Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fehim Taştekin & Işın Eliçin ile Puslu Kıtalar (9) : Çin İran’a kalkan olur mu?

Pekin ve Tahran yönetimleri ekonomi ve güvenlik alanlarında geniş kapsamlı işbirliği öngören, “bir tür strateji ortaklık” anlaşması üzerinde anlaştıklarını duyurdular. Hayata geçmesi halinde ABD’nin düşman addettiği İran’ı tecrit ederek dize getirme, stratejik rakip olarak nitelediği Çin’i de kuşatarak dizginleme planlarını zora sokması olası bu anlaşmayı değerlendirdik.

Puslu Kıtalar programı, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Derneği Türkiye Temsilciliği’nin katkıları ile hazırlanmıştır.

(Video kurgu ve transkripsiyon: Akanda Taştekin)

PUSLU KITALAR DOKUZUNCU BÖLÜM

Çin, İran’a kalkan olur mu?

FEHİM TAŞTEKİN: Merhaba, Puslu Kıtalar’ın dokuzuncu bölümüyle karşınızdayız. Bugün Çin ile İran arasındaki stratejik anlaşmayı tartışacağız. 

IŞIN ELİÇİN: Pekin ve Tahran yönetimleri ekonomi ve güvenlik alanlarında geniş kapsamlı işbirliği öngörülen, bir tür stratejik ortaklık olarak nitelendirilebilecek bir anlaşma üzerinde çalıştıklarını duyurdular. Buna göre Çin, İran’dan ucuz petrol tedarik edecek. Karşılığında enerji sektörüne büyük yatırımlar yapacak ve iki ülke askeri ve teknolojik açıdan işbirliklerini genişletecek ve derinleştirecekler. Bu anlaşmanın detaylarına ulaşılabildiği kadarıyla Amerika’nın İran’ı tecrit etme stratejisinin, hattâ Çin’i de kuşatma stratejisinin altını oyabileceği düşünüldü. Aleyhinde yazılar var. Ancak anlaşmanın içeriğine dair detayları Fehim anlatacak.

FEHİM TAŞTEKİN: Evet, bu anlaşma 2016’da stratejik işbirliği çerçevesinde düşünülmüştü. Uzun süre üzerinde çok fazla konuşulmadı. Ancak 2019’da Cevat Zarif Pekin’de bu anlaşmayı taslak olarak sundu. Geçen ay, 23 Haziran’da Ruhani bu anlaşmanın İran hükümetinden onaylandığını söyledi. Tabii bu daha müzakere edilecek ve Çin tarafı da kendi süreçlerini işleyecek. İran’da ise anlaşmanın geçerli olabilmesi meclisin onayına bağlı. Süreç içerisinde içerik sabote edilebileceği endişesiyle çok paylaşılmadı ancak bazı sızıntılar söz konusu. Özellikle bu anlaşmanın parasal boyutu çok önemli. 400 milyar dolarlık bir yatırımdan bahsediliyor. Bu yatırımların 280 milyar doları petrol, doğalgaz ve petrokimya tesisleri ve yatırımlarına yönelik. Bunlar Amerikan ambargosunun ana hedefinde yer alan sektörler. 120 milyar doları ise altyapı, ulaşım ve buna benzer alanlardaki yatırımlar. Buna karşılık Çin’in önemli miktarlarda petrol alımı söz konusu ve en önemlisi de %26 ile %32 arasında bir indirimle bunu ithal edebilmesi gibi bir kritik unsur var. Başka tartışılan, bu işin askeri boyutunu da içeren, bazı maddelerin olduğu söyleniyor. Bunlardan bir tanesi 5 bin Çinli askerin yatırımları koruması için İran’da konuşlandırılacağı yönünde. Tabii içerik paylaşılmadığı için toprak ve üslenme gibi boyutlarıyla ilgili bazı yalanlamalar söz konusu. Ama bu yalanlama daha çok körfezdeki Kiş Adası’nın Çin’e tahsis edileceğiyle ilgili iddiaya ilişkin bir yalanlama. Ama askeri işbirliği, üsler gibi konularla henüz net bir şey yok. Çin de biraz sessiz. Bu anlaşmayla ilgili çok fazla açıklama yapmadı, tepki vermedi. O yüzden bir bilinmezlik söz konusu diyebiliriz genel çerçevede.

