Begüm Başdaş ile Yollarda (6): Hannah Wallace Bowman ile Akdeniz’de hayat kurtaran çalışmalar

Begüm Başdaş’ın hazırlayıp sunduğu Yollarda programının altıncı bölümünün konuğu, Sea-Watch 4 gemisi Sınır Tanımayan Doktorlar Saha İletişim Yöneticisi Hannah Wallace Bowman oldu. Bowman, “Eğer Avrupa Birliği ülkeleri harekete geçerek arama ve kurtarma kapasitelerini artırmaya niyetli değilse, bizim hayatları kurtarmamıza izin vermek zorundalar. Akdeniz’de ölümlere son vermenin zamanı geldi” dedi.

İngilizce yapılan yayının Türkçe’sini, Senem Görür’ün çevirisiyle paylaşıyoruz:

Begüm Başdaş: Yollarda’nın altıncı programına hoş geldiniz!

Geçtiğimiz Cuma (18 Aralık), Uluslararası Göçmenler Günü’ydü. Bugün, yollarda olan insanların hakları muhtemelen her zamankinden daha fazla risk altında. Bu yüzden de dayanışma hakkında daha fazla konuşmak için çok önemli bir zaman.

Bugün konuğum, Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekibinden Hannah Wallace Bowman ve kendisi ile Akdeniz’de sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan arama ve kurtarma çalışmaları hakkında konuşacağız. Özellikle de MSF ekibinin Ocean Viking ve Sea-Watch 4 arama ve kurtarma gemilerindeki deneyimlerinden bahsedeceğiz.

Hoş geldin Hannah. Öncelikle seni tanıtmak isterim:

Hannah Wallace Bowman, son bir buçuk yıldır bulunduğu Akdeniz’deki Sınır Tanımayan Doktorlar arama ve kurtarma çalışmalarının bir parçası olarak Saha İletişim Yöneticiliği yapmakta. Bundan önce, Ege Denizi’ndeki Midilli adasına ulaşanlara insani yardımda bulunmak için çalışmaktaydı. Hannah için, göç sorununa nasıl yanıt verdiğimiz ve Avrupa’ya deniz yoluyla ulaşmaya çalışanların karşılaştığı çaresiz gerçekliği ele alma şeklimiz, karşılaştığımız en acil ve varoluşsal zorlukları temsil etmekte.

Bugün programa katıldığın için teşekkür ederim.

İzleyicilerimize konu hakkında çok kısa bir genel çerçeve sunmak açısından – Akdeniz, güvenlik arayan insanlar için dünyadaki en ölümcül dış sınırlardan biri. Avrupa’da, 2013 yılında İtalyan adası Lampedusa kıyılarında 350 mültecinin ölüm haberi manşetlere çıktığı zamanı hatırlıyorsunuzdur. Bunun üzerine kısa bir süre için, İtalya yetkilileri denizde insanları kurtarmaya odaklanan Mare Nostum Operasyonu’nu yürüttü. Fakat, diğer üye devletlerin destek konusundaki isteksizliği ve dünya genelinde artan göçmen karşıtı hareketler Ekim 2014’te Mare Nostum’un sona ermesine yol açtı.

Kısa bir süre sonra, Frontex gözetim ve uygulama faaliyetleri Akdeniz’deki kontrolü ele geçirdi ve operasyonlar Triton ve Sophia’ya, daha çok insan kaçakçılığına ve ticaretine odaklandı. Frontex’in 2015 yılındaki başkanına göre, arama ve kurtarma faaliyetleri Frontex veya AB’nin yetki alanında değildi. AB’nin önceliği her zaman “hayat kurtarmak” yerine “sınır güvenliği” oldu. Bugüne kadar, Ege’de yaşanan geri itme olaylarında gördüğümüz gibi, Frontex, insan hakları ihlalleri konusunda hiçbir şekilde hesap verme zorunluluğunu kendinde görmüyor.

AB politikaları Akdeniz’i her zamankinden daha tehlikeli hale getirdi ve yüzlerce mültecinin ölüm haberi gelmeye devam edince, STK arama kurtarma gemileri yetkililerin yapması gerekenleri yapmak için harekete geçtirler. AB, Libya ile anlaşmalar yaparken, aynı zamanda, tehlikede olan insanların hayatlarını kurtaran ve insan hakları ihlallerini izleyen STK’ların arama ve kurtarma faaliyetlerini de suç saymaya başladı.

MSF, arama ve kurtarma çalışmalarındaki önemli aktörlerden biri. AB’nin yaşananları görmezden geldiği, insanları saatlerce, günlerce ve haftalarca herhangi bir yardıma ulaşamadan denizde terk ettiği ve hayatlarının tehlikede olduğu Libya’ya geri göndermek üzere aktif olarak gizlice anlaşmalar yaptığı bir zamanda, MSF, 2015’ten bu yana birçok arama kurtarma gemisiyle iş birliği yaptı.

