Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

IŞİD’in Türkiye stratejisi: Galip Dalay ile söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/300878447″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

 

Merhaba, iyi günler. Cumartesi, yılbaşı gecesi IŞİD’in gerçekleştirdiği Reina katliamından hareketle IŞİD’in Türkiye stratejisini Al Sharq Forum Araştırma Direktörü Galip Dalay’la tartışacağız. Galip merhaba.

 

Merhabalar.

 

Galip, Ağustos sonunda Al Jazeera’nın İngilizce web sayfasında Gaziantep’te sokak düğününde yaşanan katliamın ardından bir yazı yazmıştın. Şimdi bu arada tabii Gaziantep’teki sokak düğününün bir-iki gün içerisinde hafızalardan silinmiş olduğunu da bir not düşmemiz lazım. Gerçekten çok büyük bir katliamdı, ama doğru dürüst üzerinde konuşulmamış, acı bir olaydı. O yazı da IŞİD’in Türkiye stratejisi üzerine çok kapsamlı bir yazıydı. Ve çok net bir şekilde iki tip saldırı yöntemi uyguladığını söylüyordun. Bir tarafta özellikle turistik hedeflere yönelik saldırılar ve burada Türkiye’nin Suriye politikasını ekonomiye zarar vererek bir nevi cezalandırma, bir de Türkiye’nin etnik ve mezhebî fay hatlarına yönelik olarak özellikle Kürt gruplara yönelik ya da Kürt hareketine yakın olduğu varsayılan, Suruç’ta ya da Ankara’da olduğu gibi gruplara yönelik saldırılar olarak söylüyordun. Şimdi galiba Reina’yla beraber üçüncü bir şey girdi ama.

 

Üçüncü bir tarz.

 

O üçüncü şeye gelmeden önce şu iki olayı olabildiğince hızlı bir şekilde özetler misin? Yazıyı okumayanlar, ve tabii üzerinden zaman da geçti. İki şeyi bir tekrarlar mısın? Tam olarak ne diyordun o yazıda?

 

Şimdi sizin de belirttiğiniz gibi, IŞİD’in son dönemlerdeki saldırılarına baktığımızda, bunları kategorize etmeye çalıştığımızda gerçekten belli şeyler görüyoruz bazı saldırıları ortak eden. Bu saldırıların en önde gelenlerini şöyle kategorize edelim: bunlardan bir tanesi Taksim’de gerçekleşen, Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen, Sultanahmet’te gerçekleşen vb. saldırılar. Bunlara baktığımızda bunların kahir ekseriyeti hem yabancı sivillere yönelik ama aynı zamanda Türkleri de içeriyor. Sembolik yerlerde yapılıyor, turizme yönelik ve uluslararası imaja yönelik. Tabiri caizse Türkiye’nin ekonomik fay hatlarını hedef alan saldırılar olduğunu görüyoruz. Bunun dışında bir de Suruç’ta, Diyarbakır’da, Ankara’daki saldırılarına baktığımızda hedef kitleye bakalım. Bunların kahir ekseriyeti ise HDP’ye veya Kürt siyasal hareketinin çevresine kümelenmiş ulusal kesimler, bir de bunlara Ankara ve Suruç örneğinde olduğu gibi sol tabandan toplumsal kesimlerin eklemlendiğini görüyoruz. Bu ikinci kategoriye baktığımızda da aslında IŞİD, Suriye’deki PYD ve YPG’yle yaptığı savaşla Türkiye’de HDP ve PKK çevrelerine yaptığı savaş arasında çok fark gözetmiyor. Bu savaşın devamı olarak Türkiye’de yapıyor. Tabiri caizse Suriye’nin kuzeyiyle Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu tek bir ünite olarak alıyor. Orada vermiş olduğu mücadelenin devamı olarak Türkiye’de de benzer bir mücadele yürütüyor. Zaten bunu hedef kitlelerinde, hedef aldığı toplumsal kesimlerde gayet açık görebiliyoruz. Daha önce bir de mezhebî fay hatlarına yönelik Reyhanlı saldırısı da vardı. Ama son dönemlerde bu mezhebî fay hattından ziyade etnik fay hattını hedef alan bir IŞİD gördük. Bu ikisinin farklı gerekçeleri var. Dediğim gibi bu özellikle Türkiye’nin ekonomik hatlarıyla uluslararası imajına yönelik saldırılarının yoğunluğunu, özellikle Türkiye’nin Amerika’yla 2015 yılında yaptığı anlaşma, IŞİD’le mücadeleye dahil olması, IŞİD’e karşı çok daha sert bir tutum takınması, IŞİD hücrelerine karşı Türkiye’de eylem yapılması ilk grubu tetikledi. İkinci grup da zaten bu YPG/PYD ile IŞİD’in Suriye’de mücadelesi, hatta Irak’a da taşıyabiliriz. Yani bu IŞİD’le Kürtler arasındaki mücadele bütün o bölgesel Kürt coğrafyasının IŞİD tarafından tek bir ünite olarak görülmesini ve dolayısıyla da mücadeleyi farklı sahalarda farklı enstrümanlarla takip etmelerine yol açtı.