IŞIN ELİÇİN: Çin’in neden konuşmadığına belki birazdan geleceğiz. Önce şunu sormak istiyorum, sen Gazete Duvar’daki yazında da bu konuyu ele almıştın, orada anlaşma taslağının Rusya’yı da bu ikiliye üçüncü bir ortak olarak dahil edebilecek hükümler içerdiğine dair haberler olduğunu söylüyorsun. Biraz anlatır mısın detaylarını?

FEHİM TAŞTEKİN: Şimdi bu işin askeri boyutu son derece önemli. Çin’in Amerikan hegemonyasına karşı geliştirdiği ve geliştirmek istediği strateji ile yakından alakalı. Çin’in buradaki temkinli pozisyonunu ayrıca konuşmamız gerekiyor. Ancak baktığımız zaman İran’ı, Rusya’yı ve Çin’i birlikte bir blok olarak değerlendiren bir yaklaşım söz konusu. Önümüzdeki Ağustos ayında üç ülkenin güvenlik yetkililerinin bir araya geleceği ve bu savunma alanındaki ortaklığı detaylı bir şekilde konuşacakları söyleniyor. Eğer bir uzlaşma sağlanırsa 9 Kasım’dan itibaren İran, Rusya’nın ve Çin’in savaş uçaklarının kısıtlama olmaksızın hava sahasına girmesine izin verecek. Belirli kritik üsler çift kullanımlı hale getirilecek. Yeni yatırımlar olacak ve tesisler yapılacak. Bir anlamda gelişmiş savaş uçakları, elektronik harp unsurları bu üslere yerleşebilecek. Çin ve Rusya tarafından bu üsler kullanılabilecek. Bunlar tabii ki henüz resmi olarak teyit edilmedi. Bunu mesela oilprice.com sitesinde Simon Watkins yazmıştı, önemli bir gazeteci. Enerji ve güvenlik alanlarında yazılar yazan birisi.  Hamedan, Bender Abbas, Çabahar, Abadan gibi havaalanlarının kullanılacağını söylüyor. Bir de Çabahar limanının geliştirilmesinde Çin savaş donanmasının burayı kullanabileceği şekilde bir formül bulunması da konuşulanlar arasında. Başka bir boyutu da, bu anlaşmayla ilgili mi değil mi bilmiyoruz ama İran Hürmüz boğazını baypas etmek için yaklaşık 1500 kilometrelik bir boru hattıyla petrolü Umman Denizi’ne, yani Hint Okyanusu’nun açıldığı bölgeye indirdi. Burada yeni bir petrol ihraç limanı olacak anladığımız kadarıyla. Çin’in buraya da ortak olacağı ya da bu limanı da kullanacağı söyleniyor. Baktığımız zaman burada – körfezde, Hint Okyanusu’nda – Çin’in geliştirdiği stratejik ağlara askeri bir boyut katacağını, katmak istediğini öngörüyoruz. Bu anlaşma eğer doğru ise ve bu maddeler geçerli ise bunlar bu şekilde Çin’in stratejik manivela kuvvetine ciddi bir alan açacak demektir. Bölgedeki en önemli muhatabı Amerika’yı endişelendiren bir boyutu var bu anlaşmanın.

IŞIN ELİÇİN: İran içinde anlaşma aleyhine muhalefet seslerinin yükseldiğini biliyoruz. Neden muhalefet ediyorlar? Çok da alternatifi yok İran’ın. Nedir temel sebepleri?

