Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Trump Suriye’yi bombalarsa? Kadri Gürsel ile söyleşi

Yayına Hazırlayan: Kerimcan Malaz

Burak Tatari: İyi akşamlar, Medyascope.tv özel yayınından merhaba. Konu başlığımız: “Trump Suriye’yi bombalarsa” Konuğumuz gazeteci Kadri Gürsel. Hoşgeldiniz.

Kadri Gürsel: Hoşbulduk!

Gökçe Çiçek Kösedağı: Cumartesi günü Doğu Guta’da bir saldırı gerçekleşti. Bu saldırıda kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığı tartışması hâlâ sürüyor — ki farklı görüşler var. Bunun hemen ardından ABD Başkanı Donald Trump her seçeneğin masada olduğunu, 24 saat ile 48 saat arasında kritik bir karar alacaklarını söyledi. Rusya tarafı bunun kurgu olduğunu söylüyor. Suriye’nin BM’deki temsilcisi Caferi ise “Suriye’de kimyasal silahı bulunmuyor” dedi. Şimdi burada baktığımız zaman, iddia üzerinde duralım, bu iddianın geçerli olup olmadığı tartışmasında size hangi şık daha aklınıza yatkın geliyor ve bu iddianın kaynağına gerçekten güvenilir mi acaba?

Gürsel: Bu çok zor bir soru ve bu konuda şu veya bu yönde itikat etmiş tarafların kesin görüşlerine sahip olanlar dışında; akla, vicdana ve bağımsız düşüncesine dayanarak güvenerek konuşan; kendi aklıyla, kendi araştırıcı bakışıyla bir çıkarıma bir sonuca varmaya çalışan insanlar açısından –ki ben böyle olduğumu düşünüyorum– kesin bir hükme varmak için henüz daha erken olduğu kanaatindeyim. Gerçekler er geç açığa çıkar, ama Suriye’de şöyle bir durumla karşı karşıyayız biz: 2013 Ağustos’undaki Guta saldırısından bu yana gerçekler bu propaganda savaşının ilk kurbanları oluyor. Bu aslında basmakalıp bir laftır, bir klişedir; ama durumda gerçekleşmiş bir klişedir bu, yani klişe diye küçümsememek lazım. Başından itibaren, en büyük kimyasal silah saldırısından bu yana iki kamp var: Bir, Suriye rejimini destekleyenler, bu kampta yer alanlar veya bu kampa sıcak bakanlar şu veya bu nedenlerden ötürü Suriye’de rejimin asla silah kullanmadığını ve bütün bu iddiaların aslında bir tiyatrodan ibaret olduğunu, Beyaz Miğferliler ya da Beyaz Baretliler adı verilen bir yardım kuruluşunun –ki cihadcılardan oluşuyor bu yardım kuruluşu, bu bir gerçek– çeşitli görüntüler ve deliller uydurduğunu, fabrike ettiğini ve ondan sonra bunları da Suriye’ye müdahale edilmesi için gerekçe olarak kullanılmak üzere servis ettiğini söylüyorlar ve iddialarını şu noktaya kadar taşıyorlar: “Bu verilere dayanarak rapor hazırlayan bütün uluslararası kuruluşlar –BM dahil hepsi– bu emperyalist oyunun içindedir” — böyle bakıyorlar hâdiseye. Diğer tarafta da, evet, Suriye’ye müdahale edilmesini şiddetle arzulayan, bu konuda Batı’dan müdahale bekleyen, geçen sene 2017’nin Nisan’ında Hanşeyhun’da olduğu gibi bir askerî müdahale arzulayan ve bu müdahaleyi kışkırtmak için de, bu tür saldırıların olduğuna dair her türlü iddia ortaya atıldığında bu iddialara iman eden, hiç sorgulamayan, yüzde yüz inanan ve bu iddiaları sorgulamaya cüret edenleri de Esedçilikle –onların tabiriyle– suçlayan bir kamp var. Her iki tarafın da trolleri var, veya trolleşmiş destekçileri var. Propaganda savaşında en kötüsü şu: Şüphe, kuşkuculuk, akıl ve vicdanı ön plana çıkartıp “Dur bakalım” demek. En kötüsü bu. Çünkü bir şeye “Dur bakalım” dediğiniz zaman, o “Dur bakalım” dediğiniz şey kimin siyasî menfaatine ters düşüyorsa, o zaman o cenah sizi karşı taraftan olmakla suçluyor. Mesela sırf faydalanılması açısından sosyal medyada bir paylaşım yapıyorsunuz. Diyelim ki BM Uluslararası Bağımsız Suriye Komisyonu’nun yayınladığı raporu paylaşıyorsunuz.

