Ruşen Çakır & Ateş İlyas Başsoy tartışıyor: Altılı masa nasıl heyecan yaratabilir?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, 24 Nisan’da Ankara’da üçüncü kez bir araya gelecek. Ruşen Çakır ve siyasal iletişimci Ateş İlyas Başsoy altı muhalefet partisinin seçmen nezdinde yarattığı etkiyi değerlendirdi. Çakır ve Başsoy, “Altılı masa neden heyecan yaratmıyor?” ve “Nasıl yaratabilir?” sorularına yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi akşamlar. Konuğum siyasal iletişimci Ateş İlyas Başsoy. Kendisiyle çok net bir soruyu, “Altılı masa nasıl heyecan verir?” sorusunu değerlendireceğiz. Hoşgeldin Ateş.

Ateş İlyas Başsoy: Hoşbuldum.

Ruşen Çakır: Soruyu sordum, ama senin de bu altılı masanın heyecan vermediğini düşündüğünü varsayıyorum. Yoksa beni tekzip edeceksen, yayına başlamadan bitirelim. 

Ateş İlyas Başsoy: Hayır. Ben buraya gelirken yolda Gazapizm’in “Bu hayatın heyecanı meyecanı yok” şarkısını dinleyerek geldim. Son dönemde “altılı ittifak” kavramı çıktı. Ben de orada bir heyecan göremiyorum. Heyecan potansiyeli var. Çok fazla artıları, işe yarayacak olumlu cevherler var diyeyim. Ama sonuçta bu cevherlerden şu âna kadar bir yemek pişmedi. İnsanlarda heyecan uyandıracak bir dalga yaratılmadı. 

Ruşen Çakır: Seni ilk, 2009 seçiminde CHP adayının Antalya başarısına attığın imzayla biliyorum. Son yerel seçimde de çok etkili bir şekilde görev aldın. En büyük başarı o. 2019 yerel seçiminde, Ekrem İmamoğlu gibi, kamuoyunun pek fazla tanımadığı bir isim vardı. Adana’da, Mersin’de ilçe belediye başkanları vardı ve CHP çok büyük bir başarı kazandı. İzmir ve Ankara’yı ayrı tutuyorum. Ankara da kazanıldı tabii, ama Mansur Yavaş çok şaşırtmadı. Ama İstanbul başta olmak üzere çok yer şaşırttı insanları. Orada da artılar eksiler vardı. CHP özellikle büyükşehirlerde artılar üzerinden yürüdü. Şu andaki konuya bakarsak, ne yürümüyor ya da eksik yürüyor sence?

Ateş İlyas Başsoy: 2019 seçimlerinde temel bir strateji vardı: Erdoğan’ı görmezden geldik, ama Erdoğan’ı sevenleri sevdik. “Radikal Sevgi” dediğimiz bu stratejide, yapılan her konuşmanın, her hareketin arkasında bir fikir vardı. Şu anda böyle bir ortak fikir, ortak bir iletişim tarzı var mı bilemiyorum. Twitter’daki mesajlar bile farklı. Burada ittifak ve intibak sözcüklerinin biraz birbirine karıştığını düşünüyorum. Meselâ Sovyetler, Almanya’ya, Nazilere karşı birleşmek için ABD ile ittifak yaptı. O bir ittifaktı, ama intibak değildi. Birisi kapitalist, diğeri sosyalist bir devlet; farklı olmalarına rağmen bir araya gelebiliyorlar. 

Bu iş birkaç yıl öncesine kadar netti insanların gözünde. Biliyorsun, ben siyâsette siyâsetsiz seçmenin gözünden bakmayı önemli görüyorum. Çünkü onlar oy kararlarını değiştiriyorlar. Birkaç yıl öncesine kadar durum biraz daha netti. Saadet Partisi, İYİ Parti ve CHP vardı. Bu üç parti ideolojik farklılıkları olmasına rağmen ittifak yaptılar. Bu partilerin farklılıklarını biliyorduk. İYİ Parti, MHP, ama orta sağa gitmesi gereken bir MHP tabanından geliyordu. Saadet Partisi, Millî Görüş tabanından geliyordu. Orada üç kişi bile kalsa, bir fikrin anahtarını tutuyor elinde — o açıdan değerli. Bir tarafta da CHP vardı. Türkiye’nin aydınlanması, modernlik, sosyal demokrasi gibi kavramları olan bir parti. Şimdi ne kadar sâhipleniyor bilmiyorum, ama kavramlar kümesi içinde yaşayan üç farklı partinin ittifakı vardı. Bu partilere şimdi üç parti daha katıldı. Aslında burada bir fırsat var, ama biz bir şeyi yanlış okuyoruz. Sanki altı partinin beşi, CHP’ye veya Kılıçdaroğlu’na tâbi. Çünkü onlar daha az oy alıyorlar. Diğer beş parti de kendileri oy alacaklar. Ama maalesef bu matematik tutmuyor. Bu matematik tutsa, geçmişte bir sürü sosyalist hareket yüzde 1 alıyorlardı; birleştiklerinde toplamları yüzde 0,5 oluyordu. Bir sinerji olarak yüzde 4 almasını bekliyorsun, ama ters bir sinerji oluyor. Eğer netleşilmezse, burada da öyle bir risk görüyorum.

Şu an çıkış yapması gereken parti, hattâ bir dönem sonra birinci parti bile olabilecek, fakat şu an bir hareketini görmediğimiz İYİ Parti. DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti İYİ Parti’nin içerisinde birleşebilirler ve İYİ Parti bundan ters bir etki görmez.

Ruşen Çakır: Yani, İYİ Parti’nin liderliğinde, merkez sağda yeni bir ittifak olabilir diyorsun. 

