Önümüzdeki Cumhurbaşkanı ve TBMM seçimlerinin bir iktidar değişimine sahne olması ihtimâli kuvvetleniyor. Bunun en önemli göstergelerinden biri, Cumhur İttifakı’nı oluşturan AKP ile MHP’nin ortak çabasıyla Meclis’e sunulan ve önümüzdeki günlerde yasalaşması beklenen seçim ve siyasî partiler kanunlarındaki değişiklikler. Sorumuz şu: Acaba bu mevzuat değişiklikleri iktidarın ömrünü uzatmak için yeterli olacak mı?
Önce, değişikliklerin neler getireceğini hatırlayalım. (1) Yüzde 10’luk ülke barajı, yüzde 7’ye indirilecek. (2) İttifaklara mensup partiler, ittifak oylarına göre değil, kendi oylarına göre hesaplanacak sayıda milletvekili çıkarabilecek. (3) İl ve ilçe seçim kurullarında başkan, en kıdemli hâkim yerine 1. sınıf hâkimler arasından çekilecek kur’a ile belirlenecek. (4) Sandık kurullarındaki siyasî parti temsilcilerinin farklı partilere mensup olmaları durumunda kişinin rızası alınacak. (5) Cumhurbaşkanı, seçim yasaklarından muaf tutulacak.
Bu değişikliklerin mevcut iktidara seçimlerde bir avantaj sağlaması hangi şartlarda mümkün olabilir? Her şeyden önce, ülke barajının %7’ye indirilmesinin, kamu oyu yoklamalarına göre oyları %7 ile %10 arasında bir yerde tahmin edilen MHP dışındaki partiler için pek bir anlamı yoktur. %7 oranının “temsil adâleti” açısından da bir değer taşımadığı açıktır. Kanımca hayli âfâkî bir iddiaya göre, bu değişiklikler ile HDP’nin oylarının azalması umulmaktadır. İkinci değişiklikle özellikle muhalif ittifak bileşenlerinde anlaşmazlık çıkması ve çatlamalar yaratılması amaçlanmakta ise, bu da yasa değişikliğinin kendiliğinden ortaya çıkarabileceği bir sonuç değildir. Önerilen değişikliklerden en çarpıcı olanı, il ve ilçe seçim kurulları başkanlarının en kıdemli hâkim yerine kur’a usûlüyle belirlenecek olmasıdır. Bu, hâkim güvencesinin ve buna sıkı sıkıya bağlı olan bağımsız ve tarafsız yargı kurumunun iyice yıpratılmış olduğunu yakından gözlemlediğimiz bir siyasî ortamda, seçimdeki oy sayım ve döküm işlemlerine ilk evreden başlayarak iktidar yanlısı bir müdahalenin plânlandığı şüphesini doğurmaktadır. Bu şüphenin, geride bıraktığımız 2014-2019 arasındaki tecrübeler karşısında, hiç de yersiz olmadığı anlaşılmaktadır. Eklemek gerekir ki, dördüncü büyük değişiklik olarak sandık başlarındaki siyasî parti temsilcilerinin belirlenmesiyle ilgili önerilen “kişinin rızası” şartı da anılan şüpheyi pekiştirici bir ek unsurdur. En nihâyet, hem seçimlerin âdil bir yarışma ortamında yapılmasını engelleyici, hem de en temel Anayasa ve evrensel hukuk ilkesi olan “hiçbir kişiye, gruba, zümreye imtiyaz tanınamaz” ilkesinin açıkça çiğnenmesi anlamına gelen, “Cumhurbaşkanı’nın seçim yasaklarından muaf tutulması” önerisi, Cumhur İttifakı’nın demokratik hukuk düzenini tahrip etmekte nerelere kadar uzanabileceğini açıkça gösteren bir kanıt niteliğindedir.
Bütün bu girişimlere rağmen, mevcut iktidarın ömrü uzatılabilecek midir? Bu soruyu, yukarıdaki değişikliklerin ışığında ve mevcut siyasî partiler ve ittifaklar bağlamında cevaplandırmak istediğimizde, şu iki noktanın altını çizmemiz gerekmektedir. Birincisi, Erdoğan liderliğindeki AKP’nin 7 Haziran 2015’te kaybettiği tek başına iktidar imkânını, MHP desteğiyle ve olağanüstü hâl uygulamalarıyla geçilen yeni anayasal düzene bağlı olarak devam ettirebildiği gerçeğini unutmamız gerektiğidir. İkincisi de, Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının 2015’e kadarki “tek başına iktidar” başarısı, Türkiye genelinde %65’in üzerindeki “milliyetçi, muhafazakâr” oyları büyük ölçüde kendi çatısı altında toplayabilmesinin bir sonucudur ve son dönemde bu çatının artık ortada olmadığı gözlenmektedir. Dolayısıyla, kanun ve diğer mevzuat değişikliklerine rağmen, Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki siyasî hayatı, aslında hep olduğu gibi, bugünkü adı “ittifak” olan çok partili koalisyon iktidarlarına yol açacak gibi görünmektedir. Tabiî “ne pahasına olursa olsun, ama mutlaka tek adam iktidarı olsun” diye demokrasi dışı bir zorlama olmazsa…
Levent Köker, Hukuk ve Demokrasi’de yorumladı: