Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alphan Telek yazdı: Siyasal İslamcılığın laboratuvarı – İran

Siyasal bilimlerin kendi iddialarını sınayabileceği laboratuvarlarının olmadığı söylenir. Bu yüzden kesin bir bilim sayılmaması yönünde tarihsel sayısız eleştiriye maruz kalmıştır. Ancak süreç içerisinde sahada belli bir metodoloji izleyerek iddiaların sınandığı doğal ve yapay deneyler ortaya çıkmış ve siyaset bilimine arzuladığı deney ve sınanabilirlik alanını sağlamıştır. 

Doğal bir laboratuvar

Ben İran’ı 1979’dan bu yana doğal bir deney alanı olarak görüyorum. Belirli bir dış müdahale olmadan, gündelik ve siyasal hayatın her anında siyaset bilimi kavramlarının test edildiği doğal bir laboratuvar. Demokrasi, ideoloji, kuşak çatışması, eşitsizlikler, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, otoriterlik, diktatörlük ve çok daha fazlasının her an teste girdiği bir ortam sunuyor İran. Bunun başlıca sebebi ise İran toplumu üstünde 1979 sonrasında uygulanan yoğun baskı ve devlet tarafından onun değişime tabi tutulmak istenmesi. 

Bilirsiniz laboratuvarlarda bir kontrol bir de deney örnekleri bulunur. Deney yapmak için bazı örnekleri aşırıya çeken müdahaleler yaparsınız. İran aşırılığa çekilmiş, çekilen ve daha da çekileceği düşünülen bir toplumsal atmosfer sunuyor. Bu yüzden kontrol değil deney grubundadır. Tabi bu yazıyı okuyanlar deneyden kastımın başka bir ülkenin müdahalesi olduğunu düşünmesin. İran’ın iç dinamikleri, aldığı şekil ve bünyesinde taşıdığı çatışkılar o kadar derin ve girift ki bir dış müdahaleye gerek duymaksızın yoğun bir katmansallık ve hayat barındırıyor. Baskıcı ama yoğun. 

Batı ve kuzey örnekleri böylesine yoğunluğu, deneyselliği, giriftliği sunmaktan uzaklar. Çünkü bünyelerinde taşıdıkları çatışkıların en yoğun ve deneysel halini uzun yıllar önce halletmiş görünüyorlar. Bu yüzden kontrol grubunda olduklarını düşünüyorum, kolonyal ve batı merkezli bir okuma mı bu? Gerçekçi bir okuma derdim. Elbette kolonyal damarları ile bağlantıları kurulursa daha gerçekçi. 

Biliyor musunuz yaklaşık 7 yıldır Türkiye İran’ın bu laboratuvar özelliklerini sergilemeye başladı. İçten içe sınanan ve bütün kavramların gözümüzün önünde eridiği, yıkıldığı, yerine yenilerinin konduğu ve büyük baskıları an be an gözlemlediğimiz bir ülke konumuna getirildi Türkiye. Benim gözümde Türkiye’nin İranlaşması bu noktada başlıyor. Aşırıya çekilen bir gündelik hayat ve onun siyasal yapılanması. Bu bir anlamda bölgemizin kaderi olarak da ele alınan Ortadoğulaşmaya işaret ediyor. Yine de biz İran’dan devam edelim. 

İslami devlet teorisi

Ahlak polisinin başını düzgün örtmediği (badhijab diyorlar buna İranda, kötü örtünme) Mahsa Amini’ye uyguladığı şiddet ve sonucunda onu öldürmesi bir kez daha İran’daki baskıcı yapıyı uluslararası kamuoyunun gündemine getirdi. 

Ahlak polisinin anlamı İslami devlet teorisinden ayrı tutulamaz. İslami bir devlet ve İslami bir rehbere (yönetici) yönelik ateşli tartışmalarda söylenen en önemli argüman İslamın ve İslamcılığın mutlak koşulda icra edebilecek bir devlet yapılanmasına ihtiyacı olduğudur. Bu yüzden 1960’larda İran devriminin lideri Ayetullah Humeyni devlet teorisi ve Şii İslam anlayışını birbirine yaklaştıran bir okumayla velayet-faqih yani din adamının yönetimi teorisini parlatmıştır. 

İslami bir hayat, İslami bir toplumsal yaşam ve nihayetinde İslamcıların başarısı için olmazsa olmaz koşul velayet-e faqih anlayışı ve devletin kendisidir. Bu teoriyi sorgulamak, yumuşatmaya kalkmak devlet, din ve toplum düşmanlığı olarak ele alınır. İran İslam rejiminin en hassas olduğu nokta bu yüzden din değil ama devlet ve devletin rehberidir. Oliver Roy bir zamanlar bu hassas dengede maddi iktidarın öne geçtiğini ve manevi dinin geri planda kaldığını gördüğü için bunu bir sekülerleşme olarak teşhis edip aynı zamanda bunu siyasal İslamcılığın iflası olarak formüle etmiş ama bana kalırsa maddenin gerçek doğasını görmekten uzak bir yorum yapmıştır. 

İslamcılığın yaşaması için en temel öğe her zaman iktidardı. Bu yüzden devletle buluşan İslamcılık iflastan çok bir yükseliş ve yayılma şansına sahiptir. Totaliter nitelik kazanma momeni devlet iktidarı ile başlar. Bu iktidarla toplumu istedikleri gibi şekillendirme şansına sahip oldukları için. 

Neden insanlara bu kadar karışıyorlar peki? 

İslami müfettiş ve had bildirme 

Had kavramını çok kullanırız değil mi? Seküler yaşama inanan ve onu bilfill savunanlar dahi sorgulandıklarında karşılarında yer alana “haddini bil” der bu ülkede. 

Had bilme ve bildirme İslami kökenli bir kavram ve uygulamadır. İslami devlet teorisi tartışmalarında bilinir ki toplum rehber tarafından İslami değerlere uyumlu hale getirilmelidir. Dolayısıyla bu normların toplumda denetlenmesi gerekir ki bunu yapacak olan İslami müfettiştir. Haddin nerede başladığı ve nerede biteceğini bilen de odur. Ahlak haddini belirleyen de onun öznel yorumlarıdır. Ahlak polisi bu anlamda bir İslami müfettiştir. Had denetler ve bildirir. En somut hali ahlak polisi ve devletin kendisidir. Soyut halleri ise bazen evlerin içinde bir akraba olarak da kendini gösterebilir. 

Amini olayı bir kez daha gösterdiki karşımızda bir azınlığın yani din adamlarının ve onların yarattığı İslamcı oligarşinin had bildirmesi söz konusu. 

Oysaki modern toplumlar hele ki İran gibi eğitimli, kültürlü ve politik bilinci yüksek kuşaklara sahip bir toplumda bu had bildirme otomatik olarak çatışma yaratıyor. 

Had ötesi ve devlet 

Dengenin bir kefesinde toplumun had-ötesi talepleri diğerinde ise konumunu ve iktidarını korumayı esas bilen ve bu yüzden sınırlayan bir İslamcı oligarşi var. Devlet gücü ellerinde olduğundan ve bütün kurumsallık oligarşinin yanında olduğundan toplumsal kefe her seferinde şiddetle bastırılıyor. İran toplumu düzenli olarak ayaklanır. Uzun yıllardır takip ederim ve bu ilk değil, sonuncu da olmayacak. Bu dengede “bastırılma” ne yazıkki adı konmayan bir kuraldır. 2000’lerde gençlerin isyanı, 2009’da yeşil hareket, 2018’de ekmek isyanı. Ve şimdi de başörtüsü. 

Batı tarafından “umutsuz vaka ilan edilmenin eşiğinde olan bir ülkenin” evladı olarak, İran’ı umutsuz vaka olarak görme eğilimindeyim. Ancak bunun sebebi batılılarda İran’a demokrasiyi çok görmekken (bonne pour l’orient) benim için en maddi ve önemli gücün kontrolünün bazen de batının yardımıyla bir oligarşinin elinde olması. Dilerim aydınlık günler yakındır ve güneşli günlere şahit oluruz. O zaman bizim için neyin iyi olduğuna ve olmadığına bizler kendimiz karar veririz. Had bildiren azınlık değil. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.