Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Elma”yı aygır ısırdı: Patrick Ewing

Ewing00NBA’e nam salmış nice büyük pivot gelip geçti hafızalarımızdan; Wilt ve Shaq birer insan azmanı, Kareem ve Hakeem dengeli ve zarif, Russell kedi kadar çevik olmasıyla oyunlarını yüceltti; David Robinson estetik bir süper-atlet, Walton bir dansçı, Unseld bir güreşçi, Thurmond ve Moses birer zamanlamacı, Zo, Bellamy ve Gilmore gibiler betonarme, Mutombo ise geçit vermeyen bir söğüt gibiydi. Her birinin ön plana çıkan meziyetleri ve fiziksel avantajları mevcuttu –zaten bu sayede birer efsane haline gelebildiler. Fakat tarih yazan pivotlar içerisinde öyle bir tanesi vardı ki, ön plana çıkan hiçbir özelliği olmamasına karşın, azmi, çalışkanlığı ve zekâsıyla tam 20 yıla damga vurmayı başarmıştı. O kadar ki, dezavantajı gibi görünen noktaları, sadece bunları olumlu kullanmayı bildiği için avantaja dönüşmüştü. Yetenek eksikliğini disiplinle, fundamental sorununu da taktiklerle atlatan işte bu devin adı, Patrick Ewing’di…

5 Ağustos 1962’de Jamaika’nın başkenti Kingston’da doğan Patrick, esasında tam bir Amerikan kültürü etkisiyle yetişiyordu, fakat çocukluğunu kriket ve futbol peşinde koşarak geçirmişti. 1975’te ailesiyle birlikte Cambridge, Massachusetts’e yerleştiğinde, arkadaşlarının arasından sivrilmesine sebep olacak denli uzayan boyu, onu basketbolla tanıştırmıştı. Fakat 70’li yıllar, siyahlar, hele bir de Latin kökenli olan göçmen siyahlar için kolay zamanlar değildi. Patrick, kolayca arkadaş edinemiyor, kendisine basketbolu Ewing2öğretecek birisini bulmakta zorlanıyordu. Kendi ifadesiyle, “Basketbolun ne olduğunu bilmiyordum; boyum sebebiyle zaman içerisinde parklarda basketbol oynamaya başladım; fakat insanlar, çok uzun olduğum ve basketbolu bilmediğim, oynayamadığım için bana fena halde gülüyorlardı.” Lise yılları gelip çattığında da deplasmanda ırk ve renk yüzünden eziyet görüyor, takım otobüsü rakip taraftarlarca taşlanıyordu. Patrick, yoksulluktan kurtuluş için iki yol olduğuna tam da bu vakitlerde inandı: eğitim, ve basketbol. Veya, mümkünse, her ikisi birden…

Yoksulsanız, eğitim, hele de kaliteli ve sınıf atlatacak eğitim almak, kolay bir iş değildir. Uzun boylu olmanız da, basketbolu iyi oynayabileceğinizin nişanesi sayılamaz (öyle olsa, Manute Bol tarihin en büyük pivotu sayılırdı). Patrick’in boyu uzundu, fakat bacak ve kalça yapısından ötürü atletizmi ve hareketliliği çok kısıtlıydı. Dolayısıyla o, başarı adına önce hayatı, dersleri ve basketbolu öğrenebileceği bir yere köklerini salmak istedi. Bu yüzden, düşük gelirli lise öğrencilerin üniversiteye hazırlanmaları için kurulan ve devletçe finanse edilen MIT-Wellesley Upward Bound Programı’na kaydolarak hayatına yön verdi. Bu tercih ve basketbol arzusu onu, NCAA’lerin en popüler okullarından Georgetown’a, yani başkent Washington’a taşıyacaktı. Georgetown’da okurken ABD vatandaşlığına geçmesi de, yabancı düşmanlığından bir nebze sıyrılmasını sağlayacaktı…

Ewing3Yabancı düşmanlığı Ewing için öyle bir kırılma noktasıydı ki, North Carolina Üniversitesi ile anlaşmaya çok yakınken, üniversite yakınlarındaki bir barda şahit olduğu ırkçı Ku-Klux-Klan olayları yüzünden derhal North Carolina’dan ve Michael Jordan ile James Worthy’nin takım arkadaşı olma şansından vazgeçecekti. Hal böyleyken, Bill Russell’ı bile benimsemekte zorlanan “beyazcı” Boston Koleji’ne gitmesi de imkansızdı. Çare, başkentte, efsane koçlardan John Thompson’ın Georgetown’ında bulunmuştu nihayet.

Ve daha ilk senesinde, yani 1981-82 yılında, koç Thompson’ın eğitimiyle basketbolda yükselmeye başlamıştı Patrick. Bir freshman’ın, yani ‘çaylağın’ o dönemlerde büyük bir kolej takımında ilk beş çıkması bile ender görülmekteyken, Patrick hem gelir gelmez ilk beşe kapağı atmış, hem de bununla yetinmeyip takımın yıldızı haline gelmişti. Kolsuz formanın altına kollu t-shirt giyerek çıkma modasının öncüsüydü; ki kısa zaman içinde Patrick sayesinde tüm NCAA’de gelenek haline gelecek olan bu moda, günümüzde bile sürmektedir. Öte yandan, daha ilk senesinde takımını NCAA finaline kadar çıkartmayı başaran Patrick, büyük ödül için Michael Jordan ve James Worthy’li North Carolina’nın karşısına dikilecek, fakat sonlarda takım arkadaşları fahiş hatalar yapınca şampiyonluğa ulaşamayacaktı. Sezonu 12.7 sayı 7.5 ribaunt ve 3.2 blok ortalamalarıyla tamamlasa bile, final maçında tam 5 kez goaltending (rakibin topuna baskete sebep olacak şekilde temas etmek) ihlaline düşmesi, heyula gibi bir boyalı alan “aygırı” olan Patrick’in halen basketbola dair eksikleri olduğunun apaçık deliliydi.