Tatari: Bugün sizin başınıza gelen.

Gürsel: Dün paylaştım evet. Şimdi, paylaşıyorsunuz, benim orada Twitter hesabımda diyorum ki: “Paylaşımlar destekleme anlamına gelmez.” Bu bir veri. Yani eğer ortada bir propaganda savaşı varsa denildiği gibi, ben BM’nin bu bağımsız komisyonunun da bu propaganda savaşının bir parçası olup olmadığı tartışmasını, takdirini bırakıyorum; bu konuda bir kanaat belirtmiyorum, anlatabiliyor muyum? Ama böyle de bir rapor var. Şimdi deniyor ki: “Bu rapor El Kaidecilerin sağladıkları verilerle oluştu”. Diğer taraftan elimizde bu “Beyaz Baretliler” denen grubun da aslında siyasî bir teşekkül, siyasî motiflerle hareket eden, insanî yardım amaçlı kuruluş gibi görünüp aslında siyasî maksatla hareket eden bir teşkilat olduğuna dair kuvvetli veriler var. Bunlar tartışılıyor. Öyle iddialar var ki, İngiliz İstihbaratı tarafından finanse edildiğine dair bu grubun. Dolayısıyla burada gerçek kurban ediliyor. Propaganda savaşına ve siyasî amaçlara kurban ediliyor ve bir sis perdesi altına gizleniyor gerçek. Bu durum iki tarafın da işine geliyor. Her iki taraf da gerçeğin, propaganda savaşı, yani duman perdesi arkasında gizlenmesinden faydalanıyor. Mesela şöyle şeyler oldu: Guta’da daha haftalar öncesinden Rus medyası veya Rusya’nın propaganda organları –bunlar Twitter hesapları olabilir, çeşitli think-tank’çı görünümlü insanlar, yahut web siteleri olabilir– cihadcıların Guta’da bir kimyasal saldırı düzenleyeceklerini, bunun da zamanlamasını tayin ettiklerini ve suçu rejim ve Rusya’ya atacaklarını haftalar öncesinden, üstelik defalarca söylediler, bildirdiler, ilan ettiler. Dolayısıyla şimdi böyle bir algı da ister istemez orada oluştu. Diğer taraftan ortada Suriye’nin kimyasal silahları var, Suriye’nin kimyasal silahı olduğunu biliyoruz, bunu kabul etmiyor değiller. 2013 Ağustos’ta Guta’ya düzenlenen saldırıdan sonra Amerika ve Rusya anlaştı; bir yıl içinde Suriye’nin kimyasal silahlarının tamamen tasfiye edileceği hususunda rejimi de ikna ettiler ve rejimi de aynı zamanda 1997 tarihli Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’na dahil olmaya ikna ettiler. Suriye de sözde bu konvansiyona dahil oldu –orada bir ihtiyat payı bırakarak konuşuyorum– ve Suriye’nin elindeki yaklaşık –yanlış hatırlamıyorsam– 1400-1500 ton kadar sinir, sarin, VX türü kimyasal gazlar, silahlar tasfiye edildi, etkisizleştirildi. Bu da BM’nin Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü vardır –OPCW–, 1997 Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’nun uygulayıcı örgütüdür. Onun nezaretinde bunlar tasfiye edildi; ama neden bir miktar kimyasal silahı başka bir yerlerde saklamadıklarını düşünmeyelim? Çünkü neticede rejim bunu beyan ediyor. Ben rejimin kategorik olarak kimyasal silah kullanmadığının iddia edilemeyeceğini söylüyorum. Bu iddia edilemez, mümkün değil böyle bir şey. Diğer taraftan, şu da bir gerçek — burada teknik veriler ve bilimsel gerçeklik dışında konuşuyoruz: Klorin gazı var. Bu klorin gazı konvansiyonda adı zikredilmeyen bir gaz; ama silah olarak kullanılıyor. Fakat adının zikredilmiyor olması, silah olarak kullanılmasının serbest olması anlamına gelmiyor. Çünkü zaten konvansiyonda adı zikredilmese bile, “toplu ölümlere neden olabilecek her türlü kimyasal” diye geçiyor yanılmıyorsam; yani bir genelleme yapılıyor, ama tek tek isim olarak