MSF, binlerce sağlık çalışanı, lojistik ve idari personelleri ile çatışmalardan, salgın hastalıklardan, felaketlerden zarar gören veya sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılan insanlara tıbbi yardım sağlamayı misyon edinen ve kâr amacı gütmeyen bir kuruluştur.

Hannah, sana ilk sorum şu: MSF’in web sitesinde, ekiplerinin 2015’ten bu yana denizde 450’den fazla arama ve kurtarma çalışmasına katıldığı ve 80 binden fazla kişiye destek verdiği belirtiliyor. MSF neden denizde ve Orta Akdeniz’deki rolü nedir?

Hannah Wallace Bowman: Yaptığımız işin çerçevesinin bir kısmını anlamak açısından harika bir giriş oldu. Bence temelde oradayız çünkü orada olmak zorundayız. Şu anda gördüğümüz, Avrupa hükümetleri, inanılmaz derecede dayanıksız olan plastik ve tahta teknelerle, Akdeniz’i deniz yoluyla geçerek güvenlik arayan insanları tamamen kendi kaderlerine, hatta boğulmaya terk ediyor. Biz, hayatları kurtarmak için oradayız. Devam eden bu can kaybını azaltmak için elimizden geleni yapıyoruz. Ve elbette, MSF’in özündeki şeylerden biri de yaşananlara tanıklık yapmak. Orta Akdeniz’deki insani yardım çalışmaları giderek engellenirken, suç sayılırken ve marjinalleştirilirken, olup bitenler bir kara deliğe dönüştü ve yaşananlardan haberdar olamaz hale geldik. İşte biz de insanların gerçekte, neler olup bittiğini anlamaları açısından oradayız. Gemilerin güvertesinde, en savunmasız insanlara tıbbi insani yardım sağlamak için oradayız. Hastalarımızın hayatlarını kurtaran desteğin sağlanması ve kurtardığımız insanlarla birlikte, onların adına sesimizi çıkararak, denizlerde gerçekten nelerin yaşandığını ortaya çıkarmayı umuyoruz. 

Begüm: Uzun zamandır Ocean Viking arama ve kurtarma gemisinde ve Sea-Watch 4’te bulundun. Gemideki rolün ve destek sağladığın görevler nelerdi? Gemideki günlük yaşam orada olan herkes için nasıl?

Hannah: Günlük yaşamı veya denizde tipik bir günü tanımlamak gerçekten çok zor. Ortam son derece dinamik ve değişken. Tahmin edebileceğin gibi acil durum koşulları olan bir ortam. Hepsinden önce, benim rolüm, neler olup bittiğine dair gerçeği söyleme iddiasını destekleyen İletişim Yöneticiliği idi. Aynı zamanda, hızlı kurtarma botları olan sert şişme botlarda görev yapan ekibin de bir parçasıyım. Herkesin görev başında olması gereken bir durum. Gemideki herkes, kitlesel bir kaza durumunda cevap verebilmek için eğitilmiştir ve böyle bir durumda potansiyel olarak birçok kişinin suya girmesi gerekir. Bu çok ciddiye aldığımız bir şey. Herkes, bir günden diğerine, ne ile karşı karşıya kalacağımızı gerçekten bilmediğimiz bir durumda, rolü ne olursa olsun eğitilmeli, gerekli becerilere sahip ve istekli olmalıdır. Bu kadarı kesin olmakla birlikte, tek kesin olan şey de bu.

Tabii ki, kovid-19 ile birlikte, rolümüz gelişmeye devam ediyor. Sahip olabileceğimiz farklı sorumluluklar ve endişeler var. Gerekeni yapmak için esnek olmaya niyetli olmak bunun bir parçası. 

Begüm: Kovid-19 ile çalışmaların nasıl değiştiğini biraz daha açabilir misin?

Hannah: Denizde olmak ve bu hayat kurtarıcı operasyonları yürütmeye çalışan biri olarak bakınca görülen, koronavirüsün Avrupa üye devletleri tarafından mevcut başarısız göç politikalarını yeniden paketlemek için bir koz olarak kullanması. Geçmişte bu işi yapmamızı engellemek için yapmaya çalıştıkları şeyler gerçekte değişmedi. Örneğin, kurtardığımız insanları güvenli bir yere indiremiyor olmamız hakkında veya neden uzun bir süre limanda tutulduğumuzu haklı göstermek için kullandıkları dili değiştirdiler. Yani, bu yıl adapte olmaya çalıştığımız şey, uzun süreler kıyıdan uzakta tutulmak ve bir tür bloke edilmekti. Hem aramızda ve hem de kurtardığımız insanlarla, gemiye onları çıkmadan evvel de zaten günlerdir denizde bırakılan insanlar arasında, yeni bir direnç gücü geliştirmeye çalıştık. Daha sonra, bir haftadan fazla, on gün, 14 gün boyunca Avrupa’nın açıklarında denizde tutuluyorsun. Salgını yönetmek için çok çalıştığımız bu durumda, herkesin mümkün olduğunca güvenliğini bir şekilde korumaya gayret ediyorsun. Zaten çok zor olan bir işi yaparken, bu bir de önümüze gelen ek engeller oldu.

