Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ahmet Türk için

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/294070681″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Artık her gün bir kötü haberle uyanıyoruz, ya da güne başlıyoruz, haftaya başlıyoruz. Bugünün kötü haberi Ahmet Türk’ün –Mardin Belediye Başkanı’ydı, görevden alınmıştı ve yerine vali kayyum atanmıştı–, onun gözaltına alındığı haberiyle güne başladık. Biraz önce de kendisiyle 5 gün boyunca avukat görüşmesine izin verilmeyeceği haberi geldi. OHAL uygulamalarından birisi ona da uygulanıyor.
Ahmet Türk şu anda gözaltında. 1942 doğumlu, yani 74 yaşındaki bir siyasetçiden bahsediyoruz. 2010 yılında, yani bundan 6 yıl önce Samsun’da Ahmet Türk’e saldırı olmuştu. Yumruk atılmıştı. Hatırlayanlar vardır. Ben o sırada Vatan gazetesinde yazıyordum. Ve o konuyu yazdığımda “Ahmet Türk Türkiye’dir” başlığını atmıştım. Bu başlık bugün de çok anlamlı bir şekilde karşımızda duruyor. Ahmet Türk gerçekten Türkiye’de birçok dönemi yaşamış, hep sert dönemlerde siyaset yapmış ve her dönemde de başına iş gelmiş birisi olarak bugün yine gözaltına alındı.
Şöyle bir hayat hikâyesine başlayalım: 1973 yılında ağabeyi Abdurrahim Türk öldürülünce, onun yerine Demokratik Parti’den –böyle bir parti vardı zamanında– milletvekili seçiliyor 31 yaşında. Ve ardından CHP’ye geçiyor. Ahmet Türk’ün ağabeyinden sonra siyasete girmesi tabii ki çok güçlü aşiret ilişkileriyle alakalı bir şey. Çok güçlü bir aşiretten geliyor, ama o aşiret bağlarını korumakla beraber, Ahmet Türk belli bir yerden sonra Kürt siyasi hareketinin içerisinde aktif olarak rol oynayan, ama genellikle de sağduyunun sesi olarak kabul gören bir nevi akil insan olarak hep yıllarca siyasette varlığını sürdürdü. 77’de tekrar CHP’den milletvekili seçilen Ahmet Türk 12 Eylül askeri darbesiyle beraber ilk kez milletvekilliğini kaybedip cezaevinde yattı. O dönemlerde Diyarbakır Cezaevi, biliyorsunuz, Türkiye’de faşizmin en önemli uygulama alanlarından biriydi. Bundan nasibini almış biridir.
Daha sonra, Ahmet Türk’ün 12 Eylül sonrasında 87 yılında tekrar Meclis’e girdiğini biliyoruz. O zaman Sosyal Demokrat Halkçı Parti, SHP vardı ve Ahmet Türk SHP’den, Mardin’den aday adayı olmuştu. Benim de gazetecilikte ikinci yılımdı. Hiç unutmuyorum, o tarihte Mardin’de seçim kampanyasını da izlemiştim. CHP yönetimi tarafından Kürtçü olduğu gerekçesiyle veto edilmişti aday adaylığı. Nurettin Yılmaz’la beraber. O da Mardin’den aday adayıydı. Sonra Nurettin Yılmaz’ı Turgut Özal ANAP’tan aday gösterdi. Ahmet Türk de baskılar sonucunda SHP’den aday oldu. SHP’nin orada çok sayıda milletvekili almasında çok önemli bir rol oynadı. SHP’den Meclis’e girdi. Yalnız 1989’da Paris’teki Kürt Konferansı’na katıldığı için diğer arkadaşlarıyla beraber partiden ihraç edildi. Paris’teki Kürt Konferansı’nı da Paris’te izlemiştim. O zaman kendisiyle ayaküstü sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Abartıldığı kadar olağanüstü bir konferans değildi. Tabii ki önemliydi. Ama SHP o konferansa katılan milletvekillerini taşıyamadı.
Ahmet Türk de oradan ihraç edilen milletvekillerinin bir kısmı ve başkalarıyla beraber Halkın Emek Partisi’nin kuruluşuna katıldı. Daha sonra SHP ile HEP’liler bir tür ittifak yaptılar ve tekrardan seçime girdiler. 91 seçimlerinde Ahmet Türk tekrardan Meclis’e girdi. Ve daha sonra DEP, Demokrasi Partisi olarak yollarına devam ettiler. Ve biliyoruz, 94 yılında bu sefer birçok DEP’liyle beraber Ahmet Türk de bütün siyasi haklarını kaybetti, yasaklı oldu, hapislerde yattı. Ve ikinci kez milletvekilliğini kaybetmiş oldu.