belirtilmiyor. Kaldı ki bu da bir bilimsel gerçek, Suriye’nin elindeki sinir gazı klorin gazından üç bin kat daha öldürücü. Yani sinir gazının iki üç damlasıyla elde ettiğiniz sonucu klorin gazıyla almak için onun üç bin kat fazlasını kullanmanız lazım. Sinir gazı atıldığı zaman atıldığı bölgede kalıyor, atmosfere yayılmıyor. Nereye, ne kadar hangi miktar atıldıysa uzun süre etkisini sürdürüyor. Klorin gazı ise hemen yayılıyor atmosfere, etkisini, yoğunluğunu yitiriyor. Dolayısıyla bir bölgeye klorin gazı atıldığı zaman miktarı çok önemli ve bölgenin fizikî koşulları çok önemli. İlk yapılacak şey kaçmak oradan. Kaçtığınız zaman kurtuluyorsunuz, ama sinir gazında böyle bir ihtimal yok. Dolayısıyla ölü sayısına bakarak bir mukayese yapıyorlar. Hanşeyhun’daki saldırıda 50 civarında insan öldü ve çok sayıda insan bu gazın etkisiyle yaralandı. Yani solunum yolları ve deri vs. etkileri görüldü ciddi manada. Orada sinir gazı kullanıldığına kani olundu ve Şayrat Hava Üssü’ne ABD bence kozmetik olan bir saldırı düzenledi. Çünkü bu hava üssünden kalktığı söyleniyordu uçakların. Şimdi tabii bu Suriye’deki kimyasal silah kullanımlarının –özellikle de klorin– nasıl olduğuna dair, ne zaman, nerede, nasıl gerçekleştiğine dair eldeki veriler çoğunlukla çatışan tarafların ifadeleri ya da çatışılan bölgedeki halkın ifadeleri — ki buraya bağımsız gözlemciler gönderip, bağımsız bir soruşturma yönetmek de kolay değil. Dolayısıyla genellikle, gördüğüm kadarıyla bağımsız kuruluşlar veri doğrulama yoluyla –video doğrulama, veri doğrulama vs. coğrafi yer tespiti de anlamına geliyor– “geo-location” yapıyorlar. Bu tür yöntemlerle onlara ulaşan verilerin ne kadar gerçek ne kadar şüpheli olduğu kanaatine varıyorlar. Bunlar da tabii tartışmalı şeyler, fakat şunu belirteyim: Suriye’deki savaşta 2011’den bu yana dört yüz binden fazla insan öldü. Bunun bin beş yüzü kimyasal ajanlar kullanılması sonucu öldü ve bu bin beş yüz kişiden bin yüz ya da bin iki yüz kadarı da Guta’da 2013 yılında düzenlenen saldırıda öldü. O tarihten bu yana kimyasal ajanlar kullanılmak suretiyle öldürülen insanların sayısı birkaç yüz ile sınırlı. Ancak bu kitle imha silahları konusu bir tabu ve bir tabu olarak kalmak zorunda. Aslında baktığınız zaman, rejim pekâlâ varil bombası atarak bugün klorin gazı kullanarak verdireceği zayiatın çok daha fazlasını verdirebilir; ama baktığınız zaman klorin gazı çok kullanımlı bir gaz, silah olarak da kullanılıyor, ev işlerinde de kullanılıyor, sanayide de kullanılıyor, çok kullanımlı; dolayısıyla başta dediğim gibi, yasaklanan kimyasal ajanlar listesinde değil. Ama I. Dünya Savaşı’nda kimyasal silah kullanımı klorin ile başlamıştı; fakat daha sonra daha öldürücü gazlar geliştirdiler. Ve şimdi klorin gazı kullanımı konusunda, klorin gazını cihadcıların da kullandığına dair iddialar var. Bu iddialar da genellikle Suriye rejimi kaynakları tarafından ortaya atılıyor. Bir bulanıklık içinde, bir sisli ortam içinde, gerçeğin kaybolduğu bir ortamda düşünmeye ve yorum yapmaya çalışıyoruz, böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Kösedağı: Şimdi bu iddianın hemen ardından BM Güvenlik Konseyi acil olarak toplandı, gergin anlar da yaşandı. Başkan Trump ve ABD ciddi bir karşılık verileceğini söyledi, “karar vereceğiz” dedi. Sizce, karşılık verilirse eğer, nasıl bir saldırı beklersiniz, sınırlı mı?