(1982 NCAA Finali’nden görüntüler)

Eğitimle basketbolu aynı potada eriten Patrick’in esas güçlü noktası, enerjikliği ve “tembelliğe hayır” düsturuydu. Çok çalışıyordu ve temelini geliştirmek adına hiç yılmıyordu. Onu Roy Hibbert veya Alton Lister usulü devasa bir ahşap olmaktan veya Manute Bol gibi bir “ucube” haline gelip sirk çalışanı muamelesi görmekten kurtarıp dominant bir figür haline getiren de bu disiplini ve kararlılığıydı. Evinde veya deplasmanda oynanan maçlarda ırkçı saldırılara maruz bırakılması ise canını fena yakıyordu; hatta seyirciler sahaya nesneler atacak kadar ileri gidebiliyorlardı (bir defasında Syracuse maçında rakip seyirci sahaya, tam da Patrick’e bir portakal fırlatmıştı ve efsane Syracuse koçu Jim Boeheim mikrofonu eline alıp, olayların devamı halinde maçtan çekileceklerini açıklamadan sular durulmamıştı). Hiçbir şey, Patrick’in kararlılığını zedeleyemiyordu artık; hem eğitim görüyordu hem de basketbolda başarı kazanıyordu. Geleceği parlaktı, mutluydu.

Ewing4
Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, koç John Thompson ve Patrick’in NCAA Şampiyonluğu’nu Beyaz Saray’da tebrik ederken

İkinci senesinde Memphis’e yenilip erkenden elenen Georgetown takımının hayal kırıklığı yaratmayan tek ismi Patrick’ti: sezonu 17.7 sayı 10.2 ribaunt ve 3 blok gibi rakamlarla noktalıyordu. Bir sonraki yıl, yani 83-84 sezonunda Patrcik, takımını yine NCAA Finali’ne taşıyor ve çok çetin geçen bir maçın ardından, ileride en büyük rakibi haline gelecek Hakeem Olajuwon’ın Houston’ını 84-75 ile geçip muzaffer oluyordu. Kazanılan NCAA şampiyonluğuna 16.4 sayı, 10 ribaunt, 3.6 blokluk ortalamalarla katkı yapması bir yana, önceki senelere nazaran, oyunun sıkıştığı anlarda, yani Clutch Time’da elinin titrememesi sayesinde takımına zaferleri ardı ardına kazandırmıştı Patrick. Yılın En Olağanüstü Oyuncusu (Most Outstanding Player) ödülünü de cebine koyan Patrick’in büyük oyuncu olacağı artık aşikârdı. Şampiyonluğa ulaşmışken bile, tarihin en büyük draftlerinden 84 Drafti’ne katılmaktansa olgunlaşmayı ve bir yıl daha gelişmeyi seçmesi, Patrick’in ne denli akıllı ve makul bir isim olduğunu gösteriyordu. Elbette, eğitimini tamamlamak istemesi de bu tercihte büyük bir etkendi.

Şampiyonluğun ardından tüm ABD’nin gözdelerinden biri haline gelen Patrick, 1984 Olimpiyatları’nda da Michael Jordan, Chris Mullin gibi müstakbel NBA yıldızlarıyla birlikte takımını altın madalyaya ulaştırıyordu. Son senesinde takımını tekrardan NCAA Finali’ne taşıyan Patrick, 4 yılda 3 kez NCAA Finali oynayarak tekrarlanması çok güç bir mertebeye de erişmişti. Favori olarak gösterildikleri final maçında Ed Pinckney’li Villanova’ya 66-64 yenilmelerinin sebebi, rakibin mucize eseri 22/28 (%79) saha içi isabetle oynamasıydı – başka türlü Georgetown’la baş etmeleri imkansızdı. Son senesinde takımını oynatmaya ağırlık veren Patrick, sezonu 14.6 sayı, 9 ribaunt, 3.6 blok, 1 top çalma ve 1.5 asistlik ortalamalarla noktalarken 3. kez All-American takımına seçiliyor ve Naismith Ödülü ile Adolph Rudd ödüllerini de koleksiyonuna katıp, ESPN tarafından NCAA tarihinin gelmiş geçmiş en iyi 16. oyuncusu ilan edileceği bir kolej kariyerine nokta koyuyordu.

(Patrick’in Kolej yıllarından görüntüler)

Ewing5Zamanlamasını, oyunu okuyuşunu ve sezgilerini fiziğiyle birleştiren Patrick, dört yıl içinde tam bir pota altı canavarına dönüşmüştü. Güçlü bir oyuncu olmasının sebebi kas gücü değil, kaslarının ve vücudunun yapısıydı. Orantısız fiziği hızlı, çevik veya atletik olmasını engelliyordu evet, fakat arka adale, baldır ve kalça kasları o kadar kuvvetliydi ki, pota altında bir kez pozisyon aldı mı kimseler onu yerinden kolay kolay oynatamıyordu. Ayrıca fena halde dayanıklıydı. Koç Thompson sayesinde bu oyunun bir takım oyunu olduğunu da anlayan Patrick, muhteşem bir besleyici ve alan yaratıcı olarak takım arkadaşlarını da yüceltiyordu. Kusursuz bir eğitimin ardından komple bir uzun haline gelmesini de hiç kuşkusuz ki koç Thompson’a borçluydu.

