Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan için bir çıkış yolu var mı? Levent Gültekin ile söyleşi

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Levent Gültekin’le birlikteyiz. “Erdoğan için bir çıkış yolu var mı?” sorusuna cevap arayacağız. Levent, merhaba.

Levent Gültekin: Merhaba, iyi yayınlar Ruşen.

Ruşen Çakır: Bu başlığı atarken, senin o meşhur “onurlu çıkış” sözü aklıma geldi. Yakınlarda pek kullanmadın galiba; ama Erdoğan’a gelmeden önce, biraz muhâlefet hakkında da konuşalım. İlginç bir şey yaşanıyor; bir taraftan altı parti birden, güçlendirilmiş parlamenter sistem için masaya oturuyor; bir de Meral Akşener, önce Temel Karamollaoğlu ile, sonra Ali Babacan ile, ardından Ahmet Davutoğlu ile sürekli görüşüyor. Anlaşılan, Millet İttifakı’nın sağ partilerini iknâ etme sorumluluğu ona gelmiş gibi yorumluyorum ben. Muhâlefette böyle bir canlılık var; HDP, Tutum Belgesi’nden sonra, daha kendine bir güven gelmiş gibi gözüküyor. Ne dersin, muhâlefetin bu inisiyatifi ele aldığı gözlemine ve yorumuna katılıyor musun?

Levent Gültekin: Şimdi biliyorum ki izleyicilerimiz yine bana kızacaklar yorumlarda, “Ya, bu adam da ne kadar çok karamsarlık yayıyor” diye; ama mecburum artık. Gerçeği söylemekle karamsarlık yayma arasında sıkışmış kalmış durumdayım. Niye bu insanlar bu kadar çabuk karamsarlığa düşüyor? O da ayrı mesele. Şimdi şuna geleyim: Evet, muhâlefetin bir çabası var, altı partinin bir araya gelmesi, konuşmaları etmeleri… bu hiç sıfırdır demiyorum, değersizdir de demiyorum, işe yaramaz da demiyorum; tabii ki çok büyük bir kıymeti var. Sıfırdan bire çıkmış olmak gibi bir şeydir. Bir bile bir şeydir; artık o noktadayız. Altı parti bir araya gelip parlamenter sistem üzerine anlaşma yapıyorlar, tamam. Ama öbür taraftan da partilerin her biri kendi parlamenter sistem taslağını ayrı ayrı açıklıyor. Bir taraftan ortak görüşüyorlar, ama bir taraftan da, evvelsi gün yanılmıyorsam DEVA Partisi açıkladı, ondan önce Gelecek Partisi açıklamıştı. Hatta ben Babacan’a sorduğumda, Babacan, “Ben bu toplantılardan çok daha önce partilere teklif götürdüm; ‘Beraber tek bir taslak hazırlayalım’ teklifi götürdüğümde, bütün partiler, ‘Hayır, hepimiz kendi taslağımızı kendimiz hazırlıyoruz’ cevabını verdikleri için biz de kendi taslağımızı kendimiz hazırladık” demişti bundan bir ay önce — birkaç ay önce, belki iki ay olmuştur. Şimdi Ruşen, bence asıl sorun, yukarıda muhâlefetin kendi arasında yapıp ettiklerinin topluma sirâyet etmemesi. Yani toplum üzerinde bir dönüştürücü işlevi yok, toplum üzerinde bir umut yok, toplum üzerinde yarattığı bir etki yok. Biraz oraya bakmaları lâzım. Şimdi, senin programına başlamadan önce, kendim bir yazı yazıyorum, “Türkiye 2018 sendromuna doğru koşar adımlarla gidiyor” diye. Yazıdan bir yarım saat önce Metropoll Başkanı Özer Hoca ile konuştum. O enteresan bir bilgi paylaştı orada. Diyor ki: “Kararsız seçmen var %22. Her araştırmamızda o %22 kemik gibi duruyor. Bu son araştırmamızda,” diyor, “sâdece kararsız seçmene yönelik bir soru yönelttik”. Yani kararsızsa, yani kararsızım diyorsa, o zaman onlara bir soru yönelttik; o da şu: “Mecbur olursanız hangi partiye oy verirsiniz? Yani bir partiye oy vermek zorunda kaldık, o hangi parti olur?” diye sorduk diyor. %22’lik kararsız seçmenin sâdece %5’i bir parti söylemiş: %1,5’i AK Parti, 1 küsuru CHP ve yine 1,5’i İYİ Parti. Geriye kalan %16’sı şunu demiş: “Ben hiçbir şartta oy vermeyeceğim”. Şimdi bu bize bir şey gösteriyor. Yine dün, Halk TV’deki kendi programımda bir anket sonucu açıklamıştım. Meselâ örnek vereyim: CHP’nin Kuzey Irak’a gitmesini olumlu bulanların oranı %20. “Ortak aday mı belirlensin, tek aday mı belirlensin?” diye sormuşlar halka, “Ortak aday belirlensin, yani HDP ile beraber bir aday belirlensin” diyenlerin oranı %20. “HDP’siz bir ortak aday belirlensin” diyenlerin oranı %49, “Hayır, her parti tek başına sandığa gitsin” diyenlerin oranı da %30’larda falan. Şimdi bunları niye paylaşıyorum? Toplum var aşağıda; yukarıda siyasetçiler var, bir de aşağıda bir toplum var. Toplumu dönüştürecek bir çaba, bir işlev…, meselâ diyelim ki CHP’nin Kuzey Irak’a gidip Kürdistan’la görüşmesi, bir diyalog kurması…, bunun için bile kendi seçmenini inandırma sorunu yaşıyor — kendi seçmeni. Bırak geriye kalan muhâlif seçmenleri kastetmiyorum. Veyahut mevcut durumdan çıkmak için HDP ile kurulması gereken diyalogun mecburiyeti, buna henüz muhâlefet kendi seçmenini bile iknâ edememiş — böyle bir durumla karşı karşıyayız. Şimdi buradan baktığımızda, bir gerçek tablo var, bir de gördüğümüz var: Yani altı parti bir araya gelmiş, o altı parti HDP’yi dışarda bırakmış — ki bana göre HDP’nin Tutum Belgesi çok çok başarılı bir şey; hem üslûp, hem yansıttığı sorumluluk duygusu, hem meseleye yaklaşımları. Oradan baktığımda ben HDP’yi aşan düzgünlükte bir Tutum Belgesi gördüm. Buna cevap veren, ilgi duyan, atıf yapan, karşılık veren bir muhâlefet yok. Şimdi bütün bunlar olduğunda, bir toplum var bir de partiler var. Endişem şu: Toplumu değiştirici bir etki uyandırmıyor yukarıdaki bu siyâset…

Ruşen Çakır: O zaman bizim soru açıkta kalıyor. Erdoğan’ın çıkış yolu arayışına ihtiyaç yok, zaten Erdoğan yoluna devam ediyor. Öyle mi diyoruz?