 

Peki Galip, yazıda çok önemli bir hususun altını hatta iki kere çizmişsin diye hatırlıyorum. Diyorsun ki IŞİD Irak’ta, Suriye’de –özellikle Suriye’de– ne kadar sıkışırsa Türkiye’de o kadar daha fazla etkili ve daha geniş bir alanda Türkiye’yi tehdit ediyor. Bunu biraz açar mısın?

 

Şunu demek istiyorum: IŞİD daha önce tabiri caizse territoryal bir örgüttü. Hâlâ territoryal bir örgüt. Her ne kadar belli ölçüde bir toprak kaybı yaşasa da hâlâ bir bölgesi olan, belli bir hükümranlık alanı olan, kendisine ait bir toprağı olan bir örgütten bahsediyoruz. Daha önceki alıştığımız örgütlerden farklı bir yapıya sahip. Gerillavari taktiklerle tabiri caizse biraz daha devletimsi bir yapıya benzeyen bir örgüt var. Daha önce bu territoryal genişlemeyi yaşarken Irak ve Suriye’de, uluslararası savaşçılarını bu coğrafyaya çekiyordu. Orada mücadele ediyordu, oraydı etkinlik alanı. Son dönemlerde buradaki sıkışması tekrardan tabiri caizse klasik bir örgüt, klasik bir şiddet dalgasına başvurmaya yol açıyor. “Ben varım” iddiasını yaşayabilmek için şimdi Irak ve Suriye’de insanlar sıkıştıkça, burada yaşam hakları azaldıkça, burada operasyona maruz kaldıkça buradan kaçmaya başlayacaklar. Buradan farklı coğrafyalara, farklı ülkelere, Türkiye’ye, Avrupa’ya kaçmaya başlayacaklar. Ve “ben varım” iddiasını taşıyabilmek için daha önce tabiri caizse El Kaide’nin bir yakın düşman bir de uzak düşman olarak kavramsallaştırdığı uluslararası hedeflere, dış hedeflere daha fazla yönelmelerine yol açacak. Dolayısıyla IŞİD’in Irak ve Suriye’de sıkışması Türkiye’nin güvenlik risklerini azaltmak bir yana, Türkiye’nin güvenlik riskini artıracak bir etkiye sahip olacaktır.

 

Peki burada şunu sorabilir miyim? Ben açıkçası IŞİD’in Türkiye’yi bir Irak, Suriye kadar olmasa bile, kendi tabirleriyle bir cihat alanı olarak gördüğünü ve bunu da başlatmanın hazırlıkları içerisinde olduğunu düşünüyorum. Ve Reina saldırısını da bu bağlamda okuma eğilimindeyim. Geçen yaptığım yayını izledin mi bilmiyorum. Buna katılır mısın? Bu sadece bir Irak’ta, Suriye’de sıkışmanın verdiği bir nefes alma gayreti gibi açıklarsak belli bir anlamda etkisi dar olur. Ama benim söylemeye çalıştığım, düşündüğüm çok daha geniş bir strateji olarak Türkiye’yi de belki orta ya da uzun vadede bir Irak’a, Suriye’ye dönüştürme niyeti, perspektifi –başarırlar, başaramazlar ayrı ama– olduğunu düşünüyorum. Katılır mısın bana?