Üstelik artık sadece pozisyonun gelişimine göre oynayan birisi olmaktan da çıkmıştı; Alonzo Mourning gibi uzunların da benimsediği Georgetown ekolünün marka hareketini, yani topu dipte aldıktan sonra silkelenip tek dribblingin ardından önden cross-over ile çift adımda çengel atışa/smaca yönelmeyi ezber etmişti. Bunun yanı sıra, devasa elleriyle topa tuhaf bir bombe verebildiğini keşfettiği için, dikine şuta zıpladıktan sonra havada geri çekilip en tepeden (Bill Cartwright’vari) bombeli bir şutu da mükemmelen atıyordu. Dengeye müsait olmayan bedenini terbiye edip, bloklanması çok güç olan bu şutu geliştirmesi, gerçekten takdire şayandı. Kısıtlı yetenek, akıl ve eğitim sayesinde karanlığa mahkûm olmuyordu kısacası…

Ewing6
Patrick’in draft gecesi tanıtım karnesi

1984 Drafti, tarihin en büyük draftlerinden biriyken, 1985 Drafti, tarihin gelmiş geçmiş en şaibeli drafti olarak kabul edilir. Bir yıl önce (oyuncularının yüzde 70’i kokain kullanan bir) NBA’in başına geçen David Stern, reytinglere dair bir atılım yapmak adına New York, Los Angeles gibi büyük pazarlara muhtaç olduklarının farkındaydı ve yeni bir dönem başlatabilecek kadar potansiyelli Ewing’in muhakkak büyük bir şehrin takımına gitmesine taraftardı. 70’li yıllarda Willis Reed, Walt Frazier, Earl “The Pearl” Monroe, Bill Bradley ve Phil Jackson’lı kadrosuyla 2 şampiyonluk tadan New York’un o günden sonra beli doğrulmamıştı ve 1983-84 sezonunda Hubie Brown’ın koçluğunda 47 galibiyete ulaştıkları için 84 Drafti gibi bir madenden aslan payını kapamamışlardı. Fakat bir sonraki sene takımın iskeletini oluşturan süperstar Bernard King sakatlıklarla boğuşmaya başlayınca, takım 25 galibiyeti bile görememiş ve draft için Knicks’e gün doğmıştu. Tarihe “donmuş zarf skandalı” şeklinde kazınacak draft kurası sonucu, perişan haldeki New York, tam da ihtiyacı olan tipte bir “franchise player”a kavuşmak için 1. seçim hakkını elde etmişti veya bu uğurda draft sistemini bile değiştiren Stern’in zarfı seçen ellerince “ettirilmişti”. Adres, tabii ki Patrick Ewing olacaktı.

(’85 Drafti’ndeki hileye dair.)

Patrick Knicks’e geldiğinde, Washington’daki izdihama ve ilgiye alışmanın faydalarını tattı önce. New York medyası karşısında bocalamıyor, Hubie Brown gibi bir koçla çalışmanın meyvelerini topluyordu. Ewing7Patrick’ten önce New York, lig tarihinin en büyük hücumcularından Bernard King ve nevi şahsına münhasır atış stiliyle oynayan Bill Cartwright’ın yanı sıra, Ray Wallace gibi bir guarda ve Darrell Walker’a sahipti; fakat King ve Cartwright sakatlanınca, zirve hedefi hayal olmuştu. Takıma aynı zamanda, Gerald Henderson Sr. ve hep ağabeyi Dominique’in gölgesinde kalacak Gerald Wilkins dahil edilmişti, fakat sakatlıklardan dolayı Patrick’e erken olgunlaşma görevi düşüyordu. Knicks’in havasından mıdır suyundan mıdır, sakatlar kervanına uğrayan Patrick ilk yılında Cartwright’ın neredeyse tüm sezonu kaçırması “sayesinde” pivot pozisyonunda başlayarak 50 maçta 20 sayı 9 ribaunt 2 asist ve 2 blokluk ortalamalar yakalamış ve takımına 25’ten fazla galibiyet aldıramamasına rağmen hem All-Star’a, hem de Yılın Çaylağı seçilmeyi ve takımın tüm çehresini değiştirmeyi başarmıştı.

(Patrick’in çaylak sezonundan seçmeler)

İkinci yılında ise, iyileşen Cartwright pivota, Patrick de uzun forvet pozisyonuna çekiliyordu, ama bu takım için hiç de akıllıca bir tercih değildi; Cartwright o dönemlerde topu hep elinde isteyen, oyunu yavaşlatan bir uzundu ve Patrick 4 numara oynayacak kadar hareketli değildi. Yine de sezonu tıpatıp çaylak yılındakine benzer rakamlarla noktalamış, fakat bu defa All-Star’ı görememişti. Tabii o yılı da Bernard King sakat geçirince, takımın galibiyet sayısında bir değişiklik olmamıştı. Değişiklik, koç kademesinde yapılmıştı sadece…