Daha sonra da 2009 yılında tekrar DTP’nin kapatılmasıyla beraber Ahmet Türk bir kez daha milletvekilliğini kaybetti, bir kere daha yasaklı oldu. Yasaklı olduğu dönemde 2010’da Samsun’daki o yumruk hâdisesi yaşandı ve devlet doğru dürüst bir tepki göstermedi. Şahıs tutuksuz yargılandı ve herhangi bir ceza da almadı. 2011’de Ahmet Türk tekrar bağımsız olarak seçildi, milletvekili oldu. En son olarak da son seçimde aday gösterilmedi. Uzun süre aynı partilerde beraber siyaset yaptıkları Sırrı Sakık’la beraber belediye başkanı oldu. Memleketi Mardin’e belediye başkanı oldu. Sırrı Sakık memleketi olmamakla birlikte Ağrı’da belediye başkanı oldu.
Yakın bir zamana kadar Demokratik Bölgeler Partisi, DBP’li belediye başkanlarına yönelik operasyonlar olunca, Sırrı Sakık ve Ahmet Türk’ün hep sonlarda kaldığını gördük. Bu anlaşılır bir şeydi. Çünkü bu kişiler bu parti, bu hareket içerisinde en ılımlı, en konuşulabilir, devlet tarafından da tabii ki konuşulabilir isimler oldukları için dokunulmamıştı. Ama nihayet Ahmet Türk’ün geçen hafta başına ilk iş geldi. Belediye başkanlığından alındı. Yerine kayyum atandı. Kendisiyle telefonla konuştum bu olaydan sonra, geçmiş olsun dilemek için. Ahmet Türk serinkanlıydı, her zamanki kibarlığıyla bunlara alışkın olduğunu, bunlarla bir şeylerin halledilemeyeceğini söyledi. Rahattı, bir gerginlik herhalde vardır, ama olabildiğince rahattı.
74 yaşında ve uzun bir süredir kalp piliyle yaşıyor – ki kalp piliyle yaşaması nedeniyle Ahmet Türk cep telefonu taşımaz, genellikle yakındaki birileri üzerinden kendisine ulaşılır. Son görüşmemde de öyle olmuştu.
Bu kişi şu anda gözaltında. Bu ne anlama geliyor? Bu çok anlama geliyor. Ahmet Türk Türkiye ise, Ahmet Türk Kürt sorununda Kürtlerin içerisinden siyasi temsilci olarak konuşulabilecek; herkesin, özellikle devletin konuşabileceği az sayıdaki isimden birisiyse, devletin onu da gözaltına almış olması, 5 gün boyunca avukat görüşünden de men edilmiş olması, –umarım tutuklanmaz bırakılır ama yine de gözaltına alınmış olması bile– Türkiye’de devletin güvenlik konseptinin çok köklü ve feci bir şekilde değiştiğini bize gösteriyor. Bu akıl alır bir şey değil.
Eğer Ahmet Türk de özgürce bir şekilde yaşayamayacaksa, görüşlerini dile getiremeyecekse, varlığını sürdüremeyecekse, siyaset yapamayacaksa, bu siyaseti kim yapacak? Bu siyaseti Kürtler adına kim yapacak? Kürtlerin siyaset sahnesinden dışlanması, temsilcilerinin dışlanması, terör vs. gerekçeleriyle, bahaneleriyle dışlanması sonucunda Türkiye’nin gittiği yer neresi?
Çok kara bir tabloyla karşı karşıyayız. Ne zamandan beri hep umutsuz şeyler söylüyorum — ki ben yakın çevremde her şeye rağmen iyimser olmakla bilinen birisiydim; benim bile iyimserliğimi resmen yok ettiler. Her haber daha fazla üzüyor, ama bir yandan da şaşırmayı unutmuş durumdayız. Normal şartlarda Ahmet Türk’ün gözaltına alınmış olması akıl almaz bir şey. Türkiye’de; Türkiye’nin demokrasi, çoğulculuk iddiasının tamamen bitmesi anlamına gelir. Ama bugün Türkiye bu noktaya gelmiş durumda.
Peki buradan nereye gidecek? Buradan gidecek bir yer yok. Şimdi bakalım: Ahmet Türk’ü 12 Eylül rejimi içeriye almış; Tansu Çiller döneminde, en iddialı oldukları dönemde, topyekûn savaş döneminde milletvekilliği elinden alınmış, gasp edilmiş, tekrar çıkmış. Daha sonra 2009’da tekrar Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatmasıyla beraber tekrar siyaset dışına itilmiş. Ama siyaset dışına itildiği zaman bile –o dönemleri çok iyi biliyoruz gazeteciler olarak, siyasetçiler de bilir– Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının en çok temasta olduğu isimlerden biriydi; siyasi yasaklı olmasına rağmen en çok itibar edilen isimlerden biriydi. İmralı görüşmeleri başladığında ilk giden isimlerden biriydi. Aynı şekilde AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi olarak, stratejik olarak partneri olan Barzani’yle, yani Irak’taki Bölgesel Kürdistan Yönetimi’nin lideriyle de en kolay ilişki kurabilen isimlerden biriydi.
