Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Brunson krizinin geleceği

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Aslında bugün Türkiye’nin PKK sorunu üzerine bir yayın yapmayı düşünüyordum. Burada tabii Hakkari Yüksekova’da PKK’nın düzenlediği saldırı sonucu Astsubay Çavuş Serkan Karakaya’nın eşi Nurcan Karakaya ve 11 aylık çocukları Mustafa Bedirhan Karakaya’nın öldürülmesinden hareketle bir yayın yapmayı düşünüyordum. Öncelikle Nurcan ve Mustafa Bedirhan Karakaya’ya rahmet diliyorum, başta Astsubay Çavuş Serkan Karakaya olmak üzere yakınlarına da başsağlığı diliyorum. Bu bir terör saldırısı, bu çok net, bunun hiçbir şekilde mazur gösterilecek bir yönü yok ancak Türkiye’de bu tür konuları tartışmak için yeterli bir özgür ortamın olduğunu açıkçası çok emin değilim. Bu tür menfur saldırılar karşısında, alçakça düzenlenen saldırıların karşısında ardından serinkanlı bir şekilde meseleleri konuşabilmek yeteneğine sahip olabilmemiz lazım ama Türkiye bunun uzağında.

Milli birlik ve beraberlik havası

Bu noktada baktığımızda Rahip Andrew Brunson krizi de aslında çok rahat konuşabileceğimiz bir olay değil. Çünkü nasıl Yüksekova’daki saldırıda olduysa burada da hemen bir milli birlik ve beraberlik havası yaratıldı ve ardından da burada herhangi bir şekilde aykırı olabilecek, resmî söylemin dışına çıkabilecek bakışlar anında tasfiye ediliyor ya da bunları söylemeye çalışanlar bir şekilde birtakım noktalara dikkat çekmeye çalışanların durumu pek hoş olmuyor, pek hoş karşılanmıyor. Ama yine de Rahip Brunson olayında söylenecek çok husus var. Bu tabii ki bir yerde ABD’nin Türkiye’ye müdahalesi ve bu anlamda bir milli boyutu ve milliyetçilik boyutu var ama onun ötesinde çok daha karmaşık bir olayla karşı karşıyayız. Tek başına bu olaydan ve ABD’den, Washington’ın tepkilerinden hareketle geliştirilen tepkilerin, reaksiyonların bir anti-Amerikancılık boyutu kesinlikle var ama bunun bir anti-emperyalizm vs. gibi sunulmasının bence hiçbir anlamı yok, hiçbir inandırıcılığı yok. Çünkü Türkiye’nin ABD’yle ilişkileri çok köklü ilişkiler, iniş çıkışlı ilişkiler ve büyük ölçüde de bağımlılık üzerinden gitmiş ilişkiler, ülkeyi yönetenler de aslında bunu çok fazla aslında sorgulamamış, eleştirmemiş ve bundan kopma yoluna gitmemişler ama değişik durumlarda yaşanan bazı krizlerde birtakım adımlar atıldığı olmuş.

Mekanizmaların aşınması

AKP iktidarı boyunca ABD-Türkiye ilişkileri inişli çıkışlı bir grafik izledi. Bunun iki buçuk yılını ben Washington’da Vatan Gazetesi adına muhabirlik yaparken yerinde çok daha detaylı bir şekilde gözledim, hep birtakım sorunlar olurdu krizler olurdu ama hep birtakım mekanizmalar çalışırdı ve her iki taraf da buradan olabildiğince krizden az hasarla çıkmaya çalışırdı ve bir yol da bir şekilde bulunabilirdi. Tabii ki birtakım hasarlar olurdu ama bir şekilde ilişkiler yoluna girebiliyordu. Şu aşamada yaşananın en büyük farkı bence bu.
Bu, kestirelemeyen bir şey, geçmişteki benim Washington’da olduğum tarihlerde 2006-2007 gibi tarihlerde neyin nereye kadar gidebileceğini, kimlerin nasıl müdahale edebileceğini vs. görebiliyorduk, tartışabiliyorduk ve bir yerlerde de birtakım orta yollar bulunabiliyordu ama bu sefer işler çok daha karmaşık. Bunun birçok nedeni var; birincisi, tabii Türkiye’de eski sistem yok, Türkiye’deki kurumlar eskisi gibi değil, mekanizmalar eskisi gibi değil. Sadece ABD’yle ilişkiler anlamında kast etmiyorum genel olarak her konuda.
ABD’de de çok benzer bir durum yaşanıyor, Trump’ın başkanlığıyla beraber her ne kadar bizimki gibi devre dışı kalmasalar da kurumların var olan geleneksel mekanizmaların etkisinin daha da azalmış olduğunu görüyoruz ki bu durum aslında Ankara’nın çok da şikayet etmediği bir durumdu. Erdoğan’ın Trump’la birçok sorunu rahatlıkla halledebileceği anlayışı hakimdi, bir tür bir ticaret gibi bir tüccar olan, iş insanı olan Trump’la karşılıklı çıkarların değiş tokuşuyla işlerin görülebileceği yaklaşımı hakimdi. Trump’ın demokrasi, temel hak ve özgürlükler gibi kaygıları da olmadığı için Trump aslında mesela bir Hillary Clinton’a göre daha tercih edilebilir birisiydi. Ama Trump’ın bu özelliği aynı zamanda çok ciddi bir zorluğu beraberinde getiriyor işte tam da bunu yaşıyoruz. Şu anda Trump bir şekilde belli bir yere kadar direndi Brunson konusunda ve bir yerden sonra da artık bu yaptırımların verilmesi, hayata geçirilmesi konusuna olur verince artık bu işi döndürmenin imkanı kalmadı, artık birtakım mekanizmaları Türkiye’nin devreye sokabilmesi de çok mümkün değil.