Ewing8Bir sonraki sene işin başına kolej basketbolunun büyük koçlarından Rick Pitino’yu getiren Knicks yönetimi, NCAA koçuna büyük takım emanet eden ilk deneysel kulüplerden biri haline geliyordu. Aynı yıl draftte NBA tarihinin en fazla asist yapan 5 oyuncusundan biri olacak oyun kurucu Mark Jackson seçilmişti ve Pitino, NCAA’in savunma anlayışını Knicks’e oturtuyordu. King’in sakatlıktan sonra iflah olmayacağı anlaşılınca, evvela takımın Cartwright değil Ewing üstüne kurulması kararlaştırılmıştı; franchise player’a meydan veren Pitino, Patrick’i tüm savunmanın ve hücumun merkezi yapıyor ve taktisyenliği ile “Çanakkale Geçilmez!” türünden müdafaaları benimsiyordu. Cartwright ise benchten katkı verecekti. Knicks bu atılımcı anlayışla o sezon 38 galibiyete yükselip play-off’lara yaklaştı; Patrick ise ilk kez 82 maçın tamamında oynadı ve liderliğini gösterdi. Yüzde 50’nin üzerinde saha içi isabetle oynaması normaldi, önceki senelere benzer ortalamalar tutturması da normal sayılırdı. Fakat artık maç başına bir blok daha fazla koyup, hem sezonun ikinci en iyi beşine, hem de ikinci savunma takımına seçilerek ligin en iyi savunmacılarından olduğunu gösteriyordu. All-Star’a katılması da cabasıydı.

Patrick, temelde 3-4 hücum hareketi olan basit bir oyuncuydu; fakat bunları o denli mükemmelleştirmişti ki, neyle karşı karşıya olduğunu bilen rakipleri bile onu durduramıyordu. Olay aslında çok basitti; savunma sanatlarının büyük ustası Bruce Lee’nin dediği gibi, “10 bin farklı tekmeyi bir kez çalışandan değil, bir tekmeyi 10 bin kez çalışandan çekinirim.” Patrick yetenek açığını, gösterişsiz ve etkili oynayarak ve hem yüzü dönük hem de sırtı dönük oyunun temellerinde uzmanlaşarak telafi etmiş, böylece bir süper yıldız kıvamına gelmişti. Disiplin ve kararlılık, her şeyin anahtarıydı.

(91 All-Star maçında Patrick, Amiral’i posterliyor)

1988-89 sezonunda Cartwright, ligin en iyi savunmacılarından Charles Oakley karşılığında takımdan gönderilirken, Kiki Vandeweghe gibi tecrübeli bir uzun kadroya katılıyordu ve giderek alışılan Pitino sistemi sayesinde Knicks 50 galibiyete ve uzun yıllardır ilk kez Konferans liderliğine erişiyordu. Maç başına Ewing9neredeyse 40 dakika sahada kalan Patrick ise, bir önceki senenin başarılarının üzerine evrimini sürdürüp 28.5 sayı 11 ribaunt 4 blok 2 asist ile kariyerinin en iyi rakamlarını elde ediyordu. Knicks play-off’ların ilk turunda Barkley’nin Sixers’ını kolayca geçse bile, yıllar boyu feci bir rekabet yaşayacakları Jordan’lı Bulls’a elenecek ve Rick Pitino ile yollar aniden ayrılacaktı. Bir sonraki sezon, draft edilmeyen oyuncular içerisindeki en parlak birkaç NBA kariyerinden birinin sahibi, yani John Starks katılmıştı; fakat Stu Jackson’ın koçluğunda takım bir basamak geri, Patrick ise bir maçta 51 sayı atıp kişisel rekorlarını kırarak ileri gidecekti. Takımın önüne play-offlarda bu defa da Boston ve Detroit çıkacak, ilkini geçtikten sonra ikincisine, yani müstakbel şampiyon Bad Boys’un kemik kıran temposuna nefesleri yetmeyecekti.

Sonraki sezon Stu Jackson’ın yönetiminde takım günden güne zayıflamış ve yüzde 50 galibiyetin altına inilmişti. Sezon ortasında gelen yeni koç Josh MacLeod da dertlere derman olamamıştı ve play-off’a zar zor kalan takımın üzerinden ilk turda Bulls silindir gibi geçmişti. Kalitesinden şaşmayan Patrick’in ünlü sözü dillerdeydi: “Yapılacak hiçbir şey olmadığını söyleyen kişi, hiçbir şey yapmamış olandır.” Durumu iyi sezen Knicks yönetimi, çığır açacak bir hamleye imza atacaktı…

(Patrick, 90’da Bulls’a karşı)