 

Şöyle, daha deminki ifadelerim bunun bir boyutuydu. Zaten yazıda da… Türkiye’de kendisine yabancı bir terörist gruptan ziyade daha içeride olmaya çalışan bir yapı olarak konumlandırılmaya çalışılıyor. Ve Türkiye’deki bazı toplumsal ayrışmalardan da zemin bulmaya çalışıyor. Bu özellikle Reina saldırısını IŞİD’in yaptığı üçüncü tarz saldırıya örnek olarak kabul edebiliriz. Burada ise daha çok tabiri caizse laik-İslamcı veya seküler-muhafazakâr toplumsal ayrışmasını daha da derinleştirmeyi hedef alan bir saldırı. Dolayısıyla ekonomik ve uluslararası imaja yönelik, etnik ve mezhebî fay hatlarına, bir de seküler-İslamcı… Zaten IŞİD’in var olabilmesi için, bu bir varlık stratejisi olarak ortadan gri alanları kaldırmak ve farklı toplumsal, ideolojik, mezhebî veya etnik kesimler arasındaki geçişkenliği azaltmayı bir hedef olan seçen bir örgüt. Buradaki hatlar ne kadar keskinleşirse, buradaki radikalleşme ne kadar keskinleşirse IŞİD’vari örgütlerin işinin daha da kolaylaştığı bir denklem. Türkiye’de özellikle şeyde gözlemlemeye çalışıyorum. IŞİD adına HDP veya PKK’ya yönelik saldırılara baktığımızda çok ciddi anlamda Kürt olan sempatizanları kullanıyorlardı. Bunu birçok eylemde zaten gördük. Bunu aslında görebildiğim kadarıyla IŞİD belli ölçüde daha önce zaten Kürt mahallesinde var olan ayrışmada kendisine bir zemin bulmaya çalışıyordu. Daha önce PKK-Hizbullah arasındaki ayrışmanın yarattığı boşluk diyebiliriz. PKK üç aşağı beş yukarı siyasal haklar talebi konusunda aslında çok da HDP veya PKK’dan farklı bir şey söylemeyen fakat ideolojik olarak ondan farklı davranan ve PKK’nın bu işte seküler, modernleştirici, baştan aşağı (…)

 

Galip burada bir sorun oldu bağlantıda. İstersen bu kısmı tekrardan… Beni duyuyorsun değil mi? Bir sorun oldu burada. Tekrardan… Tam şeyden bahsediyorsun. PKK-Hizbullah gerginliği, geçmişteki gerginliğin bugünkü o Kürt mahallesindeki ayrışmadan istifade etme niyetinden bahsediyordun. O bölümü tekrarlarsan, çünkü oradaki bağlantıda bir sorunumuz oldu. Eğer düzelmişse oradan devam edelim. Evet galiba sorunumuz devam ediyor an itibariyle ama düzeleceğini tahmin ediyorum. En azından sadece Galip’le sesli bir şekilde yayını sürdürebiliriz. Burada Galip’in anlattığı bölümü, yazısını okumuş birisi olarak özetlemeye çalışayım onunla bağlantıyı tekrar kurmaya çalışırken. Geçmişte PKK ile Hizbullah arasında çok ciddi bir gerilim yaşandı. Ve bu gerilimde Kürtler arasındaki kutuplaşma da en azından PKK’nın daha seküler bir hareket olması, Hizbullah’ın da İslamcı bir hareket olması ve Kürtler arasında bir İslamcı-seküler ayrışmasını da giderek büyüttü. Ve bu alanı daha sonra, Hizbullah’tan sonra hayata geçen HÜDA-PAR tam anlamıyla dolduramıyor. Kürt İslamcılığında bir boşluk var. IŞİD vb. cihatçı örgütlenmeler –ki El Kaide de böyleydi ama şimdi özellikle IŞİD’de– ciddi sayıda bir… Galip ben bir toparladım. Duyuyor musun beni şimdi?

 

Duyuyorum.