FEHİM TAŞTEKİN: Çok ilginç tabii. Rusya ve Çin sonuçta Amerika’nın İran’a uyguladığı abluka ya da yaptırımlar karşısında İran’a nefes borusu olan ülkeler. Ciddi bir iş birliği oldu geçmişte. Ancak buradaki toprak tahsisi ya da üslerin açılması İran’da ciddi bir itiraz nedeni. İran’ın mevcut yasaları buna çok izin vermiyor. Ancak bunun tarihsel travmatik bir boyutu var ve İranlılar geçmişi hatırlıyorlar. 19’uncu yüzyılda imtiyazlar çağı dediğimiz bir dönemden geçti İranlılar. O dönemlerde Batılılara, özellikle İngilizlere tanınmış olan imtiyazlar İran’ın egemenliği ve bütünlüğüne tehdit olarak algılanmıştı. Bunları hatırlıyorlar. En önemlisi Baron Julius de Reuter’a, Reuters’ın kurucusuna verilen imtiyazlar… Kaçarlar döneminde Pers hükümdarı Nasıreddin Şah’ın Reuter’a verdiği imtiyazlar vardı. Bütün yer altı zenginliklerini çıkartma, işletme ve ihraç etmeyi içeren bir imtiyaz listesi söz konusu. O zaman Çarlık Rusya da kuzeyde imtiyazlar alan bir aktör olarak bunlara itiraz ediyor. Mollalar o dönemde itiraz ediyorlar. Bir yıl sonra bu imtiyaz anlaşması feshedilmek zorunda kalınıyor. İranlıların buna benzer olarak hatırladığı ve söylediği başka bir şey var. Türkmençay Antlaşması, 1828’de bugünkü Güney Kafkasya’nın Çarlık Rusya’ya bırakılmasını öngören anlaşma. Yeni bir Türkmençay Antlaşması olmasın diye kampanya yürütülüyor. Bu imtiyazlarla ilgili İran’ın bugünkü modern devletini kurması sürecinde de önemli yeri olan bir olay daha var. Bu da tütün isyanı diye bilinen isyan. Burada da bir imtiyaz var. İran’ın tütün üretimi ve dağıtımıyla ilgili her türlü hakkının devriyle ilgili. Ayetullah Şirazi’nin fetvası sayesinde bu imtiyaza son veriliyor. Tütün kullanımını haram ilan ediyor bu fetva. Ondan sonra kısa sürede bu şirket çöküyor ve imtiyazlar sona eriyor. Şimdi de Çine verilmiş imtiyazlardan bahsedebiliriz, içeri bilinmemekle birlikte. İranlılar geçmişte bu imtiyazlar nedeniyle Amerika’dan önce İngilizleri büyük şeytan ilan etmişlerdi. Bu tarihi hafıza Çin’le anlaşma tartışılırken yeniden gündeme geldi. Mahmud Ahmedinejad en ciddi çıkışı yapanlardan biri. Bir de Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi de hakeza Ahmedinejad’la aynı çizgiye düştü. İran’daki milliyetçiler, önemli bazı mollalar bu anlaşmaya itiraz konusunda birbirlerine zıt aktörler olarak aynı şeyleri söyler hale geldiler. Burada tabii ki İran’ın devlet bakışında bir kırılma da söz konusu. “Ne Doğu ne Batı, sadece İslam Cumhuriyeti” sloganı 1979’dan beri en çok kullanılan slogan. Bu İran Dışişleri Bakanlığı’nın kapısında da yazılı bir slogan. Bazıları bunu eleştirmek için “Ne Doğu ne Batı, sadece Çin” diye bu sloganı değiştiriyorlar. İran son zamanlarda özellikle nükleer anlaşmanın çökmesi nedeniyle Batı ile ilişkilerin güven vermediğini ve sadece utandırdığını söyler hale geldi. O yüzden yeni yükselen güç olarak doğudaki ülkelerle ilişkinin önemli olduğunu söylemeye başladılar. Bu slogan da birazcık fiili durumla slogan arasındaki farkı büyütüyor.

IŞIN ELİÇİN: Biraz da Çin’e bakalım. ABD zaten Çin’i stratejik rakip olarak niteliyor, şu sıralarda da baskıları arttırmaya çalışıyor. Tırmandırılan bir gerilim de yaşıyorlar. Ama Çin genellikle meydan okumaktan kaçınan, daha alttan alan bir tavırla gidiyor ABD ile ilişkisinde. Karşılık gerektiğinde veriyor ama çok sert çıkışlar da yapmıyor. Ama şimdi böyle bir anlaşmayı yürürlüğe sokması son derece tehditkâr olur, kafa tutmak olur. Bu çok Çin tarzı değil gibi geliyor bana. Sence yürürlüğe sokup uygularlar mı yoksa… Bunları da sızdırıyorlar ya, mesela İran’dan Çin epey petrol alıyor bildiğim kadarıyla. Tepede bir kılıç, “bunu yürürlüğe sokarız” gibi bu meseleyi kullanmayı mı tercih ederler?