Ewing111991-92 senesi, New York için adeta bir milat demekti. Takımın başına Lakers ile şampiyonluklar yaşayan “Godfather” Pat Riley getirilmiş ve Pitino’nun savunmacı kimliği mükemmelleştirilmişti. Patrick kariyeri boyunca “Atmak önemli değil, nasılsa atarsınız. Ben, kazandığımız sürece performansımın tek bir yönüne bakarım: takım savunması” diyen bir takım oyuncusuydu ve Riley, atmaktan önce tutmayı ve bir takım halinde uzmanlaşmayı öğreten şahane bir hocaydı. Düşük tempoda çok daha akıllıca ve sabırlı tercihler yapılıyor, kişisel rakamlar düşse bile savunma ile maçlar birbiri ardına kazanılıyordu. Oakley ile beraber adeta pota altına duvar ören Patrick, ligin en etkileyici savunma ikililerinden birini doğuruyordu – onların düzeyine ancak 90’ların sonunda Tim Duncan-David Robinson ikilisi erişebilecekti. Takıma 85 Drafti’nin az sayıdaki yeteneklerinden forvet Xavier McDaniel ve yolu ülkemizden de geçen rahmetli Anthony Mason dahil edilmiş, mücadele azmi ve takım ruhu tavana çıkartılmıştı. Hem benchte hem de ilk beşte olağanüstü savunmacılar ve takım oyuncuları barındıran kadro, Riley’nin ilk yılında 51 galibiyet almakla kalmayıp, play-offların ilk turunda, kendilerinin aksine “adam öldürmeye” dayalı şiddetli bir savunma yapan iki sene öncesinin şampiyonu Pistons’ı da geçmişlerdi. Fakat Konferans Yarı Finali’nde rakip yine Bulls’du ve seri 3-2 Bulls lehineyken Patrick sakat sakat oynayıp bir Willis Reed performansıyla seriyi eşitlese bile, tarihi bir serinin sonunda 4-3 gülen taraf, müstakbel şampiyon, yani Jordan’ın takımı oluyordu. Bu defa takım, idareciler ve seyirciler mutluydu, çünkü takımın artık bir kişiliği, kimliği ve ruhu vardı ve mücadele herkesin takdirini kazanıyordu. Takımda hücum namına eli güvenilir tek isim Patrick’ti, fakat Patrick bencil değildi; arkadaşlarına en mükemmel şekilde alan açıp perdelemelere en doğru yerde giderek tüm takımın skorer kimliğine sınıf atlatıyordu.

(85-95 döneminin en büyük 3 pivotundan seçmeler)

1992 Olimpiyatları demek, tarihin ilk Dream Team’i demekti ve ligin en büyük birkaç uzunundan biri olduğu tescillenen Patrick de, 12 kişilik Rüya Takım kadrosunda layıkıyla yer buluyordu. Altın madalyaya rahatça uzanmalarının yanı sıra, faal oyuncular içerisindeki en büyük isimleri de bir takım haline getirmişlerdi. O sezon, yani 1992-93’te, Riley’nin Knicks’i tam 60 galibiyet alıp Konferans lideri oluyordu. Patrick’in Riley Ewing12tedrisatındaki basketbol eğitimi de sürüyordu; post bölgesindeki şutlarına ve yüzü dönük oyuna ağırlık vermiş ve gereksiz yorulmalardan kaçınmayı başarmıştı. Eğitim, “NCAA şampiyonluğu veya ülke takımına seçilmek veya Olimpiyat altını bile benim için üniversite diplomasından daha önemli olmadı” diyen Patrick gibi birisinin ruhuna giden yoldu. Ayrıca bencil davranmayışı da süper yıldızlar için parmakla gösterilen bir örnekti; ki Patrick bu durumu şöyle özetliyordu: “En büyük oyuncular, takıma uyum sağlarlar. Takımlarına tarz değiştirtmezler, takımın tarzına göre oynarlar.”

Xavier McDaniel’ın ani bir kararla başka takıma geçmesi ve yerine Rolando Blackman gibi veteran bir skorer, Doc Rivers gibi tecrübeli bir oyun kurucu ve Greg Anthony gibi bir rol oyuncusunun gelmesi, takımın ilerleyişini durduramayacaktı. Her koçun hayalindeki süper yıldız profilini NBA’e kazıyan Patrick, o yıl ilk turda Reggie Miller’ın Indiana’sını, ardından da bir başka Georgetown pivotu çaylak Alonzo Mourning’in genç Charlotte’unu aşıp, Konferans Finali’nde yine Bulls’un karşısına dikiliyordu. Medyanın çirkinleştirdiği nice rekabetten başlıcası olan Bulls-Knicks serisi, Knicks’ten Charles Smith’in formsuzluğu sebebiyle yine Bulls’un lehine noktalanacak, fakat Ewing’in en iyi anlaştığı takım arkadaşı John Starks ve Patrick’in kavga çıkartan mücadelesi, Büyük Elma’lı (New York’lu) taraftarlarca alkış toplayacaktı.

1993-94 senesi, NBA’de başlı başına bir değişime sahne olacaktı; ilk üçlemesini yaptıktan sonra babasını kaybeden ve birden emekli olmaya karar veren Michael Jordan, meydanı boş bırakmıştı. 84’ten bu yana “Pivotu iyi olan hep kazanır” anlayışı işlemiyordu, çünkü bunu Jordan yıkmıştı. Ayrıca “ihtiyacına göre Ewing13draftte oyuncu seç” mantığını da “mümkün olan en iyisini seç, takımını ona göre şekillendir” ile değiştiren isimdi Jordan. O yokken, yine, eski usul kaidelere geri dönülecek ve kazanan, uzunlar olacaktı. Utah’ta Malone-Stockton ve Phoenix’te bir önceki yılın finalisti Barkley en iyi 4 numaralardı, fakat güçleri 4 büyük pivotun, yani Hakeem’in, Amiral Robinson’ın, Shaq’in ve Patrick’in takımlarına yetmeyecekti. Düello, bu takımlar arasında yaşanacak ve galibi sadece sistem değil, takımını çok yükselten uzun belirleyecekti. Sezon ortasında oyun kurucu Derek Harper’ı takıma katan Riley önderliğindeki Knicks 57 galibiyet toplamış, play-offlarda da sırasıyla New Jersey’yi, 7 maçlık serilerle de Jordan’sız Bulls’u ve Indiana’yı geçmeyi başarmışlardı. Sıra, Hakeem Olajuwon’ın Houston’ı ile oynanacak NBA Finali’ne gelmişti.