Ateş İlyas Başsoy: Evet. Onlar hem birbirlerine intibak ederler, hem ittifak ederler. Bu ortaklıkla oluşan yeni İYİ Parti, çok yüksek oy alır. Mesela KONDA’nın araştırmasında İYİ Parti yüzde 19 görünüyor. Kimisi yüzde 15 diyor. Ben de o civarlarda, ikisinin ortalaması olacağını düşünüyorum. Ama diğer partilerle böyle bir ittifak yaptığında, oyu CHP’yi geçebilir. Matematik olarak geçmiyor; ama uyumlu, intibak içinde bir küme olduğu için, “siyâsetsiz seçmen” gözünde Ali Babacan’ın olumlu bir etkisi olduğundan… Ali Babacan’ı Sergen’e benzetiyorum. İYİ Parti de meselâ Galatasaray, Beşiktaş veya Fenerbahçe gibi. Bu partiler buradan bir çıkış yapabilirler, böylece fotoğraf netleşir. Ben şu anda İYİ Parti’nin farkının ne olduğunu anlayamıyorum. Eğer CHP, İYİ Parti ile aynı fikri taşıyorsa, İYİ Parti’ye niye oy veriyoruz? Veya tam tersi, İYİ Parti ile CHP’nin bir farkı yoksa İYİ Parti’ye niye oy veriyoruz? İki partinin de aralarında bir belirsizlik ve giderek birbirlerini iğdiş eden tarzları var. Diğeri alınmasın diye biri susuyor, öteki susuyor, onlar nezâketten sustukça, iş, iki tarafın da kendini belirsizleştirdiği bir yere dönüyor. 

İYİ Parti kurulduğu andan beri ben şunu söylüyorum: İYİ Parti ve CHP iyi anlaşmak zorunda değil. Hattâ birbirleriyle kavga etmeli, tartışmalılar. Belki bunu Meral Hanım daha çok yapmalı. Varlığını göstermek için daha fazla tartışmalı. İşin içinde daha fazla bir sorun olmalı. Çünkü bu iki parti, tıpkı Demirel ve Ecevit gibi veya eski Demokrat Parti ve 1940’ların CHP’si gibi, tarihsel olarak da iki ayrı hizip. Atatürk’ün biri sağında, diğeri solunda oturan farklı iki ayrı grup gibi. CHP, Tayyip Erdoğan’a ideolojik bir retle yaklaşır. Bu arada, Saadet Partisi ideolojik bir retle yaklaşıyor. Ama diğer dört parti ideolojik bir retle yaklaşmazlar. “Tayyip Erdoğan iyiydi, ama artık kadrosu kalmadı, işleri başaramıyor. Biz daha iyisini yaparız” derler, hattâ demeliler. Zaten diyecekleri lâf bu. Aksi halde Ali Babacan’a, “O zaman sen neden o kabinede yıllarca durdun?” ya da Davutoğlu’na, “O halde neden başbakan oldun?” diye sorarlar. Yani buradaki üslûp, “Biz AKP’nin geçmişini seviyoruz. Fakat AKP artık gücünü yitirdi, büyük yanlışlar yapıyor. Çünkü Erdoğan’ın çevresinde kadro yok” yaklaşımıyla olmalı. İYİ Parti’nin Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla gidecek bir yeri yok. 

Ruşen Çakır: Tam bunu soracaktım. Sen her ne kadar dördünü bir, diğerlerini ayrı ayrı okumaya eğilimli olsan da, özellikle Gelecek ve DEVA partilerinin, kendi varlıklarını korumak istediklerini biliyoruz. Bu altı partiyi birleştiren husus, senin söylediğin gibi “Erdoğan gitmeli” yaklaşımı. “Neden?” diye sorulduğunda, hepsinin de farklı farklı cevapları var. Çünkü bâzısı, düne kadar onunla birlikte olduğu için başka söylüyor; “İyiydi, sonradan bozuldu”, “İyiydi, etrâfını kuşattılar”. Meselâ Davutoğlu’nun söylemi bu — Pelikancıları kastediyor. İYİ Parti’nin ve CHP’nin cevapları da başka başka. Ama insanlar, sırf Erdoğan’ı istemiyorlar diye bu partilere ya da onların seçeceği bir adaya oy vermek zorundalar mı?

Ateş İlyas Başsoy: Hayır. Ama işte burada bir çatlama var. Erdoğan’a ideolojik olarak karşı çıkmanın, 2013’teki gibi bir akreditasyonu yok artık. Erdoğan o zamanki görüntüleri şu anda vermiyor; başka bir görüntü veriyor. Temel değerlerle o kadar zıtlaşmıyor. Cumhuriyet’le, Atatürk’le veya buna benzer şeylerle çok karşı durumu yaratılamıyor şu anda. Ufak tefek şeyler olsa da, “Eyvah, şeriat gelecek!” durumunu, biraz da MHP’nin etkisiyle, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, bir korku objesi olarak pazarlamasının artık çok fazla etkisi kalmadı.

Ruşen Çakır: Zâten korku objesi olarak pazarlandığı zaman da pek karşılığı olmadı. 

Ateş İlyas Başsoy: Tabii. Çünkü bloklaşma oluyor. Bazı insanlar, o korku objesindeki “realite”ye inandıkları veya inanmadıkları için değil, hayâtı hiç böyle okumadıkları, görmedikleri için bloklaşıyorlar. “Sen ne anlatıyorsun ya? Hastâneler şöyle iyi, yollar böyle iyi. Almanlar bizi kıskanıyor” gibi yorumlar yapıyorlar. Biz bunları kendi tarafımızdan karikatürize ediyoruz, ama biz inanmak istesek de istemesek de, her bir sözün mantıklı bir temeli de var. Ben “Telefonunu göster” diyen dayıyı da anlamaya çalışıyorum — Chomsky’nin bir kitabı çıkmış: “Anlamak zorundayız” diye. Biz bu insanlara muhâlefet esnafları gibi bakıp –sen de Ruşen Abi, yıllardan beri bunu belirtiyorsun, senin kitapların da hep beni aydınlatmıştır–, “bidon kafalılar, göbeğini kaşıyan adamlar” diye karikatürize ederiz, Türkiye’nin yüzde 50’sini nesneleştiririz, sanki bunların hepsi aptalmış gibi. O zaman kendi küçük köyümüzde güzel, net bir şeyler anlatan insanlara dönüyoruz. Ama o net anlatım seçimleri kazandırmıyor. 