Begüm: Arama kurtarma çabalarına dair duyduğumuz anlatıların çoğu AB yetkililerinden gelmekte. Arama ve kurtarma çalışanları olarak, ihtiyacı olan insanları kurtarmak için denizde neyi nasıl yaptığınız bize anlatabilir misin? Burada, adım adım arama ve kurtarma operasyonlarının nasıl çalıştığını soruyorum – tabii anlatmak istediğin kadarıyla.

Hannah: Bu, büyük bir soru ve potansiyel olarak cevabı da çok uzun. Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım. Genellikle biz, Orta Akdeniz’deki uluslararası sularda geziyoruz, insanlar da Libya kıyılarından korkunç derecede denize uygun olmayan ve dayanıksız botlarla yola çıkarak ayrılıyorlar. İnsanları dalgalardan ve sudan koruyan, 1-2 mm kalınlığındaki lastik botlardan bahsediyoruz. Bu tüplerden biri delinirse veya teknenin altındaki ahşap tahtalar çökerse ya da hiçbir şekilde amaçlarına uygun olmayan bu teknelerde herhangi bir yapısal sorun varsa, tehlikeli bir durum (distress) olarak tanımlıyoruz. 

Tehlikede olan insanlar olduğu konusunda bilgilendirilmemiz genellikle sivil gözetleme uçakları -STK hava taşıtları- tarafından oluyor. Bize tehlike altında olduğu tanımlanan insanları onlar bildiriyor. Diğer yandan bazen bir tür yardım hattı olan Alarm Phone adlı gönüllü ağı üzerinden tehlikede olan insanları duyuyoruz. Tehlike durumunda olan insanlar bu numarayı arıyorlar. Daha sonra ilgili yetkililere bildiriliyor ve sonrasında biz cevap veriyoruz. 

Bu süreçlerin nasıl çalıştığı konusunda bir anlayış olduğunu sanmıyorum. Bu aşamada, Avrupalı yetkililer gibi, tehlike durumunda karşılık vermek zorundayız. Fakat fark şu ki biz cevap veriyoruz, onlar vermiyor. Hukuksal olarak yapılması gerekende başarısız olan biri varsa, bunun kesinlikle devletlerin yapması gereken işi yapan STK’lar olmadığını söyleyebilirim. Bunun nedeni, orada olmayışları, koordinasyon eksikliği ve bilgilendirme dahi yapmamaları. Tehlike vakasını tespit eden bir Frontex hava aracı olduğunu varsayalım, tecrübelerime göre, genellikle tehlike altında olan insanlar olduğunu bize bildirmiyorlar. Bir Avrupa uçağının, tehlikede olan ve boğulma riski çok yüksek olan insanların üzerinde döndüğü bir durumda, müdahale ederek insanların hayatını kurtarabilmemiz için çevredeki gemilere haber vermiyorlar. Eğer suçtan, hayat kurtarmaktan ya da bunun karşısında bu mutlak riskin göz ardı edilmesinden bahsediyorsak, daha sonra, bu insanlara bizim tarafımızdan yardım edilmediği takdirde Libya’ya geri gönderilmelerinin kolaylaştırıldığı bir durum söz konusuysa, ki Avrupa Komisyonu’nun bile kabul ettiği gibi Libya’nın güvenli bir yer olmadığını uluslararası kuruluşlar onaylıyor, “kötü” olan biz oluyoruz. Bu ikiyüzlülüğün en acımasız hali.

Başı dertte olan insanları bulmak için sürekli gözlem ve izleme (bridge watch) çalışmamız var, ama bu samanlıkta iğne aramaya benziyor. Burası büyük bir deniz ve biz sadece bir gemiyiz. Şu anda Akdeniz’de arama kurtarma gemisi yok. Bu bir şans meselesi. Örneğin, sivil toplum uçaklarından gelen bilgiler ile var olan kaynakları kullanmayı deneyebiliyorsun.