Knicks, 1973’ten bu yana ilk kez NBA Finali’ne yükseliyordu ve finaller, uzun yıllardır görülmediği kadar çetin geçecekti. Seri boyunca iki takım da hiçbir maçta 100 sayıya ulaşamamış, savunmaların sertliği neticesinde taraflar 6 maç sonunda yenişememişti ve uzun bir aradan sonra ilk defa bir NBA Finali serisi 7. maça taşınıyordu. Patrick serinin bir maçında 8 blok koyarak ve bir play-off serisi boyunca en çok blok koyan isim olarak zamane rekorları kırmıştı. Ama işte burada, yani 7. maçta, Patrick ne yaparsa yapsın, 84’teki NCAA şampiyonluğunun öcünü almak isteyen sabık rakibi Hakeem “The Dream” Olajuwon bir adım öne çıkacak ve Patrick’in double-double’ına neredeyse bir triple-double’la cevap verip şampiyonluğa uzanacaktı. Çünkü David Robinson’ın da dediği gibi, o yıllarda “Hakeem’i durduramazdınız. Sadece, yavaşlatabilirdiniz.” 90-84 biten maçta Knicks’in bıçkın çocuğu “6. Adam” John Starks eğer (belki de maskesini çıkardığı için) 0/11 üçlük isabetiyle oynamasa, gülen taraf Knicks olacaktı; lakin tarih, Houston’ı ve Hakeem’in “rüyasını” yazıyordu…

(94 Finali ve Patrick ile Hakeem düellosu)

“Yavaş tempo-az skor-katı savunma-bireyleri kısıtlayıp takımı yüceltme” sistemindeki tek kusur, yani dış atıcılar, Knicks’in tarih yazmasını engellemişti. McDaniels takımdan gitmese, her şey değişebilirdi. Takım arkadaşlarına istatistik kağıdına yansımayan katkılar yapan Patrick’in çabaları son maçla yerle bir olmuştu. Tabii bu arada Patrick, diplomasının hakkını verircesine oyuncular sendikasının başına da Ewing15geçmiş ve 1995’teki lokavt krizi olasılığını doğurarak oyuncuların daha iyi kontratlar kapmasını da sağlamıştı. Takımların zarar ettikleri iddialarına gülüp geçen Patrick, “Rakamlar ortada; biz oyuncular çok para kazanıyoruz diye eleştiriliyoruz, fakat bizim çok para kazanmamız lazım, çünkü çok fazla harcıyoruz” demekle kalmayıp, “Takım sahipleri cimriliklerinin kurbanı olacaklar” diye ekliyordu. Kazanan, oyuncular olmuştu.

Sırada, Jordan’ın yokluğunun ikinci yılı vardı. Yola aynı parolayla çıkılmış, 55 galibiyetle sezon noktalanmıştı. Play-offlarda Cleveland’ı elemişlerdi, fakat Indiana bir türlü elenmek bilmemişti. 7. maça taşınan seri, clutch anlarında harikalar yaratan Reggie Miller yüzünden 97-95 Indiana lehine bitmişti ve Patrick’in 29 sayı 14 ribaunt 5 asist 4 blokluk mucizesi yarım kalmıştı. Bu defa kabahatli, hücumda yokları oynayan Oakley’nindi. Jordan’sız bu sezonda Doğu’da finale yürüyen genç kudret Shaq ve Orlando olacak, ama şampiyonluk yine Hakeem’e gidecekti.

1995-96 senesi, Knicks için bir kabuk değişimiydi. Jordan yokken bir şampiyonluk yakalayamayan Riley takımdan gönderiliyor ve takımın başına süper-hücum ekolünden Don Nelson getiriliyordu. Savunmadan haz etmeyen yapısıyla Nelson, Knicks’e tempoyu ve bol hücumu aşılıyordu. Takım 34-25’lik bir dereceyle giderken bile Nelson’ın gönderilip yerine Jeff Van Gundy’nin getirilmesinin sebebi, taraftarın alıştığı savunma ekolünü yeniden canlandırmaktı; zira herkes artık şampiyonluğun evvela savunmayla kazanıldığını biliyordu (zaten Don Nelson da bu yüzden hiçbir takımını NBA şampiyonu yapamadı). 47 galibiyetle girilen play-offların ilk turunda Terrell Brandon’lı Cleveland’ı geçtikten sonra, Jordan’ın dönüşünü kutlayan Bulls ile eşleşmeleri can sıkıcıydı. Ama daha da can sıkıcı olan, Jordan’ın Patrick’in üzerinden vurduğu tarihi smaçla seriyi özetlemesiydi. Van Gundy, Phil Jackson’la baş edebilecek bir taktisyen değildi ve Knicks yine eleniyordu…

(Patrick ve Amiral, birbirlerini överken)

Ewing00001996 senesinde Jordan’ın NBA’e dönüş hikayesinin konu edildiği muhteşem Space Jam filminde konuk oyuncu olarak görülen Patrick, artık yavaşça yaşlanmaya ve yüzük istemeye başlamıştı. Van Gundy’nin koçluğunda, Derek Harper ve Anthony Mason takımdan yollanmış, eski sisteme yeni oyuncular adapte edilmişti. Chris Childs gibi Derek Fisher’vari bir oyun kurucu, Charlie Ward gibi eski bir NFL oyuncusu, Larry Johnson gibi bir boyalı alan skoreri ve Allan Houston gibi kusursuz bir şutör ile, hem marka haline gelen savunmalarını sürdürecek, hem de play-offlarda sadece Patrick’in skorerliğine muhtaç kalmaktan kurtulacaklardı. Oakley ve Starks da benchten gerekeni yapacaklardı. Johnson hayal kırıklığı yaratmasa, her şey güzel olabilirdi; ama Konferans Yarı Finali’nde Patrick ile şahane bir rekabet doğuran pivot Alonzo Mourning ve eşlikçisi Tim Hardaway, Knicks’i 7 maç sonunda elerken “skorer” Johnson seride sadece 11.8 sayı üretebiliyordu. Patrick ise 24 sayı 11.5 ribaunt 2.2 blokla oynayıp, kaybeden tarafta yer almaktan kurtulamıyordu. Tek tesellisi ise, 1997 All-Star maçında açıklanan NBA’in gelmiş geçmiş en büyük 50 oyuncusu listesine adını yazdırabilme onuruydu…

