Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Burak Tatari: 10 Ekim 2015’te gerçekleşen Ankara Garı katliamına katılan örgütlerden biri de KESK’ti. KESK’in avukatı Pınar Akdemir şu an Skype’la Ankara’dan bize bağlanıyor. Sizinle konuşmak istediğimiz konu, daha ziyade soruşturmanın akıbeti. Bunu bize detaylı bir şekilde anlatır mısınız rica etsek?
Pınar Akdemir: Tabii. Bildiğiniz üzere, 10 Ekim’in üzerinden bir yıl geçti. Bundan birkaç ay evvel iddianame hazırlandı. Yayın akışında da verdiğiniz gibi yaklaşık 800 sayfayı bulan iddianameyle birlikte, baştan beri, ilk günden beri gizlilikle devam eden soruşturma noktasında neler yapıldığından biz de bîhaberdik. İddianamenin kalıbı belli; artık bu gözler önüne serildi. Ben kısaca bir bilgilendirme yaparsam; toplam 36 kişi örgüt üyeliği suçlamasıyla bu dosya kapsamında yargılanacak. Bunlardan 21’i maalesef firarî durumda, aynı şekilde 10 kişi tutuklu. Fakat burada dikkat çekecek nokta, sadece dosyada sanık olarak geçen 14 kişi hakkında “toplum düzenini bozmak, kasten öldürme ve patlayıcı madde” suçlaması yöneltilmiş durumda. Zaten 7’si firarî durumda olan, örgütün iddianame kapsamında üst düzey yöneticileri olarak belirtilen kişiler bunlar. Geri kalan sanıklar ise sadece “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla karşı karşıyadır. Başlıkta dediğimiz gibi soruşturma aşamasını aileler olmak üzere dosyanın avukatlarından, bizlerden gizli olarak yürütüldü. Katliam mağduru ailelerle başvurduğumuz suç duyurusu dilekçesinde biz en başından beri katliamın gerçekleşme noktasında devletin sorumluluğunun araştırılması ve bu anlamda tüm faillerin, sorumluların açığa çıkarılıp, yargılanması talebinde bulunduk. Fakat valiliğin istemi ve savcılığın kararı doğrultusunda bu konuda sorumlu olan kamu görevlilerinin, devlet memurlarının, o gün orada orada güvenlik alanlar, istihbarat da bunun içinde olmakla birlikte, tamamı hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına karar verildi. Şimdi iddianame noktasında birkaç çarpıcı örnek vermek istiyorum; çünkü aslında bizim en başından beri dosyanın avukatları olarak söylediğimiz; bu kadar katliamın, Adana-Mersin patlamaları, Diyarbakır miting patlaması, Suruç patlaması başta olmak üzere, tüm bu patlamaların maalesef örgütlendiği tek bir hat vardır; o da Antep ve Adıyaman hattıdır. Yine 10 Ekim sonrasında açığa çıktığı üzere, Yunus Emre Alagöz’ün canlı bomba listesinde olması, bu zamana kadar yine özellikle 10 Ekim’den iki gün önce Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’na gelen canlı bomba ihbarları; yine bununla birlikte 2015 yılında, 10 Ekim’e kadar olan süreçte, toplam 62 tane ihbar söz konusudur. Terörle Mücadele Daire Başkanlığı ve İstihbarat Daire Başkanlığı’na gelen ihbarlarda IŞİD denilen çetenin bu şekilde birden fazla canlı bomba kullanmak suretiyle miting gibi kalabalık alanlarda (…) dosya üzerinden de sabittir. Hiçbir güvenlik önleminin alınmadığı, özellikle tertip komitesinin belli olduğu, izinli ve yasal ve planlanmış olan mitingin