Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fethullah Gülen’e yönelik içerden eleştiriler artarak ve keskinleşerek sürüyor

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Aylar önce ilk olarak herhalde burada biz dile getirmiştik, Türkiye’de en azından Fethullah Gülen’in oluşturduğu yapılanma içerisinde yurtdışında bir tartışmanın uç vermeye başladığını söylemiştik. Özellikle bu hareketin içerisinde yer alan bazı sosyal bilimciler, hareketi ve hareketin ötesinde hareketin başındaki Fethullah Gülen’in kendisini doğrudan, açık bir şekilde eleştirmeye başlamışlardı. Orada “Kıtalararası” adında bir internet sayfasından ve siyaset bilimci olan Ahmet Kuru, Gökhan Bacık ve Özgür Koca’nın yazılarından söz etmiştik. O web sayfası sürüyor, orada yazılar devam ediyor. En son Ahmet Kuru bu konuda açık, net bir yazı yazdı. Onun ardından bunların başlattığı, bu üç kişinin başlattığı tartışmaya başkaları da bir şekilde dahil oldu. Dahil olanların önemli bir kesiminin onların dile getirdiği eleştirileri, suçlamaları, itirazları vs. bertaraf etmeye çalıştıklarını gördük. Bu daha çok, yani eleştirenlerin eleştirisi şeklinde oldu; ama bazı noktalara katılanlar da oldu. Genellikle şu tür yaklaşımlar vardı: “Bunların bir kısmına biz de katılıyoruz, ama bunları alenen konuşmak doğru değil. Zaten zor bir dönem geçiriyoruz vs.. Bunların yapılmaması lazım”. Yani bir “Kol kırılır yen içinde kalır” yaklaşımı çok baskındı; ama bütün bu eleştirilere üstü kapalı gözdağı vermelerine rağmen, o “Kıtalararası”nı yapanlar, yayınlarını sürdürdüler, sürdürüyorlar. Başkaları da onlara eklenmeye başlıyor ve ilginç bir şekilde artık eleştiri sahiplerinin önemli bir kısmı kopuyor, kendilerini bağımsızlaştırıyorlar. Dışarıdan bir dönem o hareketin, o yapının içerisinde yer almış kişiler olarak hareketi eleştiriyorlar. Genellikle ondan “Cemaat” diye bahsediyorlar, onlara cevap verenler de o malum “Hizmet” ya da “Hizmet hareketi” demeyi tercih ediyorlar. Yani birisi cemaat diye eleştirirken, karşı tarafta birileri hizmet diye onlara cevap vermeye çalışıyor. Böyle giden bir süreç var ve bu süreçte bayağı bir yol katedilmek üzere. Çok ciddi sorgulamalar yapılıyor. Az sayıda kişi tarafından, ama çok hayatî meseleler sorgulanıyor.

