örneklerini çokça gördüğümüz, İslamî bir oluşumdu, radikal tam olarak denebilir mi emin değilim ama İslamcı bir oluşumdu ama hükümete itaat etmeyi kabul etmediği için tasfiye edildi.
En son İslamcı olarak tanımlanamayacak hatta dini bir yapı olarak da tanımlanması zor olan ama köklerini Türkiye’deki İslamî hareketten alan bir şekilde Adnan Oktar grubuna yönelik bir tasfiye oldu ve hemen de o defter de kapandı neredeyse artık konuşulmaz oldu büyük bir operasyonun ardından.
Şimdi “sıra kimde?” diye bir beklenti var bunun sürmeyeceği yolunda çok yoğun bir kanı var, ortak bir kanı var daha önceki bir yayında Süleymancıların da hedefte olabileceğini söylemiştim ama burada özel olarak daha önce yaptığım “sıra kimde?” yayınında bir takım cihatçı gruplardan da bahsetmiştim, Suriye konusunda hükümetin politika değişikliği sonucunda hedef alınabilecek gruplardan yapılardan bahsetmiştim, bugün onlara tam birebir uymasa da bu Mealcilerden söz etmek istiyorum çünkü son günlerde Mealci olarak adlandırılabilecek ya da “Kuran bize yeter” yaklaşımını seslendirenlere karşı birtakım hedef göstermeler başladı, sosyal medyada var, değişik mecralarda başladı ve bir şey gelmedi, bir şey yaklaşıyor. Bu da şu anda var olan düzende Erdoğan’ın başkan olduğu yeni sistemde Türkiye’de tarikatların belli bir güce sahip olduğu çok açık özellikle Nakşibendiliğin değişik kollarının güçlü olduğu çok açık şu aşamada.

Tarikatlar değil de tarikat karşıtları hedefte

Kalıcı olur mu, olmaz mı? Ayrı tartışma konusu, kimisi sıranın onlara da geleceğini düşünüyor ancak ben açıkçası şu aşamada böyle bir şeyin olacağını düşünmüyorum tam tersine tarikat yapıların şu anda güçlerinden hareketle tarihsel olarak haz etmedikleri kesimleri işaret etmekte olduklarını görüyorum ve bunların başında da hadisleri reddeden hatta yer yer mezhepleri de reddedeni, tarikatlara karşı olan tarikatçılığı, tasavvufu şeyhliği alenen İslam dışı ilan eden, onlarla dalga geçen yapıların ki bu yapılar çok güçlü yapılar değil daha çok bazı kişiler etrafında oluşmuş çevreler olduklarını söyleyebiliriz. Ama bu çevrelerin hedef gösterilmeye başlandığını görüyoruz ve bu çevrelere yönelik birtakım uygulamaların devlet eliyle bir takım engellemelerin kısıtlamaların pekala olabileceğini düşünüyorum.
Bu çok kolay bir şey, bunları yapmak çok kolay çünkü bu çevreler hiçbir zaman çok büyük bir kitleselleşme yaşayan yerler değil; en fazla dernekleri ve vakıfları var, belki küçük çaplı birtakım medya oluşumları var ama çok büyük çaplı değili Farklı farklı yerlerde farklı farklı illerde böyle bazı kişiler etrafında oluşmuş olan tartışma grupları diyelim ya da halkalar var ama bunlar belki kendileri küçükler ancak yürüttükleri faaliyet esas olarak bir entelektüel, bir fikir faaliyeti olarak adlandırılacak olursa o güçlü yapıları, cemaat yapılarını ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Bir, zaten geçmişten gelen bir kavga var geçmişten gelen bir nefret var dışlama var, bir de şu anda güç sahibi olmanın verdiği bir gücünü gösterme arayışı da var. Bu açıdan bakıldığı zaman bu tür yapıların “Kuran bize yeter” diyen yapıların, işlerinin kolay olmayacağını tahmin ediyorum.