 

Şunu tekrardan, kaldığımız yerden, şeyi anlatıyordun. PKK-Hizbullah ayrışmasının doğurduğu zeminde IŞİD’in etkili olma çabası. Orada tekrar baştan itibaren şey yaparsan oradan devam edelim.

 

Olur. Şimdi özellikle IŞİD’in Kürt hareketine veya PKK, HDP çevrelerine yaptığı saldırılara baktığımızda burada çok ciddi manada Kürt kullanıldığı, bu saldırıları yapan militanların çoğunun da Kürt olduğunu görüyoruz. Hatta bunun benzerini Irak ve Suriye’de de belli oranda görmek mümkün. Burada da ben şunu görüyorum: IŞİD bu saldırılarda (…)

 

Burada IŞİD neyi hedeflemiş olabilir? Burada yılbaşı kutlayanlara saldırarak, yılbaşı kutlamalarına antipatisi olan isimlerden kendisine bir sempati devşirmek mi istiyor?

 

Şimdi şöyle, IŞİD’in hedef sıralamaları –dediğim gibi bunların hepsi bizim okumamız–, hedef sıralamasına baktığımda birincisi Türkiye’yi cezalandırmak. Bu meselede sadece yılbaşı kutlaması üzerine anlamlandırmaktan ziyade birinci hedefi Türkiye’yi cezalandırmak. Zaten IŞİD’in yılbaşıyla alakalı yayınladığı bildirilere baktığımıza Batı’yı, tek bir ünite olarak Batı kavramını kullanıyor. Orada sempatizanlarına eylem çağrısında bulunuyor. Orada sempatizanlarını o gün veya geceyi büyük bir imkân olarak kullanıp eylem çağrısında bulunuyor. Fakat ülke ismi olarak sadece Türkiye’den bahsediyor. Ve yönetici eliti “mürted” olarak tanımlıyor. Daha önce Diyanet’e karşı benzeri bir dil kullanıldığını biliyoruz. Dolayısıyla ben öncelikli hedefinin bu El Bab operasyonu bağlamında, Türkiye’nin Suriye’deki operasyonu bağlamında Türkiye’yi cezalandırmak istediğini düşünüyorum. Bu cezalandırmanın bir sürü opsiyonu var. Türkiye’yi şu anda cezalandırmanın en kestirme yollarından bir tanesi, Türkiye’nin sinir uçlarını daha da kaşımak olduğunu düşünüyorum. Daha önce bunu etnik, mezhebî fay hatlarında gördük. Çoğunda da direkt İslamcı fay hattını kaşımak için Reina benzeri bir yer seçildi. Reina seçimi tesadüf değil, sistematik. Bu saldırıyla nasıl bir tartışmanın başlatılacağını IŞİD pekâlâ görebiliyor. Bunun toplumsal bir fay hattına dönüşme ihtimalini çok görebiliyor. Burada tabii belli marjinal kesimlerden, hatta belli bir radikal kesimden sempati devşirmeye çalıştığını görebiliyoruz. Ama ana hedef IŞİD’in kendisini Türkiye’de daha kalıcı bir hale getirmek istediği konusunda benim de kafamda şüphe yok. IŞİD burada daha kalıcı bir hale gelmek istiyor. IŞİD Türkiye’de daha sistematik bir mücadeleyi destekliyor gibi gözüküyor. Zaten son dönemlerde artan Türkiye vurguları bunu gösteriyor. Ve bunu da sinir uçları üzerinden çok sistematik yapmaya çalışıyor. Bu Reina operasyonunu da Türkiye’de marjinal veya radikal diyebileceğimiz gruplara bir mesaj olarak okuyabiliriz. Ama temelde bunun ana amacı Türkiye’deki bu laik-seküler fay hattını kaşımak olduğunu düşünüyorum.