katılımının olacağının bilinmesine rağmen, orada alınmayan önlem, maalesef bugün 10 Ekim 2016 tarihinde bizi oradaki canları anmak için sabah Ankara’da topladı. Şimdi özellikle iddianamede örgütün üst düzey yöneticisi olarak İlhami Balı olarak görünüyor. Kendisi 2002’den beri El Kaide ile olan bağlantısından yargılandığını görüyoruz. Kendisinin Suriye’de eğitim gördüğü, bu dosya kapsamında ifade veren sanıklardan birinin beyanlarından çok açık ve çok net görülmektedir. Yine 2012’de beş kere, 2013’te iki kere olmak üzere kendisi toplamda yedi kere Suriye’den Türkiye’ye sınırdan kaçak giriş yapmıştır. Şimdi, Antep’te özellikle IŞİD evlerindeki toplantılar ve bunun planlanması noktasında bu örgütün iddianame kapsamında daha derinlerine maalesef inemiyoruz, çünkü savcılık çok sığ bir soruşturma yürütmüş. Bu anlamda bizler iddianameye bağlı olarak konuşuyoruz şu haliyle. Yunus Durmaz ve İlhami Balı’nın bütün bu planları yaptığını, tek bir merkez üzerinden bu planları yaptığını görüyoruz. Aslında Ankara katliamının biraz önce saydığım Adana, Mersin, Diyarbakır ve Suruç katliamlarıyla olan bağlantısı tam da, bütün, özellikle Diyarbakır soruşturması tamamlandı ve 19 Ekim’de yine Ankara’da duruşması görülecek, güvenlik gerekçesiyle buraya nakil oldu. O dosyaya da baktığımız zaman, o dosyanın baş sanığı konumunda olan Orhan Gönder’in bizim dosyamızda da çok kilit bir role sahip olduğunu, 10 Ekim davasının eklerini ve iddianamenin içeriğini incelediğimizde çok net olarak görüyoruz. Şimdi mesela devletin bu noktadaki sorumluluğu ve 2013 yılından beri teknik takipte olduğu kendi kayıtlarıyla söyleyen yargı mercilerine baktığımız zaman, İlham Balı’nın nasıl bu kadar rahat hareket ettiği, bu yapılanmanın birçok defa mahkeme kararlarıyla dinlenmesine rağmen nasıl 10 Ekim’de ve öncesinde Suruç’ta, Diyarbakır’da bu eylemleri planlayarak bu kadar can kaybına yol açtığı noktasında bizler çok detaylı bir soruşturma yapılmadığını düşünüyoruz. Yine bu yapılanmanın örgütlendiği, kayıtlardan da görüldüğü gibi Genç Muvahhidler Derneği denilen bir dernek Antep’te hâlâ etkin durumda. En azından valiliğin dernekler masasına bağlı olan bu derneği en azından bir soruşturma aşamasından geçirilmesi gerekmektedir. Kimler tarafından yönetiliyor? Bunların incelenmesi gerekirken, bugün herhangi bir OHAL KHK’sını bahane ederek kapatılan bu kadar dernek varken, bu derneğin hâlâ aktif olması, aslında bu noktada bazı emniyet yetkililerinin, İstihbarat Daire Başkanlıklarının üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmediğinin en net kanıtlarından biridir. Şimdi bu kadar istihbaratın geldiği yerde, özellikle 10 Ekim öncesinde, halihazırda bütün bu istihbaratların toplandığı Yerel İstihbarat Daire Başkanlığı. Şimdi burada çok tanıdık bir isim çıkıyor karşımıza; Engin Dinç. Engin Dinç hepimizin bildiği gibi Hrant Dink dosyasında soruşturmaya gelen ihbarları, emniyet birimlerinin ilgili birimlere aktarmamasıyla bilinen kişidir.
Tatari: Bugün ifade verdi biliyorsunuz, soruşturma kapsamında ilk defa.