Levent Gültekin: Sen başlıktaki konuyu söylediğinde, benim aklıma hemen ilk refleks olarak gelen cümle şuydu: “Bence Erdoğan değil Türkiye kendine bir çıkış yolu arasın”. Erdoğan’ın kendine bir çıkış yolu aramasına ihtiyâcı yok; Türkiye’nin bir çıkış yolu arama ihtiyâcı var. Bu bataklıktan, bu girdaptan çıkması gereken Türkiye’dir. Erdoğan’ın bir çıkış şansı kalmadı. Erdoğan iktidarını sürdürme yollarını arıyor. O, iktidarını sürdürüyor; o iktidarı sürdürmek demek Erdoğan’ın çıkışı anlamına gelmiyor. İktidarı sürdürmek demek, her gün biraz daha karanlığa batmak demek, ülke ile beraber kendisi de. Her gün biraz daha yıkıma gitmek demek, her gün biraz daha itibar kaybı demek. Erdoğan’ın çıkışı bana göre kalmadı. Erdoğan’ın bundan sonra, meselâ buradan toparlayıp, yeniden toplumun umudu hâline gelmesi… Bu, insanın doğasına aykırı bir şey; ölmüş bir şey canlandırılamıyor. Sözü yok, heyecânı yok, öyküsü yok, yönetme kabiliyeti yok, zihinsel yeterliliği giderek zayıfladı; yani yönetme kabiliyeti anlamında söylüyorum bunu, sağlık açısından söylemiyorum; sakın yanlış anlaşılmasın. Bu tek adam mantığı giderek ortak aklı devreden daha da çıkarınca, zihin zayıflar, körleşir — doğası gereği körleşir. Şimdi diyelim sen de Medyascope’u yönetiyorsun, insanlar sana, “Ya Ruşen, o öyle değil böyle olsa daha iyi olur” dedikleri müddetçe, senin zihnin daha açık hâle gelir. Ama sen kimseyi dinlemez hâle gelip, kimse “Bir dakika! Hayır, öyle değil böyle yapalım” diyemez hâle geldiklerinde, zihin, doğası gereği körleşir. Erdoğan’da zihin körlüğü had safhada, yönetim kabiliyetini kaybetmişti demiştik, had safhada, yeni bir heyecan, yeni bir duygu, sorunlarını çözme kabiliyetini yitirmiş — bu had safhada. O yüzden Erdoğan’ın buradan çıkma, canlanma, Türkiye’ye yeniden umut olma ihtimâli yok. Peki nedir Erdoğan’ın çıkışı? Erdoğan’ın çıkışı, hani kazâsız belâsız, yargılanmadan bir muhâlefete geçme. Bu teknik olarak artık mümkün değil. Ne geçmişte yaptığı haksızlıklar, hukuksuzluklar, adâletsizlikler, işlediği suçlar buna müsaade eder, toplumun öfkesi de buna müsaade etmez; hiçbir siyâsetçinin toplumun bu öfkesini görmezden gelebileceğine ihtimal vermiyorum. Ha, bu şu demek değildir: Erdoğan’ı çarmıha gerecekler anlamında demiyorum. Bu ülkede eninde sonunda bir yargı olacaktır ve bu suçlar ortalığa dökülecektir. Yargılanır, suçsuz bulunur, bu ayrı, bundan bağımsız söylüyorum. O yüzden Erdoğan için bir çıkış yok. Türkiye’nin derdi: Türkiye nasıl çıkışını sağlayacak?

Ruşen Çakır: Peki, şimdi tekrar Erdoğan’da kalalım. Erdoğan’ın çıkışı yok, ama iktidarını sürdürme olayı var diyorsun. Onda da sorun var. En azından aritmetik bir sorun var. İdeolojik, politik şeyi bir kenara bırakalım, aritmetik bir sorun var ve öteden beri de bir arayış var. Kendi oyunu artırmalı; oyunu siyâsî olarak artıramıyor, ekonomide düzeltme yapamıyor vs. şu bu. O zaman ne olacak? Ya yanına yeni birilerini katacak, ya da şu âna kadar yaptığı gibi, karşı tarafın bir araya gelmesini engelleyecek. Yine böyle mi sürecek diye görüyorsun? Yani yoksa iktidar alternatifleri arayışı tükendi mi Erdoğan’ın?