Brunson olayı hakkındaki bilgisizlik

Brunson meselesiyle ilgili Türkiye’nin en büyük sorunu aslında bu olayın ne olduğu konusunda çok da fazla bilgiye sahip olunmaması. Genellikle iktidara yakın medya tarafından üretilen birtakım spekülatif haberler var ama ciddi bir şekilde bakıldığı zaman ki bu konuda çok az yazı çıktı. Bunlardan birisini Karar’da geçenlerde Yıldıray Oğur yazmıştı, çok inandırıcı olmayan bir dava söz konusu, zorlama bir dava söz konusu ama burada belli ki bu kişi yıllardır Türkiye’de yaşayan vatandaş olmayan ama Türkiye’de yıllardır yaşayan ve yıllardır misyonerlik faaliyeti yürüten bu kişi hakkında belli ki devlet bu kişiden rahatsız olmuş.
Bu rahatsızlığı FETÖ’yle, PKK’yla şununla bununla açıklama çabaları var ama bunların çok inandırıcı, somut elle tutulur deliller olduğu söylenemez, olsaydı herhalde görürdük, birtakım gizli tanık ifadeleri söz konusu ama bunların da inandırıcılık konusunda çok ciddi şüpheler var. Zaten kendisinin tutukluluk halinin kaldırılması ve ev hapsine kararına varılması da bize aslında çok da böyle büyük bir suçun, suç iddiasının söz konusu olmadığını gösteriyordu, her neyse.
Buradaki en önemli husus şu; bu kişi, ABD için değerli bir kişi. Bazıları buradan hareketle bu kişiye birtakım derin güçler atfediyorlar. Ne derece doğrudur? Bilmiyorum ama şunu biliyorum: ABD’de Rahip Brunson’ın da dahil olduğu topluluk yani Evanjelistler olarak adlandırılabilecek Hristiyan topluluğu çok güçlü. Hep güçlüydü ama Trump yönetiminde çok daha güçlü ve zaten Başkan Yardımcı Mike Pence de öyle birisi, bu gruplarla çok yakın onların içerisinden gelen birisi. Dolayısıyla bu seçilen isim, Brunson ismi, bir yanıya isabetli ama aynı yanıyla da bir diğer yandan da bakıldığı zaman gerçekten çetin ceviz çıktı yani ABD’nin çok önemsediği bir isim olduğu muhakkak ama onu kurtarmak için, onu ülkesine geri getirmek için her türlü şeyi yapabileceklerini gösterdiler. Belki Ankara bu kadarını hesap etmiyordu.

Takas spekülasyonları

Çok sayıda haber çıktı özellikle dış basında Türk basınında da kısmen çıktı, bu da Brunson’ın bir tür takas edilmek için ortada kullanılacağı yolunda, Hakan Atilla’yla takasın söz edildi. Zaten Cumhurbaşkanı daha çok öncesinde “ver papazı, al papazı” diyerek Brunson’la Fethullah Gülen’in takasını dile getirmişti doğrudan Trump’a yönelik olarak. Yani sonuçta burada Brunson’ın Türkiye’yi yönetenler tarafından bir koz olarak kullanmak istendiği çok açık. Bu durum zaten başlı başına bir sorun.
İkinci sorun da şu; “Türkiye’de bağımsız, tarafsız bir yargı var mı, yok mu?” sorusu ki bu konuda benim görüşüm kesinlikle olmadığı yolunda. Dolayısıyla Brunson tartışmasında ABD’nin Türkiye’ye müdahale etme çabasını eleştirmek tabii ki haklılık payı var ama Türkiye’deki yargı bağımsızlığına müdahale gibi bir lafın bence hiçbir inandırıcılığı yok çünkü Türkiye’de yargı bağımsız değil. Şu anda gördüğümüz birçok siyasi ucu olan davaların hemen hemen hepsinde yargı siyasi olarak kendisini siyasi iktidara göre bakarak birtakım kurumlar aracılığıyla ya da doğrudan ona göre hareket ediyor, Rahip Brunson Davası’nın da tam da bunlara bir örnek olduğunu söylemek hiç de zor değil. Dolayısıyla bu gerçeklerle beraber bakabilmek lazım.
Bu gerçeklerle beraber baktığımız zaman da ortada anti-emperyalizm vs. olmuyor, zaten sürdürülebilir bir şey değil Türkiye için, Ankara için, şu anda ülkeyi yönetenler için ve ülkeyi yönetmeye talip olanlar için yani diyelim ki muhalefet partileri özellikle CHP ve İYİ Parti söz konusu olduğunda bunlardan hiçbirisinin Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerini kesip atma gibi bir yaklaşım içerisinde olmaları söz konusu olamaz.

İncirlik kapatılır mı?

Türkiye ne cevap verebilir? Açıkçası ilk günden yapılan açıklama aynıyla diye dışişleri bakanlığından yapıldı. Burada aynıyla cevap vermek için Türkiye’yle ABD’nin güçlerinin bir anlamda eşit olması lazım, böyle bir eşitlik yok maalesef. Dolayısıyla aynıyla cevap verebilmek için Türkiye’nin çok bayağı bir kendini zorlaması lazım ama özellikle şu son günlerde, son dönemde ekonomik anlamda zaten sıkıntı yaşayan bir ülkeyiz bu anlamda da Türkiye’nin elinin çok kuvvetli olduğunu açıkçası sanmıyorum.
En çok dile getirilen hususlardan birisi İncirlik’in kapatılması. Bu zaten uzun bir süredir değişik krizlerde sık sık gündeme gelen bir husus, kapatılabilir daha önce de kapatıldığı geçici süreliğine kapatıldığı olmuştu ama ABD’nin İncirlik’in kapatılmasından memnun olmayacağından muhakkak ama birtakım başka yolları da bulabileceği hatta muhtemelen bunları da hazırlamış olduğu da ayrı bir gerçek. Benzer bir olayı Irak meselesinde yaşamıştık, işgal ABD Türkiye üzerinden işgal planını TBMM tezkereyi reddederek geri çevirmişti, bu Türkiye’nin gerçekten Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihinde Türkiye’nin gerçekten en onurlu duruşlarından birisiydi ama ABD’nin real olarak baktığımız zaman başka yollarla o işgali yapabilmişti. Tabii ki Türkiye’den yapabilseydi, daha kolay daha hızlı daha ucuz olacaktı ama Türkiye kendisini kapattığı zaman ABD emperyalist planlarını hayata geçirmeyecek bir ülke değil.

Türkiye ABD’den kopabilir mi?

Buradaki sorun şu; Türkiye, ABD’yle ilişkilerini gerçekten bir köprü bir şekilde mi değerlendiriyor yoksa anlık birtakım sorunları mı çözmeye çalışıyor? Bu noktada hiçbir şekilde Türkiye’yi yönetenler, ABD’ye gerektiğinde her şeyi kopartabiliriz tehdidini savurabilme durumunda değiller, bu bir realite olarak önümüzde duruyor. Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerini koparması durumunda Rusya’ya ya da Çin’e veya da başka yerlere yönelme ihtimalini bir seçenek olarak savunanlar var, yıllardır bunun savunuculuğunu yapanlar var ve bunların son dönemde Ankara’da da epey güçlendiği söyleniyor ama reel politika olarak baktığı zaman bunun çok da hayata geçirilebilir olduğunu sanmıyorum. Her halükarda Türkiye’nin eli çok güçlü değil ABD ve diğer küresel güçlere karşı hatta belli anlamlarda bölgesel güçlere karşı.
Şu olayda yaşandığı söylenen milli birlik ve beraber bence aldatıcı bir beraberlik; Türkiye’nin çok daha ciddi bir meselesi var, Türkiye kendi içerisinde çok ciddi bir şekilde kutuplaşmış bir ülke ve siyasi iktidar bu kutuplaşmadan çok da fazla rahatsız değil. Bu kutuplaşma sürdüğü müddetçe ve tırmandığı müddteçe Türkiye’nin dış politikaki krizlerde ortak hareket edebilme ihtimalinin ortak ve etkili hareket edebilme imkanının çok güçlü olduğunu sanmıyorum.
Dolayısıyla Türkiye’nin ABD’yle Rusya’yla ya da başka güçlerle İran’la Suriye’yle her kimle olursa olsun dış politikada güçlü bir şekilde, sağlam bir şekilde durabilmesinin birinci derece koşulunun demokrasinin çoğulcu anlamda geliştirilmesi hukuk devletinin tam anlamıyla inşa edilmesi ve kutuplaşmaya karşı hep birlikte mücadele etmekten geçer.
Demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden ve hukuk devletinden bu kadar uzaklaşmış ve kendi içerisinde bu kadar kutuplaşmış bir ülkenin bu tür ciddi krizlerde etkili hamleler yapacağını düşünmek bana inandırıcı gelmiyor, umarım yanılıyorumdur.
Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.