Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (75): Sığınmacılar, mülteciler, göçmenler | Peki hukuk ne diyor?

Büyük bir karmaşa içinde, diyalog, konuşma, müzakere, münazara, tartışma gibi “beşerî” tarzlardan hiçbirine uymayan yaklaşımlarla, “gönderelim gitsinler” retoriğine saplanmak istenen önemli bir sorun. Adını bile koyamıyoruz. Çoğu kez “Suriyeliler” deniyor, bazen de “Afganlar”. Millî köken dile getirmek istemeyenler ise, çoğu kez “sığınmacı”, bâzen de “mülteci” terimini kullanıyor, nâdiren de “göçmen”. İktidarı eleştirenler, en uç noktada komplo teorilerine sarılıp, konuyu Türkiye’nin demografik yapısını değiştirme amacına, Büyük Orta Doğu Projesi’ne, hattâ “sessiz istilâ”ya kadar uzatanlar az değil. İktidarın karşı yaklaşımı da, bu açıdan ilginç. Bâzı sözcülerine göre “sığınmacılar sorunu”nu komplo teorilerine yakışır bir tarzda gündeme getirenler, kamu oyunda bir galeyan yaratmak ve böylece kamu düzenini bozarak, en uç noktada iktidarı devirmek gibi bir hedefe kitlenmiş “ABD ve Avrupa merkezli” elemanların, İç İşleri Bakanı’nın son deyimleriyle, “Sorosçu operasyon” işleri.

Bu yaklaşımlardan, “hak hukuk önemli değil, gönderelim gitsinler” diyen ilkine, mevcut iktidarın hukuku her düzeyde ihlâl etmekten çekinmeyen baskıcı, anti-demokratik uygulamalarından en çok yakınan kesimlerin de kısmen dâhil olduğunu görmek gerçekten ironik. Daha da çarpıcı olan, iktidarın da hukuku değil, dinî duyguları da işin içine karıştıran “ensar- muhacir” terminolojisiyle öne çıkardığı “insanî” boyut. Buna, son zamanlarda “Suriyelileri kendi istekleriyle güvenliğin sağlandığı bölgelere göndermek” yaklaşımı da eklendi. Söze edilen “güvenli bölgeler,” Türk silâhlı kuvvetlerinin konuşlandığı Suriye toprakları. Bu da dikkat çekici: Hem Suriye toprakları üzerinde “Türkiye tarafından kontrol edilen güvenli bir bölge”nin oluşturulması talebi uluslararası alanda kabûl görmeyen Türkiye’nin fiilî durum yarattığı ortaya çıkıyor, hem de daha genel olarak Türkiye’nin 2011’de patlak veren “iç savaş”ta rol oynadığı, dolayısıyla da “Suriyeli sığınmacılar”ın kitlesel olarak ülkelere gelmelerinden de sorumlu bulunduğu anlaşılıyor. Tartışmanın, bütün târihi bir göç, iltica ve sığınma öykülerinin târihi olan Türkiye’de, târihle ve bugünle gereği gibi yüz yüze gelememenin yarattığı bir cehâlet ve kibir ortamında neden yapılamadığını da böylece anlamış oluyoruz.

Ama, işin bir de hukukî boyutu var. Türkiye’nin devlet olarak kendisini bağladığı hukuk kuralları, sığınmacılar, mülteciler ve göçmenler ile ilgili konularda ne getiriyor? 1951 Sözleşmesi’ne göre Türkiye’ye Avrupa dışından gelenlerin mülteci sayılmadıklarını biliyoruz. 1926, 1934 târihli “İskân kanunları”ndaki yaklaşımı tekrar eden 2006 târihli kânuna göre, “Türk soyundan ve Türk kültüründen olmayanların” göçmen de olamayacaklarını biliyoruz. Bu durumda, Mülteci ve göçmen statüsünde olmayan insanlar için, o insanların “insan” olmaları nedeniyle “hak ve hukuk sâhibi” olmaları gerektiğini düşünüyorsak -yoksa, düşünmüyor muyuz?- farklı da olsa bir statülerinin olması gerekiyor. İşte bu statünün adı, “geçici korumaya tâbi sığınmacı”. Bu son statüde olan kişiler, Türkiye’de kalma ve oturma iznine sâhip ve aynı zamanda BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin de himâyesi altında olan kişiler. Bu kişilerin yaklaşık sayısı 4 milyon civarında. Bunların dışında kalanlar ise, “yasal olmayan yollardan” Türkiye’ye girmiş olmaları nedeniyle, “düzensiz göçmen” sayılıyor.

Ulusal ve uluslararası hukuka göre, kayıtlı sığınmacıların geri gönderilmesi bazı şartların gerçekleşmesine bağlı ve bireysel olarak gerçekleşebilecek bir uygulama. İnsanlar, bu şartlar gerçekleşmeden gönderilemeyecekleri gibi, kitlesel gönderme de yasaktır. Ayrıca, “düzensiz göçmen” gibi bir terimle ifâde edilen durumdaki insanların da hiçbir hukukî korumadan yararlanamayacak “çıplak insan” durumunda olduklarını, devletlerin “geri göndermeme yükümlülüğü” karşısında kabul etmek de mümkün değildir. Bu noktada, Anayasa Mahkemesi’nin 13 Nisan 2022 târihli bazı kararlarında, “sınır dışı etme” uygulamalarıyla ilgili verdiği hükümlere, son dönemde medyada çok yer verildiği için kısaca değinmek gerekmektedir. Bu kararlar, sınır dışı edilme uygulamalarının hukuka aykırı olmadığı yolunda “genel bir tesbit” olmayıp, her başvurucu kişinin kendi somut durumunun özelliklerine göre verilmişlerdir. Konuyu, kamu oyunda, “sığınmacıların geri gönderilmelerine AYM’den yeşil ışık” diye sunmak yanlıştır. Böyle bir hukuk normu mevcut değildir.

Prof. Dr. Levent Köker, Hukuk ve Demokrasi’de yorumladı:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.