Levent Gültekin: Ben Erdoğan’ın bu tür bir arayış içinde olduğuna ihtimal vermiyorum. Somut olarak hiç yoktur demiyorum; tabii ki kendince Saadet Partisi’ni yanına çekme çabası gösteriyordur, ama bütün varlığını buna bağladığına dâir herhangi bir işâret yok. Erdoğan bütün varlığını muhâlefetin bir araya gelmemesine, muhâlefetin dağınıklığına, muhâlefetin toplumla bağ kurması engellemeye bağlamış. Şimdi, Erdoğan iktidarını sürdürebilir mi? Sürdürebilir. Bu iktidar sürdürmek demek, yönetebilir, Türkiye’yi beş yıl daha yönetir anlamda söylemiyorum. Hukuksuzlukla gasp etmiştir, o gaspı sürdürür. Bu arada yoksulluk artar orada, işsizlik artar, dolar alır başını gider, fâizler öyle — bunlardan bağımsız söylüyorum. Yönetebilir; yönetemezden kastım, koruyabilir mi iktidarını? Tekrar söylüyorum: Erdoğan, iktidarını korumayı toplumu farklı gerekçelerle ayırmasına bağlıyor. Meselâ işte HDP ile bir araya gelmenin sakıncalarını işliyor, ama muhâlefet buna teslim olduğunda amacına varmış oluyor. Veyahut diyelim ki laiklik karşıtlığı üzerinden, yani din-laiklik çatışması başlatarak muhafazakâr kesimin sekülerlerle yakınlaşmasını kendince dinamitliyor, buna tav olan seküler kesim de var. Meselâ diyelim ki “Mehter Marşı ile gidecekler, İzmir Marşı ile geleceğiz” gibi sözlerin, Erdoğan’ın muhafazakâr siyasetçileri bloke etmesine yarayacak yaklaşımlar olduğu kanaatindeyim. Şimdi bunları yaparak kendince orayı dağıtıyor. Başka bir şey daha var, benim hakikaten aklımın almadığı bir şey var: Ya, bu tek adam rejimi dediğimiz, otoriterlik dediğimiz, ya da diktatörlük dediğimiz, bu sâdece Türkiye’nin başına gelmiş bir şey değil ki! Dünyada bugüne kadar otuz tane ülke, benim araştırmalarımdan çıkarttığım en az otuz-kırk tane ülkeye yakın, bunu yaşamış: Arjantin, Peru, Şiili, Rusya, Suriye, Irak, Mısır, Romanya, Macaristan, Polonya — geçmişi de katarak söylüyorum. Şimdi otuz ülkede siyasetin davranış biçimi belli, toplumun davranışı belli. Bununla ilgili yüzlerce makale var, araştırma var. Meselâ Macaristan’da toplum nasıl davranıyor? Rusya’da nasıl davranmış? Geçmişte Arjantin’de nasıl davranmış? Peru’da, Venezuela’da nasıl davranmış? Şimdi, hatırlıyorsan, biz seninle çok program yaptık, o yaptığımız programlarda ben sıklıkla ekonomik çöküşün otoriter yönetimlerde çok çok beklendiği kadar sarsmayacağı kanaatindeydim. Şimdi bak, ekonomi çökmüş, reel enflasyon %40’lara gelmiş. İnsanlarda hakîkaten çok derin bir yoksulluk var. Yani ben tamam, yaşadım, Kars’ta büyüdüm, köyde büyüdüm. 80’li yıllarım Ardahan’ın bir köyünde geçti, orada gördüm ben yoksulluğu. Ama bu kadar derin acısını, bu kadar çâresizliğini hakîkaten görmedim. İnsanlar o zaman bir şekilde hayatlarını sürdürebilecek yol bulabiliyorlardı. Şimdi o da kalmamış. Zâten TUİK verilerine göre, nüfusun yarısından fazlası açlık sınırı altında yaşıyor. Bunları niye anlatıyorum? Buna rağmen adamın oyları hâlâ %30, 32, 29. En iyi anket %29 diyor. Yani en iyi muhâlif diyen anket. Kararsız koyduklarında kimisi 33 diyor, kimisi 32 diyor, kimisi 34 diyor. Bir de burada kararsız seçmen var, onun da kime gideceği henüz net değil. İşte burada, o otuz ülkede sistem nasıl işlemiş? Bize ne anlatıyor o otuz ülke? Meselâ Venezuela örneğini vereyim, meselâ Mısır örneğini vereyim: Seçime katılım, kararsız seçmen dediğimiz seçmen bir süre sonra muhâlefete de güvenmiyor, siyâsetçilerin tamamına bir öfke besliyor, kimisi “Vay! Bunlar dış güçlerle irtibat kuruyor” diye güven duygusunu kaybediyor, kimisi “Bunlar ülke düşmanları ile ortak oluyor” diye düşünüyor, “Vay! Bunlar Kürt” diye düşman oluyor, kimisi “Ya, bunlar Alevi” diye düşman oluyor, kimisi “Ya, bunlar da eski AK Partili, zâten muhafazakâr, Erdoğan’ın bir benzeri” diye mesâfe koyuyor. Onun sonunda seçime katılım düştüğünde yine o lider kazanıyor. Bir kere Türkiye’nin önündeki 2023’ün en büyük tehlikelerinden biri kararsız seçmeni dönüştürecek bir muhâlif siyâsetin olmaması. O seçmen dönüştürülmeyince, kararsız seçmen sandığa gitmediğinde, Erdoğan mevcut oyu ile yine kazanıyor. Şu anda mevcut araştırmalar bize diyor ki — dün gördüm bir araştırma: Kararsız seçmen sandığa gitmediğinde, Cumhur İttifakı ortalama 38-40 bandında, Millet İttifakı 35-37 bandında.

Ruşen Çakır: Şimdi pardon, sözünü keseceğim. O zaman şöyle bir akıl yürütebilir miyiz? “Erdoğan kararsızların karar vermesi için çaba sarf etmek yerine, onların sandığa gitmemesini tercih eder” diyebilir miyiz? 

Levent Gültekin: Bence de. Zâten edemiyor. Ha! Orada onları kararsızlığa iknâ edecek bir argümanı var; o da benim ikinci endişem, o da şu — ki birazdan yazacağım yazının konusuydu sana önceden buradan konuşmuş olayım: Ben Türkiye’nin giderek 2018 sendromuna doğru koştuğunu hissediyorum. Nedir 2018 sendromu? Hatırlayın, Muharrem İnce’nin mitinglerini, sosyal medyadaki havayı, televizyon ekranlarındaki, “Nasıl çaktık ama?” deyişi, o horoz dövüşleri… “Artık biz geliyoruz, biz kazanıyoruz. Yeni iktidar geliyor” söylemleri ve sonunda ortaya çıkan tablo. O zaman herkes… ki muhtemelen sen de bu analizi yapmışsındır.

Ruşen Çakır: Bunu bana söyleme, biliyorsun ben bunun yanlış olduğunu söyledim diye beni çok kötü linç ettiler. “Yanlış yapıyor, muhâlifin muhâlife propagandası” falan dedim diye, bayağı, birçok yakın çevremden de hattâ, “Sus! Şom ağızlılık yapma!” filan dediler; ama olmayacağı belliydi. 