 

Peki Galip. Türkiye’ye baktığımız zaman, Irak’a ve Suriye’ye, El Kaide’de biliyorsun, Zerkavi’nin El Kaide’nin geleneksel çizgisinden en önemli farkı –hatta ilk başta merkezden çok tepki de almıştı– Şiilere yönelik çok acımasız saldırılar başlattı Irak’ta. Ama sonra bunu kabul de ettirdi. IŞİD bir nevi o mirası hem Irak’ta hem Suriye’de ciddi bir şekilde sürdüren bir örgüt. Yani bu mezhepçilik temelli, Şii karşıtlığı temelli. Sırf Şii olmaları insanların öldürülmesine yeterli olan bir hareket. Şimdi Türkiye’de Şiilik değilse bile Şiiliğin yakınında olan bir Alevilik olayı var. Ve hep aslında arada sırada böyle birtakım haberler çıkıyor. Cemevlerine yönelik istihbarat vs. falan gibi, ama şu âna kadar çok şükür böyle bir şey olmadı. Ama bu galiba bölgeyi de düşündüğümüz zaman mezhep savaşı gibi argümanları da düşündüğümüz zaman herhalde Türkiye’deki en hassas noktalardan birisi bu değil mi? Şu âna kadar senin söylediğin, Kürtlere yönelik olduğu, yaşam tarzına yönelik olduğu, turistlere yönelik olduğu. Herhalde IŞİD’in kafasında bu mezhep meselesi vardır değil mi?

 

Açıkçası böyle bir kaygım var. IŞİD’in buradaki sinir uçlarını ve etnik, mezhebî fay hatlarını daha da derinleştirmek için Alevilere yönelik saldırı yapma ihtimalini göz ardı edemeyiz. Ama Irak ve Suriye örneklerinden şöyle bir farklılığı ortaya koyalım. Irak ve Suriye’de IŞİD’e ciddi manada bir toplumsal zemin kazandıran , Şiilerle mücadele ederken onlara tabiri caizse bir toplumsal destek kazandıran bir siyasal ortam var. Bu da şu: Hem Irak’ta hem Suriye’de Sünni krizi var. Irak’ta Sünnilerin uzun bir süreden sonra iktidarı kaybetmesi, iktidarı Şiilere kaybetmesi, Şiilerin merkezi hükümetinin de aynı mezhepçi bakış açısıyla Sünnileri cezalandırma mekanizmasına dönüşmesi. Şimdi Suriye’de azınlıkta olan bir yapının Suriye’nin çoğunluğuna tahakkümü gibi bir argümanı IŞİD çok güçlü bir şekilde kullanıyor. Dolayısıyla hem Irak’ta hem Suriye’de IŞİD’in Sünnilerden destek devşirebileceği uygun bir zemin var. Zaten bu IŞİD’e katılmanın sadece radikal İslami gruplardan ziyade eski Baasçıların da IŞİD’e katılması, yani İslamcı geçmişi olmayan birçok faktörün de IŞİD içerisinde yer almasını da zaten bunun üzerinden okuyabiliyoruz. Yani Sünni krizini çok enstrümantal biçimde kullanabiliyor. Bu durum Türkiye’de yok. Muhafazakârların iktidarda olduğu, Müslüman kesimin ya da İslamcıların iktidarda olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle IŞİD’in Irak’ta ve Suriye’de kullanmış olduğu meşruiyeti Türkiye’de kullanması mümkün değil. İkincisi, buradaki Alevi toplumuna Irak ve Suriye’de Sünnilerin Şiilere veya Nusayrilere baktığı şekilde bakması çok olası değil. Çünkü burada Aleviler azınlıkta olan, Aleviler bugün daha dezavantajlı olan, daha siyasal talepleri henüz belli ölçüde karşılanmamış toplumsal kesimi temsil ediyor. Dolayısıyla orada kullandığı argümanlar üzerinden burada bir zemin yakalaması mümkün değil. Burada ne yapılabilir? Burada mahalleler arası veya farklı toplumsal kesimler arasındaki mesafeyi açabilirse, bu mesafeden ortaya çıkabilecek siyasal enerji veya nefret vb. dalgayı kendi lehine kullanabilir. Ama IŞİD’in Irak ve Suriye gibi zemin bulmasının çok olası olduğunu düşünmüyorum. Suriye örneğine baktığımız zaman IŞİD sonuçta 2013, 2014, 2015’ten bahsediyoruz. İki-üç yılda IŞİD’in son derece yerel, lokal bir meseleden çıkıp global bir fenomene dönüşmesinin güçlü bir zemini var. Bu zemin Türkiye’de yok.