Gürsel: Bunu öngörmek kolay değil; çünkü Trump öngörülebilir bir kişi değil. Rusya’nın alabileceği caydırıcı önlemleri, yahut burada Rusya’nın tehditlerinin ne kadar ciddiye alınıp alınmadığını göreceğiz. Rusya da nitekim “Bunun çok ciddi sonuçları olur” dedi ve Rus medyasına baktığınız zaman sanki kısıtlı bir saldırının sineye çekileceği gibi bir izlenim ediniyorsunuz, ben böyle bir izlenim ediniyorum; ama eğer saldırı Şam’da hükümet binalarının vurulmasına, yahut Suriye Hava Kuvvetleri’nin tamamının imha edilmesine –ki bu saldırının helikopterlerle havadan variller atılması yoluyla yapıldığı iddia ediliyor– böyle bir saldırı olursa, bu noktaya varırsa Rusya’nın da bir mukabelede bulunması pekâlâ düşünülebilir. İsrail’in yaptığı saldırılara nasıl mukabelede bulunuyorlarsa –en azından füzelerin engellenmesi yönünde oluyor veya F-16’yı düşürdüler mesela–, benzer mukabelelerde bulunabileceklerini öngörebiliriz. Bütün mesele saldırının hangi seviyede olacağıdır, olup olmayacağı değildir; ben bir saldırının büyük ihtimalle düzenleneceğini, bu aşamadan sonra artık bundan geri adım atamayacaklarını düşünüyorum, bekliyorum; ama bu saldırı bir çatışmaya dönüşür mü Rusya ve Amerika arasında? Bence bu saldırının seviyesi ve yoğunluğuna bakar, seçilen hedeflere bakar. Evet, dönüşebilir; böyle bir tehdit var ve bu çok ciddiye alınması gereken bir tehdit. Buna Amerika’nın yanı sıra Fransa ve İngiltere katılır mı? Katılabilir, Fransa’nın çok hevesli olduğunu biliyoruz. Fransa’nın Hanşeyhun’daki saldırıdan sonra, veyahut ondan önce düzenlenen bazı klorin saldırıları nedeniyle de böyle bir fikri olgunlaştırdığı, düşündüğünü, niyetlendiğini en azından biliyoruz. Önü alınamazsa, bir çatışmanın eşiğindeyiz, bana öyle geliyor; ama önü alınabilir, alınmalıdır da. Bence burada liderler sorumlu hareket etmelidirler; fakat Trump gibi bir adam var karşımızda. “Suriye’den çekileceğiz çok yakında” dedi. Bu bir blöf müydü, yem miydi? O da ayrı bir konu. Komplo teorisi severler açısından pekâlâ tartışılabilecek bir konu. Yani hata yapmaya zorlamak açısından; çünkü hem “Suriye’den çekileceğiz çok yakında” diyorsunuz, hem de diğer taraftan müdahale yanlısı İran’a olan hasmâne düşünceleri ile tanınan John Bolton, Pompeo gibi isimleri kilit mevkilere getiriyorsunuz; artı, Menbiç’te ilave askerî üsler kuruyorsunuz, diğer taraftan çok sert perdeden de Esad’a “hayvan” diyerek kendinizi geri adım atamaz hale sokuyorsunuz — ki burada bir şeyler olacağı kesin. Fakat Rusya’ya da bir ders vermek istedikleri kanaatindeyim; savaşlar, çatışmalar işte böyle çıkıyor. Savaşların, çatışmaların ortaya çıkmasında bir rasyonel aramak her zaman gerekmiyor; duygular da çok ciddi rol oynuyor. Mesela şu soruluyor —varsayımlar üzerine konuşalım, tekrar aynı konuya geleceğim: Duma’da Ceyşul İslam’ın daha kuzeyde saldırıya uğradığı iddia edilen yere niye saldırsın Suriye? Zaten adamlar yenilmişlerdi ve çekileceklerdi vs.. Bu tabii rasyonalize etmek oluyor biraz. Şunu unutmamak lazım, ben “Bu saldırı mutlaka olmuştur” anlamında değil, bu mantığın yanlış mantık olduğunu, şüphe edilecekse bu açıdan bakarak şüphe etmemek gerektiğini söylemek için, altını çizmek açısından söylüyorum: Bu tür saldırıların, klorin saldırılarının da en başta yaratmış olduğu zayiat düşük kalsa bile, yaratmış olduğu dehşet çok büyük; yani çok ciddi bir moral bozucu etken var. Tüm bölgeyi terörize ediyorsunuz. Bu manada zamanlama açısından baktığınız zaman Duma’daki saldırının hemen ardından Ceyşul İslam’ın 48 saat içinde oradan çekilip bölgeyi terk edeceğine dair açıklama yapması ve ilk otobüslerin de 24 saat dolmadan bölgeden ayrılması, bütün bunlar aslında bu saldırıların yıkıcı etkilerini de gösteriyor.

