Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İktidar mı kaybediyor, muhalefet mi kazanıyor? Hatem Ete ile söyleşi

Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Hatem Ete ile “Kritik Eşik” başlıklı yazısından hareketle kamuoyu yoklamalarında partilerin son durumunu, muhalefetin gündemi belirlemeye başlayıp başlamadığını konuştuk.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Hatem Ete ile birlikteyiz. Hatem Ete Perspektif Online’da “Kritik eşik” başlıklı çok önemli bir yazı kaleme aldı — seçmen tercihlerindeki değişim üzerine. Bunu konuşacağız ve şu önemli sorunun cevabını arayacağız: İktidar mı kaybediyor, yoksa muhalefet mi kazanıyor?

Hatem, merhaba!

Hatem Ete: Merhaba!

Ruşen Çakır: Şimdi önce şununla başlayalım: Bu yazının özünü oluşturan konuyu esasında sizlerin düzenli olarak yaptığı ve abonelere yolladığı kamuoyu araştırmalarının datalarından hareket ederek ele alıyorsun ve bu dataların son üç ayına bakarak diyorsun ki: İktidar ile muhalefet, daha doğrusu Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı oyları birbiriyle neredeyse eşitlenmiş durumda; ama diğer partilere bakıldığı zaman, Millet İttifakı’na yakın olanların oranı da yüksek olduğu için, inisiyatif muhalefete geçmiş gibi. Doğru mu anlamışım?

Hatem Ete: Doğru, evet.

Ruşen Çakır: Anlatır mısın biraz? Rakamlarda, sizin bulgularınızda ne tür değişiklikler yaşanıyor?

Hatem Ete: Şimdi, yani 2020 yılı biraz da pandemi dolayısıyla seçmen hareketliliği açısından çok statik geçen bir yıldı. Yani neredeyse ne iktidar blokunun ne muhalefet blokunun oylarında ciddi bir değişim olmuyordu. Tek farklılık Gelecek ve DEVA partilerinin kurulması ve toplamda %5 civarı bir oy almış olmalarıydı. Ama 2020’nin başından itibaren seçmen hareketliliği gözükmeye başladı. Ve bu hareketlilik yavaş yavaş ama istikrarlı bir şekilde iktidar bloku aleyhine yaşandı. Son üç aya gelindiğinde de ben o yüzden Ağustos ayının sonucunu net bir şey olarak görüyorum; bir eşik olarak görüyorum, bir kırılma olarak görüyorum. Hatta biz Ağustos’taki ilk raporumuzda biraz tedirgindik; yani “Bu bir yanlış araştırma bulgusu mu acaba?” falan diye. Fakat Eylül ve Ekim ayları da bunu tahkim etti. Yani dolayısıyla Ağustos ayından bu yana iktidar aleyhine net bir trend var. O trendde ise, senin de bahsettiğin gibi, en son gelinen yerin birkaç tane önemli dinamiği var. O dinamiklerden bir tanesi Cumhur ile Millet ittifaklarının artık oy toplamı itibariyle aynı banda oturmuş olması. Yani bir ay Cumhur İttifakı %1-%2 civarında yüksek olabilir, bir ay Millet İttifakı yüksek olabilir; fakat ikisi de %40 bandında artık. Yani AK Parti ve MHP’nin toplamı ile CHP ve İYİ Parti’nin toplamı birbirine eşitlendi. Dışarıda %20’lik bir kesim var. Bunun %10-12 arasını HDP oluşturuyor; %5-6’sını DEVA ve Gelecek oluşturuyor. Saadet’i eklediğinizde %6-7 oluyor. Bunlarla beraber düşündüğünüzde, yani bu dışarıda kalan %20’nin de yaklaşık %16-17’si Millet İttifakı’na yakın siyaset yapan partilere düşüyor. Belki %2-3’lük Cumhur İttifakı’na da yakın siyaset yapacak partiler var; ama toplamda baktığınız zaman 55’e 45 ya da 55’in üstü muhalefet, 45’in altı iktidar dengesi son üç ayda oturmuş gözüküyor.

Ruşen Çakır: Peki burada, tabii bu söylediğin rakamlardan hareketle, bunun üzerine konuşacak çok şey var, ama öncelikle şunu söyleyeyim: İlk akla gelen tabii ki ekonomi. Siz araştırmalarda bunun detaylarını soruyor musunuz? İktidardan uzaklaşmanın en önemli nedeninin ekonomi olduğunu tahmin edebiliriz, ama öne çıkan başka hususlar var mı?