Vahhabilik suçlaması

Bir diğer husus bu yapıların bir ara bahsettim, Vahhabilikle ilişkilendirilmesi ki bu çok zorlama bir yorum tabii ki benzerlikler vardır ama bir organik ilişki olduğunu sanmıyorum ama şu anda siyasi iktidarın Suudi Arabistan ve körfez ülkeleriyle arasının bayağı bir açıldığını düşünürsek bu da işleri kolaylaştıracak olabilir.
Burada nasıl bir şey karşımıza çıkıyor? Açıkçası bu tür olaylar bazı İslam yorumlarının şu aşamada devletin şu durumunda iktidar ilişkilerinin şu halinde tehdit altında olması, baskı altına alınma ihtimalinin bulunması vs. bütün bunlar bize aslında laikliğin ne kadar önemli olduğunu çok iyi bir şekilde gösteriyor çünkü çalıştığım 85’ten bu yana baktığım zaman bu yapıların hiç birisinin üzerinde çok ciddi bir devlet tehlikesi yoktu bir kısmen 28 Şubat’ta belki birazcık onlar da ürkmüş olabilirler ama o daha açıklanabilir bir şeydi çünkü sonuçta bu kişiler İslamcıydı 28 Şubatçılar da Kemalistti ve İslamcıları çok basitleştirerek anlatıyorum, İslamcıları tasfiye etmek istiyor olabilirlerdi, bu anlaşılabilir bir şey ki pek de olmadı pek de başarılı olamadı çok da fazla bu yapılara gitmedi ama şimdi ülkede dindarların yönettiği düşünülen İslamcıların devletin merkezinde yer aldığı varsayılan bir ülkede yaşıyoruz ve böyle bir ülkede başka birtakım İslamcılar başka birtakım dini yapılar çevreler kendilerini durumlarını sorunlu görüyorlar, kendilerini tam özgür hissetmiyorlar başlarına bir şey gelebileceğinden endişe ediyorlar.
Çünkü burada şöyle bir husus ortaya çıkıyor artık laiklikten farklı olarak “senin İslam yorumun yanlış” yaklaşımı çıkıyor. Halbuki laiklik tabii Türkiye’de ne derecede uygulanabilir, o ayrı bir husus ama laiklik her türlü din yorumuna ve dinsizliğe vs. devletin eşit mesafede kalabilmesi halidir ama şu haliyle devletin bazı yorumları devleti yönetenlerin bazı yorumların önünü açıp bazı yorumların önünü tıkaması gibi ihtimalden bahsediyoruz ve bu Türkiye’de laikliğin şu aşamada söz konusu olmadığını, devletin pozisyonunu şu aşamada laik bir pozisyon olmadığını ve laik bir pozisyon olmamasının da en çok kendini farklı İslam yorumlarına karşı aldığı tavırlarla gösterdiğini görüyoruz çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız.

Devletin İslam yorumları arasında tercih yapması

Geçmiş zamanlarda kimse insanlara, bazı kişilere “sen sadece Kuran yeter diyorsun halbuki bu doğru olamaz işte geleneklere Hz. Muhammed’in sünnetini vs. reddediyorsun” diyerek devlet adına bu kişilere bir şeyler dayatamazdı en fazla sen şeriat istiyorsun diye dayatmak isteyebilirlerdi. Şimdi devletin farklı İslam yorumları arasında pozisyon alma ihtimaliyle karşı karşıyayız ki bu çok son derece kabul edilemez ve abes bir durum ama bu bir realite olarak önümüzde duruyor. Burada tabii sadece ve sadece bir İslam yorumlarının tercih edilmesi meselesi değil burada sadece grupların tasfiye edilenlerin edilebileceklerin sadece İslamî birtakım dini kriterle yapıldığı kanısında da değilim, bu noktada daha önceki yayınlarda da bahsettiğim yerli ve milli kriterlerinin bu noktada da geçerli olduğunu düşünüyorum daha bir devlet bakışı olduğunu düşünüyorum.
Bu tür yorumların geleneği reddeden yorumların Türkiye’nin doğasına aykırı olduğu ve kökü dışarıda olduğu şeklinde bir devlet inanışı da var bunu da kabul etmek lazım, bu anlamda bakıldığı zaman tarikatlar daha yerli olarak görülüyor olabilir devlet tarafından daha kontrol edilebilir, kabul edilebilir olarak görülüyor olabilir ama tarikat karşıtlığı daha şüphe uyandırıcı, sorun çıkarıcı olarak görülüyor olabilir.
Evet, şu aşamada tasavvufun ya da tarikatların özellikle Nakşibendiliğin Türkiye’de belli bir güce sahip olduğunu ve bu zamana kadar kendisine kötü davranmış olan kesimlerle hesabının bugünlerde görmeye niyetlendiğini gözlüyorum ve bu anlamda da ilk akla gelenlerin İslamî camia içerisinde Mealciler olarak kategorize edilebilecek olan “Kuran bize yeter” yaklaşıma sahip olanlar olduğunu görüyorum. Bu noktada son bir not; bu yaklaşımın Mealcilik olarak özetlediğim bu yaklaşım hakkında Türkiye’de çok ciddi çalışmalar yapılmış değil, bir tek benim gözüme çarpan en ciddi çalışmalardan birisi Mustafa Öztürk’ün doçentlik zamanında yazdığı uzun bir makale var ve ona verilen cevaplar var Mealcilerin verdiği cevaplar var. Aslında hak ettiğinden daha az yer bulmuş bir akım bu aslında çok eksantrik, içinden bu “Kuran bize yeter” yaklaşımı birbirine çok farklı birbirine çok zıt ilginç ilginç kişilikler ve farklı farklı yorumları da beraberinde getirmiş olan bir yaklaşım bu aslında bir zenginlik ama Türkiye’de gücü olanların çoğulculuğa izin vermeme gibi bir alışkanları olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bunlar tabii ki bir zenginlik olarak değil bir kötülük olarak bir tehdit olarak algılanabilir ve onların gereğini yapılması gibi bir şey söz konusu olabilir gereğinin yapılması da nedir? Önlerinin kesilmesi, imkanlarının ellerinden alınması ve belki de haklarında değişik bahanelerle gerekçelerle soruşturma açmak vs. gibi şeyler olabilir ki bunlar aslında kabul edilebilir şeyler değil ama bir gözlemci olarak bu ihtimalin olduğunu vurgulamak istiyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.