İYİ Parti ve diğer üç partinin, yani ittifak ve intibak içinde olduğunu düşündüğüm bu dörtlü grubun AKP’ye îtirâzıyla, CHP ve Saadet Partisi’nin AKP’ye îtirâzı aynı değildir. CHP başka bir yerden, Saadet başka bir yerden, ideolojik olarak îtiraz ediyor. “Bu altı parti Erdoğan’a îtiraz ediyor” dediğimizde, bu cümle bir bulanıklığa işâret ediyor. Çünkü farklı yerlerden îtiraz ediliyor. O yüzden Meral Akşener, CHP’den farklılığını göstermek durumunda. O dörtlü içinde en yüksek oy oranına sâhip olduğu ve onları toparlayacak kişi olduğu için –ki anketlere bakıldığında seçmenin de böyle bir talebi olduğu görülüyor– bir an önce orta sağdan yeni bir isim, yeni bir çıkış gibi çıkmalı, başka isimler almalı. Ben alttan gelen talebi görüyorum. Meselâ CHP, “Herkesle koalisyon yapacağım, herkese çiçek vereceğim” yaklaşımıyla, kendi ideolojik gençlerini büyük oranda küstürdü. Seçimlerde afişleri asan, çalışan gençlerin önemli bir bölümü şu an CHP’nin içinde değil, karşısında ya da küskün. Ama akıllı fikirli, iyi eğitim almış birçok insanın İYİ Parti’ye kaydığını görüyorum. İYİ Parti henüz bu gücünün farkında değil. Hani “Ev danasından öküz olmaz” diye bir lâf vardır ya? Bu minval. İYİ Parti de hâlâ CHP’nin yanında durarak bir şey olacağını sanıyor.

Ruşen Çakır: Sözünü keseceğim, ama benim bir gözlemim var. İYİ Parti için bu söylediklerin çok önemli. DEVA Partisi’nin ilk aşamasında Ali Babacan ve partisi için de başka bir bakış açısı gördüm. Ali Babacan, özellikle genç kuşaklarda, yeni seçmen veya çok politik olmayan ama yeni yeni siyâsete ilgi duyan gençlerde başta çok ilgi uyandırdı. Sonra, Babacan “endişeli muhâfazakâr” muhabbetine girip AKP tabanına oynamaya başlayınca, “Ne oluyor? Biz başka bir şey tasavvur etmiştik” diye çok kısa süre içinde hayal kırıklığına uğramış insanlar gördüm. DEVA Partisi için, “Merkez sağda yeni bir ANAP mı çıkıyor?” duygusu, kısa zamanda söndü. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu sanki. Ne dersin?

Ateş İlyas Başsoy: Ali Babacan’ın CHP ile berâber o altılı küme içinde olmasının, ne CHP’ye ne Babacan’a bir yararı var. Çünkü Ali Babacan’ın bir etkisi olacaksa, o etki CHP’de yok. Bugün Ali Babacan CHP’ye gelse, Faik Öztrak kapıdan kovar onu. Onun anladığı ekonominin, CHP’nin anladığı ve saygı duyduğu ekonomi-politikle hiç ilgisi yok. “Ali Babacan dünyanın en iyi ekonomisti midir?” konusuyla da ilgisi yok. Ali Babacan’ın nasıl göründüğü önemli. Babacan, Kapalıçarşı esnafına veya köydeki bir insana şöyle görünüyor: Ekonomi zaten karmaşık bir iş; artık merkantilist bir ekonomi olmadığını herkes biliyor — dijital ekonomi var, şu var bu var; karışık bir dünya var. O yüzden ortada dolaşan deli bir para var. “Bu delice ve anlaşılmaz durumu anlayabilecek ve buradan Türkiye’ye olumlu bir katkı sağlayabilecek adam” diplomasını halkın önemli bir kesiminden almış. Ama bu insanın diplomasının CHP’de hiçbir anlamı yok. O yüzden, CHP’nin DEVA ile veya Gelecek Partisi ile bir arada olmasının CHP’ye de bir yararı yok; ama tam tersine, İYİ Parti’ye var. O zaman, ANAP’ın 80’lerdeki ilk çıkışı gibi, hattâ 2000’lerde AKP’nin ilk çıkışı gibi bir çıkış yakalayabilirler. Benim görüşüm, onlar, altısı bir arada olmaktansa, dördü bir arada olsunlar, kafaları bir netleşsin. Sonra CHP ve Saadet Partisi ile ittifak yaparlar ve seçime öyle girerler. 

Ruşen Çakır: Öyle diyorsun, ama şu anda elimizde altılı masamız var. Bu masa bu mevcut durumuyla bir şeyler yapıyor. Ayda bir toplanıyorlar. Ankara’daki ilk buluşma 28 Şubat’ta gerçekleştirildi. Altı muhâlefet partisi ve liderleri, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutâbakat Metni’ni açıklayıp imzâladılar. Ben o toplantıyı yerinde izledim. İkinci buluşma DEVA Partisi’nin genel merkezinde yapıldı. Üçüncü buluşma sanıyorum Demokrat Parti’nin genel merkezinde olacak. Alfabetik sırayla gidiyorlar biliyorsun. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutâbakatı var. Son toplantıda kurulduğu söylenen, seçim güvenliğiyle ilgili ve birtakım başka komisyonlar var. Eldeki bu malzemenin pek bir heyecan yaratmadığı ortada. Senin söylediğin, “Dört parti ayrı ittifak kursun, sonra diğer ikisiyle ittifak yapsın” gibi bir durum en azından şu aşamada olmayacak. Yaklaşık 1 yıl içerisinde de bir seçim olacak. Bu partilerin seçime birlikte girme ihtimâli çok yüksek. Siyasal iletişim anlamında bu hâliyle neyi nasıl yapabilirler? Eldeki bu malzeme nasıl pazarlanabilir?

Ateş İlyas Başsoy: Orası çok zor. Muharrem İnce’nin CHP’den aday olduğu seçimde bile CHP içinde birkaç farklı kampanya vardı. Çünkü birbirinden habersiz birkaç farklı ekip vardı. Bakın, sâdece CHP içindeki bir ayrımdan söz ediyorum. CHP’nin yedi sekiz yıldır hiç değişmeyen bir MYK’sı var. Belediyeler kazanıldığı için her biri ayrı ayrı güçlendi. Yani, adam hangi şehirdeyse o belediyeye gidip, “Şuradan bizim arkadaşı işe al” deme gücü kazandı. Çünkü birdenbire İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi büyükşehirler geldi. Bunun sonucunda, doğrusuyla yanlışıyla bazı insanlar kök saldı. Başarılısı da kök saldı, başarısızı da. CHP’nin içinde bile bir tekseslilik görmüyorum. 