10 mülakat üç yaklaşım

Şimdi burada çok ilginç başka bir olay yaşandı, Engin Sezen adında Kanada’da yaşayan ve bu hareketle bir şekilde ilişkili, ama bir mesafesi de olan bir akademisyen, “The circle”, hatta “Join the circle”, “katılın” anlamında –circle çember, daire demek–, orada röportajlar yaptı. Anlaşıldığı kadarıyla bu röportajların bir kısmı mülakatlar, yazılı sorulara gelen cevaplar, bir kısmı herhalde telefonda, Whatsapp ya da Skype ile olabilir. Çünkü burada var olanların önemli bir kesimi Türkiye dışında yerlerde yaşayan insanlar. Benim gördüğüm, ciddiye alınabilecek 10 tane farklı mülakat okudum. Bunlardan üç tanesi yurtdışında yaşayan gazeteciler: Adem Yavuz Arslan, Bülent Korucu ve Aydoğan Vatandaş. Dördü akademisyen: Savaş Genç, İhsan Yılmaz, Özgür Koca ve Gökhan Bacık. Gökhan Bacık ve Özgür Koca zaten “Kıtalararası”nda eleştirileri yapan kişiler. Birisi Ali Yurtsever adında akademisyen olan, ama aynı zamanda da bu yapının Amerika’daki örgütlenmesinde bir dönem çok etkili olmuş olan bir isim. Biri de Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın eski başkanlarından Harun Tokak. Birbirinden farklı bu mülakatlara baktığımız zaman şöyle bir yaklaşım görüyoruz.
Üç yaklaşım var. Birincisi, “Aslında her şey iyi ve her şey çok iyi olacak” yaklaşımı. Bunu yapanlar daha çok gazeteciler oluyor ya da STK’larda yani bu yapının kurumlarında görev almış kişiler de oluyor. Mesela Ali Yurtsever, Harun Tokak gibi isimlerin “Biz de eleştiriyoruz canım” tadında birtakım lafları var; ama çok da fazla bir şey söylemiyorlar. Genellikle yöneltilen eleştirileri bertaraf etme yoluna gidiyorlar. Benzer bir şeyi gazeteci Bülent Korucu’da da görüyoruz; o da eleştirenlerin eleştirisini daha çok yapıyor. Ama akademisyenlere baktığımız zaman –zaten Gökhan Bacık ve Özgür Koca’dan bahsettik–, onlar çizgilerini daha da ileri noktalara taşıyorlar — ki Özgür Koca artık cemaat dediği yapıyı bir öteki yapı olarak, bir umutsuz vaka olarak görüyor, öyle bir yaklaşımı var. Ama buradaki mülakatlarda beni en çok etkileyen, bir başka siyaset bilimci Savaş Genç oldu. Savaş Genç aslında “Kıtalararası”nın başlattığı tartışmaya da dahil olmuştu. Orada yazısı çıktı mı şu anda emin olamadım, ama benzer bir dalga boyunda gidiyor. Bir dönem burada önemli, Fatih Üniversitesi’nde mesela Uluslararası İlişkiler bölümünün başkanlığını yapmış, Zaman gazetesi ve STV’de yorum yapmış, Aksiyon dergisinde yazarlık yapmış birisi. Ama şu anda Avrupa’da yaşıyor anladığım kadarıyla ve tam bir kopuş yaşamış, yaşıyor. Onun söylediklerinden bazı bölümleri okumak istiyorum, bunların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biraz uzun olabilir, kusura bakmayın.

Savaş Genç’in söyledikleri

“Ortada hâlâ cevaplanmamış çok ciddi ve insanın içini acıtan sorular var. Neden ısrarla hiç hata yapılmadı söyleminin ardına saklanılıyor? –cemaati kast ediyor– Neden hâlâ tek hata AKP’ye güvenmiş olmaktır savunmasıyla top taca atılıyor? Ki en çok yapılan yaklaşım bu. Hatamız AK Parti’ye ve Erdoğan’a güvenmekti, bizi kandırdı. Yani Erdoğan’ın ‘bizi kandırdılar’ının Fethullah Gülen ve çevresi tarafından dile getirilen versiyonu. Neden hâlâ toplumsal algının değiştirilmesi için söylem geliştirilmiyor ve AKP bir gün çekip giderse her şeyin düzeleceğine inanılıyor?” Baktığımız zaman eleştiri yöneltmeyen insanların büyük bir kısmının AK Parti sonrası dönem için hazırlık yaptığı, o günün bir şekilde geleceği ve ondan sonra her şeyin düzeleceği yaklaşımına sahip olduklarını görüyoruz. Savaş Genç bunu çok ciddi bir şekilde eleştiriyor. “Hiçbir acı tecrübenin Cemaat’in karar alma mekanizmasının sosyal olaylara bakış açısını değiştirmeyeceği algısı Türkiye’de 15 Temmuz sonrası oluşan acımasız sosyolojinin değişmesine mani oluyor. Karar alma mekanizmasındaki insanların pasaportları…” bu çok ilginç bir cümle, çok şaşırttı beni açıkçası. Karar alma mekanizmasındaki insanlar derken tabii ki Fethullah Gülen başta olmak üzere o yukarıdaki çekirdeği kast ediyor. “Bu insanların pasaportları seneler önce iptal edilmiş olsa ve ülke içinde yaşamaya mecbur kalmış olsalardı, hareket bu kadar ön plana çıkıp riske girer miydi ve yaşadığının yüzde kaçını yaşardı sorusu aklımdan çıkmıyor”. Bu çok sert bir soru aslında. Yani mealen, Fethullah Gülen Türkiye’de kalsaydı bu yaptıklarını yapar mıydı diyor, “Fethullah Gülen ve diğer üst düzey yöneticiler. 28 Şubat’ta bu hassasiyetle davranıp dengeli stratejilerle süreci takip edenler, hangi saiklerle tamamen farklı bir yolu tercih ettiler? Tüm yapısal sorunlar, tayinleri bile cezalandırma yöntemi”. Tayin derken bu yapı kendi içerisinde bir yerden bir yere insanları tayin ediyor. Yani bir ülkeden bir ülkeye, bir okuldan başka bir okula, bir kurumdan bir başka kuruma. Bu çok yaptığı bir şey ve Fethullah Gülen’in kimi zaman ödüllendirmek, ama çokça da cezalandırmak için başvurduğu bir yöntem. “Soru çalanlar, delil uyduranlar ve kendi Cemaat arkadaşları dahil olmak üzere usulsüz dinleme yapanların varlığı”. Evet bu yıllardır dile getirilen ve yıllardır dile getirildiği zaman bu yapı Türkiye’de güçlü olduğu zaman da tamamen bir karalama vs. diye reddedilen şeyleri artık içeride önemli yerlerde bulunmuş birisi, soru çalmayı, delil uydurmayı, hepsinin bir şekilde kabul edildiğini görüyoruz.