(Ewing’den seçmeler)

Bir sonraki yıl, Patrick için kabusların başlangıcıydı: Milwaukee maçıyla başlayan sakatlıklar, usul usul bu yıllanmış devi esir alıyordu. O sezon sadece 26 maça çıkabilen Patrick, ne kadar mükemmel bir sistemde oynadığını bu defa saha kenarından seyretmek zorundaydı; onun yokluğunda Knicks, Allan Houston’ı öne çıkartmış ve play-offların ilk turunda, Patrick’ten yoksunken bile Miami’yi aşabilmişti. Oakley dışında serinin kahramanı, bir önceki sezonun hayal kırıklığı Larry Johnson’dı. 6. maç sonunda Mourning ile tarihi bir kavga çıkarması (ve koçunun pataklanmasına sebep olması) da bu intikam arzusunun bir Ewing17yansımasıydı. Fakat Indiana gibi bir ekibi aşabilmek için sağlıklı bir Patrick’e ihtiyaç vardı, oysa uzun bir aradan sonra sahaya çıktığı için ortada sağlıklı bir Patrick yoktu. Hal böyleyken, Yarı Final’den ötesine geçilemiyordu.

Sakatlıktan çıkmaya çalışan Patrick, bir de oyuncular sendikası başkanlığı ve toplu iş sözleşmeleri ile uğraşıyordu; takım sahipleri ve lig yönetimi ile yapılan pazarlıkların ardı arkası kesilmemişti ve lokavt sebebiyle sezon 50 maça düşmüştü. Anlaşma nihayet sağlanınca lig başlamıştı belki, fakat Patrick gerekli idmanlardan haddinden fazla yoksun kalmıştı. “Gereğinden fazla pazarlık yapınca, yeterli idman yapma vaktimiz kalmadı; basketbol adına çok konuştuk ve sahada az çalıştık. Çalışma tempomdan şaştığım için düzelemedim, bu da Aşil sakatlığımı körükledi” diyordu Patrick. O yıl, Oakley ve Starks takımdan ayrılmış, yerlerine Golden State’in asi çocuğu Latrell Sprewell, Kurt Thomas, Marcus Camby ve Dennis Scott takviyeleri yapılmıştı. Patrick ve Sprewell kısa sezonun büyük kısmında sakat olsalar bile, Allan Houston’ın çabalarıyla 8. sıradan play-offlara kalan Knicks, sakat sakat oynayan bu iki ismin kahramanlığı ve fedakârlığı sayesinde önce Miami’yi, sonra Steve Smith ve Dikembe Mutombo’nun Atlanta’sını, ardından da Indiana’yı aşarak NBA Finali’ne yükselecekti. Peri masalı gibi giden bu hikaye, Patrick’in tümden sakatlıklara yenik düşmesi neticesinde Duncan ve Robinson’lı San Antonio’ya karşı finalin 4-1 kaybedilmesiyle, yani mutsuz sonla bitecekti…

Ewing181999-2000 senesinde Patrick sahalara dönmüştü; Knicks ile bininci maçına çıkıp kulüp rekoru kırmıştı ve play-offlarda Miami karşısında Zo’nun üzerinden seri kazandıran son saniye smacıyla takımına can vermişti. Konferans Finali’nde Indiana’ya 6 maç sonucu yenilmeleri, Patrick’in yüzüğe 3. kez yaklaşmasına mani olmuştu. Bir sonraki yıl ise, Knicks, tuhaf bir karar ve kafa karıştırıcı bir takasla franchise oyuncusunu Seattle’a yolladı ve Patrick, Knicks tarihinin açık ara en skorer ve en ribauntçu ismi olarak New York defterini kapattı. “Elimde olsa Knicks’ten hiç ayrılmazdım, hangi takıma gitsem, ne tezahürat duysam, kulağıma sadece ‘Knicks’ sesleri geldi” diye sitem eden Patrick, Seattle ve Orlando’da geçen birer vasat yıldan sonra emekli olma kararı verdi ve arkasında 17 yıllık bir kariyer bırakarak oyunculuğa veda etti. Toplamda 40.600 dakikaya yakın sahada kalmış, 24.815 sayı üretmiş (maç başına 21 sayı – halihazırda tüm zamanlarda 19. sırada), 11.607 ribaunt almış (maç başına 9.8), 2.894 blok koymuş (maç başına 2.4 – tüm zamanlarda 5. sırada), totalde yüzde 50’nin üzerinde bir şut isabeti tutturmuş, 9.700’den fazla isabet bulmuştu ve 1 kez ligin en iyi beşine, 6 kez ikinci beşine, 3 kez ikinci en iyi savunma beşine ve 11 kez de All-Star takımına seçilmişti. 33 numaralı forması da, Knicks tarafından emekliye ayrıldı…

(Patrick’in Madison Square Garden’a çıktığı son maç)

