Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (71): 1961 Anayasası, Türkiye’nin en demokratik anayasası mı?

Altı muhalefet partisinin üzerinde mutabakata vardığı “güçlendirilmiş parlâmenter sistem” ile ilgili açıklamada önemli bir vurgu vardı. Buna göre, yeni bir sistem öneriliyor, geçmişe dönülmüyordu. Bununla birlikte, yine aynı açıklamada geçmiş anayasalara da göndermeler yapılmış ve 1921 Anayasası’ndan olumlu anlamda “kapsayıcı” niteliği öne çıkarılarak söz edilirken, 1961 Anayasası “dar kalıpları” ve (1982 ile birlikte) “vesâyet” kavramı aracılığıyla, hayli olumsuz denebilecek bir tarzda anılmıştı. Geçtiğimiz günlerde, basın yayın organlarında gündeme getirilen başka görüşler ise, bu değerlendirmelerin aksine, 1961 Anayasası’nın Türkiye târihindeki “en demokratik anayasa” olduğunu ileri sürdüler. Bu, aslında hem akademik camiada, hem de akademik olmayan tartışmalarda genel olarak kabûl gören bir değerlendirme. Hem kuvvetler ayrılığı, özellikle yargı bağımsızlığı ve Anayasa yargısı, hem de temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvenceleri ile birlikte değerlendirildiğinde, 1961 Anayasası’nın Türkiye târihinin en demokratik anayasası olduğu tezi haklı gibi görünmektedir. Bunlara, yine 1961 Anayasası’nın getirdiği Cumhuriyet Senatosu kurumunu, siyasî partilerin tabandan örgütlenmelerine imkân veren “ocak bucak teşkilâtı kurma” imkânını, toplumsal örgütlerin, özellikle de emekçi sınıfların siyâsete örgütlü katılımlarını mümkün kılmasını eklediğimizde, 1961 Anayasası’nın gerçekten demokratik anlamda ileri/ilerici bir anayasa olduğu tezi kuvvetlenmektedir. Dahası, 12 Mart 1971 askeri müdahalesiyle ülkenin başına bir “balyoz” gibi inmiş olan otoriter yönetimin bu anayasayı “lüks” olarak niteleyip, bir dizi değişik getirmesi de, 1961 Anayasası’nın demokratik niteliğinin kanıtı olarak anlaşılabilir: 1961 Anayasası o kadar demokratikti ki, otoriter hattâ faşizan güçler ona tahammül edemediler ve 10 yıl sonra, değiştirip, bugün içinde debelendiğimiz 1982 Anayasası’nın habercisi niteliğinde olan baskıcı unsurları anayasaya yerleştirdiler. Bunlar arasında, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, yargı bağımsızlığının törpülenmesi, askerî bürokrasiye tanınan ayrıcalıkların genişletilmesi gibi pek çok unsur sayılabilir. 

Burada ilginç bir nokta da şudur: 1961 Anayasası’nın getirdiği yargı bağımsızlığı, özgürlükler düzeni gibi hususların “bizim için lüks” olduğu değerlendirmesinde bulunan 12 Mart müdahalesinin, yine bu anayasadan şikâyetçi olan bir hükûmete karşı yapılmış olmasıdır. Hatırlanacağı üzere, 27 Mayıs darbesinden sonra, 1965 ve 1969 seçimlerinde tek başına iktidara gelen Adalet Partisi ve lideri Süleyman Demirel, “bu anayasa ile devlet yönetilmez” çıkışıyla ünlüydü ve şikâyetlerinin hedefinde, “çoğunlukçu demokrasi” anlayışının önünde bir engel olarak gördükleri denetim mekanizmaları yer alıyordu. 1971 müdahalesi, bu anlamda çoğunlukçu demokrasi anlayışının önünü açmadığı gibi, 1961’de getirilen özgürlükler düzeniyle birlikte siyasî süreçleri de askerî-sivil bürokratik kontrol altına alma imkânlarını genişletti. Bu da, yine 1961 Anayasası’nın “demokratik” niteliğine kanıt olarak görülebilir. 

Buna karşılık, 1961 Anayasası, Anayasa metninden sayılan Başlangıç metninde “Türk milliyetçiliği”nden ilham alındığını vurgulaması, askerî bürokrasinin demokratik siyaset üzerindeki kontrolünü sağlamaya yönelik Millî Güvenlik Kurulu’nun yanı sıra ayrı bir askerî yargı düzeni kurması ve “halk korkusu”nun ürünü olarak görülen Cumhuriyet Senatosu ile birlikte düşünüldüğünde, sonradan fazlaca âşinâ olduğumuz terimle “vesâyetçi” diye nitelendirilmeye kapı açan bir anayasaydı. Bugün, Türkiye’nin geleceğinde demokratik bir cumhuriyet inşâ etmek isteniyorsa, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ve demokratik yönleriyle, bu yönlerini zaman zaman anlamsız kılacak ölçüde törpüleyen özelliklerinin birlikte ve bugünün sorunları üzerinden değerlendirilmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında, “altılı mutabakat”ın yakınığı “dar kalıplar” üzerinde durmak gerektiği gibi, “en demokratik anayasa 1961 Anayasası” yaklaşımının dayanaklarını da sorgulamak gerekmektedir. Burada da temel noktalar “millî/milliyetçi devlet”, yargı bağımsızlığı ve senato kurumunun anlamıdır. 

Levent Köker, Hukuk ve Demokrasi’de yorumladı:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.