Ahmet Türk’ün de dışlandığı bir yerde, Türkiye’de artık Kürt sorununun müzakerelerle ya da konuşarak, demokratik yollarla, çoğulcu bir şekilde çözülme iddiasının tamamen iptal edildiği anlamına varıyoruz. Bu çok net böyle. Çok acı ama net bir şekilde böyle.
Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yepyeni bir güvenlik konsepti geliştirdiklerini, geliştirmekte olduklarını söylemişti. Ahmet Türk’ün gözaltına alınması, tutuklanır tutuklanmaz, –inşallah tutuklanmaz, ama gözaltına alınması bile bu siyasetçinin– dönem dönem bölücülükten, terör propagandasından gözaltına alınıp her dönem devlet tarafından “Ya size haksızlık yapıldı” diye tekrar kapısı çalınan bir isimden bahsediyoruz. 74 yaşında tekrar gözaltına alınmasının hiçbir şekilde zaten olumlu bir yönü yok da. Artık bütün umut ışıklarının, iyimserliklerin… var olabilecek bütün delikleri tıkamakla meşgul devlet.
Kürt sorununda öyle bir noktaya geldik ki, şunu da açıkça söyleyebiliriz: Ahmet Türk de gözaltına alındığına göre, bugün Türkiye’de birçok siyasetçi gözaltına alınabilir, tutuklanabilir. Bunun örneklerini medyada görüyoruz. Medyada Kadri Gürsel’in, Şahin Alpay’ın, Ali Bulaç’ın, daha çok sayıda isimin tutuklu olduğu bir ülkeden bahsediyoruz.
Şunu düşünelim: 15 Temmuz darbe girişimi, Gülen cemaatinin tezgâhladığı bâriz olan bir darbe girişiminin ardından geliştirilen Olağanüstü Hal uygulamasıyla beraber Ahmet Türk’ün gözaltına alınmış olmasının mantığı nedir? Ya da Kadri Gürsel’in, ya da Cumhuriyet gazetesinin diğer yazarlarının ve yöneticilerinin gözaltına alınmış olmasının mantığı nedir? Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın bir süredir tutuklu olmasının mantığı nedir? Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olduğu yerde birtakım cihatçılarla aynı blokta olduğu yönünde haberler var. Çok sayıda endişe, çok değişik vesilelerle endişeler dile getiriliyor. Yabancı heyetlerin kendisiyle görüşmesine izin verilmiyor. Yakın bir zamana kadar bu ülkede cumhurbaşkanlığı yarışında üçüncü gelmiş olan, seçimlerde partisi üçüncü parti çıkmış olan bir liderden, daha doğrusu Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve 8 milletvekili arkadaşlarından bahsediyoruz. Bu gidiş gerçekten bölgedeki yaşananlarla beraber düşünüldüğünde Türkiye için tamamen kara, karamsar; iyi niyet, umut imkânlarını sonuna kadar bertaraf eden, dışlayan bir gidiş. Ahmet Türk’e çok geçmiş olsun diyorum. Kendisine geçen görevden alındığında demiştim. Umarım yakın bir zamanda çıkar, tekrar gözaltına alınmasından sonra da derim.
Ama esas geçmiş olsun dilememiz gereken gerçekten Türkiye. Tekrar bakalım. Üç kere milletvekilliği devlet tarafından gasp edilmiş, partileri defalarca kapatılmış, en son belediye başkanlığı elinden alınmış 74 yaşındaki sakin, gerçekten sakin, ılımlı, her sözünü ölçerek biçerek kullanan, sağduyunun sesi olarak bilinen birinden bahsediyorum. Bir tarafta bütün yaşananlara rağmen sakinliğini korumaya çalışan, yaşını başını almış bir siyasetçi. Bir diğer yanda da çok acımasızca davranan bir devlet. Böyle bir olayla karşı karşıyayız.
Yıllardır dile getirdiğim bir hususu tekrar söylemek istiyorum: Türkiye’de Kürtleri dışlayarak, Kürtleri ötekileştirerek, Kürtleri sistem dışına iterek Türkiye’nin adım atabileceği tek bir yer bile yok. Yani atabileceği tek bir adım bile yok. Bunun yerine Kürtleri yanına alan, Kürtleri eşit vatandaşlık temelinde Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası haline getirmek isteyen ve bunun için çaba sarfeden tüm siyasetçilerin önü sonuna kadar açık. Şu anda devlet bu politikalarıyla kapıları kapatıyor.
Ama kapanan kapı sadece ülkeyi yönetenlerin kapısı değil, aslında hepimizin kapısı. Çünkü Ahmet Türk Türkiye ise gözaltına alınan Türkiye oluyor. Kendisine tekrar çok geçmiş olsun diyorum. Umarım en kısa zamanda tekrar özgürlüğüne kavuşur. Ama esas olarak Türkiye’ye geçmiş olsun diyorum. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.