Patrick Ewing, tıpkı Charles Barkley, Karl Malone, John Stockton, Allen Iverson gibi hiçbir zaman bir şampiyonluk kazanamayan en büyük efsanelerden birisi olarak tarihe geçmekle kalmamıştı; uzunlar bakımından kalitenin ve rekabetin zirve yaptığı 80’li ve 90’lı yıllarda ligin en dominant figürlerinden birisi ve takımını iki kez Finallere taşıyan bir franchise oyuncusu olmayı da başarmıştı. Temasların bugünkünün aksine can yaktığı yıllarda, dayanıklılığı ve ancak Shaq gibi bir kuvvet tarafından yerinden oynatılabilecek gücü sayesinde hep ses getirmiş, bitmeyen enerjisi, savunma bilgisi, zamanlaması, blok önsezisi ile daima en korkulan savunmacılardan ve takım oyuncularından birisi olmuştu.

(Patrick’in forması emekli edilirken)

Ewing20Shaq demişken; Shaq için Patrick “Her aksiyon filminde olduğu gibi, çırağın yenmesi gereken ustaydı”; yani Shaq, lige ilk geldiğinde hedef olarak Patrick’i, benzer kafada ve tarzda oynadığı üstadını geçmeyi seçmişti. O kadar ki, Patrick’in emeklilik kararı sonrası bir televizyon programına konuk olan Shaq, canlı yayında hakikaten ağladı. Bugünkünün aksine titan seviyesinde kudretli pivotların ve uzun forvetlerin oynadığı 90’lı yıllarda Patrick’in Hakeem, Amiral, Alonzo, Karl Malone, Kemp, Barkley, Mutombo, Moses Malone ve Shaq ile yarattığı rekabetler dillere destan oldu. Ayrıca Knicks’in ekolleşen sisteminde ve Chicago, Indiana ve Miami gibi rakiplerle olan efsanevi rekabetinde de başrolü oynadı. Kariyerinin sonunda Sprewell ve Houston Knicks’e gelene dek John Starks’tan daha iyi bir dış atıcıyla oynamadığı için hiç o son noktayı koyamadı ve yüzük kazanamadı. Çoğu zaman bu yüzden hak ettiği değeri göremedi, en iyilerden sayılmadı. Fakat yetenek ve atletizm açığını mükemmelen örtmeyi başardığı için, 2.12’lik bir meşe ağacı muamelesi görmekten çok daha öteye geçti ve en komple uzunlardan birisi haline geldi. Bu sayede de, taraflı tarafsız herkesin saygısını topladı ve nicelerine örnek oldu. “İnsanlar, pivot olduğunuz için zeki olamayacağınızı düşünüyorlar, çünkü onlara kalsa bu, kısa adamların meziyeti. Oysa biz, tam aksini ispatladık” derken, ne kadar da haklı, değil mi?

(Shaq’in söz konusu gözyaşları)

Sadece iyi bir oyuncu ve iyi bir savaşçı değil, yeri geldiğinde Alonzo Mourning’e böbreğini vermeye gönüllü olacak kadar da iyi bir insan olan Patrick, kariyerine asistan koç ve eğitmen olarak devam ediyor. Tabii bu alanlarda da bazı sıkıntılar yaşamıyor değil; yıllardır asistanlık yapmasına rağmen halen daha bir baş antrenörlük teklifi alamamaktan ve kendi oğlu Patrick Ewing Jr’ın yanı sıra, Hakeem ile beraber Dwight Howard’ın hücumunu “adam edememekten” şikayetçi. Hakeem dedik madem, Hakeem ile bitirelim; Hakeem ile Patrick’in ayrılmayan kaderleri, Hall of Fame’e (Şöhretler Müzesi) kabul edilirken de kesişti; iki efsane pivot da, 2008’de bu onura eriştiler ve yine ayrılmadılar…

Ewing23

BONUS:

Patrick Ewing’in En İyi 10 Hareketi: https://www.youtube.com/watch?v=XNE1QyaE26M

Patrick – Amiral düellosu: https://www.youtube.com/watch?v=GYRd1nkmKUI

Muazzam bir Patrick – Shaq düellosu: https://www.youtube.com/watch?v=0N1NKwWDDws

Patrick – Derrick Coleman düellosu: https://www.youtube.com/watch?v=Ip9qlXV-XoA

Patrick, Pistons’a karşı: https://www.youtube.com/watch?v=jvqS31GzIto

Patrick, Indiana’ya karşı: https://www.youtube.com/watch?v=Q8Ahj1PcIvc

Patrick 46 sayı atıyor: https://www.youtube.com/watch?v=KNwYBjgrJ6k

Patrick, Chicago’ya karşı: https://www.youtube.com/watch?v=H1zm0pynxvU

Patrick –  Zo düellosu: https://www.youtube.com/watch?v=95oLVnYJYac

Patrick – Zo düellsou – 2: https://www.youtube.com/watch?v=irfyJ0ZRJ2Q

Patrick – Larry Bird düellosu: https://www.youtube.com/watch?v=0Ys7lpAob5s

Patrick’in Hall of Fame konuşması: https://www.youtube.com/watch?v=47IcYphP6ZE

Patrick – Dikembe düellosu: https://www.youtube.com/watch?v=SkW90yNoQPM

Patrick – Barkley düellosu: https://www.youtube.com/watch?v=lGMdqY40S3o

Patrick – Manute Bol düellosu (evet, komik): https://www.youtube.com/watch?v=f-fmyfPaTBg

 

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.