Aslında CHP’nin içinde temel bir şey var. Sizin sorunuza cevap vereceğim, ama önce bundan biraz bahsedeyim. Meselâ İhsan Alyanak’ı, Ahmet İsvan’ı, Vedat Dalokay’ı, hattâ Nurettin Sözen’i, Murat Karayalçın’ı, Ali Dinçer’i görmeyen, hatırlamayan bir CHP var şu anda. Hani şimdi Tunceli’de, “Komünist başkan var” diyoruz ya? “Komünist başkan” bu insanların yanında cici bir çocuk gibi kalır. Bu insanlar 70’lerde, ellerinde silâhla yoksul mahallelere TANSAŞ’la tanzim satışları getiren, fırın tekeline karşı Halk Ekmek’i açan, Türkiye’yi ilk kez gerçek bir kentleşmeyle çalıştıran insanlardı. Bugün baktığımızda, Batı’daki sosyalist partiler gibi diyeceğimiz ideolojik başarı örnekleri vardı CHP’nin. CHP, son elli yılda iki defâ üç büyük şehri yönetme başarısına sâhip oldu. Şu anda seçimde bir başarı olacaksa, bu, Mansur Yavaş’ın ya da Tunç Soyer’in arka mahallelerde yaptığı veya Ekrem İmamoğlu’nun Esenler’de yaptığı bir şeylerden ötürü olacak. Ya da Zeydan Karalar’ın Adana’da, Mersin’de yaptıkları işler dolayısıyla olacak. Yani bunların tepesinde, “Ben CHP olarak şöyle bir partiyim” netliği yok. “Halkçı” kelimesi bile yok artık. “Etnik” kelimesini bıraktık, “liberal” kelimesini bıraktık. Kelimemiz kalmadı bizim. Kelimesi olmayan bir dönemde yaşıyoruz bugün. CHP tarafında, sol adına hiçbir kelime telaffuz edilmiyor şu anda. CHP, diğer dördü gibi olmaya çalışırken, diğer dördü de CHP gibi olmaya çalışıyor. 

Bence, hâlâ vakit varken, o altılı birleşmelerden önce herkesin oturup düşünmesi lâzım. Yapılan işlerde temel bir düşünce yok. Herkesin elinde bir balta var, ağaç kesiyor; ama kimse ormana bakmıyor. Liderlik ormana bakmak demek. O ormana bakan, “Doğru orman budur” diyen liderliği bu altılı grupta görmüyorum. Kılıçdaroğlu’na herkesin borcu var. İmamoğlu’nun da var, Mansur Yavaş’ın da var, Meral Akşener’in de var. Kılıçdaroğlu bu ittifakı kurmak için çok ciddî bir görev üstlendi. Tabii ki bu konuda herkesin de saygısı var ona. Ama sonuçta siyâsette, “Nasıl sonuç alınır?”a bakılır. 

Ruşen Çakır: “Bu altılı grupta liderliği görmüyorum” dedin. İki soru soracağım: Birisi, bu altı liderden tek lider çıkmıyor; yani birisi daha baskın olsun, diğerleri ona tâbi olsun — bu olamayacak gibi görünüyor. Peki, bu liderlerin anlaşıp, işi birtakım profesyonellere devretmeleri mümkün olamaz mı? Çünkü bütün bunlar bir iletişim meselesi. Sosyal medyanın bu kadar yaygın olduğu bir yerde… Onlar bir şeyler kotarıyorlar. Sorunlar var, kotarmaya çalışıyorlar. Sonuçta bir hareketlilik var. İçlerinden birisi sözcü olarak çıkıp hepsi adına konuşamıyor. Ama diyelim ki bu işi tamâmen tarafsız bir şekilde A kişisine ya da şirketine verip, “Biz şunları şunları yapıyoruz. Siz bunları kamuoyuna anlatın” diyemez mi?

Ateş İlyas Başsoy: Hayır, diyemez. Çünkü önce üretim yapılır, sonra iletişim yapılır. Meselâ ben ne üretim yaptıklarını bilmiyorum. Bu altı parti içinde net üretimin sâdece Saadet Partisi’nde olduğunu biliyorum. Saadet Partisi çok net bir parti. Normalde CHP’yi de bilmem gerekir. CHP de net bir parti; ama “Herkesi bir araya getirelim” yaklaşımıyla, o netliğini söylemlerinden tamâmen uzaklaştırıyor. Geriye kuru bir Tayyip Erdoğan düşmanlığı kalıyor. O yüzden diyorum, önce “Biz ne satıyoruz, ne üretiyoruz? Bizi bir araya getiren nedir? Biz kimiz?” sorularını sormak gerekiyor. 

Ruşen Çakır: O zaman ikinci sorumu sorayım: “Yarın aday belli olsun, adayı pazarlayalım” denmesi hakkında ne düşünürsün?

Ateş İlyas Başsoy: Aday üzerinden konuşmak iyi olur. Ama adayın da ne konuşacağı önemli. 

Ruşen Çakır: Tabii o ayrı. Şöyle netleştireyim: Bu altı partinin bir araya gelmesinden bir öykü çıkmıyor. Sen “Genel lâflar dışında kelimeler bile çıkmıyor” diyorsun. Bu durumda içlerinden birisi de öne çıkamıyor. Profesyonel birisine de verilemiyor. O zaman, kim aday olarak ortaya çıkacaksa belli olsun, onun üzerinden bir çalışma yürüsün. Diğerleri de ona tâbi olsun. 

Ateş İlyas Başsoy: Teorik olarak doğru. Ama pratikte, herhangi bir aday çıktığında, bu kez o adayı yıpratma, o aday üzerinden konuşma, yok etme üzerinden yeni tartışmalar başlayacak. Ve yine biz bu partnerin kim olduğunu anlamayacağız. Şu ân hâlâ vakit var. Ramazan’da çoğu oruç tutar. Akşamlar da uzun. Bu uzun akşam saatlerinde bir araya gelip konuşsunlar, çünkü konuşulmaya ihtiyaç var. Ben konuşulduğunu zannetmiyorum. Hepsi ayaklarına gelen topu atıyormuş gibi bir görüntü veriyorlar. Aslında sâdece görüntü değil gerçeklik de öyle. Halk da bunu anlıyor. Konuşmamıza “heyecan” konusuyla başladık –ki programın başlığı da bu zâten–, bu ittifakın heyecan yaratması için “Biz bir şey yapacağız” demesi lâzım. 