FEHİM TAŞTEKİN: Burada ciddi şüpheler var. Çin, Amerika’nın stratejik hasım olarak ilan ettiği bir ülke. Pentagon’un strateji belgesinde 2017’den beri böyle geçiyor. Çin de buna karşı sessiz sedasız eylemler alıyor. Donanmasını güçlendiriyor. Askeri yatırımlarını arttırıyor. Dünyada pek çok aktör Çin’in bu yöneliminden rahatsız. Ancak Çin gerek geliştirdiği ticari yatırım ağları, gerekse “Tek Yol Tek Kuşak” plânı, yani yeni İpek Yolu plânı, Çin’in ürkütmeden ve daha ekonomi üzerinden giden bir ilişkiye ihtiyacını gösteriyor. Mesela askeri olarak Somalili korsanlara karşı gemileri korumak gibi gerekçelerle Cibuti’de üs edindi. Bunun dışında, Güney Çin Denizi’ni saymazsak çünkü o ayrı bir hikâye, uluslararası alanlarda ve sularda Çin askeri olarak fazla bulunmuyor. Bu Çin’in fazla uyandırmadan, öfkelendirmeden ve hasımlar edinmeden yol alma stratejisi. Şimdi İran bölgede pek çok ülkeyle kavgalıyken ve ABD en önemli düşmanıyken, Çin savunma boyutu çok büyük bir anlaşmayı yürürlüğe sokar mı ve diğer ülkelerle ilişkilerini riske atar mı? Ben de şüpheliyim bu konuda. Şu nedenle, bazı göstergeler var. Bu anlaşma, Amerika’nın da dahil olduğu 5+1 grubuyla nükleer anlaşmanın imzalandığı tarihten sonraydı. 2016’da iki ülke böylesi bir stratejik belge üzerinde çalışmaya başladığında Amerikan yaptırımları gerilemişti. Daha sonra Trump geldi ve nükleer anlaşmayı çöpe attı. Tek taraflı dayatmalarda bulundu. Çin buna sözde uymayacağını söylese de İran’dan petrol alımını önemli ölçüde düşürdü. En önemlisi de petrokimya, doğalgaz ve petrol alanlarında taahhütlerini fazlasıyla ağırdan aldı ve İran tek taraflı olarak bazı anlaşmalara son verdi. Aslında İran baktığımız zaman Çin’in ticaret savaşını da dikkate alarak Amerika’ya büyük bir gerilim istemediğini gösterdi. Son 4 yılda Trump dönemindeki Çin’in İran politikasında geri adımlar bize bunu söylüyor. Buna karşılık Körfez ülkelerinden petrol alımını arttırdı. 2019’da Rusya’dan günlük 2,5 milyon varil petrol aldı. Bu sene yine 1,5 milyon üzerinde. Suudi Arabistan’dan 1,7 milyon varil petrol aldı 2019’da. Bunlar önemli sayılar. Tabii Çin’in ne kadar petrol aldığını da söyleyelim fotoğrafın netleşmesi için: Günlük 10 milyon varil petrol alıyor dünyadan ve çok sayıda ülkeden alıyor. %44 oranında petrol ihtiyacını Körfez ülkelerinden – Orta Doğu’dan daha çok – karşılıyor. Yaklaşık 9 ülkeden %44’lük oranında bir alım yapıyor. Yaptırımların yeniden dayatıldığı bu süreçte Çin, Amerika’dan petrol alımını arttırdı. Demek istediğim Çin, bir ticaretini çeşitlendiriyor ve “Tek Kuşak, Tek Yol” stratejisi onlarca ülkeyi ilgilendiriyor. Suudi Arabistan da bunun bir parçası. Suudi Arabistan’a yaptığı yatırımlar 4 milyar doların üzerinde. İran’a yaptıkları ise 1,7 milyar dolar, kıyaslayınca Suudi Arabistan çok daha fazla altyapı yatırımı almış. Çin’in stratejisi iç politikalar ya da bölgedeki ülkelerin çatışmalarının bir parçasına dönüşmeden, mümkün olduğunca yol almak. Çin’in bu tasarımı çok büyük bir boyut arz ediyor. İran’ın Orta Doğu’daki en büyük düşmanı İsrail, Çin İsrail’le de önemli ilişkilere sahip. Mısır’la da iyi ilişkileri var.