Hatem Ete: Şimdi, yani ekonomi çok belirleyici. Toplumun ekonomi yönetimine güveni %20’nin altına düştü.  Yani “Ekonomik gidişat iyi mi kötü mü, Türkiye’nin gidişatı nasıl?” sorularında, destek %20’lere düştü. Şimdi çok yakın bir zamana kadar böyle değildi. Her şeye rağmen özellikle AK Parti kitlesi, ama MHP kitlesinin de yarısı iktidarın pozisyonunu korumaya yönelik bir tutumla hareket ediyordu. Beş-altı aylık bir süreçte bu destekleme tutumu “Kararsız” tutumuna ya da “Fikrim yok” tutumuna yöneldi; ondan sonra da artık “İşler olumsuz gidiyor” kanaati çok net ifade edilmeye başlandı. Yani bunu anketlerle araştırmalardan çok net görmek lâzım. İkincisi, AK Parti’nin ve Tayyip Bey’in desteğinde de düşük ve alt orta gelirlilerin oranı gün geçtikçe azalıyor. Yani Tayyip Bey orta, üst orta ve üst gelirlilerden oy kaybetmiyor. Alt, orta gelir ve düşük gelirlilerden oy kaybediyor. Yani dolayısıyla bu da aslında temel dinamiğin ekonomi olduğunu teyit eden bir şey. Fakat bunlarla sınırlı olmadan, siz o diğer meseleleri de söylediğinizde, yani yönetim, insan hakları, özgürlükler, yargıyla ilgili meselelerin tamamında iktidarın pozisyonu %30’lara inmiş vaziyette. Yani o anlamda, evet, belirleyici ya da buzu kıran asıl dinamik ekonomi; ama diğer meselelerde de genel olarak yönetme performansına ilişkin, ya da işte mesela Kürtler bağlamında baktığınız zaman, bu Cumhur İttifakı’nın ürettiği söyleme yönelik bir mesafe var ve bu mesafe gün geçtikçe iktidarın oylarına yönelik bir mesafeye dönüşüyor. İktidarın tutumuna yönelik bir mesafeye dönüşüyor.

Ruşen Çakır: Bu noktada galiba en önemli hususlardan birisi –yazıda onu gördüm ve başka araştırmalarda da çıkmaya başladı– Erdoğan’ın desteğinin Cumhur İttifakı’nın altına düşmesi. Genellikle şöyle bir şey vardı biliyorsun — sen de o dönemler içinde yer aldın, ki o gelenekten gelen birisin ve AK Parti hükümetlerinde de devlette görevler üstlendin– genellikle AK Parti’nin oyunun ötesinde bir Erdoğan oyu olurdu, öyle değil mi? 

Hatem Ete: Öyleydi, evet.

Ruşen Çakır: Anketlerde diyelim ki AK Parti %40 ise, Erdoğan % 45 çıkardı vs.. Şimdi, burada ilginç bir şekilde Cumhur İttifakı’nın aldığı oyun altında bir Erdoğan desteği var ve sen de diyorsun ki –ama araştırma da onu diyor anlaşılan–, MHP’ye oy vereceğini söyleyen seçmenin bir kısmı Erdoğan’a oy verme konusunda çok heyecanlı değil. Bu nasıl bir şey?

Hatem Ete: Şimdi, aslında öteden beri MHP’li seçmenin tamamı Erdoğan’a oy vermiyor. Fakat son 6-7 aylık bir sürede bu yarı yarıya kadar düştü. Yani MHP’li seçmenin yaklaşık yarısı ile üçte ikisi arası diyelim, Erdoğan’a desteğini gözden geçirmeye yönelik bir eğilim içerisinde. Yani temel gerekçesi bu: MHP seçmeninin yaklaşık yarısının Erdoğan’a oy vermeye yakın durmuyor olması — bu bir. İki: AK Parti’nin içerisinde de %10’a yakın bir kesim Erdoğan’a oy vermeme eğiliminde gözüküyor. Üçüncüsü de zaten AK Partinin kendi oy oranı da %34’lere düştüğü için, 35’lerin altına düştüğü için totalde Cumhur İttifakı’nın oylarının altına düşmüş vaziyette Erdoğan. Bu bence Erdoğan’ın siyasal yolculuğu açısından çok kritik bir aşama. Yani senin de söylediğin gibi, öteden beri mesela Erdoğan’ın performansına, siyaset yapma tarzına, başarısına yönelik algı ya da beğenilme düzeyi her zaman bütün siyasetçileri geçen bir orandaydı ve bu AK Parti oyunun çok üstündeydi. Şimdi bu oldukça daraldı ve artık Cumhur İttifakı’nın çekirdeğine indi gibi gözüküyor. Yani AK Parti ile MHP’nin toplamı Erdoğan’ın bir seçimde alacağı oydan daha yüksek bir orana sahip.

Ruşen Çakır: Belki bugün Bahçeli’nin grup toplantısında söylediği, “Biz Cumhur İttifakı’nın sevabına da günahına da ortağız” lâfı belki de bu gidişatın önünü kesmek içindir. Çünkü böyle bir hava da vardı biliyorsun. MHP, “Ekonomiyle bizim alâkamız yok kardeşim” gibi bir pozisyondaydı; hatta “Biz aslında muhalefetiz” gibi lâflar da edildi. Bu biraz o tabanda senin söylediğin eğilim ile örtüşen bir yaklaşımdı; ama bugün mesela, tekrar her şeyine sahip çıkma pozisyonu alıyor — ki bu ortaya çıkan rakamlarla, herhalde onlar da birtakım araştırmalar yaptırıyorlardır. Bir alarm durumu gerçekten söz konusu herhalde. Şöyle genel olarak kaybetme anlamında, ama ortaklığın geleceği anlamında da bir alarm durumu var sanki