 

Peki son olarak şöyle bitirelim, çok zor bir soru olduğunun farkındayım ama: Ne yapmalı? Türkiye’de IŞİD’e karşı mücadele anlamında –olayın güvenlik boyutunu bir kenara bırakarak– ne yapmalı?

 

Ne yapmalı sorusunda, bunun iki üç tane boyutu var. Bir tanesi polisiye ve istihbarî alanla alakalı. Burada hâlâ bir açık olduğunu zaten saldırıların sıklığından görebiliyoruz. Dolayısıyla bu polisiye ve istihbarî alanla alâkalı şey, buradaki sıkıntı hatta burada daha fazla şeyler yapılması gerektiğiyle alâkalı. Burada çok ekstra bir şey söyleyebilecek durumda değiliz. Bu daha uzmanlık gerektiren bir şey. İstihbarat paylaşımı, sadece Türkiye için değil farklı ülkelerle bir istihbarat paylaşımı gerektiği aşikâr. Ama bunun dışında diğer şeylerden bir tanesi, madem ki IŞİD’in hedeflerinden bir tanesi farklı toplumsal kesimler arasını daha fazla açıp burada boşalan alana yerleşmekse, siyasetin burada yapması gereken şey de farklı toplumsal kesimler arasındaki mesafeyi azaltıp burada IŞİD’in veya başka yapıların kullanacağı mesafe bırakmaması gerekir. Benim şahsi kanaatim, bütün bölgede Şii-Sünni ayrışmasından bahsettiğimiz dönemde bir Alevi açılımı veya benzeri bir açılım IŞİD’le mücadelede güçlü bir cevap olur. Üçüncü boyut da tabii ki bölgesel meseleyle alâkalı. Radikalizmle mücadelenin kolay olmadığını, uzun süreceğini görmemiz lazım. Çünkü bu temelinde siyasal bir mesele. Şunu unutmayalım: Bugün Arap ülkeleri arasında en uzun sekülerizme sahip Tunus aynı zamanda IŞİD’e en fazla militan gönderen ülke konumunda. Sadece Müslüman ülkeler değil, bugün Fransa veya Belçika’dan IŞİD’e katılım sayısı, birçok Müslüman ülkeden katılımdan daha fazla. Dolayısıyla bütün bölgeyi radikalleştiren, Suriye’den Irak’a, Yemen’e, Libya’ya bütün bölgelerde radikalizm dalgasının güçlü biçimde sürdüğü bir siyasal zemin var. En nihayetinde Suriye krizi 2011 yılında başladı ve biz IŞİD’le El Kaide’den bahsetmiyorduk. Biz daha çok farklı bir meseleden bahsediyorduk, siyasal iktidardan bahsediyorduk. Siyasi talepler vardı. Ama 2013’ten 2016’ya kadar bütün gündemimizin IŞİD ve radikalizm olması bu meselenin ne kadar bölgesel alt üst oluşla alâkası olduğunu gösteriyor. Zaten üç yıllık bir süre zarfında lokal bir meseleden global bir fenomene dönüşmesini sağlayan bölgesel kriz ne yazık ki daha on yıllar sürecek gibi. IŞİD meselesi sadece birkaç yılda halledilebilecek –veya radikalizm meselesi, IŞİD yarın el değiştirebilir– birkaç yılda hiçbir ülkenin halledebileceği bir mesele değil. Bu tahminimce bir nesil projesi. Bir nesil alacak bir şey gibi gözüküyor. Bunun negatif etkilerini ancak minimize edebiliriz, ortadan kaldırmamız mümkün değil. Bu da dediğim gibi bunun bir boyutu, istihbarî veya polisiye önlemler oluşu. Ama siyasal olan boyutu da IŞİD’in kendisine zemin bulduğu yarılmaları mümkün mertebe kapatmak. Tabii bu da bir reform ajandası ve açılımlarla olabilecek bir mesele.

 

Evet Galip çok teşekkürler. Biraz kısa bir arıza yaşadık teknik olarak ama sonra hallettik. Evet El Sharq Forum Araştırma Direktörü Galip Dalay’la IŞİD’in Türkiye stratejisini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkür ediyoruz. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.