Levent Gültekin: Ama tam da seni kastederek söylüyorum, yani zâten aklı başında herkes bunu söyledi. Sen sonrasında da bunun analizlerini yaptın, hatırlıyorum. Sonrasına bağlayayım: O üslûp, o “Biz geliyoruz!” yaklaşımı, “Evet, biz geliyoruz!” söylemleri giderek o dönemdeki kararsız seçmeni çaktırmadan Erdoğan’ın arkasında yeniden konsolide etti. Şimdi benzer bir durumla karşı karşıyayız. Neye dayanarak söylüyorum bunu? Kemal Bey’i çok üzülerek izliyorum. Kemal Bey’in Türkiye için en büyük kazanımı uzlaşmacı kimliğiydi. Yani ortaklaşması. Yani bunu bir parti siyâsetine indirgememesi. Dikkat ediyorsan, daha bir yıl öncesine kadar kendi kulaklarımla şâhidim, “Bu bir parti seçimi değildir; bu demokrasiden yana olanlarla tek adam rejiminden yana olanların seçimidir” söylemine sâhipti. “Dostlarımızla birlikte yeni bir demokrasi inşâ edeceğiz” söylemi çok belirgindi; fakat son altı aydır Kemal Bey’e tuhaf bir gömlek giydirildi: “Biz geliyoruz! Geliyor gelmekte olan, CHP iktidarı geliyor!” Eğer Türkiye 2023 seçiminde, “Bu bir CHP-AK Parti yarışıdır, bu bir İYİ Parti-AK Parti yarışıdır, bu filan parti ile falan partinin yarışıdır”a dönüşürse, buradan kesinlikle Erdoğan kazançlı çıkacak. Ve giderek hem sosyal medyada –sâdece muhâlif partileri kastetmiyorum– kimi muhâlif aktörlerde de giderek artan o “Artık bitti, Erdoğan gitti, Erdoğan bitiyor” söylemi ve bunun üzerine binâ edilen, “Biz geliyoruz, hesap verecek, yargılanacak, şunu yapacak…” Dahası dediğim gibi, biraz önce söylediğim gibi o talihsiz “Mehter Marşı ile gidecekler, biz de İzmir Marşı ile geleceğiz” yaklaşımının ben kararsız seçmenin bir kısmını tekrar Erdoğan’ın arkasında toplayacağını, bak, düşünmüyorum, görüyorum. Bunu burada açıklamıyorum; hem muhafazakâr kesimden siyâsetçilerle yaptığım sohbetlere dayandırıyorum, hem kararsız seçmenle benim kurduğum bir bağ var, onlardan gelen mesajları görüyorum, hem muhafazakâr kesimde AK Parti’den kopmuş kesimler arasındaki dolaşan sohbetlere bakıyorum: O konsolidasyonu ne yazık ki görüyorum. Ve buradan da, hem biraz sonra yayınlayacağım yazıda feveran ediyorum, hem de buradan feveran ediyorum: Türkiye bir daha 2018’i yaşamamalı. Şimdi bak, muhafazakâr siyasetçilerde şöyle bir sıkıntı oluşmaya başladı — bu bir gözlem değil, sakın, bu aynı zamanda bilgi: Sâdece muhâlefet partileri için demiyorum, muhâlefet partileri yeterince o birlik mesajını veriyorlar –hem Meral Hanım’da var, hem Kemal Bey’de var–; ama sosyal medya aktörleri, yazarlar, gazeteciler, kimi aydınların, Babacan’a, Davutoğlu’na, Saadet Partisi’ne, “Siz sâdece bizi Erdoğan’dan kurtarmak için varsınız, başka hiçbir anlamınız yok, hiçbir kıymetiniz yok. Siz Erdoğan’ın bir benzerisiniz. Kardeşim, saçmalama. Gel bize destek ver, biz iktidar olalım, Erdoğan’dan…” Bu yaklaşım oradaki siyâseti bloke etmiş durumda. Büyük bir rahatsızlık var; kendi içlerinde büyük bir açmaza düşmüş durumdalar. Yani bize biçilen rol: “Sâdece iktidârı yık!” Ya, bu mudur? Şimdi bir de haklı bir durum var; meselâ “Yetmez ama evetçi” tartışması var. Ya kardeşim, bu memlekette günah işleyen bir tek “Yetmez ama evetçi” mi? 28 Şubatçılar’ın konuşma hakkı var, 367 Kararı’nı verenlerin konuşma hakkı var, başörtüsü yasağı uygulayıp ülkeyi yıkanların konuşma hakkı var, AK Parti’ye Google üzerinden kapatma davası açıp bu ülkeyi otoriterliğe sevk edenlerin konuşma hakkı var da, bir referandumda yanlış oy vermiş diye aydınların konuşma hakkı mı yok? Gâyet, “Avrupa Birliği’ne yürüyorum, demokrasi getireceğim, bu ülkeyi özgürleştireceğim” diyen bir iktidara, “Tamam abi, destek veriyorum” demiş adama sen nasıl bütün yükü yıkarsın? “Konuşamazsınız!” diyor. Örnek veriyorum: Tuncay Özkan’ın konuşma hakkı var; ama Nilüfer Göle’nin yok. Tuncay Özkan’ın konuşma hakkı var, Oya Baydar’ın yok. Olur mu böyle bir şey? 

Ruşen Çakır: Şimdi istersen şeye tekrar gelelim; bu bitmek bilmeyecek bir şey. Şunu söylediğini anlıyorum — ki büyük ölçüde katılıyorum: Erdoğan’ın en büyük çıkış yolu muhâlefetin Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir siyâset inşâsı diyorsun. Yanılıyor muyum?

Levent Gültekin: Evet, o karşıtlık… bak şimdi, benim endişelerimin artmasının bir nedeni de, şimdi muhâlefet bir araya geldiğinde, diyorlar ki: “Levent Bey, niye mutlu olmuyorsun?” Arkadaşlar, tabii ki mutlu oluyorum. Seninle bunu defalarca konuştuk, hatırlıyorsan dedik ki, sen dedin ki: “Ben altı liderin bir arada olduğu bir fotoğraf bulamıyorum, habire montajla yapıyoruz”. Demedin mi? Arka planda bir araya gelmeleri seçmeni dönüştürmüyor — seçmenin kafasında bir kopukluk var. Kimisi HDP’ye mesâfeli, kimisi CHP’ye. Diyelim ki muhafazakâr kesimin partileri kendi tabanlarını CHP ile barıştırma çabası içine girmiyorlar. CHP’ye yönelik olan endişeleri ortadan kaldıracak bir üslûp benimsemiyor yeni kurulan partiler. Veyâhut diyelim ki CHP, kendi tabanındaki HDP karşıtlığını azaltacak bir yaklaşıma girmiyor. Nedir o yaklaşım? Cesâretle kamuoyu önünde çıkıp da o birlikteliği verebilmektir, konuşmaktır, ortaklaşmaktır. Meselâ, diyelim ki İYİ Parti HDP ile bir araya gelemiyor. Haklı, tabanları var ikisinin de. Ama ben eminim, biri çıksa, meselâ Meral Hanım, “Sevgili halkım, ben biliyorum, durumun vahâmetini biliyorum; HDP’nin PKK ile olan ilişkisini, sorununu, oranın ülkeye verdiği tahrîbâtı… Bunu görmüyor muyum? Ben de görüyorum, ama Türkiye daha büyük bir yıkıma gidiyor. Bu yıkımı engellememizin yolu, hepimizin bir şekilde bir araya gelip, hem o sorunlarımızı çözmek, hem de bu yıkımı azaltmaktır. Bu bir terörle ilişki değil; bu, bu ülkeyi yıkımdan çıkarmak için herkesle ortaklaşmaktır” dese. Şimdi böyle bir yaklaşım kendi tabanında bir dönüşüm sağlar. Şimdi liderler mesâfeli durdukça –diyelim ki HDP’ye, diyelim ki CHP’ye, diyelim ki DEVA Partisi’ne veya Gelecek Partisi’ne– taban daha mesâfeli duruyor.

