Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yaşamın İzleri (40): Faruk Eren ile “Hakikatin kıymeti”

Yaşamın İzleri’nin 40. bölümünde İrem Afşin usta gazeteci, DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren ile hayat hikayesinin içinden “kayıp” hikayelerine, siyasi tarihten gazeteciliğin geçmişine uzanan bir yelpazede konuşuyor.

1964’te İstanbul’da doğan, Hasköy’de iki ablası ve abisiyle büyüyen, Pertevniyal Lisesi’ni bitiren Faruk Eren, çocukluğunu ve gençliğini anlatırken semtin dokusundan, bu çok kültürlü işçi mahallesinin yaşam detaylarından bahsediyor; o günleri “60’lı ve 70’li yıllarda insanların yüzü daha çok gülüyordu diye anımsıyorum, daha neşeli bir hayat vardı” diye betimliyor. 

Gençliği örgütlü mücadelenin içinde geçen Faruk Eren, 1980 öncesinde aranmaya başlıyor ve 1982’de tutuklanarak üç yılını askeri hapishanede geçiriyor. O yılları anlatırken Eren, “3 yılı Metris’te geçirdim, baskı vardı ama inanılmaz bir direniş de vardı. Cunta istediğini yaptıramadı, boyun eğmedik. Başımız dik çıktık hapishaneden” diyor.

“Gazeteler ve özel televizyonlar hep iktidar yanlısı, militarist, erkek ve antidemokratikti”

Hapishaneden çıktıktan sonra 80’lerin sonunda medyanın gerçekten “ana akım” olduğu dönemden itibaren uzun yıllar aktif gazetecilik yapan Faruk Eren, dönemin ana akım medyasını detaylı olarak analiz ediyor: “Türkiye’de medya hep sorunlu bir alandı. Gazeteler ve özel televizyonlar hep iktidar yanlısı, militarist, erkek ve antidemokratik bir medya oldu” vurgusunu yapıyor. Dönemin medya patronlarını anlatan Eren, “Gazete/medya sahipleri AKP iktidarı öncesinde de hep iktidarlarla bağlantılıydı, ama her şeye rağmen gazeteciler gerçek haber yapabiliyordu.”

Sendikalı ve örgütlü olmanın önemini anlatan Faruk Eren, meslektaşlarının bu konudaki sorumluluğunun altını şöyle çiziyor: “Gazeteciler 80’lerin sonlarında sendikalıydı, örgütlüydü. Gazete patronları sendikayı atabilmek için anlaştı. Maalesef gazeteciler de patronlar tarafından sunulan şartlara uyarak örgütlü olmaktan vazgeçti.”

Zaman içinde ana akımda yayın hayatına devam eden veya yeni başlayan Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, Radikal ve Evrensel gibi gazetelerden örnek verirken Faruk Eren, bir noktaya dikkat çekiyor: “Tüm hatalara rağmen gazetecilik yapılıyordu.”
Eren, ana akım medyanın dönüşümünde iktidarın etkisinden de şöyle bahsediyor: “AKP iktidara geldiği andan itibaren ilk operasyonlarını hep medyaya yaptı. Demokrasiden nasibini almamış iktidarlar kendi medyasını yaratmak ister. Medya eliyle manipülasyon yapıldı, toplumda algı oluşturuldu. Daha sonra medya cemaat tarafına yüzünü döndü, neredeyse tetikçilik yapıldı. Şimdi ise iktidarın propaganda aleti haline geldi medya.”

“Her şerden bir hayır çıkar, gözümüzün önünde yeni bir medya doğuyor” diyen Eren açısından, gazetecilik yapmak isteyen ancak mecrasız kalan gazeteciler internet medyasına yöneliyor. 

“Gazetecilik hakikat mesleğidir”

Cumhuriyet gazetesinin başka türlü bir operasyonla el değiştirdiğini, yazarından çizerine hapis yattığını belirten Eren, Medyascope ve Ünsal Ünlü yayınlarından bahsederek, gerçek gazetecinin tarifini yapıyor: “Gazeteci belirli evrensel ilkelerle hakikati topluma anlatır. Gazetecilik hakikat mesleğidir. Tüm basın emekçileri, hakikatin topluma ulaşması için çalışan gazetecilerdir.”

Özellikle sokakta haber peşinde koşan, Doğu’da çalışan muhabirlerin doğrudan tehdit altında, zor koşullarda çalıştığını vurgulayarak son dönemde yaşananları anlatan Faruk Eren için gazetecilik zor bir meslek, risk altında meşakkatli bir iş: “Türkiye şu anda dünyada hapiste en çok gazeteciyi tutan ülkelerden biri. Tüm baskı ve tehditlere rağmen çok onurlu bir direnişi de var gazetecilerin, herkes gazetecilik yapmak için uğraşıyor, bu dönem tarihe bu direnişle de geçecek.”