Tatari: Şunu sormak istiyorum: Suriye İç Savaşı’nda genel pencereden bakarsak aslında Rusya’nın özellikle 2015’te dahil olmasının ardından bugüne gelirken bir statüko oluşmaya doğru gidiyordu sanki — Astana Süreci, İran-Türkiye-Rusya üçlü Suriye zirveleri, Astana Süreci’nin Cenevre’ye eklenmesi, ABD’nin kontrolündeki ve PYD’nin kontrolündeki yerler. Bir pencere vardı karşımızda ve bir sonuca ulaşılacağı ümidi ortaya çıkmıştı. Bugün geldiğimiz nokta tamamen masayı dağıtıyor mu?

Gürsel: Dağıtmayabilir, ABD’nin vereceği veya müttefiklerinin vereceği karşılığın ne olacağına bağlı. Bu karşılığın nasıl bir karşılık göreceğine bağlı. O zaman da zaten bunun farklı seviyelerde cereyan eden bir çatışma olduğunu söylüyoruz. En üst seviyede küresel düzeyde ortaya çıkan, tezahür eden bir çatışma. O her şeyi aşağıya çekebilir; yepyeni bir oyun çıkabilir ortaya. Rusya’nın da burada, eğer Amerika’nın cezalandırmak amacıyla yaptığı saldırı eğer rejimi çökertmek gibi bir amaca yönelirse, cezalandırmaktan öte rejimi çökertmek gibi bir noktaya evrilirse, saldırının şiddetinden böyle bir amaç olduğu ortaya çıkarsa, ben Rusya’nın burada sessiz kalacağını, seyredeceği kanaatinde değilim; o zaman Rusya ile de çatışmayı göze alacaksınız. Bu göze alınabiliyor mu? Şu an karada en güçlü aktör Rusya, Suriye’de öyle. Dışarıda Doğu Akdeniz’de ABD donanması var. Ama Rusya’nın da kapasiteleri var, Rusya’nın da önemli mukabele kapasiteleri var. Bu bakımdan Rusya da kararlı olduğunu çok net bir şekilde açıkladı. Rus diplomasisi böyle ifadeler kullanmaz. Küfür filan etmezler, ama çok ciddi sonuçları olur dedikleri zaman, bunun çok ciddi sonuçları olabilir. Blöf olduğunu zannetmiyorum, fakat hazırlıklı olmak lazım. Tabii bu Türkiye’ye nasıl yansır? Onun üzerinde de belki kafa yormak gerekir.

Kösedağı: Burak’la son soru olarak bunu soralım diye konuşmuştuk; Türkiye’ye özellikle nasıl yansır? Özellikle Doğu Guta’da Türkiye’nin kontrol ettiği bazı gruplar olduğunu biliyoruz hem Türkiye’nin Afrin’de…

Gürsel: İdlib’de. Doğu Guta bitti artık. Onun Suudi Arabistan destekli olduğu söyleniyor. Ahraru’ş-Şam, Feylak El Rahman ve HTŞ vardı. Ahraru-ş Şam’ı biliyoruz, çok yakın ilişkiler var, destekleniyor. Feylak El Rahman hakkında bir yorumda bulunamayacağım. HTŞ ise bildiğiniz El Nusra. O da İdlib’de, asıl gücü orada.

Kösedağı: Bugün şöyle yorumlar da yapılıyor: İran etkisi. Aslında ilk cevabı İsrail verdi kimyasal silah saldırısı iddiasına. Özellikle Türkiye Suriye’de hem Rusya’yı hem Amerika’yı birlikte idare etmeye çalıştı bugüne kadar, ama bundan sonra neler olabilir sizce?