Hatem Ete: Doğru. Yani ben de öyle görüyorum. Yani orada birkaç dinamik var. Eskiden AK Parti’den ayrılan seçmen MHP’ye yöneliyordu. Şimdi AK Parti’den ayrılan seçmen artık eskisi kadar MHP’ye yönelmiyor. Yani diyelim ki üç birim ayrılıyorsa, bu üç birimin bir birimi MHP’ye yöneliyor — bu bir. İki: MHP’nin kendisi de oy kaybediyor. Yani Cumhur İttifakı bir tek parti görüntüsü vermeye devam ettikçe, bir blok olarak iktidara yönelik hoşnutsuzluk sadece AK Parti’yi adres görmüyor ya da sadece Erdoğan’ı adres görmüyor, MHP’yi de adres görüyor. Yani %10’un altına uzun süreden beri düştü MHP. %7’ler civarında; biraz altında biraz üstünde gidip geliyor. Şimdi bunun ürettiği bir sıkıntı var bence; MHP’lilerde de teşkilatlarında da buna yönelik bir gerilim var. Öte taraftan, yani senin de bir iki aydır yürüttüğün, benim bir önceki yazımda yazdığım, “Cumhur İttifakı ile Erdoğan ilişkisi bir beraber kaybetme ilişkisine doğru mu gidiyor? Birisi birisinden vazgeçecek mi? Çözüm ancak buradan mı yürür?” minvalindeki akıl yürütme, hem AK Parti içerisinde hem MHP içerisinde de yürütülüyor. Şimdi bütün bunlar, kazanan bir ittifak kaybetmeye dönüştüğünde akıbetin ne olacağına yönelik endişeleri beraberinde getiriyor. Bahçeli bir önceki açıklamasında bence bu endişeleri, “Biz iktidara ortak değiliz, biz muhalefet görevimizi de yürütebiliriz” söylemiyle yönetmeye çalıştı; fakat bunun ittifak içi dinamikleri iyice tahrip edeceği ortaya çıkınca, bugün düzeltme yapma ihtiyacı hissetti. İkisini de ben aynı denklemde görüyorum. Yani bu ikisini de aslında ittifakın birlikte kaybının ürettiği endişeleri yönetmeye yönelik söylemler olarak görüyorum. Yani buradan yola çıkarak kısa vadeli bir şekilde, “MHP ittifaktan ayrılır, AK Parti ittifaktan ayrılır” yargısına varmak kolay değil; ama bir endişenin canlı olarak teşkilatlarda da yaşandığını gösteriyor bu. O teşkilatlardaki canlı endişeyi dindirmeye yönelik bir teskin edici söylem kullanma ihtiyacı hissediyor. Önümüzdeki dönemde de bence gelgitli söylemler görmeye devam edebiliriz. Yani bu her iki parti açısından da kolay yönetilebilir bir düşüş değil. Yani beraber kazandığınız zaman, bunu “millettin bekası, devletin güvenliği” üzerinden savunmak mümkün; ama performans bu kadar kötü gidiyorken, MHP bir taraftan kendisini bu performanstan ayırt etmenin yolarını arayacak, bunun ucunun fazla kaçtığını gördüğünde de tekrar toparlamaya çalışacak. O anlamda ben Bahçeli’nin bu söyleminin MHP tabanında Erdoğan’a yönelik eğilimi güçlendireceği kanaatinde değilim. Tamamen önümüzdeki dönemi yönetmeye yönelik hamleler olarak görüyorum ben bunu.

Ruşen Çakır: Burada, şimdi bütün anketlerde ve kamuoyu araştırmalarında ortak çıkan hususlardan birisi de İYİ Parti’nin bir anlamda istim üzerinde olduğu, en çok çıkış yapan parti olduğu; bir diğer husus da, bütün bu baskı ve engellemelere rağmen HDP’nin oyunu koruduğu, yani %10 barajı gibi –ki barajın inmesi de söz konusu, ama o ayrı– %10 gibi bir derdinin kesinlikle olmadığı iki tane bulgu çıkıyor. Şimdi İYİ Parti meselesine baktığımız zaman, ilk akla gelen tabii ki “MHP’den oy geliyor” diye düşünülebilir — oradan kopmuş bir parti olduğu için. Ama sanki olay biraz daha farklı. AK Parti’den kopanlar daha çok İYİ Parti’ye yöneliyor sanki. Ne dersin? Sizin bulgularınız ne diyor?