IŞIN ELİÇİN: Evet, onu hemen söyleyeyim sana. İsrail’le ilgili tepkiler de oluştu İran’la anlaşma olasılığı ortaya çıkınca. Çin, İsrail’in ABD ve AB ile birlikte en önemli ticaret ortağı ve Hayfa limanı -ki ABD’nin 6. Filosuna ev sahipliği de yapıyor- orada ikinci bir yeni liman yapılması söz konusuydu. Onun işletmesini 2021’den başlamak üzere 25 yıllığına Çin aldı. Bunu tabii bir liman işletmesi gibi düşünmemek lazım. Otoyollar, demiryolları yapılacak ki oraya trafik ve ticaret aksın. Çok boyutlu altyapı projeleri de almış durumda. Tabii herkes tepki gösteriyor, “İsrail Çin’in İran’la olan yakınlaşmasından dolayı geri adım atsın” diye. Bunu yapabilirler mi çok emin değilim ama Çin de herhalde bu İsrail projesini kaybetmek istemez çünkü rakipleri var. Özellikle kendi bölgesinde Hindistan bir rakip. Hindistan açısından da ABD’nin İran’a aşırı baskı politikası olumsuz bir sonuç doğuruyor çünkü Çin’le rekabetinde eli zayıflıyor anladığım kadarıyla. Biraz onu da anlatırsan öyle bitirelim bugün programı.

FEHİM TAŞTEKİN: Elbet Çin temkinli diyorum fakat bir taraftan da bu anlaşma Amerika’yla pazarlıklarda Çin’in lehine sonuçlar da verebilir. Çin şunu diyebilir, “Sen bu şekilde yaptırımlar dayatıp bize husumet deklare edersen Orta Doğu’da dengeleri değiştirecek böyle adımlar da atarız.” Bu İran için de geçerli. İran da Çin’le bu anlaşmayı bölgedeki ve kendi etrafındaki çemberi yarmak için bunu kullanabilir. Bazı İranlılar Amerikan yönetimine çağrıda bulunuyorlar. “Çin’le İran’ın bu anlamdaki stratejik denklemini bozmak istiyorsan sen de İran’a yaptırımları sona erdir” şeklinde. Çin dikkatli gidiyor. Amerika Çin’i bloke edecek hamlelerde bulunuyor ama çok başarılı olduğu da söylenemez. Her şeyden önce Amerikan politikaları Çin ile İran arasında ciddi bir yakınlaşmanın da önünü açtı ve açıyor. Bunu görmek lazım. Bu yaptırımların sonuç vermediğini anlatan bir durum bu. Bunun dışında Amerikan yönetimi İsrail’e bile çok laf geçiremedi. Hayfa ve Aşdod limanlarında Çinlilerin yatırımları var. Ama Amerika deniz suyunu arıtma projesi vardı onu iptal ettirdi. Şimdi bir tren projesi var, bunu önlemeye çalışıyor Amerika. Ama bu dönüp dolaşıyor, pazarlık meselesi haline geliyor. İsrail de İran’la bu şekilde anlaşırsan ben yatırımları sana vermem diyebilir. Çin hakikaten ilginç bir gelişme stratejisi izliyor. Çok da takılmıyor. Özellikle kredi ölçeğini, borçlandırma mekanizmasını çok etkili bir şekilde kullanıyor. Amerika’yı endişelendirecek ve bloke edebilecek hamleler bunlar. Burada tekrar vurgulamak lazım, tüm bunları yürüten Çin stratejisi çok sayıda hasmı ya da düşmanı olan bir ülkeye tüm yumurtalarını bırakıp çok sayıda yerde sorun yaşamak da istemez. Bunlar belirli dengeler içerisinde gidecek ilişkiler.

IŞIN ELİÇİN: Fehim Taştekin çok teşekkürler. Bu hafta burada noktalayalım. Gelecek hafta belki daha uzun konuşuruz. İzlediğiniz için teşekkürler sevgili izleyiciler.

FEHİM TAŞTEKİN: Hoşça kalın.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.