Yaşamın İzleri’nde İrem Afşin, konuğu iletişim bilimci, akademisyen Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu ile farklı dillere ve iletişime meraklı bir kadının hikayesiyle birlikte medyanın geleceğe doğru dönüşümü ile dil ve toplumsal algı bağlantısına bakıyor.
Yasemin Giritli İnceoğlu, 1961 Anayasası’nın hazırlanmasında görev alan idare hukukçusu Prof. Dr. İsmet Giritli ve Avukat Suna Ağaoğlu’nun kızları olarak 1961’de İstanbul’da doğdu. Babasının görevleri nedeniyle ilk çocukluğu farklı ülkelerde geçen İnceoğlu, çocukluğunu anlatırken, “Çok mutlu, neşeli, mütevazı bir ailede büyüdüm. Çocuktum ama abimle beraber birey muamelesi gördük, annemle babam bize bu fırsatı tanıdılar, kendilerini minnet ve rahmetle anıyorum” diyor. İki hukukçu ebeveyne rağmen, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu olan Giritli İnceoğlu, bu tercihini şöyle açıklıyor: “Evde hukuk hâkimdi, ama ben edebiyata ve dile hep çok meraklıydım. Edebiyat, gazetecilik, iletişim çok iç içe geçen şeyler, ortaklık çok. İletişim ve paylaşım aşkım beni gazeteciliğe sevk etti.”
Yardımcı sertifika programı olarak İtalyan Dili ve Edebiyatı da okuyan İnceoğlu, araştırma için Vatikan bursuyla bir dönem İtalya’ya da gidiyor. İnceoğlu, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca konuşuyor, sonradan İspanyolca öğreniyor ve dil konusundaki yeteneğinden keyif alıyor.
“Bale bana yaşama anlam yükleme fırsatı verdi”
Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, sıradışı formunu ise farklı bir daldaki eğitimine borçlu. British Theatre Dance Association’da “Teacher of Dancing- Dans Öğretmeni” sertifikalı klasik bale eğitimi de alan İnceoğlu, bir dönem Türkiye’nin ilk özel dans grubu olan Çağdaş Bale Topluluğu’yla birlikte sahneye çıkmış: “1.80 boyumla hele de Türkiye’de klasik bale çok zor, ben de çağdaş baleye geçtim, iki tane öğretmenlik sertifikam da var, bir süre Çağdaş Bale Topluluğu’nda dans ettim. Bale her zaman bana yaşama anlam yükleme fırsatı verdi, hâlâ geceleri dışarı çıktığımızda dans etmeyi severim.”
“Dersi kitaba göre değil, güncele göre anlatan hoca”
1984-2004 yılları arasında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde yüksek lisans ve doktorasını tamamlayan İnceoğlu, 1993’te doçent, 1999’da ise profesör unvanlarını alıyor. Üniversitede dekan yardımcılığı, gazetecilik bölümü başkanlığı ve genel gazetecilik anabilim dalı başkanlığı görevlerini de üstlenen İnceoğlu, kendisi için “dersi kitaba göre değil, güncele göre anlatan hoca” yorumunu yapan öğrencileriyle ilişkilerini özlediğini belirtiyor: “Hocalıkta beni en çok cezbeden şey öğrenciler. Onlarla aramda acayip bir bağ var. Kitaptan değil güncele bağlayarak ders anlatmak öğrencinin daha iyi katılımına ortam hazırlıyor, böyle geribildirimler almayı seviyorum.”
20 yıl çalıştığı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 2004 yılında gelen teklifle Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçen Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, “Bazen bir yerde çok uzun süre çalışmak sizi yavaşlatır. Bu anlamda değişiklik bana motivasyon sağladı. Galatasaray daha kapalı bir çevre diye uyaranlar oldu, ancak Galatasaray bana kucak açtı, hiç kendimi ‘öteki’ hissetmedim. Oldukça aktif geçen süreçte, Türkiye’de son seçimle gelen dekan da benim, sonra siyasi prosedür değişti” diyor.
“Akademisyenlik bitmez, biten şey sadece kadro”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Programda üç yılı aşkın süren “Barış İçin Akademisyenler” sürecinde yaşadıklarını ve kendisini emekliliğe götüren nedenleri de şöyle aktarıyor: “Barış için imza atan tüm imzacı akademisyenler arasında tek dekan benmişim, öyle diyorlar. Farklı açılardan hem ben hem de üniversite açısından zorlu bir süreçti, emekli olmayı ben tercih ettim. Hem zaten akademisyenlik bitmez, biten şey sadece kadro.”
Emeklilik sonrası çalışmalarından ve hislerinden de bahseden İnceoğlu, “Gelinen noktada mutluyum, duruşumu sergiledim, bana yakışan şekilde hareket ettim. Şimdilerde yurtdışında farklı üniversitelerde seminerler veriyorum” diye konuşuyor.
