Yaşamın İzleri’nin 10. programında İrem Afşin konuğu Prof. Dr. Neşe Özgen ile “hayatın sınırları ve sınırsızlığı” üzerine konuşuyor.
Çocukluğu babasının bürokrat olması nedeniyle Türkiye’yi dolaşarak geçen Prof. Dr. Neşe Özgen, çocukluğunu farklı şehirlerde geçirmesinin, küçük yaşlarda kaybetmeyi öğrenmesini sağladığını, Dersim ve Munzur’un Kürtler ile ilk tanıştığı yerler olması nedeniyle kendisi için önemini, farklı şehirlerde büyümenin kendisini nasıl beslediğini yetişkin olduğunda anladığını anlatıyor.
ODTÜ’de matematik okuduğunu, ancak ikinci sınıfta aslında matematik felsefesi okumak istediğini fark ederek, okulu bitirince sosyolojiye devam ettiğini söyleyen Özgen, 12 Eylül döneminde üniversitede olmanın zorluklarından bahsederken “Beytepe yurtlarından aşağıya kitaplar, bildiriler atılırdı. Sonra her gün kampüsten arkadaşlarımızı alıp götürmeye başladılar, zor bir Ankara’ydı” diyor.
Sosyolojide alan olarak neden sınır sosyolojisini seçtiğini ve “sınır” çalıştığını da açıklayan Prof. Dr. Neşe Özgen bu kararını, “Ben insanların zorluklarına bakan bir sosyal bilim anlayışını, anarşist antropolojiyi seçtim. Sınır sosyolojisi böyle bir seçimle geldi. Sınır çalışırken, onların cesaret ve dirençlerinden feyzaldım, bu beni sağlamlaştırdı” diye betimliyor.
“Sınır insanlarından öğrenecek çok şey olduğunu düşünüyorum. Örgütlenme biçimlerini örnek almak, karşı devletle ilişki kurma hallerine bakmamız lazım” diyen Özgen, sınırdan insan hikayelerinden bahsederken, bir F16 pilotunun “en etkilendiğim an” dediği anıyı, doğuma gitmek için savaş uçağına tereddüt etmeden binen, ancak indiklerinde ilk kez ambulans gördüklerinde korkan insanların hikayesini paylaşıyor.
“Sınırda başka hiçbir yerde olmayan şeyler olur” tanımlamasını yapan Prof. Dr. Neşe Özgen, sınır çalışırken devlet cinayetlerini de inceleme fırsatı bulduğunu ifade ediyor ve “Eğer sınırda olanların normalleştirilmesine izin verilirse o kötülük içeriye de yansır. Roboski’den sonra yaşanan şiddet süreci beni şaşırtmadı” diye ekliyor.
Roboski katliamı ile ilgili olarak,”Tekil seslerden öte, toplu çıkardığımız sesin ne kadar önemli olduğunu Roboski’de fark ettim. Çığlık attım, çünkü çığlığı duyan vardı. İnsanlar ölüme şaşırmadılar, orada hep olan bir şeydi. Bir güç hareketi yer değiştirdi, arada köylüleri harcadılar” diyen Özgen’e göre, normalleştirilmeye çalışan her kötülüğün altında başka bir gerçek aramak gerekiyor.
Halen altı farklı üniversiteden 20 akademisyenle birlikte “su sınırları” üzerine bir çalışma yürüten Prof. Dr. Neşe Özgen, “Su sınırlarını da çitleyecekler, göçmenler için su kenarlarında toplama kampları ile belirsiz, zor bir dönem geliyor” diyor.
Şu anda Türkiye’de yaşanan en büyük sorunun, karşıtlık ve nefret olduğunu söyleyen Özgen, “Yıllardır iktidar eliyle kutuplaşmayla birlikte kargaşa ve iç savaş ortamı yaratılmak isteniyor, ancak insanlar sağduyularıyla iç çatışma sürecinden imtina ediyorlar, bunun için Türkiye halklarına minnettar olmamız gerekir” diyerek sağduyunun altını çiziyor.
“Böyle zor dönemlerde kurbanlar verilir, şu anda bu ülkede kadın ve çocuk kıyımı var” vurgusunu yapan Prof. Dr. Özgen’e göre, kadın hareketi sokakta sesi olsa da yargıda gerekli kararı çıkartamıyor, toplumsal vicdanı zedeleyen konularda adalet için sivil kuruluşların sessiz kalmaması gerekiyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Sivil yapıların, ara grupların büyük bir hızla yeniden yapılanması gerekiyor. HDP’nin örgütlerle bağını ayrıca konuşmak doğru olur, ancak CHP’nin sivil örgütlerle arasına koyduğu mesafe ciddi bir kuraklık yaratıyor, bu mesafeden vazgeçilmesi gerekir” diyerek çözüm önerisi sunan Özgen, İrem Afşin’in “Umut nerede?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor: “Bizim sivil örgütlenmeleri, ara geçiş gruplarını, kendi siyaset yapma biçimlerimizi büyük bir hızla geliştirmemiz gerekiyor.” .
Kamera/yönetmen: Engin Pulat – Kurgu: Sahra Atila