Ruşen Çakır: Burada bir not düşmek istiyorum: İYİ Parti, biliyorsun Meral Hanım Diyarbakır’a kurmaylarını yollamış –temsilcilerini, danışmanlarını– ve Diyarbakır’da 50’ye yakın STK, sivil toplum kuruluşu yöneticileriyle bayağı bir toplantı yapmışlar; sonra da o raporu herhalde kendisine iletmişlerdir. Bir şeyi söyleyeceğim, o billboard’ları görmüşsündür, Meral Akşener’in billboard’larını. Oraya Faruk Acar transfer oldu, biliyorsun, AKP’den İYİ Parti’ye; meselâ onun üslûbu, “Projeye değil ranta karşıyız”, o pankartın, dün ben onu değerlendirdim; bana çok şeye geliyor…, böyle, saldırgan olmayan, agresif olmayan, kişiselleştirmeyen, meseleyi kişiselleştirmeyen bir perspektif. Orada bir de çok bâriz –daha önce yapıyor muydu çok emin değilim–, ama meselâ İmamoğlu’nun yaptığı, Mansur Yavaş’ın yaptığı gibi, Meral Akşener de Meral adını daha kalın yazıyor, yani imza atıyor, “Başbakanlığa tâlibim” diyor. Kimde gördüm? Birisinde gördüm; ha, İhsan Dağı yazmış: “Türkiye tekrar merkez sağa kavuşuyor” diye. Meselâ orada ilginç bir şey var aslında; İYİ Parti diyemiyorum hâlâ, dikkat edersen, ama Meral Akşener bayağı bir şey yaratıyor aslında, yanılıyor muyum?

Levent Gültekin: Şimdi Ruşen, şöyle bir şey: Eğer sistem değişmemiş olsaydı, eğer %51 oya ihtiyaç duyulmuyor olsaydı,

Ruşen Çakır: 50+1.

Levent Gültekin: 50+1, pardon. 50 +1’e ihtiyaç duyulmuyor olsaydı, Meral Hanım’ın bu tür çalışmalarının çok büyük anlamı olabilirdi. Kendisinin, aynen Tayyip Erdoğan gibi —hatta ben onun ta ilk günkü hikâyesini bilirim. Meselâ nereden çıktığını anlatayım, okurlarımız bilmezler. Daha benim ilk bir reklamcı arkadaşım, yazar bir arkadaşım, Tayyip Bey’in ekibine katıldığında şöyle diyor: “Atatürk’ü örnek alsın”. 2002’de diyor bunu. Öyle bir fotoğraf seçelim ki, o artık klişe bir marka haline gelsin: Tek adam. 2002 yılında konuşuluyor bu. Şimdi aynı şeyi bütün siyasetçiler uygulamaya geçti, Meral Hanım’ın Akşener vurgusu, tek fotoğraf, tekli bir fotoğraf dikkat ediyorsan; kişisel çalışma Meral Hanım’ı parlatabilir, ama oyunu %40 yapamaz, %25 de yapamaz. Türkiye merkez sağa kavuşacakmış. Türkiye merkez sağa kavuşmadan, Türkiye merkez sola kavuşmadan, Türkiye Kürtler’e kavuşmadan, Türkiye muhafazakârlara kavuşmadan, önce bütün bunların siyâset yapabileceği bir zeminin kurulması gerekiyor. O zemin kaldırılmış ortadan. Şimdi, Meral Hanım bütün PR çalışmalarını yaptı ve oyunu %12’lerden %20’ye çıkardı diyelim. Sonuç? En fazla onu aday yapmaya biraz daha etkili hâle getirebilir bu. Yani cumhurbaşkanı adayı yapmakta biraz daha etkili hâle getirebilir. Peki, diyelim ki Meral Hanım aday oldu. HDP seçmenine ne söyleyecek? CHP seçmenine ne söyleyecek? Mevcut kararsız seçmen ne olacak da bir buçuk iki yıldır inanmadığı Meral Hanım’a inanacak? Onlarla mı? Buradan çıkmak için 50+1’e ihtiyaç var. O 50+1 demek, mevcut partilerin birbirine muhtaçlığını gösteriyor. O muhtaçlık, CHP %25, geriye kalanlar da figür olsun gibi değil. Nasıl ki CHP olmadığında olmuyorsa, HDP olmadığında da olmuyor. Nasıl ki HDP olmadığında olmuyorsa, İYİ Parti olmadığında da olmuyor. Şimdi herkes şöyle diyor: “HDP kilit parti”. Niye HDP kilit parti? İYİ Parti de kilit parti, DEVA da kilit, Saadet de kilit. Meselâ Saadet yarın kalksın, “Ben Millet İttifakı’ndan ayrılıyorum, Cumhur İttifakı’na katılıyorum” dediğinde, yaratacağı etki ne olur? Başka bir etki olur, değil mi? Demek ki Saadet de kilit orada. DEVA da dese ki: “Arkadaş, bu sekülerlerle biz bir şekilde duygu birliği kuramıyoruz, biz geri dönüyoruz” desin — etkisi başka olur, sâdece oy oranı değildir orada. O yüzden partilerin hepsi kilit. Kilitlerin bir araya gelmesi lâzım. Ben Kemal Bey’in “Geliyorum, yapacağım, bizim iktidarımızda şöyle olacak” söylemini çok sorunlu buluyorum. Aynı şey Meral Hanım için de geçerli. Ama Meral Hanım’ın, “Aday değilim” diyerek kendince ittifaka bir çabası da var; onu da görmezden gelmiyorum. Bence hepsinin bir çabaya girmesi lâzım; ama CHP’nin, özellikle Kemal Bey’in bu işi CHP-AK Partisi yarışına döndürmesi Erdoğan için büyük bir çıkış anahtarıdır.