Hatem Ete: Doğru. Yani AK Parti senin de bildiğin gibi dindar-muhafazakâr omurga üzerine oturtulmuş merkez sağ bileşenleri, merkez sağ koalisyonu aslında. Yani AK Parti, Millî Görüş ile merkez sağ bakıyesini toplayarak kendi tabanını oluşturmuştu. Şimdi bu 20 yılın sonrasında AK Parti’den ilk uzaklaşan taban da temelde merkez sağ bakıye. Yani dolayısıyla bu merkez sağ bakıye kendisine adres olarak bir yer arıyor. Bu adres Cumhur İttifakı’ndan koparak oluştuğu için, İYİ Parti’nin Millet İttifakı’nda bulunması, İYİ Parti’yi çok elverişli ve uygun bir adres haline getirdi. Yani o anlamda İYİ Parti’nin kuruluş aşamasında başaramadığı merkez sağ parti olma talebi öngörüsü biraz taban üzerinden gerçekleşti bu son birkaç ay içerisinde. Yani yine 2020’nin başından itibaren yavaş yavaş İYİ Parti’nin oyu önce 11, 12, 13’e, bu son birkaç aydır da 15-16 civarına yükseldi gibi gözüküyor. Yani dolayısıyla taban biraz İYİ Parti’yi bir merkez sağ parti hüviyetine kavuşturmaya çalıştı. Fakat ben İYİ Parti’nin bir büyüme potansiyeli gördükten sonraki girişimlerini, doğal seyrinde ilerleyen bu büyümeyi sekteye uğratacak bir yapıda görüyorum. Yani aslında Akşener durduğu yerde durduğu zaman doğal bir adres oluyordu zaten ve o doğal adrese AK Parti’den kopan merkez sağ bakıye her şeye rağmen, hani AK Parti’den kopsa bile CHP’yi bir merkez sol parti olarak görmeye devam ettiği müddetçe İYİ Parti’yi adres görüyordu; fakat İYİ Parti merkez sağ olmayı bir siyaset ve söylem düzeyinde de yürütmeye yönelik bir çabaya girince, ben önümüzdeki dönem kendisine bazı riskler üretmiş olabileceğini düşünüyorum. Yani bu son dönemlerdeki, hem HDP eksenli tartışmaların bu kadar yükseliyor olması, hem işte “Ömer’in adaleti” üzerinden üretilen bu yeni kampanya, bence merkez sağ bileşenlerle AK Parti’nin merkez sağa çaldığı rengi birbirine karıştırmayla ilgili bir kafa karışıklığı doğuruyor. Yani İYİ Parti AK Parti’nin oluşturduğu, dönüştürdüğü merkez sağı kendisine adres görüp siyaset belirliyor; halbuki merkez sağ bakıye Ak Parti’nin durumundan korkup geliyor. Dolayısıyla bence AK Parti öncesi merkez sağ bileşenlerini gözeten bir siyaset geliştirmesi daha doğru olur. AK Parti’nin merkez sağa yaptığı aşı…, biliyorsunuz, yani merkez sağ biraz muğlak birkaç bileşenin esnek bir şekilde birbirine eklemlenmesiyle oluşuyor: Biraz devlet, biraz muhafazakârlık, milliyetçilik, modernleşme, kalkınma, demokratik değerler. Bütün bunların hepsinin bir formülüne ulaşıyor. Bazı liderler dönemin ruhuna uygun olarak bunun bir yönünü öne çıkarıyor; merkez sağ o forma bürünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın merkez sağa yaptığı aşı, dindar ve muhafazakâr rengi devletçilik ve milliyetçilik renginden daha fazla ön plana çıkaran bir aşıydı. Son dönemlerde devletçilik ve milliyetçilik rengi daha fazla yoğunlaştı. Şimdi İYİ Parti kendisine gelen seçmen analizini ne üzerinde yapıyor? AK Parti’nin milliyetçiliği ve devletçiliği daha fazla tahkim ettiği bir tabanın mı kendisine geldiğini düşünüyor, yoksa AK Parti öncesi merkez sağ bileşenlerin birbirine esnek bir yapıyla demokrasi talep eden, kalkınma talep eden, uzlaşma talep eden, modernleşme talep eden merkez sağ formülünü mü öneriyor? Ben sanki bu son dönemki hamlelerinde yanlış bir okuma yaptığını düşünüyorum ve bu büyüme trendini de o anlamda durdurduğunu düşünüyorum; ama araştırmalarla göreceğiz büyüyüp büyümediğini.

Ruşen Çakır: Bu arada tabii şöyle bir husus çok önemli: Özellikle DEVA, yani AKP’den kopanlar, ama özellikle DEVA, Babacan’ın DEVA Partisi’ne, “Merkez sağın yeni bir partisi olabilir mi? Yani bir ANAP olabilir mi?” diye bir beklenti vardı ve ilk başta da çok yoğun bir ilgi vardı; ama bir şekilde, sizin araştırmalarınız da onu gösteriyordur, o trendi bir türlü koruyamadılar ve ilerletemediler sanki. Yani hatta İYİ Partililer’in de bayağı bir tereddüt ettiğini biliyorum, hatırlıyorum. Yani bu DEVA’nın AK Parti’den kopmuş olması iyi bir şey, ama kendilerinin doldurmayı düşündüğü bir alandaki rakip gibi çıkmıştı, ama orada sanki onların bocalamasıyla beraber, İYİ Parti daha da rahatlamış gibi. Katılır mısın?

Hatem Ete: Doğru. Yani en fazla birbiriyle gerilim yaşayacağını öngörebileceğimiz iki parti: DEVA ile İYİ Parti. Çünkü böyle bir siyasal haritada, seçmen profili açısından da üst üste oturuyorlar. Yönelmek istedikleri siyasal alan da aynı siyasal alan. Bugün bu gerilim İYİ Parti tarafını rahatlatma yönünde çözüme kovuştu. Yani o anlamda İYİ Parti, DEVA’nın çok büyümüyor olmasından mutluluk duyuyordur muhtemelen. Fakat ben önümüzdeki bir buçuk yıllık bir süreçte bunun henüz bitmemiş bir yarış olma ihtimalini de göz önünde bulundurmamız gerekir diye düşünüyorum. Yani DEVA eğer bu siyasetini etkili bir şekilde yürütmeye devam ederse, zarar vereceği öncelikli adres İYİ Parti olacaktır yine. Çünkü şu anda AK Parti’den kopan seçmenin yöneldiği yer İYİ Parti, fakat İYİ Parti bu önümüzdeki dönemdeki siyasal tasavvurlarında dediğim yalpalamaları yaşarsa ve DEVA bir performans gösterirse, bu denklem her ikisine de kazandıran bir yapıya kavuşabilir; yani orada DEVA, İYİ Parti’nin rakibi olmaya devam ediyor bence.

