Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Jürgen Habermas: “Sağcı popülizm, Avrupa’da siyasal irade eksikliğinden kaynaklanıyor”

Burada yayımladığımız metin, Jürgen Habermas’ın 4 Temmuz’da Berlin’de, 2018 Fransız-Alman Medya Büyük Ödülü töreni esnasındaki söylevinin bir bölümüdür. Böyle bir ödülün, “Kamusal Alan”ın yazarına verilmesine hayret etmemek gerek. Gençlik yıllarında gazetecilik kariyerini ciddi bir şekilde ele almayan Habermas, hayatın geri kalanında Avrupa’nın en büyük gazetelerinin köşelerinde ara vermeden yazdı ve bu sütunların ulusal ölçekte olduğu kadar Avrupa çapında da öneminin hayatî olduğunun altını çizdi.
Metnin 27 Temmuz 2018’de Le Monde’da yayınlanan Fransızca versiyonunu Oğul Tuna çevirdi.

Verleihung Deutsch-Franzoesischer Journalistenpreis
Emmanuel Macron’un açıkladığı reform önerileri etrafında yürütülen müzakerelerde Almanya, yedeğindeki donör ülkelerle birlikte, şu an için yetersizce işleyen para birliğini, euro bölgesinin siyasal birliğine dönüştürmekte isteksiz duruyor.
Böyle bir hedefe ulaşmak için, demokratik euro bölgesinin karşı koyması gerektiği tek sorun spekülatif fırtınalar değil. Bu spekülasyonlara ilaveten tartışmalı bir bankalar birliği ve pasif malvarlıklarının düzenlenmesiyle ilgili prosedürü; tasarruf sahiplerinin varlıklarını güvence altına alan mevduatlar için ortak garanti ve Avrupa ölçeğinde kontrol edilen para fonu da söz konusu.
Demokratik bir euro bölgesi her şeyin ötesinde, üye devletler arasındaki toplumsal ve ekonomik farklılıklarınn derinleşmesine son verecek gerekli bütçesel araçlara ve yeteneklere sahip olmalı.
Burada söz konusu olan yalnızca vergiyle ilgili konularda stabilizasyon değil, aynı zamanda bir amaç birliğidir. Bu da ekonomik ve siyasal düzlemde en güçlü üye devletlerin taahhütlerini yerine getirmesi gerektiği anlamına gelir: üye devletleri ekonomik olarak birleşmeye götürecek bir tek para birimi kullanmak.
Sağcı popülizm göçmenler hakkındaki önyargılara dayanarak bahsi kızıştırabilir ve daha önce modernitenin kimi olguları karşısında şaşkınlığa uğramış orta sınıfın korkularını alevlendirebilir; ancak yine de belirtiler kötü değil. Siyasal gerileyişin sebebi, daha derinlerde, merhametsiz bir aldanışta yatıyor: Tek sorun, şu anki hâliyle Avrupa Birliği (AB) üye devletlerinin yalnızca içinde değil, aralarında da mevcut olan endemik eşitsizliklere karşı mücadele edecek siyasal kapasiteye sahip olmaması değil. Sorun, aynı zamanda ve özellikle şimdiki AB’nin siyasal eylemde bulunamayacağıdır ve bu siyasal irade eksikliği de kimsenin –bilhassa bu eşitsizliklerden en çok etkilenen insanların– gözünden kaçmamaktadır. Sağcı popülizm, AB’nin siyasal irade eksikliğinin zehirli meyvesinden başka bir şey değildir.