Geçenlerde, CHP’de Enerji ve Altyapı Projelerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Ahmet Akın geldi. Kendisine, “Uzun bir dönemden sonra ilk kez CHP’nin içinden, Tayyip Erdoğan muhâlefeti değil de, ‘Enerji politikamızı ne yapacağız? Madenlerimizi sürdürülebilir şekilde nasıl kullanabiliriz?’ konularını konuşan, bu konularda komisyonlarda yer alan biri geldi. Başkaları da var mı?” diye sordum. Varmış. Yakında çıkacaklarmış, böyle bir durum olduğuna sevindim. Ya da belediyelerin iyi işler yaptığını görünce de seviniyorum. Elde bu kadar güzel şeyler varken, bu kadar belediye, bu kadar akıllı insan toplanmış; hattâ bu akıllı insanlar maaş da alabiliyor artık. Bu demektir ki biz bu akıllı insanların beyninden daha çok faydalanabiliriz. O zaman artık bir şey söylesinler lütfen. Az önce konuştuğumuz düşünce var ya: “Nasıl olsa Tayyip Erdoğan çok yoruldu, bitti. Nasıl olsa seçim kazanılacak” diye bir hülyâ var orada. O hülyâ, kâbusa dönebilecek bir şey gibi geliyor bana. Tayyip Erdoğan şu durumda yeniden seçimi kazanabilir. Ortada, “Nasıl olsa kaybedecek” durumu yok. Yunus Emre, “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir” der. Bir parti kendini bilmezse; bir altılı grup, “Biz altı kişi neden bir araya geldik?” meselesinin somut, basit bir özetini çıkartamazsa, o zaman insanlarda ne heyecan yaratır ne de oy getirir. 

Ruşen Çakır: Programın başında, “Radikal Sevgi” stratejisinden bahsedip, “Biz 2019 yerel seçimlerinde Erdoğan’ı görmezden geldik, ama Erdoğan’ı sevenleri sevdik” dedin. Şimdi şöyle birtakım yaklaşımlar var: Muhâlefet sâdece ve sâdece ekonomi konuşsa, bu işi alır götürür. Çünkü insanlar gerçekten kötü durumdalar, yoksulluk var. Orada çok ince bir hikâye var. Zâten insanlar yoksullaştığını biliyor. Hayat pahalılığını bizzat yaşıyor. Benzin alacağı zaman da yaşıyor, eve ekmek aldığı zaman da yaşıyor, tatile gidemeyeceği zaman da yaşayacak. Muhâlefetin genellikle söylemleri, “Siz yoksullaşıyorsunuz” demek. Bu zâten insanların bildiği bir şey. Alternatif ve çözüm önerisi sunma ve bunu akılcı bir şekilde sunma meselesiyle ilgili bir şey görüyor musun?

Ateş İlyas Başsoy: Ben reklamcılık okumadım, ama okuduğum okul olduğu için ekonomiden biraz anlıyorum. Şu anda, insanların yoksullaşmasıyla ilgili durumun tespitinde bazı şeylerden yoksun olduğunu düşünüyorum. Türk Lirasının değeri bu kadar düşünce, Türkiye’de ihracat elastikiyeti arttı, ithalat elastikiyeti azaldı. Bu demektir ki fabrikalar 3 vardiya çalışıyorlar. Ben Bursa’dayım, görüyorum, bütün fabrikalar haldır haldır çalışıyor. Taksiyle geçerken görüyorum, her tarafta kuyruk var. Çünkü TL düştüğü için yurtdışından bir sürü insan geliyor. Bu 5 milyon Suriyeli şu an daha zengin. Çünkü geldiklerinde uluslararası bir değerle; dolarla altınla geldiler. Şu an daha zenginler ve orta sınıf hâline gelmeye başladılar. Neden kiralar yükseliyor? Ekonomi çok düşükse… 2001 krizinde bütün kiralar düşmüştü. Şu an her şey ikiye üçe katlanıyor; dolardan daha yüksek bir şekilde artıyor. Çocuk Getir’de kuryelik yapıyor, kardeşi garsonluk yapıyor. En yoksulların para kazanması veya fakirleşmesi tezi de ne kadar gerçekçi bilmiyorum. Yani bizim zannettiğimiz gibi olmayabilir. O yüzden sâdece buradan hareket ettiğimizde, yine bize oy verebilecek kitleye çok seslenmeyebiliriz. “Biz” derken altılı muhalefeti kastediyorum tabii. Muhâlefete oy verecek kitle hakkındaki, “Bu insanlar gelecekler” düşüncesi o kadar gerçekçi olmayabilir. Çünkü pratikte, en alttakiler zâten yoksul olanlardı. Ama şimdi belki daha fazla ekmek kazanma şansları var, çünkü daha fazla üretim var. Tek vardiya çalışan fabrikalar, şu an üç vardiya çalışıyor. Bu da, üç katı daha fazla insan çalışıyor demek. İstanbul’un çeperlerinde görüyorsunuz bunu. Çünkü ekonomi ihracat yapabiliyor. Başında da, Ukrayna ve Rusya’nın ayağa kalkıp alkışladığı uzun boylu bir başkan var.  Herkes ona bir şeyler söylüyor. Nobel ödülü alacak diye ciddî ciddî konuşuluyor. Yani bu kitle niye bıraksın ki Erdoğan’ı? Bütün sorunların, içime sinmeyen şeylerin farkındayım ben de. Ama bu seçmenin gözüyle baktığımızda, bu seçmenin “Şimdi seçim kararını değiştireceğim. Ben burada ne oldukları da tam olarak belli olmayan, kendi kendilerini de tam anlatmayan altı kişinin oluşturduğu bu birliğe oy vereceğim” diye düşünmesi, zannedildiği kadar yüksek gelmiyor bana. 

Burada felâket tellâllığı yapmak için konuşmuyorum, çünkü hâlâ zaman var. Bunları şimdi konuşmak gerek. Bu söylediğim şeyler atla deve değil. Sadece bir şalteri değiştirmek gerekiyor. Bunu Kılıçdaroğlu mu yapar, Meral Akşener mi yapar ya da Meral Akşener kendi dörtlüsüyle mi yapar, onu bilemiyorum. Ama bir an önce, “Arkadaşlar biz ne yapıyoruz? Biz kimiz? Altı kişi olunca ne hâle geleceğiz? Halk bizi nasıl algılayacak?” meselelerini sorgulamaları gerekiyor. Cevapları verebilecek kişiler biz değiliz. Bu soruları sorup cevapları bulması gereken kişiler onlar.

Ruşen Çakır: Tabii hep “altı” olarak konuşuyoruz, ama o altı da henüz garanti değil. Hele son seçim yasasıyla işler iyice karıştı. Şu anda sanki 4+2 gibi. Yani Gelecek ve DEVA, hâlâ ittifakın bir parçası değil. Birleştikleri husus: “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”. Bunun kamuoyunda bir karşılığı var mı?