Ruşen Çakır: Burada şimdi tabii konuşmadığımız bir husus, CHP var, ki CHP çok ilginç, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu bayağı bir gündem belirlemeye başladı; siyasî suikastlar uyarısı, bürokratlara yönelik yaptığı çıkış, en son helâlleşme meselesi. Mesela helâlleşme başlı başına bütün herkesi… dikkat edilirse bir süredir artık iktidar sözcüleri, iktidarın değişik kanatları, yazarı çizeri medyası ya da Bahçeli’si, Erdoğan’ı, Ömer Çelik’i, artık CHP’ye lâf yetiştirmeye çalışıyor. Yani aksiyoner politikadan reaksiyoner politikaya geçtiler son dönemde özellikle. Bu son helâlleşme meselesi başlı başına bunu gösteriyor bence. Mesela Sabah gazetesine bakıyorum: Hani çok rahatsız olunmuş, belli, ama bu konuyu ele alan, “Bu mümkün mü? Nasıl mümkün?”ü mecburen ele alan yazılar yazılıyor. Eskisi gibi, hani “Ya bu bir şey söylemiş, kim bunu ciddiye alır?” yaklaşımı yerine, “Böyle diyor, ama yapamaz”, bunu kanıtlamaya çalışıyor. Yani bir anlamda inisiyatifi muhalefet, özellikle CHP ve özellikle Kılıçdaroğlu almış gibi. Tabii burada ilkin buna katılıyor musun? İkinci olarak da: Bütün bunlara rağmen CHP’nin oy oranı neredeyse stabil duruyor, öyle değil mi? Son seçimlerde aldığı oy %25 gibi rakamın etrafında dönüyor. Yani çok ilginç bir şey var: CHP, Kılıçdaroğlu gündemi belirliyor belki, ama kendisinin değil muhalefetin oyunu artırıyor.

Hatem Ete: Doğru, yani bu son dediğinden başlayarak başa döneyim: Türkiye’de toplumun temel parametreleri var; yani o sosyolojik dinamikler siyasetin gidişatını da etkiliyor, belirliyor :CHP’nin bir merkez sol parti olması, tarihsel birikimi, liderlik kadrosunun ürettiği siyasetten bağımsız olarak, ürettiği siyasal performanstan bağımsız olarak bir dezavantaj yaşıyor. Benzer bir dezavantajı hatırlarsan bir yıldır Gelecek ve DEVA üzerinden yaşıyoruz. Yani siyaset üreten, aktif bir siyaset üreten AK Parti’nin o sert duvarlarını esneten bir siyaset üretmelerine rağmen, gelen oylar öncelikle İYİ Parti’ye yöneldi. Şimdi burada da CHP aslında etkili bir siyasî performans gösteriyor bence. Bu toplumsal bariyerlerin kolay kırılacağını beklemiyorum ben. Yani bunu ısrarla bir siyasetle sürdürdükçe, yavaş yavaş esnetecektir bu sosyolojik önyargıları, sosyolojik bariyerleri. Yani o anlamda bence çok etkili, yani istikrarla sürdürürse eğer, sonuç alacağı bir yola girdi CHP. Yani on yıllık Kılıçdaroğlu döneminin en etkili dönemini yaşıyoruz bence. Yani genel başkan olduğu günden bu yana dönem dönem böyle performansını artırdı, kadroyu dönüştürdü. Mesela Adalet Yürüyüşü, en son bu ittifak formülü ile çok şeyler yaptı; ama ilk defa bir siyaset değiştirme cesareti gösteriyor. Ben son bir buçuk aylık süre içerisinde bunun iki önemli yönü olduğunu düşünüyorum. Birincisi, HDP ile ilgili söylediği cümle; ikincisi, yurtdışına, yani Suriye ve Irak’a yönelik askerî tezkereye “Hayır” demesi. Bu ikisi çok önemli bir hamleydi. Yani CHP’nin bugüne kadar cesaret etmediği bir alanda siyaset yapma iradesi ortaya koyan şeylerdir. Çünkü hep eleştiriyorduk: “Cumhur İttifakı temel duvarlarını, sınırları çiziyor, muhalefet de onun içinde hareket ediyor” diyorduk. Kılıçdaroğlu bu oy değişiminin getirdiği özgüvenle, bu iktidarın yönetim performansının düzelmediğini, iktidarın siyaset üretmediğini gördükçe, o eleştirilerinin gereğini yapmaya başladı diye görüyorum ve bir siyaset yaptı. O siyasetin ilk hamlesini bu milliyetçi, devletçi alana yönelik yaptı; o da çok radikal bir adımdı ve gerisini de getirdi. Yani HDP üzerinden yapılan, Gara Operasyonu’na itiraz, başarısız bir operasyon üzerinden yapılması kolay bir itirazdı; ama tezkereye “Hayır” demek, o anlamda bu siyasî çizgisinde sebat edeceğinin bir işareti oldu — bu bir. İkincisi: Bununla ilişkili olarak da bu hafta sonu yaptığı helâlleşme açıklaması. Katılıyorum, yani bu yolda devam ederse, iktidara alternatif yeni bir siyasal alan üretme, yeni bir siyasal dil üretme meselesinde hep eleştirdiğimiz CHP, ilk defa, ön açıcı bir yol üstlenecek. Çünkü bu yolu hâlâ İYİ Parti’de göremiyoruz bence. Yani İYİ Parti, yine iktidarın oluşturduğu siyasal sınırlar içerisinde, biraz daha az kutuplaştırıcı, daha fazla rasyonel, daha demokratik, daha liyâkate önem verecek bir şeyler vadediyor. Ama ayrı bir siyasal alan önermiyor, ayrı bir siyasal zemin önermiyor. CHP de önermiyordu bugüne kadar. Fakat bu son iki aydaki bu iki hamlesi yeni bir siyasal alan inşa etmeye yönelik bir irade ortaya koyuyor. Bunu sürdürebilirse, ben biraz önceki sorunla ilişkili olarak bu istikrar cezbederse eğer, devam ederse bu, o zaman o toplumsal bariyerlerin esnemesini daha rahat görebiliriz diye düşünüyorum. Yani toplumun CHP siyasetine yönelik önyargıları zayıflayabilir önümüzdeki dönemde.