Ruşen Çakır: Ben buna, yani Kılıçdaroğlu’nun tam senin resmettiğin gibi bir şey yaptığına çok inanmıyorum. Bunu saatlerce de tartışabiliriz ama, bu söylediğini anlıyorum, ama bence biraz abartıyorsun Levent.

Levent Gültekin: Peki, o zaman şöyle söyleyeyim: Şimdi, meselâ adını vermeyeyim, partiden bir siyâsetçi geçtiğimiz hafta Genel Merkez’e gidiyor ve “Bu Kemal Bey’in konuşma metinlerini kim yazıyor?” diyor. Diyorlar ki “filan”, gidiyor onun yanına, diyor ki: “Sen ne yapıyorsun? Tam olarak derdin ne? Bu Kemal Bey’ e giydirdiğin gömlek gelmiyor bize, görmüyor musun? Oturmuyor bu gömlek bize” diyor. Bu sâdece benim yansıttığım bir şey değil. CHP içerisinde insanların da epeyce bir homurdanması var. Şimdi CHP’de bir grup var; adlarını da biliyorum, ne yaptıklarını biliyorum, kimlerle toplandıklarını biliyorum, fakat isim zikretmem doğru değil. O isimler Kemal Bey’i inatla cumhurbaşkanlığına hazırlıyorlar. Kemal Bey olur anlamında demiyorum, Kemal Bey ona düşer demiyorum, ama o hazırlama sürecinde bu üslûbu getirdiler. Şimdi, bu cümle Kemal Bey’in cümlesi: “Türkiye’de 2023 seçimleri demokrasiden yana olanlarla otoriterlikten yana olanların seçimi olacaktır”. Değil mi? Bu Kemal Bey’in sözü. Peki, son bir aydır, üç aydır, “Biz geliyoruz, CHP iktidarında şunu yapacağız, gençlere araba vereceğiz, yurtları şöyle yapacağız, Erdoğan seni şöyle yargılayacağım” falan söylemiyle bu ikisi arasında sence bir çelişme yok mu?

Ruşen Çakır: Ama öbür taraftan da şöyle de bir husus yok mu? Şimdi çok savunma pozisyonu anlamında değil, bir dönemde de şöyle deniyordu: “Muhâlefet iktidara gelirse ne yapacağını söylemiyor” deniyordu. Şimdi kendince bir şeyler söylüyor. Sâdece değerler üzerinden bir iktidar mı anlatsın istiyorsun sen? 

Levent Gültekin: Hayır, hayır, ben ortaklaşıp sorunlara çözümü berâber…, her neyse, “Geleceğiz, ekonomiyi şöyle halledeceğiz”. “Geleceğiz” başka, “Geleceğim” başka, onu söylüyorum. “Geleceğiz, demokrasi sorunun şöyle halledeceğiz; geleceğiz, halkın, sizin en büyük sorununuzun yoksulluk olduğunun farkındayız; biz bütün muhâlefet liderleri kendi aramızda şöyle bir görev bölümü yaptık, şöyle bir planlama yaptık, yoksulluğu şöyle ortadan kaldıracağız; ama biz yaptık aramızda.” Çünkü burada Babacan da var, burada Davutoğlu da var, burada Saadet de var. Muhâlefet liderleri hep berâber, “Şu memleketteki yargı sorununu şöyle çözeceğiz” dese, bu aynı zamanda toplumun bütününe o güven duygusunu vermektir. CHP “Biz yapacağız” dediğinde; “Abi, 25 ile nasıl yapıyorsun?” duygusu oluşuyor ister istemez. Orada Babacan ayrı; meselâ Meral Hanım “Ben yapacağım” diyor, “15 ile nasıl yapıyorsun?” sorusu oluşuyor ister istemez. Bunun toplumu ayrıştırdığını, ortak bir amaç etrafında toplanmayı zorlaştırdığını düşünüyorum. Tam da bu Erdoğan için bir çıkış olduğu kanaatindeyim.

Ruşen Çakır: Peki, tekrar Erdoğan ve çıkışına dönecek olursak, birtakım spekülasyonlar adım adım, farklı farklı yerlerden, genellikle Hulusi Akar’ın ve hatta Hakan Fidan’ın adı geçirilerek üretiliyor. Anladığım kadarıyla bunlara da îtibar etmiyorsun.

Levent Gültekin: Hiç etmiyorum, çünkü onların hepsi FETÖ’cülerin yaptığı yayınlardan ortaya çıkan şeyler. Dikkat et, Türkiye’ye yönelik yayın yapan ne kadar FETÖ’cü varsa, hepsi, bir gazeteci gibi değil bir istihbarat uzmanı gibi konuşuyorlar. Meselâ aklım almıyor, hem bir taraftan “Biz gazeteciyiz” diyorlar, “Bize niye FETÖ diyorsunuz? Bize niye ‘devleti ele geçirmeye çalışıyorsunuz’ diyorsunuz, niye iktidarın ağzı ile konuşuyorsunuz?” diyorlar, hepsinin videolarını izle; hepsi bir istihbarat elemanı gibi konuşuyor. Şurada şu oldu, Erdoğan şurada şunu dedi, Erdoğan Hakan Fidan’la kavga etti, aslında Hulusi Akar…. Nereden biliyorsun abi? Yurtdışında yaşıyorsun ben, Türkiye’deyim, bir sürü siyasetçiyle konuşuyorum, sen gazetecisin, bir sürü insanla konuşuyorum ben.

Ruşen Çakır: Anladım, Fethullahçıları ben izlemediğim için onların ne dediklerini artık çok fazla bilmiyorum, artık onların ipini bıraktım gitti.

Levent Gültekin: Yani bu Hulusi Akar…

Ruşen Çakır: İçerideki tartışmaların hepsinin de ana membaının orası mı olduğunu söylüyorsun?

Levent Gültekin: Evet. Foreign Policy’de çıkan makalenin de kaynağı orası. Zaten yazıda dikkat ediyorsan, diyor ki: “Bunlar,” diyor “yurtdışındaki sürgün Türkler’den edindiğim izlenim bu”.

Ruşen Çakır: Steven Cook’u diyorsun. Steven Cook’un yazısı.