Mesela geminin köprü üstünden bir tehlike vakasını tespit ettiğimiz noktada, gördüğümüz ve deneyimlediğimiz her şey kurtarma ile ilgilidir. Bizler bunun için eğitildik çünkü riskler son derece yüksek. İşler birkaç dakika içinde değişebilir. Gördüğümüz ahşap tekneler genellikle çok kalabalık ve tekneler çok hızlı bir şekilde tersyüz olabilir. İnsanlar genelde can yeleği giymiyor oluyor. Can yeleği giyen insanlar çok nadir görülüyor. Botlarda başka bir hayat kurtarıcı malzeme ya da başka bir şey de bulunmuyor. İnsanların genelde nereye gittiklerine dair yön bulma yöntemleri olmuyor. Botlarda, gitmek istedikleri yere doğru götürmeye yardımcı olacak biri de olmuyor. Bu noktada, küçük kurtarma botları suya indirilir, insanları güvenli bir şekilde tahliye ederek onları gemiye getirmek için elden gelenin en iyisini yapmaya çalışırız. Bu, insanların çok uzun zamandır ulaştıkları ilk güvenli ya da sabit bir ortam olabiliyor. Gemiye adım attıkları an, inanılmaz derecede duygusal bir deneyim. İnsanlar merdivenden yukarı çıkmak için o son adrenalin ve son azcık kalan enerjiyi kullanıyorlar ve görüyorsun, sonra yerde yığılıp kalıyorlar. Dua ediyorlar, ağlıyorlar, gülüyorlar ve sonrası tamamen tükenme hali.

Bir adım geri bakarsak, kurtarma sırasında hayati önem taşıyan şeylerden biri, birçoğunun daha önceden muhtemelen Libya sahil muhafızları tarafından alıkonulmuş oldukları durumda, kurtarmaya çalıştığınız insanlarla aranızda güven kurmak. Çünkü insanlar ne olacağı konusunda oldukça korku içerisindeler. İllaki insani bir örgüt olduğumuzu ve onlara yardım etmek için orada olduğumuzu düşünmüyorlar. Bir enkazda, ölen insanları görmüş olabilirler. Hatta bu geçişlerinde yanlarında ölen ya da boğulan insanlar olmuş olabilir, tamamen susuz kalmış ve bitkin durumda olabilirler. Farkında olduğumuz şeylerden biri, doktorumuzun ilk triyaj sırasında yakıt solunması belirtisi araması. Yakıt depolarındaki benzin, botların altındaki tuzlu su ile karıştığında ve insan cildi ile temas ettiğinde toksik bir aşındırıcı karışım oluşturur. Bu yakıta maruz kalmak fiziksel olarak endişe duymaya neden olabilir, ancak yakıtın solunması insanları paniğe sürükleyebilir ve bu da dengesiz bir şekilde davranmalarına sebep olabilir. Güven duygusu yaratmanın ve zaten çok kırılgan olan durumu daha komplike hale getirebilecek diğer faktörleri tespit etmenin yanı sıra, mümkün olduğunca sakin kalmanız gerekiyor. “Gözlerini benden ayırma. Güvendesin.” Aynı dili paylaşmıyor olabilirsiniz, ama o anı paylaşabilirsiniz. “Ben burada seninleyim ve sen iyi olacaksın.” Karanlıkta olmak ve ağlayan bir bebeğin sesini duymak gibi bir şey yok. Herhangi bir ışık göremezsiniz, başka hiçbir şey yoktur. Belki de bu distopik gerçeklik hissini artıran petrol platformlarından birinin ışığını görüyorsunuzdur. Bu kırılganlığın sesi. O an, bu insanları canlı çıkaracağımızdan emin olmak zorundasınız. Bunu gerçekten içinde taşıyorsun. Ben genellikle bu perspektiften konuşmuyorum, ama bu kişisel olarak çok incitici. MSF’e katılmamın bir nedeni var. Bu tür bir işi başka yerde yapıyor olsaydım, acaba aynı sorular yine de bana sorulur muydu, suç işleme niyetiyle mi hareket ediyorum ya da yasalara saygı duymuyor muyum gibi. 

Objektif olarak konuşursak, insanların boğulmasını önlemek için elimizden geleni yapıyoruz. Ne yaptığımız konusunda açığız. Operasyonlarımız incelemeye açık ve her adımda ne yaptığımız konusunda şeffafız. Bir tehlike vakasını nasıl öğrendiğimiz ve nasıl cevap verdiğimiz konusunda çok açık hareket ediyoruz. Tamamen açığız. Bunun aksine herhangi bir şey olduğu iddiasıyla başa çıkmak çok zor.

Begüm: Hesap verilebilirlik ve şeffaflık konusu, denizdeki STK’lardan ziyade AB kurumları ile yaşadığımız bir sorun. STK’lar ile olan koordinasyon eksikliği Libya yetkilileri ile yok gibi gözüküyor, çünkü onlarla çok uyumlu çalıştıkları ortada. 

Yıllar boyunca, insanların Libya’ya ulaşmak için yaptıkları tehlikeli yolculukları ve Libya’da sadece Avrupa’ya gelmek için karşılaştıkları şiddeti duyuyor ve okuyoruz. İnsanlar Libya’ya Afrika’nın farklı yerlerinden ya da Suriye ve Afganistan gibi başka yerlerden geliyorlar.