Ruşen Çakır: Burada senin yazının başlığını oluşturan “eşik” meselesine kolaylıkla gelebiliriz. Diyorsun ki — çok önemli: Şimdi insanlar iktidarın değişebileceğini gördü ve değişeceğini görüyor, artık bir devir kapanıyor. Ama bununla yetinmeyecekler, ilk başta iktidarın değişmesini istiyorlar, şimdi değişeceğini görüyorlar, şimdi bakacaklar yeni iktidarın yedeklerine, becerilerine, vaatlerine bakmaya başlayacaklar. Şimdi yeni bir dönem başlıyor aslında: Eşik. Şimdi bu anlamda demin söylediğin Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışları aslında Kılıçdaroğlu’nun o eşiği CHP adına ve kendisi adına aşmakta olduğunu gösteriyor sanki. Yani bu olumlu karşılanır, karşılanmaz ayrı, ama bir gayret var. Diyorsun ki –ki ben de katılıyorum–, İYİ Parti aslında çok fazla bir şey yapmıyor, çok fazla bir şey vâdetmiyor, sokağa çıkıyor, Meral Akşener’i ortaya çıkartıyor ve bir tür istikrar vâdediyor, ama detaylandırmıyor — bugün itibariyle en azından böyle. Ama CHP’de gerçekten bir gayret var, yanılıyor muyum?

Hatem Ete: Doğru.

Ruşen Çakır: Ve bu eşiği aşabilir mi bu tür şeylerle? Artık insanlar CHP’ye ve genel olarak muhalefete, “Tamam, Erdoğan gidiyor, yerine gelecekler hakikaten Türkiye’yi restore edecek, Türkiye’yi tekrar hukuk devletine kavuşturacak, ekonomiyi düzeltecek” diyebilecekler mi?

Hatem Ete: Mümkün. Yani bu tek başına CHP’nin başarabileceği bir şey değil bence. Bunu bir ittifak olarak, bir ittifakın gündemine dönüştürdükleri müddetçe, bu algıyı üretme ihtiyaçları var — toplum bunu soracak. Benim kanaatim şu: Son üç dört aylık, bu eşik dediğim, kırılır dediğim mesele, tamamen iktidarın değişme algısı, beklentisi üzerine yaşanıyor; yani iktidarın performansı azaldıkça, düştükçe, toplumda bu iktidar değişimi duygusu ön plana çıkıyor. Aslında muhalefet bu duygunun muhatabı olmak üzere proaktif çok ciddi şeyler yapmadı. Evet, yani bir arada durarak bunu yapmayı başardı, her ihtimale karşı iktidarın bütün savlarını savuşturup birlikteliğini muhafaza etti falan; ama bu aslında iktidardan kaçmanın zorunlu adresi olmaları dolayısıyla elde ettikleri bir başarı. Fakat seçimlere 18 ay var daha. İki ihtimal var. Yani iktidar, yirmi yıllık bu iktidar döneminin kolaylıkla elinden kaçmasını izleyecek değil muhtemelen; yani buna yönelik hamleler yapacak. O hamleleri yapmaya başladığı zaman, iktidarın değiştiği duygusunu zayıflatabilir. Zayıflatırsa, o zaman, “Kimin siyaset önerisi var?”a dönebilir mesela — bu bir. İki: Velev ki iktidar hiç kılını kıpırdatmadı ve adım adım bugünkü siyasetini sürdürmeye devam etti; seçimlere yaklaştıkça, yani millet her şeye rağmen, “Erdoğan kalsın mı gitsin mi?”yi oynamayacaktır millet; iki aktör arasında seçimde bulunacak. Seçimler çok tercihli seçimler; yani referandumlardan farklı. Muhalefet istediği kadar bu algıyı üretmeye çalışsın, en nihayetinde seçimden sonraki gün ne olacağına dâir bir vaatte bulunma zorunluluğunda. O nedenle ben CHP’nin bugünden başlattığı bu hamleleri buna yönelik güzel hazırlıklar olarak görüyorum. Eğer bu hazırlıklar muhalefetin diğer aktörleri tarafından da desteklenip bir siyaset tarzına dönüşebilirse, o zaman iktidar talebi siyaset talebiyle de desteklenmiş olacak ve iktidar siyaset yapmaya karar verse bile bu oyları geri kazanmada zorlanacak. Çünkü ortada bir siyaset önerisi olmuş olacak artık. Yani her halükârda burada bugün yarın bir sonuç alınmasa bile, ben CHP’nin ilerlediği bu yolun hem kendisi açısından hem de muhalefetin blok olarak üreteceği algı açısından etkili hamleler olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bu yayının başlığını senin bir ara başlığından aldım, biliyorsun: “İktidar mı kaybediyor, yoksa muhalefet mi kazanıyor?” Benim uzun zamandır söylediğim bir şey var: “Erdoğan kaybetti, ama Türkiye kazananını arıyor, bekliyor” diye. Şimdi burada artık bu soruyu sormaya başlayabiliyoruz. Senin “eşik” diye tarif ettiğin şey de tam buna denk geliyor aslında. Tamam, biri kaybediyor, ama öteki taraf kazanıyor mu? Kazanabileceği, sadece seçim kazanmak değil Türkiye’yi kazanmak aslında, öyle değil mi? Seçimi belki kazanacak, ama onun ötesinde hakikaten bir şeyler yapabilecek mi? Sanki o eşik artık geçilmiş, ya da daha doğrusu eşik geçilmiş denince süreç bitmiş gibi gözüküyor. Ama artık kazananın belli olmakta olduğu sürece girdik sanki, ne dersin?