Şeffaflık meselesi

Ve “kendi Cemaat arkadaşları dahil olmak üzere usulsüz dinlemeler yapmak” diyor ki bu çok çarpıcı bir olay. “Bütün bunların varlığı neden bir öğretmen ve esnafın boynuna asılı kaldı?” Yani Türkiye’de bedeli şimdi öğretmenler, esnaflar, bu yapıya sempatiyle bakan alt düzeydeki insanlara ödetiliyor. Evet bu çok önemli bir sorun. Daha önce burada Ege Denizi’nde ya da Meriç nehrinde yaşanan facialarla ilgili olarak söylediğimde hep şunu özellikle vurguluyorum: Birileri gayet rahat bir şekilde çıktılar gittiler ve hayatlarını bir şekilde sürdürüyorlar. Ama çok alt düzeyde insanlar, belki çok az teması olan insanlar, sempatizan düzeyindeki insanlar, çok büyük mağduriyetler yaşıyorlar. Dramlar, trajediler yaşıyorlar. Benzer bir şeyi burada Savaş Genç de söylüyor: “Hiçbir somut delil bulamayınca masum insanları… Bu insanları aynı anda bırakmak kabul edilebilir değil”.
Bir soru var, nasıl çıkar düzlüğe diye bir soru var. Buna da çok kötümser bir cevap veriyor ve şunu söylüyor Savaş Genç: “Sadece havuz medyasının seviyesiz yayınlarıyla imaj kaybına uğranıldığına inanmak çözümsüzlüğe mahkûm olmaktır. Demokratmış gibi yaparak, modern dünyaya sadece marjinal gruplardan daha iyi bir yerde duruyor sinyalini verirsiniz”. Yani şu anda İslam dünyasında, İslamî hareketler, İslamcılık denince akla gelen hareketler Batı nezdinde o kadar tehlikeli, şiddetle iç içe geçmiş hareketler ki, herhangi bir şiddete başvurmayan, yumuşak konuşan, sakin konuşan herkes demokratmış gibi görülebiliyor ya da tercih edilebiliyor. Bunu vurguluyor. Ama ötesine geçmek için gerçekten demokratik, şeffaf, hesap verebilen, çoğulcu yapılar inşa etmeniz gerekiyor. Buradaki şeffaflık vurgusu çok önemli.
Özel olarak bunu ben şahsen çok önemsiyorum. Yıllar önce Fethullah Gülen Türkiye’de çok etkiliyken –yani kendisi Türkiye’de değildi ama kendi yapısı AK Parti’yle çok iyi ilişkilerle adım adım geliştirirken–, daha Ergenekon süreci başlamamıştı ama başlamaya yakında, Vatan gazetesinde bir açık mektup yazmıştım. Orada, “Neden şeffaf değilsiniz?” sorusunu sormuştum. Bayağı bir tartışılmıştı. Özellikle o yapının kendi içerisindeki tartışma gruplarında da bu konunun tartışıldığını biliyorum. “Neden açık değilsiniz, neden şeffaf değilsiniz?” sorusu. Bu soru zaten o tarihte çok kilit bir soruydu. Bu yapıyla mücadele etmenin, bu yapıyı eleştirmenin en kilit sorusuydu. Orada bu soru boğuntuya getirilmek istenmişti. Genellikle şöyle yapılıyordu: Kim şeffaf ki biz olalım? İşte malum, Türkiye’de İslamî yapılara karşı devlet baskısı var, mecburen böyleyiz falan gibi, bu soru geçersiz kılınmak isteniyordu. Ama dönüp baktığımızda sadece Savaş Genç’te değil, her türlü eleştiriyi dile getirenlerin –ki bunların içerisinde Fethullah Gülen’e hâlâ toz kondurmak istemeyen gayrı samimi insanlar da var–, onlar da bu yapının şeffaf olması gerektiğini, yöneticilerinin hesap verebilir olması gerektiğini söylemeye başladılar. Ama artık çok geç ve öyle bir şeyin artık çok fazla bir anlamı yok.

