Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (67): Rusya-Ukrayna savaşından çıkarılması gereken dersler

Rusya’nın saldırısıyla başlayıp gelişen savaş, yarattığı acılar, yıkım ve insanî dramlar ile birlikte pek çok konuda alınması gereken dersler de içeriyor. 

Bunlardan ilki uluslararası hukukla ilgili. Ukrayna savaşından bu bağlamda çıkarılması gereken ilk ders, uluslararası hukukun etkililiğinin artırılması gerektiğidir. Yüzlerce yıla yayılan bir birikimin ürünü olan uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler’in kuruluşuyla birlikte, “saldırı savaşı”nı kesin olarak yasaklamaktadır. Buna karşılık devletler, farklı yöntemler kullanarak, görünüşte  doğrudan “saldırı” olarak nitelendirilemeyecek tarzda kuvvet kullanma yoluna başvurabiliyorlar. Bu yöntemler arasında BM Güvenlik Konseyi’nden “müdahale kararı” çıkarmak (1991 Körfez Krizi), “egemen devletin çağrısı üzerine harekete geçmek” (2011 Suriye), “terörle mücadele kapsamında sınır ötesi operasyon” (Türkiye) gibi örnekler akla gelebilir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ise, bu gibi yöntemlerin de dışında, doğrudan bir saldırı savaşı olarak târihe geçiyor. Rusya, bu saldırısını iki ana gerekçeyle haklı göstermek istiyor: Birincisi, Ukrayna’nın müstakbel NATO ve AB üyeliği ile birlikte NATO’nun Rusya sınırlarına iyice yerleşmesinin yaratacağı “ulusal güvenlik tehdidi”. İkincisi de, Ukrayna’da iktidarın “ırkçı” (Neo-Nazilerin) elinde olduğu, bu nedenle de Ukrayna’daki Rusların maruz bırakıldıkları baskılar ve yok edilme tehdidi. Bir bütün olarak ele aldığımızda, buradan çıkaracağımız ilk ders, hangi gerçek veya fiktif sebeble olursa olsun, “saldırı savaşı” ile ilgili yasağın etkili bir biçimde uygulanmasının mutlaka sağlanması gerektiğidir. Uluslararası hukukun ciddîye alınmaması gerektiğini düşünen otoriter, popülist, neo-faşist gibi sıfatlarla niteleyebileceğimiz siyaset tarzlarının prim yapar gibi göründüğü günümüzde, bu etkililiğin dünya barışı açısından büyük önemi vardır. Bunun için de, uluslararası hukukun etkili bir biçimde uygulanabileceği bir mekanizmayı düşünmek gerekmektedir. Bu mekanizmanın ilk ayağında BM Güvenlik Konseyi’nin ve genel olarak BM’in yapısının yeniden kurulması sorunu yatmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın galiplerine göre örgütlenmiş bu yapı, bugünün dünyasına uygun düşmemektedir.

Ukrayna’dan almamız gereken ikinci ders, savaşın önlenmesi için dünya üzerindeki adına “devlet” denilen siyasî yapıların tümüyle demokratikleştirilmelerinin gerektiğidir. Kant’ın 1795’te yazdığı gibi, kalıcı bir barışın mutlak şartlarından biri, ülkelerin anayasal düzenlerinin “cumhuriyetçi”, yâni demokratik olmalarıdır. Çağımızda bu demokrasi şartının uluslararası politikaya ve dolayısıyla uluslararası hukuka kalıcı bir barış düzenini mümkün kılma yönünde yapacağı katkı iki yönlüdür. Bir kere, kendi düzenini demokratik olarak inşâ etmiş olan bir devletin “saldırı savaşı”na girişme kararını alması ve uygulaması, otoriter (veya otokratik) yönetimlere göre çok ama çok daha zor olacaktır. İkinci olarak, kendi düzenini demokrasinin değerlerine ve ilkelerine göre inşâ eden bir devlet, aynı zamanda, kendi içinde ayrımcı, ırkçı, baskıcı politikalar uygulamaktan da kaçınacak veya bu tür uygulamaları gerçekleştiremeyecektir. Bu açıdan, sâdece dünyanın gâyet gelişmiş ve ileri özgürlük düzeylerine sâhip olduğu düşünülen memleketlerinde bile varolduğunu bildiğimiz ve bugün hem Ukrayna’da hem de Avrupa genelinde beliren her türden ırkçılık ve ayrımcılık da engellenebilecektir. 

Son olarak belirtmek gerekir ki, Ukrayna hâdisesi bize Sovyetler Birliği’nin 1991’deki dağılışından 30 küsur yıl sonra yeniden, Soğuk Savaş dönemine özgü ama ondan farklı iki kutuplu dünya düzenine geçişin olabilirliğini de düşündürtmektedir. Bu, Sovyetler Birliği’nin hâkimiyet alanını sâhiplenme eğilimiyle davrandığı açık olan Rusya’nın buna gücü yeterse olabilecek bir şeydir. Ancak, böyle bir gelişme, barış yerine savaşı kalıcılaştıracaktır. Hedefimiz, savaşı insanlık gündeminden düşürecek bir “ebedî barış” ise, bunun olabilirliği için kozmopolit bir dünya federasyonunu tasavvur etmek zorundayız. Tabiî, hiç kuşkusuz, böyle bir hedef için kapitalist küreselleşmenin de tasfiyesi gereklidir. Böyle bir tasfiye yönünde güçlü emâreler olup olmadığı ise, ayrı bir tartışma konusudur.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.