Hatem Ete: Yani bugünün donmuş fotoğrafı bu. Eğer bugünün fotoğrafını dondurursak, iktidarın kaybetme süreci böyle çok keskin bir yere geldi; muhalefet de kazanmaya her geçen gün daha fazla yaklaşıyor. Fakat tam da senin dediğin şey: İktidarın kaybı, seçim sonuçları üzerine spekülasyon yapmamıza yetmez; seçim psikolojisi kazananın da belli olmasını gerektiren bir psikoloji. O nedenle önümüzdeki dönem, bu eşiğin nasıl doldurulacağına göre şekillenecek. Burada mesela sadece kimin aday olacağı meselesi değil. Ben Türkiye siyasetinde liderin kim olduğu meselesinin önemini küçümsemiyorum, ama bütün hikâye kazanmıyor. Muhalefet kazansa bile Türkiye kazanmayacak böyle devam ederse. Çünkü 15 Temmuz sonrası o kritik psikolojisi siyaseti esir almış vaziyette. Evet, muhalefet iktidarın bu beka endişesi üzerine bina ettiği, güvenliği çok yanlış politikalarla yürütmesinden dolayı kazanıyor; ama o da aynısını sürdürmeyi vâdediyor bugün. Yani bunun yerine yeni bir siyaset üretmiş değil, ortaya koymuş değil. Dolayısıyla yeni bir şey var aslında: İktidar, evet, bugün kaybediyor gözüküyor; ama önümüzdeki 18 ayda muhalefet eğer kazanmayı hak etmezse, bu kazancı riske girebilir, iktidar tekrar kazanabilir — eğer kazanan belli olmazsa. İkincisi, iktidar bir şey yapmasa ve muhalefet bu kadar rahat bir şekilde kazansa bile, Türkiye kazanmış olmayacak. O nedenle ben önümüzdeki dönemde bir 18 aylık sürecin siyasetin performansıyla şekilleneceğini düşünüyorum. Şimdi Kılıçdaroğlu erken ön aldı ve avantajı üstleniyor şu anda, siyasetin inisiyatifini aldı. Bu, iktidarı da harekete geçirebilir, muhalefetin diğer bileşenlerini de harekete geçirebilir. Yani o anlamda İYİ Parti kendisi için siyaset yapmayı bir gereklilik olarak görmüyor CHP kadar. Çünkü bugüne kadar aslında sokakta etkili bir iktidara muhalefet yaparak, eleştiri yaparak kazanacağını gördü; bunu değiştirmese de oylarını artırdığını fark ediyor, ama siyaset ihtiyacı CHP’de var. Şimdi CHP bu siyaset ihtiyacını eğer ittifakın ortak sorunu haline getirebilirse, mesela parlamenter sistemle ilgili yürütülen çalışmalar bunun bir ayağı, buna eğer başka unsurlar da eklenirse, önümüzdeki dönemlerde, kaybedenin belli olduğu, kazananın da belli olduğu bir yapıya doğru evrilebilir.

Ruşen Çakır: Peki, birkaç tane daha soru sormak istiyorum. Üçüncü ittifak önermesi var biliyorsun, DEVA’yı, Gelecek’i ve Sadet Partisi’ni kapsayan; hatta bir ara buna İYİ Parti’yi de katma düşüncesi vardı, ama İYİ Parti anladığım kadarıyla CHP ile beraber hareket etmenin kendisi için çok avantajlı olduğunu düşünüyor — ki bence akıllıca bir durum. Ama geri kalan partilerin birlikte bir ittifak yapma ihtimalinin gerçekten bir anlamı var mı? Bir şeyleri onların lehine değiştirebilir mi?