Samimi ve gayri samimi şikayetler

Buradan ne çıkar? Buradan benim gördüğüm kadarıyla kopuşlar bireysel olarak devam edecek. Ama burada şöyle bir soru var: Özellikle yurtdışında yaşayan insanların kendi başlarına kaldıkları zaman hayatlarını idame ettirebilmeleri çok zor olabiliyor. Dolayısıyla yapının içerisinde kalmak bir garanti olabiliyor — yurtdışında özellikle dil bilmeyenler için ya da belli bir para kazanabilme imkânları olmayanlar için. Onu görmek lazım. Ama çok ciddi bir şekilde bir sorgulama var. Bir beklenti vardı belli ki. Kısa bir süre içerisinde işler tekrar düzelecek, kendi lehlerine düzelecek beklentisi. Aradan bayağı bir zaman geçti 15 Temmuz’dan bu yana. Pek bir şey değişmiyor, operasyonlar sürüyor. Ve yurtdışındaki etkileri de eskisi kadar olmayabiliyor. Özellikle Afrika ülkelerinde ve bazı Asya ülkelerinde AK Parti iktidarının var olan yönetimlere yaptığı baskılar sonucu birçok okulun kapatıldığını da görüyoruz, duyuyoruz. Dolayısıyla bir tedirginlik hâlinin daha fazla öne çıktığını buralardan görebiliyoruz. Her şey güzel olacak söylemine sahip olanların da herhangi bir maddi zeminleri yok.
Bir diğer husus: Mesela hayatlarına baktığınız zaman, gazeteci olarak ya da akademisyen olarak konuşan ve eleştirmeyen, hâlâ Fethullah Gülen’e toz kondurmamaya çalışanların da aslında bir anlamda çok buruk ve kırgın olduklarını görüyoruz. Bunların büyük bir kısmını tanıyorum. Ve bunlar benim bildiğim kadarıyla yaptıklarının hepsini bilinçli olarak yaptılar. Bütün bu olayın bir parçası oldular. Hâlâ kendilerini buruk ve mağdur durumda göstermek isteyenler, gazetecilerin içerisinden tanıdıklarım var, akademisyen olanlardan tanıdıklarım var. Bunlar bu çarkın çok bilinçli parçaları oldular. Son âna kadar bunun içerisinde yer aldılar. Şimdi birtakım hayıflanmaları en fazla iktidarlarının ellerinden gitmesinden dolayıdır. Onun için bunların hayıflanmalarının samimi olduğunu düşünmüyorum. Ancak Savaş Genç gibi, Gökhan Bacık gibi ya da Özgür Koca gibi, Ahmet Kuru gibi isimlerin eleştirilerinin çok sahici olduğunu ve bunun bir karşılığı olduğunu, ama karşılığını bulmasının biraz zaman alacağını tahmin ediyorum. Bu yapı artık kesinlikle eski günlerinden çok uzakta. Kendi ayakları üzerinde durma konusunda yeteneklerini ve kapasitelerini bayağı bir yitirmek durumunda. Ne zamandır dikkat ederseniz Fethullah Gülen’in de sesi pek çıkmıyor ya da kendisine yabancı medya artık çok fazla ilgi de göstermiyor. Belki de özel olarak bunu tercih ediyordur, bilemiyorum. Ama belli bir etkilerinin kalmadığını, bir bekleyişte olduklarını ve bu bekleyişin sanki kendileri dışındaki birtakım aktörlerin Türkiye’de bir şeyleri değiştirmesini bekledikleri olarak görülebilir. Ama şu hâlleriyle baktığınız zaman, yapılan tartışmalara, edilen sözlere baktığımız zaman, bu yapının Türkiye’deki gidişatı değiştirebilmeye etki etme konusunda şu anda çok fazla bir imkânı yok. Bunun da iyi bir nokta olduğunu, geç gelmiş iyi bir nokta olduğunu vurgulamakta yarar var.

