Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (90): 2023 barış yıllarının başlangıcı olsun!

Türkiye Cumhuriyeti artık resmen 99 yaşında diyebiliriz, 29 Ekim’e şunun şurasında ne kaldı! Bu 99 yıllık târihin yaklaşık yetmiş yılı, tek-parti dönemi, seçimle iş başına gelip otoriterleşen hükûmetler, askerî darbeler, dolaylı dolaysız askerî müdahaleler, bunları izleyen ara rejimlerle geçti. Çok-partili seçimlerin yapıldığı dönemlerde bile sınırlı bir çoğulculuk, bu anlamda eksik bir demokratik hayat vardı. Yine bu 99 yıllık târihin içinde, İstiklâl Mahkemeleri’nden DGM’lere, Yassıada’dan Zincirbozan’a, Şark Islahat Plânı’ndan Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği’ne, sokak çatışmalarından, sonu yağma, talan ve kanla biten provokasyonlara, gözaltında kaybedilenlerden faili “meçhûl” cinâyetlere, mecbûrî iskân ve zorla yerinden edilenlere ve “devlet için kurşunu atan da kurşunu yiyen de şereflidir” mottosunun dosta düşmana îlân ettiği gibi, her dönem geçerli olan “cezâsızlık politikası”na ne ararsanız var; olmayan şey barış!

“Kurucu lider”in “yurtta sulh, cihanda sulh!” şiârına rağmen, bir türlü barışa erişemeyen bir cumhuriyet! Neden acaba? Bu sorunun cevâbını vermediğimiz, bu cevâbı vermeye yönelik olarak açık yürekli, dürüst bir muhasebe yapmadığımız sürece, şeklî cumhuriyet “dalya” dese ne, demese ne yazar!

Evet, Türkiye Cumhuriyeti bir şeklî cumhuriyet, bunda hiç kuşku yok. Cumhuriyet’in bilinen biçimsel tanımı, devlet başkanının seçimle belirlenmesini esas alıyor. Devlet başkanının ırsiyete göre belirlendiği monarşinin aksine cumhuriyet, devlet başkanının seçimle iş başına gelmesinin ifâdesi. Türkiye, bu anlamda cumhuriyet, kesin! Bununla birlikte, cumhuriyet teriminin bir de esâsa ilişkin bir anlamı var ki, “yerel kongreler” sonrası 1920’de TBMM ile yolu açılan yeni devlet, halk veyâ millet egemenliğine dayandığını açıkça benimsediğinde, zâten cumhuriyet de olmuştu. 29 Ekim’deki anayasa değişikliği, aslında 1920-21’de yapılan işin adını koymak ve kurumlarını oluşturmaktan ibâretti. Cumhuriyet, bu esas anlamıyla, devletin yurttaşlar topluluğuna âit olması anlamını taşımakta, bunun siyâsî ifâdesi olarak anlaşılmaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunu da burada baş gösterdi ve bugün de çözülmeyi bekleyen sorun burada yatmaktadır: 1921’den bütün anayasalarında “Türkiye devleti”nin bir cumhuriyet olduğu yazılmıştır ama Türkiye devleti bir türlü cumhuriyet kavramının esas anlamına uygun bir biçimde, bütün yurttaşlarının sâhiplenebildiği bir devlet niteliği kazanamamıştır. Bunun en önemli sebebi, Türkiye devletinin üzerinde egemenlik icrâ ettiği toplumla barışmayı, toplum içindeki farklılıklara, eşit yurttaşlık anlayışının gerektirdiği saygıyı inşâ edememiş olmasıdır.

Tarihî sürecin çok dinli/mezhepli ve çok etnisiteli bir imparatorluktan bir ulusal devlete evrildiği gerçeği karşısında, böyle bir sorunla karşı karşıya kalmış olmayı anlayabilir, anlatabiliriz. Hattâ, bu târihî gerçeği pekiştirmek üzere ve yine târihe referansla, Türkiye’de devlet denilen iktidar örgütlenmesinin, bireylerden ve gruplardan oluşan topluma her zaman öncelikli ve dolayısıyla belirleyici bir konumda bulunduğunu da ekleyebiliriz. Bununla birlikte, bu târihin Türkiye’de sürekli bir savaş hâlinin mevcûdiyetine katlanma zorunluluğu anlamında bir “kader” gibi kabûllenilmesi gerektiğini ileri süremeyiz. Terim yerindeyse, 99 yıllık kavga dönemi, 100. yılda yerini barışa terk etmeli, bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.

O zaman, tekrar soralım: Bir barış düzeninin kurulabilmesi için ne yapmalı? Her şeyden önce, 99 yıllık cumhuriyetin neden bir barış inşâ edemediğini cevaplamak gerekir. Bu cevap üzerinde düşünmeye başladığımızda, ilk karşımıza çıkan gerçek şudur: Cumhuriyet, Türkiye’de devletin kendi belirlediği ölçülere uygun bir toplum inşâ etme projesi olarak kurulmuştur. Sosyal bilimler literatüründe “ulus inşâ etme” ve “modernleşme” kavramıyla da karşılanan bu projenin hayata geçirilmesi, kuşkusuz, devlet ile toplumu meydana getiren sınıflar (ve katmanlar) arasında dinamik bir etkileşimden yoksun değildir. Bir diğer deyişle, devleti oluşturan bürokratik güç ile toplumsal sınıflar/gruplar/katmanlar arasında, birincinin aktif, ikincilerin tamamen pasif oldukları bir süreçten söz edemeyiz. Ekonomik gelişmenin, kentleşmenin, iletişim, ulaşım, eğitim, nüfus artışı gibi olguların da etkisiyle bu ilişkinin süreç içinde artan ölçüde dinamik ve karmaşık bir etkileşimler bütünü olarak kavranması gerekir. İşte böyle bir kavrayış bize, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki devlet öncelikli ve devlete üstünlük tanıyan târihî momentlerde geçerli olan kavrayışın artık terk edilmesi gerektiğini göstermektedir. Zîra Türkiye toplumu, artık 1920/30’larda uygulamaya konulan homojen bir ulusal toplum yaratma hedefine uygun olarak biçimlendirilemeyecek ölçüde karmaşıklaşmış bir yapıdadır. Bu karmaşıklık hem yapısal olarak, hem de ideolojiler ve bilinçlenme düzeyleri olarak da, geride kalan 99 yıllık târihin en üst gelişmişlik düzeyindedir. Dolayısıyla, 99 yıllık devlet-toplum çatışmasını geride bırakıp, toplumun devletleşmesinin, ya da devletin kavramın öz anlamında “cumhuriyetleşmesi”nin önünü açmak gerekmektedir. Bu da, cumhuriyetin yeniden, bu kez toplumu meydana getiren birey ve gruplar tarafından yeniden ve demokratik bir biçimde inşâ edilmesiyle olabilecektir.

2023 böyle bir yeniden inşâ sürecinin başlangıcı olabilirse, o zaman, yüzyıllık savaşın sona
erdiği bir barış döneminden de söz etme imkânımız olacaktır. Bunun için de barışı ciddiye almak
ve barış isteyen toplum kesimleriyle savaşmaktan vaz geçmek şarttır!

Prof. Dr. Levet Köker Hukuk ve Demokrasi’de değerlendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.