Levent Gültekin: Evet, Steven Cook’un yazısında da benzer bir cümle var: “Yurtdışındaki sürgüne gelmiş Türkler’den de dinlediğim Hulusi Akar”. Biraz gerçekçi olmak lâzım. Hulusi Akar’ın karşılığı mı varmış Türkiye’de? Erdoğan yerini bırakınca Hulusi Akar’a mı bırakır? Böyle bir şey mi var meselâ? Erdoğan yerini ancak, diyelim ki MHP’nin çok sıkıştırmasıyla bir teslim olmak üzere bırakır. Onu bence artık o saatten sonra Bahçeli belirler. Soylu mu olur? Başka biri mi olur? O da çok düşük ihtimal de, ama ben, “Erdoğan’ın sağlığı” yok, “Yerini bırakacak”…, bunlar aç tavuk kendini darı ambarında hisseder yorumlarıdır. Ortada ne öyle Hulusi Akar’ın bir gerçekliği var, ne Hakan Fidan durumu var, ne başka bir durum var. Ben Erdoğan’ın gâyet sâkin bir şekilde muhâlefetin her türlü kozunu ortaya koymasını beklediğini, seçim yaklaştığında kendi asıl oyununu oynayacağını düşünüyorum; şu anda oynamamasının nedeni de MHP’nin blokajından kurtulamaması. Yani bir anlamda, “Önce şurayı, şu blokajı bir çözeyim, önce bir Süleyman Soylu’dan bir kurtulayım. Önce bir Bahçeli’nin etkisini biraz daha azaltayım”. Bence bütün enerjisini buraya verdiği için, henüz dönüp 2023 seçimleriyle ilgili ne bir projeksiyon ortaya koyuyor, ne bir çabası var; bir endişesi varmış gibi de davranmıyor. O tip yorumlar tamamen, dediğim gibi dışarıdan kendilerine şey biçenler içeriye bir dedikodu atıyorlar. İçeride biliyorsun bizim muhâlifler de sağ olsun, “Bir konu olsun da günlerce yazalım, konuşalım, tartışalım” dedikleri için, her şeye atlayıp üzerinde konuşmaktan sanki sâhici bir… Sâhici mesele o değil, sâhici mesele: Türkiye’de 2023 seçimlerinde muhâlefet ne yapıp ne edip buradan bu ülkeyi nasıl çıkarır? Tek konumuz budur. Buradan nasıl çıkaracak?

Ruşen Çakır: Peki, son bir şey, spekülasyonların hepsini de konuşmuş olalım: Erdoğan’ın bir şekilde muhâlefetle anlaşması, bir anlamda başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçişin pazarlığına girmesi gibi bir seçenek kesinlikle söz konusu olamaz mı?

Levent Gültekin: Ben bir yıl önce bir yazı yazdığımda, “Erdoğan’ın tek çıkış yolu var” diye, o bir yıl önceydi, yazmıştım. Ve o yazıda şunu demiştim: Mevcut MHP blokajı, etrafının o Süleyman Soylu gibiler tarafından sarılmış olmasınından başka, muhâlefetle güven kaybı da var. Meselâ Erdoğan bugün gitsin muhâlefete, ‘Gelin, sizinle anlaşalım, parlamenter sisteme dönüyoruz’ dese inandırıcı olmaz. Muhâlefet de gitmez onun yanına. Ama orada tek bir formülü olduğunu düşünüyorum bunu da yapacağına ihtimal vermiyorum. O formül, gidecek Abdullah Gül’e, çok sıkıştığında…

Ruşen Çakır: Levent, Abdullah Gül deme. En son dedin, yaktın bizi zâten. O kadar çok tepki geldi ki. Tamam, burada yayını bitirelim.

Levent Gültekin: Tamam da, sen konuyu açtığın için söyleyeceğim. Ya, bu insanları anlamıyorum. Ya, siyâsî analiz yapıyoruz.

Ruşen Çakır: Geçen yayını biliyorsun. Geçen yayına gelen tepkileri de biliyorsun, görmüşsündür.