Gürsel: Cihadcılardan başlayalım, en genelde Batı’nın menfaatleri açısından ikiye ayrılıyor: Bir, yerini yurdunu bilen cihadcılar — ki bunlar saydığımız örgütler arasında, Doğu Guta’yı terk edenler arasında Ahraru-ş Şam, Feylak El Rahman, bunlar yerini yurdunu bilen cici cihadcılar, bunlar kötü değil. Ama HTŞ eski adıyla El Nusra bir El Kaide türevi olduğu için ve El Kaide de dünyaya yayıldığı için bu kötü cihadcı, yani savaşılması gereken cihadcı. Bütün bu cihadcıların belki hepsine Rusya kötü cihadcılar olarak bakıyor, çünkü o Suriye rejimine tehdit; ama başlıca iki grup var: İngiltere’nin Fransa’nın –özellikle Fransa’nın– ve ABD’nin “kötü cihadcı” olarak baktıkları IŞİD ile El Kaide. Onun dışındakilerin hepsi istifadeye mazhar cihadcılar ve bunlara da ılımlı muhalefet diyerek, bunların aslında içerdikleri, bölge için taşıdıkları vahameti de azaltmak yönüne gidiyorlar. Şimdi bunu bir kabul edelim, İsrail açısından da durum farklı değil. İsrail açısından en büyük tehdit Hizbullah, İran ve dolayısıyla bugün bakıyorsunuz, ne tuhaf bir tesadüf, İsrail’in işgali altında olan Suriye’nin toprakları var, Golan Tepeleri ve daha güneye doğru indiğinizde hep oralar bu cihadcıların kontrolünde, çeşitli grupların kontrolünde, Suriye rejimi oralarda yok, yani bir tampon vazifesi görüyor bu cihadcılar. Rejim ve Rusya da bu cihadcıları aktif olarak desteklemekle suçluyor. Ona katılmıyorum; İsrail’in T4 havaalanını bombaladığı füze Lübnan hava sahasından F15’lerle yollanan uzun menzilli füzeler ile vurdu. Bu sadece fırsatçılık; çünkü o üste Hizbullah ve İran vardı, bir miktar da Rus vardı; hatta öyle iddialar ortaya atıldı ki, bunlar da iddia. İsrail’in Rusya’ya önceden haber verdiği, Rusların üsten ayrıldığı gibi iddialar ortaya atıldı, ne kadar doğru bilmiyoruz; ama İsrail ve Rusya arasında bir anlaşma zemini, diyalog olduğu kesin, çünkü Rus hava kuvvetlerinin uçakları İsrail hava sahasını teğet geçebiliyor, düşürmüyorlar, 17 saniye kullandılar gibi bir şey yok.

Türkiye’ye gelecek olursak; esasında Türkiye’nin Rusya ve İran ile bu Astana Süreci adı altındaki ittifaka gitmesine neden olan faktör YPG-PKK faktörüdür. Esas bir de ikinci faktör var; o da artık devrilmeyeceği, indirilmeyeceği belli olmuş bir rejimle birlikte yaşamanın bir yolunu bulmak açısından o rejimin hâmisi olan Rusya ile anlaşmak. Bunu da bazı cihadcıları kontrol ederek yapıyor Türkiye; yahut İdlib’de olduğu gibi kötü cihadcılara karşı cici cihadcıları örgütleyip, o cici cihadcıları kötü cihadcılara saldırtarak yapıyor. Bunlar çok bilinen şeyler, Özgür Suriye Ordusu oluşturdular, Nureddin Zengi grubuyla Ahrar uş-Şam’ı bir araya getirip El Nusra’ya HTŞ’ye karşı savaştırıyorlar ve Rusya bu savaşın sonucunu bekliyor şu an. Bu operasyonlar, çatışmalar devam ediyor, “Ne güzel, birbirlerini kırıyorlar” diye bakıyor o da. Bunun karşılığında Türkiye’ye çeşitli askerî gözetleme istasyonları oluşturma imkânı da sunuldu ve sanıyorum Ankara zirvesinden sonra dördüncüsü en güneyde olan Hama kırsalındaki de yeni, hemen o zirveden iki gün sonra orada kuruldu — demek ki orada da bir anlaşmaya varılmıştı. Çünkü uzun bir süredir o Halep-Hama kuzey-güney eksenindeki dördüncü istasyon, istenmesine rağmen kurulmuyordu.