Akdemir: Evet ilk defa, ama biz şunları çok net görüyoruz maalesef, biz bunları ilk günden beri söyledik: Adana, Mersin, Diyarbakır patlamaları ciddiye alınıp gerçek bir soruşturma yürütülmüş olsaydı Suruç gerçekleşmeyecekti. Suruç gerçekten araştırılmış olsaydı –hâlâ dosyada gizlilik var ve bu aşamaya kadar herhangi bir şekilde davası açılmış değil, avukatlara ve dosyanın taraflarına ulaşmış değil– Ankara katliamı gerçekleşmeyecekti. Yine Ankara katliamının soruşturması düzgün bir şekilde yürütülseydi, gerçek faillerinin ve bu yapılanmanın bu kadar eli kolu uzun bir şekilde örgütlenmesine sebep olan yapılanmanın bütün ayakları ortaya çıkarılsaydı, ne İstiklal’deki patlama, ne 10 Ekim’de Ankara Garı önündeki patlama, ne de Antep’te düğündeki – biliyorsunuz, çok yakın bir tarihte oldu… Bütün bunlar aslında bizlere, bütün bu silsilenin bu kadar kolay gerçekleştiğini gösteren noktalardan biridir. 7 Kasım’da 10 Ekim davasının duruşması görülecek. Buradan sizin kanalınızla defalarca söyledik, bir kez daha söyleyelim: Özellikle yakınlarını kaybedenlerin, müştekilerin, yaralıların o gün duruşma salonunda hazır olup müdahillik talebinde bulunmaları, gerçekten bu dosyanın kamuoyu nezdinde sürekli diri kalması için çok önemli. Yine biz dosyaların ve ailelerin avukatları olarak, kurum avukatları olarak hep birlikte bütün bu katliam dosyaları başta olmak üzere hepsini bir bütün olarak inceliyoruz. Tüm katliamların aslında tek bir yapılanma doğrultusunda, Antep ve Adıyaman hattı üzerinden bir şekilde görmezden gelinen, bu hatta bir türlü edilmeyen müdahaleleri dosyalardaki her bir açığı birleştirerek, müdahilliklerimiz olacak. Beş gün boyunca sürecek duruşma, Ankara’da görülecek. Yine dediğimiz gibi bu alanda bizim temel perspektifimiz gerçek faillerin bulunması. Çünkü halihazırda, karşımıza çıkan iddianame, sadece bunu IŞİD’in yaptığını söylüyor. Biliyorsunuz IŞİD bu zamana kadar Türkiye’de gerçekleşen hiçbir katliamın sorumluluğunu üstlenmedi. Halbuki kendisi korku uyandırmakla meşhur. Bu katliamların videolarını kendi yayınlayan bir örgüt olarak kamuoyuna lanse ediyor kendini. Türkiye’deki hiçbir eylemini kabul etmemesine rağmen, halihazırda olan bu iddianame maalesef IŞİD iddianamesi olmaktan bile yoksun bir durumda. Çünkü baktığımız zaman kişiler ve failler arasında herhangi bir bağ kuramamış. Bu eylemlerin hangi ağlardan geçerek… — bu kadar sınır dışı geçişleri… Mesela, yani düşünebiliyor musunuz? Yakup Şahin’in ifadelerinde çok net geçiyor, Halil İbrahim Durgun, Yunus Durmaz vs. bunlar aslında bilinmeyen kişiler değil. Yakub Şahin 10 Ekim’den beş gün sonra ifade veriyor ve diyor ki: “Bu örgütün benim dediğim yapılanması şu şekildedir” diyor, “Bu isimler Antep’te ikamet eder” diyor. Baktığımız zaman Halil İbrahim Durgun ve Yunus Durmaz, Antep ilinde yakalanmak üzereyken kendilerini patlattıkları iddiasıyla ele geçmiyorlar. Yani belki de silsile orada kopacakken, bu kadar süre geçmiş olmasına rağmen Antep’ten çıkmıyorlar bile. Bu kadar rahat bir, eli kolu serbest dolaşma söz konusu.