Ateş İlyas Başsoy: Hiçbir anlamı yok. Çok soyut bir kavram. Tamam, güzel bir şey. Lisans eğitimini tamamlamış birisi için anlamı da olabilir. Ama pratikte, “Biz bunun için bir araya geldik” sözünün pek bir anlamı yok halk nezdinde. Buradan başka sözler çıkabilir, ayrı konu. Meselâ Demirel: Herkes bu konuları uzun uzun konuşur, o bir lâf söylerdi — Ecevit de öyle. Biz uzun zamandır böyle liderler görmüyoruz. Erdoğan da öyle bir lider değil. O da prompter’a bakarak konuşuyor. Bir şeyi pat diye açıklayan insanlar vardı. Meselâ Erbakan öyleydi. Öyle bir insanın gelip halkın anlamadığı, anlamayacağı şeyleri özetlemesi gerek. Öyle bir özetçi yok şu anda. Keşke olsa.

Ruşen Çakır: Biraz isimler üstünden konuşalım. Cumhurbaşkanı adaylığı için şu anda üç isim dolaşıyor: Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Mansur Yavaş son günlerde biraz daha popüler. Ben bugün cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2022/04/07/mansur-yavasin-sansi/ yaptım. Uzun zamandır tâkip ettiğim, tanıştığım da birisi Mansur Yavaş. Ben bu adaylığı istediğine eminim. Ama hiçbir zaman kendisinden, “Aday olurum, olabilirim” cümlesini duymadık. Tam tersine, “Ben belediye başkanıyım, işime bakıyorum” diyor. Ama ismi üzerinde bir mutâbakat olursa, “Görev verildi, kaçamam” deyip herhalde kabul edecektir. Mansur Yavaş’ın, muhâlefetin ortak adayı olmasının avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Ateş İlyas Başsoy: Herkesin söylediğinden daha orijinal bir şey söyleyemem. Mansur Yavaş Anadolu’daki değerlerin neredeyse hepsine sesleniyor. Bir yandan laik, bir yandan dindar birisi — ki kendisi hacı. Bir yandan ülkücü hareketten gelen birisi. Bir yandan, Türkiye’nin genel Türk, Sünnî, Müslüman çoğunluğuna sesleniyor. Bir yandan, Atatürkçü olan insanlar da onu seviyorlar. Bu dediğim kelimelerin toplam değeri, yani onun seslendiği ve uzlaştığı durumlar yüzde 70-80’leri buluyor. Aynı şeyi İmamoğlu için de söyleyebiliriz. İmamoğlu da bu konuda çok farklı değil. İmamoğlu’nun artıları da var: Daha genç olması, Kürtlerin de ona oy verebilecek olması. Hani yıllarca Erdoğan’ın tuttuğu terazi var ya… Terazi dengede olması gerekirken fizik kurallarına aykırı bir şekilde her ikisi birden yükseliyordu. Hem Karadeniz’de oy alıyordu hem Güneydoğu’da oy alıyordu. Bu, İmamoğlu’nda da var. Mansur Yavaş da, Ekrem İmamoğlu da çok yüksek oy alabilecek ve insanları heyecanlandırabilecek kişiler. Böyle düşünüyorum. Söylediğimde hiç orijinal bir şey yok, çünkü herkes söylüyor.

Ruşen Çakır: Geçmişte yaşadığımız Muharrem İnce deneyimi var. Ben çok eleştirdiğim için fazla konuşmak istemiyorum bu konuda. Muharrem İnce kampanya boyunca tek tabancaydı. Bir iki mitinge eşini çıkardı podyuma, ama onun dışında hep tek başına çıktı. Şimdi, “Aday kim olursa olsun bir ekiple hareket etsin. Hatta cumhurbaşkanı yardımcıları, kabine belli olsun” deniliyor. Sence bunlar iyi fikir mi?

Ateş İlyas Başsoy: Marx’a göre iyi fikirler değil. Doğu toplumu ya burası… Meselâ Atatürk’ü neden çok seviyorlar? Tamam, Atatürk’ün bir kadrosu var, ama Atatürk Atatürk. Erdoğan’ı niye seviyorlar? Bir kadrosu var, balkon konuşmasına yirmi kişi çıkıyor, ama Erdoğan Erdoğan. Ama “Biz hepimiz ortağız” dediğimizde, üç kişi dönerci dükkânı açsak, ertesi gün karıları, “Onda beşibirlik var, ötekinde bilmem ne var” diye kıskanmaya başlar. Onların üçü de kardeş olsa, o dönerci ancak altı ay açık kalır. O üç kardeş sonsuza kadar birbirlerine küs olarak ayrılırlar. Yani o ortaklık görüntüsü, heyecanlı değil aksine kuşkular uyandıran bir konu. Siz aranızda çözün: Mansur Yavaş mı olacak, Ahmet mi olacak, Mehmet mi olacak, Ayşe mi olacak, her kim olacaksa ve “Bu kişi cumhurbaşkanı adayımız” deyin. Ondan sonra o seçilen aday ekibini, kabinesini konuşsun. Çünkü bir akılla, ideolojik olarak oy veren insanlar var. Onların oy kararlarını değiştiremiyoruz. Benim kaç yıldır hep söylediğim şey bu: Türkiye’nin yüzde 75’inin oy kararını değiştirmek çok zor. Zâten CHP’li olan bir insanın dükkânına gidersin, her tarafında Atatürk yazar. Ya da Hz. Ali’nin kılıcı vardır. O kişinin oy kararını değiştiremezsin. Meselâ plasiyerlere bunun eğitimini verirler: “Bir bakkala girdiğinde 30 saniyede o bakkalı nasıl tanırsın?” diye sorarlar. Adam bütün sinyalleri veriyordur zâten, hemen çıkarırsın.

Bu insanlar bu kadar net durumdayken çok karışık formüllere girmenin bir yararı yok. Öyle “Bakanlar Kurulu oluşturacağız, şu şu ekibi kuracağız” filan… Sen içinde oluştur da ben net bir resim göreyim. Yani aday çıksın, gerisi olur zâten.

Ruşen Çakır: Peki, adayın söyleminin ana ekseni ne olmalı?

Ateş İlyas Başsoy: Bir şey olması gerekir mi? Aday çıktı mı çıkar işte.

Ruşen Çakır: Şunu demek istiyorum: Kampanya yapacak, kampanyayı neyin üstüne kuracak?