Levent Gültekin: Gördüm, gördüm. Yani şunu anlamıyor insanlar. Burada Abdullah Gülcülük, Kemal Kılıçdaroğluculuk yapmıyoruz. Ne Abdullah Gül bizim babamızın oğlu, ne Kemal Kılıçdaroğlu. Siyâsî analiz yapıyoruz. Siyâsî analizde, kendimizce, “Bunu böyle yapabilir” diyoruz. “Yaparsa doğrudur” demiyoruz, “iyidir” demiyoruz, “Türkiye için çıkıştır” demiyoruz. Ben adamın kendi cephesinden baktığımda, bana göre kendi açısından –Türkiye için demiyorum b;unu, kendi açısından– ancak Gül’e gidebilir. “Gel partinin başına geç, git muhâlefetle konuş çünkü muhâlefet seninle konuşabilir, güvenebilir. Bana da bir dönem daha yetkisiz cumhurbaşkanlığı ver, sen de al parlamenter sisteme dön.” Bu ve ilki. Ama bunu da yapmayacağı kanaatindeyim; çünkü bu tip liderler, kaybedene kadar akılla hareket edemiyorlar. Son dakika, yani meselâ geçen yine önemli bir siyâsetçiden dinledim: Mısır’a gidiyor, Mısır’dakiler toplanıyorlar bunun etrafına, diyorlar ki: “Ya, Hüsnü Mübarek’le siz konuşur musunuz?” Arap Baharı’ndan bir önceki seçim. Diyorlar ki: “Ya, zâten oğlunu aday yapsın, büyük bir oyla kazanıyor oğlu. Yani bu seçime girmesin, sâdece oğlunu aday yapsın, ülke buradan büyük bir bâdire atlatmadan çıkarız” diye yalvarıyorlar bizim Türk siyâsetçiye. “Bâri sen konuş, bizi dinlemiyor” diye. O da, “Ya, ben nasıl söyleyeyim? Adama bunu söyleyemem” diyor. Söyleyemedim diyor; tabii onlar da söyleyemediler diyor, adam diyor, bunu göre göre gitti o seçime girdi, üç ay sonra Arap Baharı oldu ve sonu böyle bir yıkımla bitti. Şimdi bu tip siyasetçiler görmüyorlar son dakikaya kadar. O hep böyle: “Ben geleceğim, alacağım, kuracağım, yapacağım”. O yüzden ben Erdoğan’ın muhtemelen şunu oynadığını düşünüyorum: Bütünüyle kaybetmek bir seçenek. Bütünüyle MHP ve Süleyman Soylu gibilerin etkisi altına girmek de bir seçenek. Bir de bu MHP ve Süleyman Soylu’ya ölümü gösterip sıtmaya râzı edeyim. O da hani, bunların etkisini %80’lerden %40’a indirirsem, ben bu şekilde devam ederim. Ben Erdoğan’ın buna oynadığını düşünüyorum. Biraz orayı etkisiz hâle getirmek, biraz MHP’yi, “Bak gidiyoruz, abi oylar düşüyor, hep beraber gidiyoruz. Siz de böyle yapıyorsunuz, benim de artık yapabileceğim bir şey yok”. Bunun üzerine orada, “Tamam peki, biz biraz daha geri çekiliyoruz” anlamına gelen… Ben bunu oynadığını düşünüyorum. Ama bunun dışında Erdoğan için bir çıkış yok. Erdoğan Türkiye ile beraber kendini de mahvetti, Türkiye’yi de mahvetti. Siyâseten bir çıkış yok. Ne umut olma durumu var ne de “Ben çekildim gidiyorum” diyebilecek bir durumu da yok. Mevcut tablonun doğurduğu sonuçlar var, bu sonuçların her birimize yönelik bir faturası var. Kimimiz yoksullukla, kimimiz işsizlikle, kimimiz başka bir şeyle, kimimiz ağır bir bedel ödeyerek…. O yüzden Erdoğan için çıkış, iktidarını, mevcut durumu sürdürebilmek. Onun da yolu yordamı kendi oyunu artırmaktan ziyâde, muhâlefeti bölmek, muhâlefeti dağıtmak, muhâlefeti ayrıştırmak ve kararsız seçmeni…, sâdece kararsız değil; bak bir şey söyleyeceğim burada: Erdoğan için en önemli şeylerden biri, HDP seçmeni sandığa gitmesin yeter. Bak HDP seçmeni, mevcut tablo içerisinde duygusal olarak, varlığı gözükmeyince, “Peki abi, bizi istemiyorsunuz değil mi? Ne siz istiyorsunuz ne diğerleri. Gitmiyoruz abi,” dese, Erdoğan’a yeter de artar bir durum çıkıyor ortaya. Bence zaten HDP’yi düşmanlaştırarak habire buraya oynuyor. Kapatma davası bunun bir çalışması. Habire HDP’yi düşmanlaştırma çabası. İstiyor ki HDP seçmeni küssün sandığa. Peki, HDP seçmenini sandığa bağlı hâle getirmesi gerekenler bu yönde bir çaba veriyorlar mı? Bence vermiyorlar. Vermedikleri için de Erdoğan ister istemez bu anlamda bir adım önde olmuş oluyor. Yani ben muhâlefet olsam gece gündüz uyumam. Nasıl bir formül bulacağız ki, hem HDP ile diyalog kuruyoruz diye belli başlı seçmen kesimini ürkütmeyeceğiz, hem de HDP seçmeniyle bir diyalog bağı kuracağız. Bunun formülü nedir diye günlerce bunu düşünüyorum meselâ. Bunu ararım, konuşurum, tartışırım, yol ararım; ama böyle bir çaba da yok, böyle bir niyet de yok. Yani yeri gelmişken anlatayım o zaman, belki anlatmışımdır. Meral Akşener ile rüyâmı senin programında mı anlatmıştım?

Ruşen Çakır: Evet, evet bende anlattın.

Levent Gültekin: Haa! Anlattım, doğru. Yani o kadar etkileniyorum ki, meselâ, “Ya, bir şey yapmanız lâzım HDP seçmenine”. HDP seçmenini çok önemsediğimden değil; aynı muamele başka bir partiye yapılsaydı ona söylerdim. Meselâ diyelim ki CHP’ye yapsınlar, ben döner Ali Babacan’a, Davutoğlu’na, Saadet Partisi’ne derdim ki: “Ya, CHP seçmenini nasıl iknâ etmeyi düşünüyorsunuz? Bunu düşünmeniz gerekiyor” derdim. Çünkü matematik aritmetik bize bunu söylüyor. Bu birliktelik olmazsa, Meral Hanım tek başına bütün billboard’ları donatsın, “Meral Akşener” diye her tarafa yazsın; Kemal Bey sabah akşam “Ben çok demokrat dedenizim, şöyleyim böyleyim” desin, birbirine olan muhtaçlıklarını topluma yansıtmadığı müddetçe, o muhtaçlığın toplum farkına varmadığı müddetçe, bir yol alma şansları yok. Gerçi bu konuda, söylemeyecektim ama yeri gelmişken sen açtığın için söyleyeyim: Ya, bir insan düşün ki, kampanya yapıyorsun 2018’de, rejim değişikliği referandumunda “Evet” kampanyasını yapıyorsun, sonra geliyorsun o rejim değişikliğinin “Hayır” kampanyasını da sen yapıyorsun meselâ. Meselâ insan demez mi? “Ya, ben biraz ayıp ettim yani, çok ağır bir fatura yaptım bu ülkeye.” Ben aslında onlara kızmıyorum; hakikaten üzüldüğüm bir tablo var. Erdoğan olsan ne dersin acaba? “Ya, benim attıklarım muhâlefette bayağı bir baştâcı yapılıyor” diye bakmaz mı meselâ? Muhâlefet de buradan biraz ders çıkarmaz mı? “Biz böyle hep böyle Erdoğan’ın gönderdiği isimlere mi kaldık? Bu Türkiye’de başka aklı başında insan kalmadı mı?” Bana çok tuhaf geliyor ya; hakikaten çok şaşırıyorum. Ne yapanın cüretine hayret kalıyorum, demiyor meselâ “Ya, ben ve ekibim cumhurbaşkanlığı kampanyası yaptım, referanduma “Evet” kampanyası yaptım, bu ülkeyi yıktım. Şimdi ben bu referandumu geri çevireceğim diye lidere kampanya yapıyorum. Olur mu ya?” demesi gereken de demiyor.

Ruşen Çakır: Neyse, anladık. Evet, burada noktayı koyalım Levent. Yine güzel bir sohbet oldu, çok teşekkürler. Evet, Levent Gültekin ile “Erdoğan’ın çıkış yolu var mı?”yı konuştuk; ama tabii muhâlefetin çıkış yolunu da konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.