Fakat, Avrupa’da çoğu zaman bu insanlar sadece istatistik olarak temsil ediliyor – örneğin, “İtalya, Yunanistan, İspanya, Kıbrıs ve Malta’ya denizden gelen 83 bin kişi olduğu ve 2020’de en az bin kişinin denizde öldüğü ya da kaybolduğu tahmin ediliyor.” Bu rakamlar düzenli olarak BMMYK ve IOM tarafından güncelleniyor.

Bize hikâyenin insan tarafını anlatabilir misin? Arama ve kurtarma çabalarının, güvenliğe ulaşmasını sağlamaya çalıştığı insanlar kimler? Hikayeleri ne? Neden insanların denizde hayatlarını riske atmaktan başka çareleri kalmıyor?

Hannah: İlginçtir ki, kendimize bu hikâyenin insan tarafı olduğunu hatırlatmamız gerektiğini noktaya geldik. Oysa benim durduğum yerde tek hikâye bu.

Bu, insanların sanki bir yemek sofrasında yaptıkları bir seçimmiş gibi yanlış olan yaygın bir algı var. “Orta Akdeniz üzerinden Avrupa’ya gitmek güzel olmaz mıydı” gibi ve “hadi gidiyoruz.” Size refakatsiz çocukların olduğu son rotasyonumuzdan bir örnek vereyim. Bu, MSF içinde kullanmaktan pek hoşlanmadığımız bir kavram çünkü gerçeklikten oldukça kopuk. Aslında 18 yaş altı çocuklar ve gençlerin kendi başlarına seyahat etmesinden bahsediyoruz. Bu yolculuğu aileleri olmadan yapıyorlar. Son rotasyonda tanıştığımız bazı çocuklar 10 veya 11 yaşlarında evlerini terk etmişlerdi, onlarla tanıştığımızda 13 ya da 14 civarındaydılar. Biz onları kurtarmadan önce, Libya’da ya da yolda uzun bir süre geçirmişlerdi. Genç çocuklardan biri 17 yaşındaydı ve yolculuğu sırasında yoğun yakıt yanıkları olmuştu. Lastik teknenin zeminine çökmüş ve arkadaşları onu kendine getirememişti. Her yeri yanıklarla kaplıydı ve tıbbi olarak tahliye edilmesi gerekiyordu. Risk çok büyüktü. Bu insanlar bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorlar ve çok korkuyorlar. Bazıları geçişi bir kereden fazla yapmaya çalışmış oluyor.

Hatta bazı insanlar, bir uçağın üstlerinde havada dolaştığı durumları anlatıyor, bu arada günler geçiyor ve yanlarındaki insanlar ölüyor ve Libya’ya geri götürülüyorlar. Ve döngü tekrarlanıyor. O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Eğer bu kadar tehlikeli olduğunu biliyorsanız ve denizi geçmeye çalışırken insanların yok olduğunu görüyorsanız, neden o zaman tekrar yapıyorsunuz? Çünkü başka seçenek yok. 

13-14 yaşlarındaki bir çocuğun Libya’da bir gün daha kalmaktansa ölmeyi tercih ettiğini söylemesini duymak ağzımızdan kolayca çıkar hale geliyor ama duyması gerçekten çok endişe verici. Çünkü, önlerinde bütün bir hayat var ama yaşamak için hiçbir neden kalmamış gibi hissediyorlar. Başka bir çıkış yolu yok. 

Örneğin, Sahra üzerinden Libya’ya geçen insanlar için adımlarını geri takip edilebilecekleri düşüncesi, ne kadar hızlı bir şekilde tekrar istismar, şiddet ve gasp edilmeye maruz bırakılacakları açısından bakınca imkansızlaşıyor. İnsanların başına gelen bu. Libya’da çıkış yolu olmayan bir durumda sıkışıp kalıyorlar. Sürekli olarak güvenlikleri için para ödüyorlar. Örneğin, sokakta pazara doğru yürürken, birden kendilerini bir arabanın arka koltuğunda tutulurken bulduklarını ve daha sonra resmi veya gayri resmi bir yerde esir olarak sıkışıp kaldıklarını söylüyorlardı. Serbest bırakılmalarını sağlamak için ödeme yapmaları gerekiyor. Birçok insanın parası yok, çalışamıyor ya da Libya’da iken işlerini kaybetmişler. Daha önce göçmen nüfus Libya’da geçinebiliyordu, ama bu değişti. Bu yüzden karşıya geçmeye çalışan insanlar açısından böyle bir değişim görüyoruz. Örneğin, işkence görürken ya da erimiş plastik vücutlarına dökülürken, sevdikleri ile telefonda konuştukları anları anlatıyorlar. Sevdikleri -anneleri ya da kardeşleri- telefonun diğer ucunda ağlamalarını ve canlarının acımasını duydukları zaman para gönderilecek ama gönderilemezse oldukları yerde kalıyorlar. Yıllarca bu döngülerde kalan insanlarla tanıştık. Vücutlarındaki yaraların izlerini gördük. Örneğin, inşaat işlerinde çalışırken duvarların arkasına hapsedilen insanların hikayelerini duyduk, ki inşaat işi kulağa kötü gelmiyor. İnşaat işi yapıyorsun, tamam. Fakat aldıkları uyarı şu: eğer iş yaparken ses çıkarırsanız, gülerseniz, bağırırsanız ya da ağlarsanız, vurularak öldürülürsünüz.