Ateş İlyas Başsoy: Türkiye insanını tanıyorsak… Ben bütün Türkiye’yi bilen bir insanım. Çok da mutluyum Türkiye’de yaşadığım için. Aç kalsak da bizim bir gururumuz var. Birçok ülkede var bu gurur. Yeni tip faşizm, tarihsel hikâyelerle filan bu gururu okşamayı biliyor. Bunu başka ülkelerde de yapıyorlar. Sağ sürekli böyle şeyler üretiyor. Türkiye’de de öyle. Bu üretimi yok sayıp, “Ama biz çok fakiriz, bilmem ne oldu” durumuna getirdiğinizde, insanlar tepki gösteriyorlar. “Fakirsek fakiriz arkadaş. Biz gururluyuz” diyorlar. “Büyük Türkiye” demeyen hiçbir parti kazanmaz. Temel siyâsette şöyledir: “Ben Türkiye aşkıyla geliyorum. ‘Büyük Türkiye’ ile geliyorum. Erdoğan hükûmeti ‘Büyük Türkiye’nin önünü kapatıyor. ‘Büyük Türkiye’ hayallerimizi karşılayamıyor. Çocuklarımız okuyamıyor, hastanelerde şöyle sorun var…” demeyen bir siyâsî lider, Erdoğan’ı yenemez. Yoksa Erdoğan, şuradan şu olmuş, buradan bu kadar para gitmiş… “128 milyar nerede?” Söylemesi bile zor. Bunlar o kadar kozmik, o kadar büyük rakamlar ki insanlar bunu düşünmüyor bile. Hattâ ondan sonra birkaç milyar dolarlık yolsuzluk çıktı, insanlar, “Birkaç milyar dolar için koskoca genel başkan konuşuyor” dediler. Ömrü boyunca bin dolar bile tasarruf yapamayacak insanlar, böyle düşünüyor. 

Türkiye’nin “Büyük Türkiye” hayâlini sahiplenmeyen bir siyâsî oluşum, “Ben Türkiye’yi daha büyük yapacağım. Şu anda iktidarda bulunanlar bunu beceremiyorlar. Büyük hatâlar yapıyorlar. Belki geçmişte yararları olmuştur, yaptığı yararlar için teşekkürler, ama artık yaşlandılar. Kadroları da yaşlandı” diyen ekipler seçimi kazanıyorlar. Yerel seçimde, Tayyip Erdoğan hâlâ anlamadığım bir şekilde, yaşlı Binali Yıldırım’ı veya Ankara gibi bir başkentin büyükşehri olma gururunu yaşayan bir kente…. İçsel olarak söylenmez bunlar ama bilirisiniz, Ankara’nın muhtarını belediye başkanı adayı yapmak, Kayseri belediye başkan adayı yapmaktan daha hayırlı bir şeydir. Erdoğan bu hatâları nasıl yaptı bilmiyorum. Şehirlerin de gururu var. Şehrin gururuna uygun olmayan adaylar seçtiği için de biraz bu seçimler kazanıldı. Meselâ, Binali Yıldırım yerine Fatih Belediye Başkanı’nı, genç bir belediye başkanını koysaydı, o zaman bu seçim böyle olmayabilirdi. 

Bu altılı muhâlefet, genel seçimde de, “Biz genciz. İçimizde bir heyecan, bir enerji var. Türkiye için daha iyi şeyler yapacağız. Türkiye’deki yanlışları düzelteceğiz. Enerji yatırımlarını yanlış yaptılar” söylemlerini kullanırlarsa… AKP’ye “20 yıl tek başına iktidar olacaksın” deseler, ilk 5 yılda yaptığı bir sürü şeyi yapmazdı. Mesela doğalgaz odaklı enerji, maden politikalarında yapılan işler, hep 5 yıllık işlerdi. Ama adam hâlâ burada duruyor. O 5 yılda yapması gereken işler şu anda ona da çok pahalıya patlıyor. Türkiye o yüzden büyük açıkları olan bir ülke. Bu açıklara odaklanan ve “Biz gelince bunları çözeceğiz” diyen, Tayyip Erdoğan’a “düşman” demeyen, “Tayyip Erdoğan Türkiye’yi yaktı, yıktı” demeyen bir parti, seçimi kazanır. 

Ruşen Çakır: O zaman bu meşhur rövanşizm, “devr-i sâbık” meselesine hiç girmemek lâzım.

Ateş İlyas Başsoy: Şu an öyle bir iklim yok. 2019 seçiminde Erdoğan ve Bahçeli bu iklimi yaratmaya çalıştı. Başka insanların yanında daha temkinli konuşuyorum, ama seni görünce nedense hatâ yapacakmışım gibi geliyor. Şunu da söyleyeyim: Bana kalsa hepsi ittifak yapsın. AKP, MHP, CHP, İYİ Parti, dördü birden ittifak yapsın. Türkiye’nin çözülemeyen temel iki sorunu var. Bir tanesi Kürt sorunu. Diğeri de Türkiye’nin geri kalmışlık sorunu. Bunlar neyin kavgasını yapıyorlar hiç anlamıyorum. Hepsi dindar, hepsi Atatürkçü, hepsi laik, hepsi Müslüman. Hiçbir farkları yok gibi. Ton farkları var sâdece. Hepsi bir araya gelip birleşseler, , Cumhuriyet’in kurulduğundan beri var olan temel konuyu, Kürt sorununu, insan gibi konuşa konuşa, silâhla çoluk çocuğu öldürerek ölerek değil, kardeşçe konuşup bu meseleleri halledelim. Dünyanın süper gücü olalım. Bu partilerin şu anda neden ayrı olduklarını da anlamış değilim.

Ruşen Çakır: 2019 yerel seçimlerinde, Erdoğan 31 Mart gecesi yaptığı açıklamada, “Türkiye İttifakı” lâfını kullanmıştı. Sonra Bahçeli çok sert bir çıkış yapınca Erdoğan toparladı. Ben Erdoğan’ın yerel seçim sonuçlarından sonra Cumhur İttifakı yerine daha geniş bir ittifaka niyetlendiğini hissetmiştim, az buçuk da kendisini bildiğim için.

Ateş İlyas Başsoy: Aslında onlar da farkındalar: 28 Şubat havası, 90’lardaki durum filan… bunlar toplumun çok büyük bir bölümü için hiçbir şey ifâde etmiyor. Böyle bir ayrım yok. Sokakta da böyle bir şey yok. Ramazan’da birisi oruç açıyor, öteki rakısını içiyor. Hiç kimsenin birbiriyle sorunu yok. Bu toplum bayağı olgunlaştı. Biz aslında dünyaya örnek olacak bir olgunluk yaşadık 20-25 yıldır. 