Faruk Eren, gazetecilikle aktivizmin birleştiği noktayı anlatırken de “Gazeteciler kendileri haber olmaya başladı. Hem işimizi yaptık hem arkadaşlarımızın davalarını takip ettik; hem gazeteci hem eylemci olduk zaman zaman, bu kendiliğinden gelişti, dönem bu” diyor. 

“Yeni medya, sendikalaşma konusunda da örnek olmalı”

DİSK’e bağlı Basın-İş’in genel başkanlığını da üstlenen Eren’e göre, sendikal hareketin zayıflamasıyla editoryal bağımsızlığın ortadan kalkması doğrudan ilişkili: “Gazeteciler sendikalaşırsak işten atılırız diye endişe ediyorlar. Bu kadar yoğun işsizliğin olduğu sektörde bu çok normal. Emek mücadelesi olmadan demokrasi olmaz. Sendikal faaliyetler artık bir anlamda demokrasi mücadelesi de oldu. Sendikal faaliyetler, gazetecilerin örgütlenmesi editoryal bağımsızlığı da korur. Yeni medya, sendikalaşma konusunda da örnek olmalı.”

Eren programda, gözaltında kaybedilen abisi Hayrettin Eren’in hikâyesini anlattığı “Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi” kitabını nasıl ve neden yazdığını da şöyle açıklıyor: “12 Eylül öncesinde katliamlarla sol hareketi yok etmek istediler, en son 12 Eylül darbesi ile solun üzerinden silindirle geçtiler. Kitaptaki kayıp vurgusu hem sol hareket hem abim hem de öldürülen arkadaşlarımız için. Kitapta üç bölümde mahalle hayatını, nasıl politikleştiğimizi ve abim kaybedilince başlayan, Cumartesi Anneleri’nin adalet mücadelesini anlatmaya çalıştım.”

“Gözaltında kayıp gerçeğini abimin kaybedilmesiyle öğrendik”

Faruk Eren kitapta, 25 yıldır her cumartesi adalet aramaya devam eden Cumartesi Anneleri’ni, kendi annesi Elmas Eren ve arkadaşlarının mücadelesini anlatıyor: “Başka ülkelerde gözaltında kayıplar olduğunu ben biliyordum ama biz ailecek Türkiye’de gözaltında kayıplar olduğunu abimin kaybedilmesi ile öğrendik. Annem İHD kurucularından, ben de aktif olarak kayıplarla ilgili komisyonlarda çalıştım. 90’lı yıllarda inanılmaz bir faili meçhul cinayet furyası ve gözaltında kaybetme yaşandı. Hasan Ocak’ın kaybolması ülkede gözaltında kayıplar açısından bir dönüm noktası oldu, Galatasaray’da sessizce oturmaya başladık. İHD ve insan hakları savunucularının büyük çabası ve sanatçılar dahil kamuoyu desteği ile yürüyen eylemin en büyük başarısı olarak gözaltında kayıplar durduruldu. Bu süreç içinde annemi ve birçok annemizi, babamızı kaybettik. Şimdi ikinci, üçüncü kuşak eylemi sürdürüyor. 700. hafta tarihin en kalabalık eylemlerinden biri olacaktı, iktidar da bunu biliyordu, saldırdılar.”

Annelerin İHD sokağında sıkıştırılmış halde, polis ablukasında eylemlerine devam ettiğine dikkat çeken Eren, “Şimdi eylemi İHD sokağına sıkıştırdılar, ama anneler Galatasaray’a dönene kadar, sonuç alana kadar asla mücadeleden vazgeçmez. Annelerin eylemi, dünyadaki en saygın demokratik eylemlerden biridir” diyor.

Programın sonundaki “Türkiye’nin en büyük sorunu nedir” sorusuna Faruk Eren, şu yanıtı veriyor: “Türkiye’de en kritik sorun, basın ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması. Sorunların çözülmesi, konuşulabilmesi ve demokrasinin gelişmesi için bu mutlaka gerekiyor.”

Kamera: Leyla Özkaynak

Kurgu: İrem Afşin – Sercan Öztürk

Fotoğraf ve video arşiv derleme: Cumartesi Anneleri, İrem Afşin, Twitter 

*Çekim mekanı için Moda Kitap‘a teşekkürler…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.