İnsanları yönetilmesi gereken istatistiklere çevirdiğimiz zaman, uyum sağlamalarını istediğimiz gerçeklik bu.  Esaret altına doğan iki yaşındaki çocuğu için ödeme yapmak zorunda kalan bir adamla, önünde çocuklarının kuma gömüldüğünü gören bir kadınla, sistematik olarak zorlanmış ve istismar edilmiş bu insanlarla konuştuğumuz bir durumda, bizim bu sorunu “yönetmemiz” mi gerekiyor? Evet, bu problemi yönetmemiz gerekiyor, ancak çok açık söylemek gerekirse, problem oldukça az sayıda yola çıkan insanlar değil. Göçe yönelik insani ve sürdürülebilir bir yaklaşımı desteklemek için ortak bir çaba olsaydı, bugün bunları konuşuyor olmazdık.

Mesele, bunun kutuplaştıran bir tartışma olarak kullanılması. “Elbette Libya’daki gibi bir durumla karşı karşıya kalan bir insanın hayatını kurtaracaksın” diye konuşulmuyor artık. Onun yerine mesele “hepsini alamayız” oluyor. Aslında, gerçekte neler yaşandığı ve sorumluluklarımızın gerçekte neler olması gerektiği ile şu anda Avrupalıların tarafında ortaya çıkan tepki arasında böyle bir kopukluk var. 

Begüm: Gemide tanıştığın insanlar ile ilgili aklında kalan bir özel hikâye var mı?

Hannah: Bu gerçekten zor bir soru çünkü bakış açımı değiştiren ve bana derinden dokunan çok hikâye var. Sanırım benim için her zaman gençler, etrafta şaka yapabileceğiniz ve birlikte gülebileceğiniz çocuklar. Bir gelecek beklentisi ve temelde, yaşadıkları her şeye rağmen, dünyanın aslında oldukça iyi bir yer olduğu duygusu ile geliyorlar. Ocean Viking ile çıktığım ilk rotasyonlardan birinde bir çocuk ile tanıştım. Sanıyorum, 16 yaşındaydı. Bana neler yaşadığını ve ailesini kaybettiğini anlatıyordu. “O zaman işte biliyorsun şu oldu, sonra kız kardeşim tecavüze uğradı” derken hiçbir dramatize etme yoktu. Ben o arada tamam, bu dediklerin çok acı verici ve anlattıklarını nasıl anlamlandıracağımı dahi bilmiyorum hissine kapılmıştım. Ama beni her şeyden çok etkileyen ne yapmak istediği oldu. Şimdi şansı olursa, bizim yaptığımızı öğrenmek istiyordu. Doktor olmak ya da insan hayatlarını kurtarmak istiyordu. Sudanlıydı. Sudan’a geri dönmek ve orada işleri yoluna koymak istiyordu. Temelde dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek istiyordu. Sürekli “Avrupa’ya teşekkür ederim” deyip duruyordu. Bu umutlar, hayaller ve düşünceler, önemsediğiniz ve çok çalıştığınız sürece, sonunda gerçekleşecek. Onun heyecanını güçlendirmek istedim, ama kafamın içinde, aslında çok büyük ihtimalle işler senin istediğin gibi gitmeyecek diye düşünüyordum. Gemide yaptığım sohbetler, tanıştığım insanlar, duyduğum hikayeler, durumun insanlığı ile birkaç dakika içinde içeri adım atıp mesela İngiltere’de “Günaydın TV programı” falan neyse orada röportaj verirken gelen “Ama biliyorsunuz insanların gelmesine neden oluyorsunuz ve hepsini kabul edemeyiz” sorusu arasında tezatlık ve çelişki var. Ben o anda “burada ne olduğunu tamamen anlamıyorsunuz. Anlamanıza yardımcı olmak için sizi de buraya yanıma getirip hikayelerini dinlemenizi sağlayabilir miyim demekten başka bir yol bilmiyorum.”