Ruşen Çakır: Ama bir taraftan da devlet eliyle yapılan bir kutuplaştırma var.

Ateş İlyas Başsoy: Tabii bu söylediğim belki bir hayâl. İnsanlar izlemeyip kapatabilirler de, belki çok mantıksız konuşuyor olabilirim. Ama bütün bu partiler birleşip, Türkiye’nin temel sorunu olan geri kalmışlığı, orta gelir tuzağı, milli gelirin 5000 dolar seviyesinde olması konularında dört parti bir araya gelse ve Kürt konusunu nasıl çözeceklerini konuşsalar… Zâten Irak’ta, Suriye’de destabilizasyon var. Kürtler bölücü değil ki, birleştirici. Kürtler Irak’ta da var, Suriye’de de var. Türkmenler var. Orada, şu anda Türkiye’dekine benzeyen bir karma var. Beş milyon Suriyeli burada duruyor. Ben yıllardır “Orta dünya birliği” diyorum. Gürcistan’ı, Ermenistan’ı ile kocaman bir birlik oluruz. Tarih boyunca birlik olmuş zâten. Bizans döneminde de birlik olmuş, Osmanlı’da da birlik olmuş. Benim en büyük hayâlim bu. O yüzden, bu tartışmalar bana bir noktadan sonra, “Ne anlatıyorsun?” gibi geliyor. 

Ruşen Çakır: Altılı masanın gündeminde, senin en önemli sorun olarak saydığın Kürt sorunu yok meselâ.

Ateş İlyas Başsoy: Hiç konuşulmuyor bile. O kelimeyi tamâmen unuttuk.

Ruşen Çakır: Bir de işin aritmetik kısmı var. Her halükârda, ilk turda yüzde 50+1’i kimse alamayacakmış gibi görünüyor. İkinci turda, HDP seçmeninin destek vereceğini düşünürsek, kazanma ihtimâli çok yüksek. Ama onların gönlünü alma yolunda bir hamle de yapılmıyor. Cumhur İttifakı’nda da Millet İttifakı’nda da yok. Böyle acayip bir durum var.

Ateş İlyas Başsoy: Halının altına süpürülmüş kocaman bir şey. Bunlar hiç yokmuş gibi davranılıyor. Biz niye bu sorunları çözmüyoruz? Bütün dünyada insanlar akılla, konuşa konuşa çözerken, biz bu temel sorunları niye hiç konuşmuyoruz? Meselâ gençlerin eğitimsizliği, eğitimin çok kalitesiz olması hiç konuşulmuyor. Ama “Oraya şu yaşlı adam mı gelecek, bu yaşlı adam mı gelecek? Şu yaşlı çirkef adam daha mı çok küfredecek, yoksa öteki yaşlı çirkef adam mı?” gibi, 60-70 yaş üzeri yaşlı adamların koltukta oturma sevdâsı yüzünden, bu ülke bu kadar genç nüfusa sâhipken ve kafası bulanmış çok zorluklar yaşayan genç nüfus varken, bu, bana korkunç bir israf geliyor. Keşke bunları konuşsalar. Yani neden altı parti ittifak yapıyor da, sekiz parti ittifak yapamıyor? Bu partilerin temelde hiçbir farkları yok. Meselâ bundan on yıl önce olsa, “Bunlar şeriat getirecekler” gibi bir argüman vardı. Yıllardan beri böyle bir şey yok. Mahalle bazında bile böyle bir durum yok. Ancak sun’î olarak yaratmaya çalışıyorlar bunu. O da işlemiyor. Böyle bir fırsat varken, bu da düşünülebilir. Ama tabii kimse şu anda onu düşünmüyor. 

“Seçim olacak da, bunlar nasıl birbirine karşı çıkacak?” kısmını merak ediyorum. Eskiden olsa kolaydı, birbirlerine ip atıyorlardı filan. Ama şimdi öyle bir hava da yok, o kadar sert lâflar da yok. Sert lâflar işlemiyor zâten, post truth (hakikat sonrası) çağında yaşıyoruz. Ayasofya’yı açtılar, hiçbir şey değişmedi. Ayasofya’yı kapatsalar gene bir şey değişmeyecek. Herkes telefonunda şaka videoları paylaşmaya devam edecek. Bütün dünya bunu konuşuyor zâten. Kelimelerin hızla eskidiği, erozyona uğradığı bir çağda, bunlar nasıl kontrastlar yaratacaklar ki siyâsete bir fayda sağlayacak. Sonuçta hep aynı şeyleri, iki yaşlı adamdan hangisini seçeceğimizi konuşuyoruz. 

Ruşen Çakır: Ya da “Biz gelince her şey düzelecek” iddiası. 

Ateş İlyas Başsoy: Umarım inandırırlar buna. Erdoğan da dâhil, herhangi birisi. 

Ruşen Çakır: Erdoğan’ın sorunları kabul etmesi yeni bir olgu. Meselâ artık, “Evet, sıkıntıların farkındayız. Sabredin. Fedakârlık yapın” diyor. Bunları söylememek konusunda uzun bir süre direndi. 

Ateş İlyas Başsoy: Erdoğan’ın çok yakınında çok akıllı insanlar var yine şu anda. Bir şekilde böyle bir başarısı var onun. Rotasyona tâbi tutuyor, birilerini atabiliyor. Benim için muammâ, Erdoğan’ın 2019 seçiminde gösterdiği adaylar oldu. Akıl mantık işi değildi o. Belki de ondan sonra değişti. Geçen yıl İstanbul İl Başkanı ile ilgili bir yazı yazmıştım. Bunların hepsi sokaktan gelme, akıllı ve sokak liyâkatiyle orada olan, başarmış insanlar. Birilerini iknâ etmiş, birisinin oğlu, kızı, filan akrabası olduğu için değil. Erdoğan, adım adım gelmiş insanları çevresine topluyor ve onları dinliyor. Oldum olası öyle zâten. Uzmanlığa çok değer veriyor. Politik olarak tamâmen karşımdaki bir insan Erdoğan. Ama bu tip şeyleri gerçekten başarılı. O yirmi yıllık başarı da kurmaca değil. Halk da bunları gördüğü için oy veriyor ona. 

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ateş İlyas Başsoy. Güzel bir sohbet oldu. İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz. İyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.