Toparlayayım lafımı: İki faktör vardır Türkiye ile Rusya’yı burada bir araya getiren: Bir, YPG faktörü. İki, dediğim gibi bu rejimle birlikte yaşamak ve savunma hattını Suriye’de kurma ihtiyacı — ileri savunma hattını. Yani orada asker bulundurarak rejimin potansiyel tehdit olmaktan çıkarılmasını sağlamak. İdlib’de askerî varlık bu işlemi görecek — ki uzun bir süre de orada kalacağı anlaşılıyor. Aynı zamanda Afrin, El Bab bölgesi. Ben bunun kalıcı olacağı kanaatinde değilim. Nitekim Lavrov, “Afrin’den çekilin, orayı rejime verin” dedi. Yani bu İdlib bölgesindeki askerî üslenmeler, artı Afrin, artı El Bab bölgesi… Türkiye’nin Halep’i batıdan, kuzeyden, kuzeydoğudan uzaktan kuşatması anlamına geliyor. Buna ne kadar rıza gösterebilir Rusya bilmiyorum, “Afrin’i rejime verin” dedi. Ona da sert bir karşılık verdiler, “Biz biliriz” dedi Cumhurbaşkanı “ne zaman, kime vereceğimizi”. Bu eğer rejimi cezalandırmaktan öte, rejimi devirmeye dönük bir hava harekâtına evrilirse Amerika’nın saldırısı, yani rejimin bütün altyapısı çökertmek gibi, Kosova nedeniyle Sırbistan’a yapılan operasyonda olduğu gibi. Ama bu o kadar kolay değil, çünkü Rusya buna mani olacaktır. Yani Amerika ve müttefikleri ciddi bir çatışma riskini göze almadan böyle bir şeye yeltenemezler, yaparlarsa bu bir çılgınlık olur. Ve bu çılgınlığın da bedeli bütün taraflara çok ağır olur. Zannetmiyorum. Dolayısıyla, şimdi bu olay bize şunu gösteriyor: Türkiye’nin Rusya ve İran’la olan ittifakının ne kadar kırılgan, ne kadar yüzeysel olduğunu gösteriyor; çünkü baktığınızda, Türkiye bu Duma’daki saldırı karşısında infial halinde. Bu infiale yol açtığı iddia edilen gücün hâmisi ile ittifak halinde aynı zamanda Türkiye. Yani Rusya ile ittifak halinde, bu tablonun ortaya çıkmasının müsebbibi Rusya neticede, marj bırakarak konuşuyorum, ama burada bir iddia var, iddianın doğru olduğunu varsayarak konuşuyoruz. Ortada protesto edilen, karşı çıkılan ve mukabele edilmesi istenen hâdisenin gerçek olduğu kabul ediliyor, onun üzerine bir politika geliştiriliyor. Bununla nasıl yaşayacaksınız? Bunun bir de ahlâkî zemini olması lazım, o zeminin olmadığı görülüyor. Dolayısıyla bence çok oynak, titrek bir zemin, çok fazla değişken var. Dediğim gibi YPG konusunda Amerika ile varılacak olan tedrici bir anlaşma, –YPG’nin orada zaman içinde eritilmesi, seyrekleştirilmesi gibi– bu konuda bir mutabakata varılması halinde bir anda değişebilir her şey. Artı, Rusya ile Amerika arasında bir çatışma olduğu takdirde Türkiye ya aktif tarafsızlığa zorlanacaktır, ya bir taraf seçmeye zorlanacaktır. Hepsinin bedeli olacaktır. Dolayısıyla bakalım, bekleyip görmek lazım; ama çok da bekleyeceğimizi sanmıyorum; çünkü bugün 24 saat, yarın akşam 48 saat dolmuş olacak; ondan sonra bir uygulamanın başladığını göreceğiz hep beraber.

Kösedağı: Çok teşekkür ederiz Kadri Gürsel! Evet Duma’da kimyasal silah saldırısı iddiasını ve ABD’nin Suriye’de buna karşılık vereceği açıklamalarını gazeteci Kadri Gürsel ile konuştuk. Bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz, iyi akşamlar.

Tatari: İyi akşamlar!

Gürsel: İyi akşamlar!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.

İlgili içerikler