Çünkü belki de işin anahtarı budur. Bence muhtemelen insanlık açısından hepimiz kaybolmuş değiliz. Bence insanlar umursuyor. Bence insanlar anlasalardı, ya da durumu anlamak için araçlar sunulsaydı, çok öfkelenirlerdi. Neler olup bittiğine çok derinden önem verirlerdi, ancak elbette sunulduğu şekliyle algıyı değiştirmek güç sahiplerinin çıkarlarına uymuyor.

Begüm: Konuşmalarından birinde, Pia Klemp başka bir aktivistten alıntı yaparak şöyle bir şey söyledi, “eğer bu hikayeleri dinleyip anlıyorsanız, harekete geçersiniz. Eğer harekete geçmiyorsanız, hiç anlamadınız demektir.” Midilli’den Akdeniz’e insan hikayelerini sürekli anlatıyoruz. İnsanların ne olduğunu anlamaları için ne gerekiyor?

Hannah: Eğer buna bir cevabımız olsaydı, şu anda olduğumuzdan farklı bir yerde olurduk.  Ancak, yanılsamaya karşı gerçeklik fikrine dönmenin ve Avrupa hükümetlerinden duyduğumuz boş söylemlerin bir kısmının daha iyi anlaşılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. “Bunun için ne gerekiyor?” diye sordun. Bir gemi enkazı anında gördüklerimiz, yakın zamanda Open Arms kazasında altı aylıkken ölen Yusuf bebek ile gördüğümüz gibi, kitlesel can kayıpları olduğu zaman Avrupalı aktörler bir kızgınlık yaşıyor ve hatta Frontex, tüm operasyonel aktörlerle iş birliği yapılması gereken bir vaka olduğunu ve STK’lara memnuniyetle bilgi vereceklerini açıkladı. Fakat, gerçek şu ki, bu gemi kazaları kesinlikle Avrupa devletlerinin yarattıkları durumun bir sonucu. Bu durumun doğallaştırılması ve depolitize edilmesi çok endişe verici. “Sadece yapabileceğimiz bir şey olsaydı.” İnsanların sahip oldukları tek seçeneğin bu olduğu bir duruma zorlanmaması için güvenli ve yasal yollar konusunu ele almak adına yapılabilecek bir şeyler kesinlikle var. Bu çok zor değil. Bunun çok kafa karıştırıcı bir şey olduğunu düşünüyorum.

Bir yandan Avrupa değerleri ve dayanışması, diğer yandan da sorumluluğun tamamen reddedilmesi ve dayanışmanın sistematik olarak zayıflatılması ve daha sonra bu değerleri bir şekilde olağan dışı veya sorunlu olarak tanımlayıp destekleyen ve somutlaştıran insanların suçlanması söz konusu. Bu, kurulmuş bir tür saçmalıklar paradigması.

Begüm: Yardım etmek için çalıştığın her iki gemi de Ocean Viking ve Sea Watch-4, şu anda engellenmiş durumda. Sea-Watch 4’e bu yıl Eylül ayında el konuldu. İtalyan yetkililer tarafından iddia edilen suçlamalar bence çok mantıksız. Gemilere el konulmasının, arama ve kurtarma gemilerinin Akdeniz’deki operasyonları kasten önlemek için neler yapıldığının detaylarını anlatabilir misin?

Hannah: Çok kurnazca ve çok zekice, çünkü dediğim gibi, niyetini ve önyargılarını hayat kurtarmak için yaptığımız şeye karşı durmak için ilan eden Salvini’nin yaklaşımını benimsemiyorlar. Bunun yerine ya halk sağlığı retoriğine ya da şu anda sürekli olarak gördüğümüz, limanlar kontrolü ele geçirerek, denizde seyrüsefer güvenliğini desteklemek için tasarlanan ve hayat kurtaran gemilerin yelken açmasını önlemek için meşru bir deniz prosedürünü ve sürecini araçsallaştırıyorlar. 

Palermo limanına vardığımız ilk birkaç saat içinde, İtalyan sahil güvenliği gemideydi. 22 eksiklik, ki birçoğu geminin yelken açmasını kesinlikle etkilemeyecek küçük detaylar, tespit ettiler. Bunların hepsi şu an çözüldü. Genellikle bu tür eksikler gemi sahibine “hiçbir yere gitmiyorsun. Gemiye el konuldu” yerine “tamam, bunlara bir dikkat et” gibi çözülmesi gereken durum olarak sunulur. Bu küçük noktaların tümü artık çözüldü ama tamamlanmamış olan sorunların motivasyonu açık bir şekilde politik ve bu nedenle cevap verilmesi daha zor. 