Hatem Ete: Değiştirme potansiyeli var bence; çünkü DEVA’nın da Gelecek’in de en önemli gerilimi, Saadet’in Millet İttifakı’nın parçası olduğunda oylarını artıramamış olması gerçeği var. Dolayısıyla şöyle bir okuma yapılıyor: Her şeye rağmen merkez sağ kitle ya da AK Parti kitlesi CHP’nin yanına yerleşmiş bir partiyi kolay kolay desteklemez, Saadet bunun örneğini ortaya koyuyor. Şimdi bu kısmen doğru bir analiz; çünkü o zaman iktidar çok güçlüydü. İktidarın zayıfladığı bir anda yine de Millet İttifakı’nın yanına yerleşmiş partilere seçmen aynı gözle bakar mı bakmaz mı belli değil, bunu bilmiyoruz. İkincisi, şu anda birbirinden ayrı durmaları topluma bir güven vermiyor, toplum bir güçlü adres olarak görmediği için de onlara yönelmek yerine daha güçlü bir adres olarak gördüğü İYİ Parti’ye yöneliyor. Dolayısıyla bir güçlenme ihtiyacı içerisindeler, güçlerini birleştirme ihtiyacı içindeler. Burada tercihi şu çerçevede yapacaklar bence: Yani önümüzdeki üç beş ay, diyelim ki seçime son bir yıl kalaya kadar, kendi başlarına oylarını %5’e vardırabiliyorlar mı vardırmıyorlar mı? Eğer %5’e, %7’e yürüme ihtimali görürlerse, bir araya geme formülü zayıflar; çünkü o zaman kendi başlarına %5, %7’yi oluşturuyorlar ve bununla beraber daha güçlü bir ittifakın yanında durmak onlara daha fazla kazandıracaktır. Fakat bu %2-%3 bandında durmaya devam ederlerse, “Biz bir araya gelelim” duygusu, “Muhalefetin yanına yerleşelim” duygusuna galebe çalabilir diye düşünüyorum. Yani önümüzdeki dönemin büyüme marjlarına bağlı aslında.

Ruşen Çakır: Demin sözünü ettin bir anlamda, ama tekrar bunu bir soru olarak sorayım: Muhalefetin adayının kim olacağı meselesi eninde sonunda çok da önemli olacak ve anladığım kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu son çıkışlarının adaylıkla da doğrudan bir bağlantısı var. Katılıyor musun? Kemal Kılıçdaroğlu anladığım kadarıyla olmak istiyor ve bu gidişle de sanki olacakmış gibi. Sen ne hissediyorsun, ne düşünüyorsun?

Hatem Ete: Şimdi, altı yedi ay önce bu meseleler gündeme geldiğinde ben şöyle düşünüyordum: Kemal Kılıçdaroğlu doğru bir hamle yaptı, çünkü Akşener muhalefetin en güçlü cumhurbaşkanı adayı olarak gözüküyor, dolayısıyla CHP Genel Başkanı olarak geride kalıyor. İkincisi, CHP’nin içerisinde iki büyükşehir belediye başkanı çok güçleniyor, aday olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla hem parti içini daha iyi yönetebilmek için, hem ittifakı daha iyi yönetebilmek için, kendi adaylığını ön plana çıkardı ve ikisini de dengeledi. Fakat şimdi gözüken o ki: Şimdi Akşener çekildi, dolayısıyla ilk ihtimal biraz zayıfladı. İkincisi, ısrarla iki büyükşehir belediye başkanının aday olmaması gerektiğini dillendiriyor ve buna rağmen kendi adaylığı üzerinde ısrar ediyor. Yani bu son yaptığı dört beş dakikalık videolarla sürekli “Bben şunu yapacağım, ben bunu yapacağım” diye bir söylem kullanıyor aslında, “benim iktidarımda” ve benzeri. Dolayısıyla hani kendisi de aday olmak istiyor, aday olmayı düşünüyor duygusu ağırlık kazanıyor. Benim kişisel kanaatim, Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığı üzerinde durmasının bugün itibariyle daha az ihtimal olduğu yönünde. Fakat bu helâlleşme, siyaset üretme meseleleriyle eğer bugüne kadarki “Ben aday olmayacağım, moderatör olacağım” duygusunu unutturup, güçlü bir lider olarak önümüzdeki 1-1,5 yıl içerisinde kamuoyunda gözükmeye devam ederse, o zaman bakmak gerekir. Ama bugünkü fotoğrafta, ben bütün bu hamlelere rağmen Kılıçdaroğlu’nun kimi aday belirleyeceğinin inisiyatifini elinde tutma yönünün daha ağır olduğunu düşünüyorum. Son birkaç ay kala bakacaktır diye düşünüyorum, yani “Kimin aday olması daha iyi?” diye. Kaldı ki kamuoyu araştırmalarında da siyasîlerin açıklamaları toplumun algısını çok etkilemiyor. Yani istediği kadar “Büyükşehir belediye başkanları aday olmasın” gibi açıklamalar yapsın liderler; yine ilk iki sırayı iki büyükşehir belediye başkanları alıyor. Akşener “Ben aday değilim” demiş olmasına rağmen üçüncü sırada yer alıyor. Kılıçdaroğlu, son beş altı aydır adaylığı üzerinde bir algı üretmesine rağmen, bu toplum tarafından henüz satın alınmış gözükmüyor. Dolayısıyla karar verenler siyasî elitler olacak; fakat o liderlere oy verecek olan da, adaylara oy verecek olan da toplum olacak. En nihayetinde “Toplum kimi istiyor?” meselesi liderlerin gündemine geldiğinde, bence kimin ne istediğinden bağımsız olarak, “Kim kazanacak?” diye bakılacak. O anlamda ben bugünkü açıklamaları önümüzdeki süreci yönetilebilir kılmaya yönelik hamleler olarak okuyorum, nihaî karar olarak okumuyorum.

Ruşen Çakır: Evet Hatem, çok sağ ol, güzel bir söyleşi oldu, teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler. Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Hatem Ete ile “Muhalefet mi kazanıyor, iktidar mı kaybediyor?” sorusunun cevabını aradık. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, sizlere de bizi dinlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.