Gelecek ihtimalleri

Beklentim, bunu iki anlamda söylüyorum –hem kişisel beklentim, hem de bir gazeteci olarak, değerlendirme olarak beklentim–, bu dile getirilen sahici eleştirilerin belli bir süre içerisinde yeni yaşanacak gelişmelerle birlikte çok daha fazla öne çıkması, çok daha fazla baskın hâle gelmesi. Çünkü o eleştirilerin, yaklaşımların büyük bir kısmı, bu hareketi dışarıdan izleyen birisi olarak, bir gazeteci olarak benim gördüğüm kadarıyla çok haklı, sahici ve tam olayı damarından yakalayan eleştiriler. Ve doğrudan bunun muhatabının Fethullah Gülen’in kendisi olduğunu biliyoruz ve Fethullah Gülen’in bu eleştirilere verebilecek herhangi bir cevabı olduğunu sanmıyorum. En fazla bir laf kalabalığıyla bir şeyler söylüyor olabilir. Ama bu sahici eleştiriler, kırk beş yılı aşkın, elli yıla belki de yaklaşan bir hareketin aslında yok olmaya yüz tuttuğunun işaretini bize veriyor.
Ancak şunu vurgulamakta yarar var: Bu tür hareketlerin kaderi sadece kendilerine bağlı değil. Türkiye’de yaşananlar, siyasî iktidarın durumu, diğer toplumsal hareketlerin durumu, diğer siyasî aktörlerin durumu, konjonktür, jeopolitik durum vs., bütün bunların hepsinin önemi var. Türkiye’nin şu hâliyle yaşanan, Türkiye’nin şu anda içinden geçtiği kriz, alabildiğine kriz içinde olan bu hareketin, bu grubun, bu şebekenin hâlâ kendinde bir gelecek beklentisine sahip olmasını mümkün kılıyor. Bunu da kabul etmek lazım. Normal şartlarda bütün bu yaşananlardan sonra kapısına tabelayı asması gereken bir yapı, Türkiye’nin içinden geçtiği çok zorlu koşullar nedeniyle hâlâ bir umut, kendisine tekrar sıranın geleceği umudunu taşıyabiliyor. Bunun için Türkiye’nin kendini yenilemesi, demokratikleşme yoluyla krizini aşabilmesi lazım. Bu anlamda çok umutlu ve iyimser olamadığım için Cemaat’in, bu yapının, Fethullah Gülen ve onun etrafındaki yapının geleceğinin de tamamen ömrünün tamamlandığını söyleyebilecek durumda değilim, değiliz.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.