Katı kurallar sistemi

Siyasal eyleme geçme kapasitesine sahip bir Avrupa Birliği; erdemli toplumsal modelimizin yıkımına karşı savaşacak tek elverişli güç olarak –dağılma sürecinin ortasındaki– Avrupa’yı hayata döndürecektir. Güncel hâliyle AB Anayasası, tehlikeli istikrarsızlaşma sürecini hızlandırmaktan başka işe yarayamayacak. Eğer Avrupa –Trump’ın arzusuna uygun şekilde– parçalanırsa, bunun sebebi Avrupalı halkların bu zararlı mantığa set çekecek güçlü siyasal iradenin yoksunluğunun oldukça canlı, gerçekçi bir biçimde ve tamamen bilincinde olmasıdır.
Böyle bir iradeden ziyade, siyasal seçkinler soğuk bir oportünizme batıyorlar. Kısa vadede tutsağı oldukları gibi, anket şirketlerine körü körüne yönelerek iktidarda kalma umudu içindeki bir oportünizm bu.
Cesurca bir siyasal hamle, kutuplaşma pahasına da olsa çoğunluklarla bir araya gelmeyi gerektirir. Böyle bir hamleyle dayanışma göstermeye hazır olan çoğunluklar, sessiz de kalsalar, uzun zamandır bekledikleri için; cesaret eksikliği ironik olarak herkesi bunaltır.
Bana öyle geliyor ki siyasal seçkinler ve her şeyden önce, fazlasıyla pısırık olan sosyal-demokrat partiler değerler bakımından kendi seçmenlerini yeterince temsil etmiyor. Burada boşa çıkmış felsefi düşüncelerin saf bir izdüşümü söz konusu değildir. Jürgen Gerhards ve araştırma ekibinin çalışmaları, üye devletlerin içerisinde ulusal bilinçten ayrı olarak sadece dayanışmacı Avrupalılık bilincinin değil; aynı zamanda sahici uluslarötesi yeniden dağılım politikalarından oluşmuş, Avrupa siyasetini destekleyen, şaşılacak kadar yüksek oranlarda bir genel eğilimin varlığını ortaya koyuyor.
İtalya krizi bu açık seçik durum üzerine düşünmek için belki de son fırsat. Bir katı kurallar sisteminin para birliğine dayatıldığı bu durumda, yalnızca ekonomik yönden en güçlü üyeler karlı çıkacaktır. Böylece bütün manevra marjı ve kurallardaki sertliği esneklikle karşılayacak, ortaklaşa eyleme olanak tanıyacak tüm yetenekleri de hesaptan çıkaracaktır. İşte bu yüzden Emmanuel Macron’un Angela Merkel’e dayattığı, euro bölgesinin bütçesi doğrultusundaki ilk ve mütevazı adım büyük sembolik öneme sahip. Köşeye sıkıştırılmış bir hükûmetin daha fazla bütünleşmeye doğru atılan adımlar için, sert direnişinden ödün vermeyi kabul etmesine şaşırabiliriz.
Açıklanması mümkün olmayan şey ise Alman hükûmetinin ortaklarını göçmen politikası, dış siyaset ve dış ticaret konusunda ortak dava gütmeye ikna etme kabiliyetine sahip olduğunu düşünmesi. Bütün bu meseleler ise tam anlamıyla hayatî olan bir soruna engel oluşturuyor: euro bölgesi politikasının gelişimi.
Alman hükûmeti kafasını kuma gömme politikasını uygularken, Fransız cumhurbaşkanı da Avrupa’yı uluslararası sahnede bir oyuncu hâline getirme isteğini dile getiriyor. Avrupa’yı daha özgür ve adil bir dünya düzeni için savaşmaya kararlı bir oyuncu kılmak istiyor.
Alman basını, Meseberg uzlaşmasını fazlasıyla yanıltıcı bir biçimde sundu. Emmanuel Macron’un ivedilikle ihtiyaç duyduğu başarıyı, Angela Merkel’ineuro bölgesi bütçesine yeşil ışık yakarak izin verdiğini yurtturmaya çalıştı. Macron, böylece bu başarısını, şansölyeye mülteciler konusunda destek vererek elde edecekti.
Olayları bu şekilde sunmak, çok önemli bir ayrımı görmemizi engelliyor: Macron, en azından, sadece bir ülkeden daha fazlasının çıkarına olan iddialı bir projeyi yoluna koymakta başarılı oldu; Merkel ise kendi siyasî kariyerini kurtarmaya çalışmaktan başka bir şey yapmadı.
Cumhurbaşkanı Macron, Fransa’da yürürlüğe koyduğu eşitliksizci toplumsal reformlar sebebiyle, haksız olmayan, eleştirilere maruz kalıyor. Ancak diğer Avrupalı liderlerle kıyaslanınca, asıl sorunları görme konusunda üstünlüğü ortaya çıkıyor; bu üstünlüğü onun sadece tepkisel bir tutum takınmasını engelliyor.
Eğer Emmanuel Macron’u diğer liderlerden ayıran bir özellik varsa, bu da onun cesaretidir: Macron yaratıcı bir siyaset izlemeye cüret ediyor. Bu siyasî başarısı, “Modern toplumların karmaşıklığı, artık çatışmaları önlemek için tepkisel bir duruştan çok daha azına izin verecektir.” gibi bir sosyolojik klişenin reddinden kaynaklanıyor.

Alaycılık

Şu anki durum tarihte eşi görüşmemiş bir durumdur; Antik Çağ’dan gelen ve kaçınılmaz olarak imparatorlukların yükselişini izleyen çöküş fikrinin burada bize bir yardımı yoktur. Dünya toplumu işlevsel düzlemde her geçen gün daha da bütünleşiyor; ancak siyasal düzlemde parçalı yapısını korumaya devam ediyor.
Siyasetin bu şekilde nötralizasyonu, bizi korkutan ve hatta çağdaşlarımızı da ürküten bu eşiği aşmamız konusunda hepimizi teşvik etmekten başka bir şey yapamaz: Elbette, burada siyasal bütünleşmenin uluslarüstü biçimlerini düşünüyorum. Bu uluslarüstü form; bir üye devletin vatandaşının, sandığa oy pusulasını atmadan önce, ulusal sınırların ötesindeki diğer vatandaşın yerine kendini koymasını gerektirecektir.
Alaycılıklarıyla çok meşgul olan siyasal realizmin elçileri; kendi dünya görüşlerinin rasyonel aktörler arasındaki soğuk savaş şemasına nasıl cevapladığı çok çabuk unuttular. Peki çağdaş sahnede eylemin rasyonalitesi nerede bulunuyor?
Tarihsel açıdan bakarsak, politik olarak eyleme geçme kapasitesine sahip bir AB’ye geçiş; 19. yüzyılda ulusal bilincin ortaya çıkmasıyla başlamış öğrenme sürecinin devamı olacaktır. Bu ulusal bilinç; köyü, şehri, bölgeyi aşan bir ulusal topluluğa ait olma hissi, kendiliğinden oluşmuş bir süreçten kaynaklanmaz. Bu bilinç gayretli, nüfuzlu seçkinlerin çalışmalarının ürünüdür; devlet ve modern ulusal ekonomi arasında çoktan var olan fonksiyonel ilişkileri intibak ettirmelerinin sonucudur.
Bugün, düzenlemelerden kurtulan finansal piyasaların belirlediği kapitalizm ve onun işlevsel zorunlulukları ulusları sarsıyor. Buna verilecek doğru cevap, korkup ulusal sınırların gerisine çekilmek olamaz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.