Burada önceki konuya geri döneceğim, yani yetkililerin iyiliğimiz ya da kurtarmaya çalıştığımız insanların iyiliği hakkında endişe duydukları fikri arasındaki çelişkiye. “Gemide çok fazla can yeleği var” gibi şeyler ile ilgilenmek onların endişelerinden biriydi. Gemideki sağlık önlemleri hakkında, “eğer bu kadar çok yolcu olsaydı” … Bu çok saçma. Biz “yolcular” hakkında konuşmuyoruz, zaten bu bir yolcu gemisi değil!

Avrupa devletleri başaramadığı için, bizim Akdeniz’de hayat kurtarmaya çalıştığımız bir durumdayız. Biz insanları kurtarıyoruz. Güvenli bir yer talep ediyoruz, çünkü insanlar güvenli bir yere inene dek kurtarma tamamlanmıyor. Sonra bizi günlerce, bazen haftalarca denizde tutarak, herkesi psikolojik ve fiziksel kapasitelerinin sınırına itiyorlar. Son olarak, tüm mürettebatın iki kez kovid-19 testlerinin negatif olmasına ve tıbbi uzmanlık açısından ailelerle iletişim kurabilme konusunda ne kadar destek aldıkları belirsiz şekilde karantina feribotlarında kurtardığımız insanları uzun süre kıyıdan uzak tutmalarına rağmen, bu durumda iki haftadan fazla karantinaya alındıktan sonra karaya çıkmamıza izin veriliyor. Küçük bir çocuğun kısa bir süre önce, Sicilya’da tahliye edildikten sonra bir karantina gemisinde tutulurken öldüğünü hatırlıyorsundur. Bu durumda gemide şu kadar çok insan olursa, yelken açmamızı engelleyecek kadar yeterli kanalizasyon filtrasyon tesisleri olmayabilir diye endişe duyuyorsun. Eğer bu konuda endişeleriniz varsa, sorunu düzeltmek için bize destek olun. Veya durun ve vazgeçin. Her şey bu fikre sarılmış durumda, bu güvenlikle ilgili, bu sağlıkla ilgili. Hayır, bu engellemeler bunların hiçbiriyle ilgili değil. Bunun gerekçesi tamamen politik, bu konuda dürüst olalım artık. 

Begüm: Arama ve kurtarma çalışmalarının suç haline getirilmesi, dayanışma içinde olan insanlar açısından ciddi tehditler oluşturuyor -hatta cezaevine girme riski altındalar- ama elbette yollarda olan insanlar için çok daha tehlikeli sonuçları var. Dayanışmanın suç haline getirilmesinin yardıma ihtiyacı olan insanları nasıl etkilediğini bize anlatabilir misin? Ve belki de son sözlerini de ekleyerek…

Hannah: Dayanışmayı baltalamaya yönelik bu durumun sonucunda, insanlar boğulmaya, ölüme ve kimsenin onların var olup olmadıklarını bilmeyeceği şekilde dalgaların altında batmaya terk ediliyorlar. Bizim açımızdan elbette kayıplarının yasını tutan aileler var. Giderek, daha fazla olarak “hayalet tekneler” olgusu görmekteyiz. Libya’dan ayrılan ve asla bir yere ulaşmayan tekneler var, kimse ne olduğunu bilmiyor. Bu, değer verdikleri insanların başlarına ne geldiği bilgisine asla ulaşamayacak, harap olmuş bir aile demek. Bu başa çıkmakta zorlandığım bir şey ama sık konuştuğumuz bir şey değil. Neyse, özür dilerim. Bunun çok tutkulu bir şekilde hissettiğim bir konu olduğunu görüyorsundur.

Bu yıl, sanırım yaklaşık 12 bin kişi, Libya sahil güvenlik güçleri tarafından ele geçirildi ve Libya’ya geri gönderildi. Yüzlerce insanın dalgaların altında batmaya bırakılmış olmasından bahsediyoruz. Bizim yaptığımız işin sorun olarak gösterildiği bir durumda, riskler gerçekten daha yüksek olamazdı. 

Ait olduğu değerleri sıkıca tutan bir insanlık inancı için savaşmaya devam edeceğim. Eğer yollarda olan insanların durumuna verdiğimiz cevabın ne kadar derinden yaralayıcı olduğunu bir gün anlama ihtimalimiz olduğuna inanmasaydım, devam edemezdim. Sabahları kalkıp bu mücadeleyi sürdüremezdim.

Begüm: Çok teşekkür ederim. Günün sonunda dayanışmanın kazanacağına inanıyorum ve umarım deniz kıyısında bir yerde buluşabiliriz. Ayrıca umuyorum ki yakında Sea-Watch 4 de tekrardan yelken açacak.

İngilizce yapılan yayına buradan ulaşabilirsiniz. Yayında kullanılan fotoğraflar ve video Hannah Wallace Bowman’a aittir.

Sınır Tanımayan Doktorlar hakkında daha fazla bilgi almak için: http://sinirtanimayandoktorlar.org

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.