“Medyanın dili eril, kadına şiddeti körükleyen nedenlerin başında dil kullanımı geliyor”
Programda medyanın haber dili kullanımının “ötekiler” üzerindeki etkisini detaylı olarak açıklayan İnceoğlu, “Medyanın dili eril, örneğin kadına şiddeti körükleyen nedenlerin başında dil kullanımı geliyor” derken, “ötekiler” kavramını da detaylandırıyor: “Egemen ideolojinin çizdiği bir kimlik tanımı var: Türk’üz, Müslümanız, tercihen Sünniyiz, heteroseksüeliz, erkeğiz, genelde muhafazakârız. İşte bu çerçevenin dışında kalan herkes ‘öteki’. Zaten ‘öteki’ dediğimiz zaman referans olarak, bana benzemeyen, benim bir arada yaşamaktan hazzetmediğim herkes öteki. Egemen ideolojinin meşrulaştırılmasında medya sanki devletin bir ideolojik aygıtı olarak bu hegemonik ilişkiyi çok iyi kullanıyor. Söylem ise dil içinde kurgulanan bir ideolojidir. Söylem ve bağlam da ikiz kardeştir, birbirini besler ve ideolojiyle beraber yaşar. Neyi nasıl, hangi bağlamda söylediğiniz çok önemli. Dinimiz de zaten çok eril ve ayrımcı. Örneklere bakarsak, Suriyeli göçmenlerle ilgili çok bariz örnekler var, mutlaka ‘Suriyeli hırsız’ diye vurgulanıyor. Bir diğer örnek ‘travesti dehşeti’. Hiç ‘hetereoseksüel şiddeti’ dendiğini duydunuz mu? Kadına şiddet konusunda ise, ‘namus cinayeti’ doğuya doğru gittikçe ‘töre cinayeti’ne dönüşüyordu, bunlar bir miktar değişti. Medyanın dil kullanımının kamuoyunda yarattığı algı o kadar tehlikeli ki… Medyada yer alan insanlar da sonuçta kamuoyunu etkileyen insanlar. Medyamızın da cinsiyeti erkek, çünkü karar verme sürecinde etkili olan kadın sayısı çok az, onlar da bu eril topluluk içinde zaman zaman kadın kimliklerini bir köşeye bırakıyor.”
Nefret suçu ve nefret söylemi arasındaki farklar için “Önyargılara göre hareket ediliyor, nefret söyleminin vatandaşa mı bir siyasiye mi ait olduğu etkisini değiştiriyor. Şiddete ve tehdite dönüşüyor mu diye bakmak gerekir” diyen İnceoğlu’na göre, “nefret söylemi” teriminin içi de fazla kullanılması nedeniyle boşaltılmış durumda: “Her nefret söylemi suça dönüşmüyor. Nefret suçuna en büyük örnek Hrant Dink cinayeti. Bugün nefret suçu konuşuyorsak bu Hrant’ın öldürülmesiyle başladı.”
Medyanın kamuoyu algısındaki payına dikkat çeken İnceoğlu, “Kanaat önderlerinin, siyasilerin nefret söylemlerinin medyada nasıl haberleştirildiği çok önemli. Öyle yazarsınız ki haberi, o söylemi onaylıyor olursunuz. Medya otokontrolü ve vicdanı ile dikkatli olmalı” diyor.
“Kadın işe girmek için kocasından izin alıyorsa bu ekonomik şiddettir”
Kadına yönelik şiddetin son yıllarda korkunç boyutlara ulaştığını vurgulayan Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, şiddetin farklı tiplerine de dikkat çekiyor: “Kadına yönelik şiddet, erkek egemen toplum, namus bekçiliği ve erkeklerin kadınları kendi malları gibi görmeleri neticesinde bu noktaya geldi. Ekonomik şiddet de cabası. Kadın işe girmek için kocasından izin alıyorsa bu ekonomik şiddettir.”
İnceoğlu, kadın hareketinin geleceğinden umutlu: “Kadın hareketinin başını çeken kadın örgütlerini alkışlamak ve desteklemek lazım. Karşılarında devlet başta olmak üzere çok büyük bir direnç var. Kadınların bilinçlenmesinde kadın örgütlerinin çok ciddi payı var.”
“Artı ve eksilerine dikkat etmek lazım ama iyi ki toplumsal sorumluluk açısından sosyal medya var”
Programda medyanın dönüşümünü ve sosyal medyanın kamuyu nasıl etkilediğini anlatan İnceoğlu, gelecekte sosyal medyanın çok daha etkin olacağını, ancak bağımsız medyaya da çok ciddi sorumluluk yüklendiğini düşünüyor: “Sosyal medya kamunun vicdanını eğitiyor. Artı ve eksilerine dikkat etmek lazım ama iyi ki toplumsal sorumluluk açısından sosyal medya var. Diğer taraf medya değil artık, üç maymunu oynuyorlar. Dolayısıyla bağımsız medya çok önemli, ama sorumluluğa da, etik kurallara da dikkat etmek lazım. Öte yandan dijital medya okur yazarlığı eğitimleri gerekiyor. RTÜK veya Milli Eğitim Bakanlığı değil tabii ama bağımsız yapılar, belki yerel yönetimler sosyal medya okuryazarlık eğitimleri vermeli.”
“Sadece yurttaş haberciliği değil, hak odaklı habercilik de artmalı”
bianet.org’da onbeş günde bir “5. Kuvvet” başlığı altında köşe yazıları yazmaya başlayan İnceoğlu, “4. kuvvet olan medya yürütmeyi denetleme rolünü yapmıyorsa yurttaş 5. kuvvet, sivil kuvvet olarak medyayı da denetlemeli” derken, 5. kuvvetin anlam ve önemini şöyle açıklıyor: “Sivil toplum yalan, eksik veya özellikle verilmeyen haberlerin üzerine gidip deşifre etmeli. Kastım sadece yurttaş haberciliği değil, hak odaklı habercilik artmalı.
Kamera: Leyla Özkaynak
Kurgu: İrem Afşin & Sercan Öztürk