Altılı Masa’nın ikinci tur görüşmeleri başlayacağı sırada adaylık tartışması bir kez daha alevlendi. 2023 seçimlerinin en önemli unsurlarından biri aday. Adaylık meselesi bir primus inter pares durumudur. Eşitler arasında birinci. Adayın kendisi kadar önemli olan bir başka unsur masanın ekonomide ve dış politikadaki tutum, davranış ve yol haritası.
Ekonomi ile iç kamuoyu ikna edilmesi gerekirken, dış politikadaki adım ve çabalar ile küresel kamuoyuna mesaj yollanması gerekiyor. Tüm bunların tek bir amacı var: İktidar olunabileceğini göstermek. İktidar olma süreci elbette sandıktan geçiyor ama sandığın içini dolduran zarflar insanların tercihi ve algılarından oluşuyor. Ekonomi ve dış politikadaki adımlar ise bu tercih ve algılara seslenen bir inşa sürecidir.
Partilerin her biri bağımsız olarak oldukça sağlam ekonomi eylem planları ve yol haritaları ortaya koyuyorlar. Seçim sürecinde daha da iyisinin olacağına eminim. Ama bir ortaklaşma yok.
Dış politika ve temaslar neden önemli?
Dış politikada ise aslında muhalefetten beklenen iktidardan apayrı bir dış politika yol haritası değil. Ama uluslararası kontekstte – özellikle Ukrayna Savaşı, enerji ve gıda krizi gündemdeyken – bağlılığının nereye olacağının işaretini vermesi ve dış politik temaslarda bulunması. Sanırım buna diploması diyoruz. Muhalefetin diplomasi sürdürmesi gerekiyor ama büyük bir ortaklık yoksa ki son günlerde bunu sezmeye başladık, o zaman bu da oldukça zor. Bu durumda mevcut ahval ve şerait altında bir an önce adayın belirlenmesi ve hem ekonomik programı hem de diplomasi atağını onun yapması gerekiyor.
Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki günlerde Vaşington’u ziyaret edeceği belirtildi. Aynı ziyaretin Brüksel’e de yapılması gerekiyor. Bu bir ikna süreci. Dışarıya yapılan ziyaretler sadece dış kamuoyuna da seslenmez. İç kamuoyuna da bir mesajdır. Erdoğan her sıkıştığında bu kartı oynarken, bir yıldır dış politikada ve ekonomi yol haritasında gaza basmışken, masanın bileşenlerinden bu adımların gelmemesi ne yazık ki bu koşullar altında dahi seçim yarışını koparamayan bir muhalefete neden oluyor.
Erdoğan ne yapıyor?
Peki Erdoğan bu sırada ne yapmakta? Hiç olmadığı kadar sakin. Erdoğan seçim sath-ı mailinde kendi performansına ve en az onun kadar seçim stratejisine güveniyor. Toplumu iyi tanıyor. Özer Sencar’ın deyimiyle Erdoğan bir seçim kampanyası canavarı. Seçim kampanyaları ile bunun iletişim stratejilerini ustalıkla yapıyor. 20 yıllık başarısının ardında bu var.
Erdoğan geçtiğimiz Eylül’den bu yana dış politikada gaza basmış durumda. 15 Temmuz’un finansörü olduğu söylenen BAE ile, “one minute” dediği İsrail ile yakın ilişkiler kurmaya çalışıyor. Batı kampı ile oldukça mesafeli ama Afganistan ve Suriye krizinde olduğu gibi Türkiye’nin göçmenler için bir tampon bölge yapılması, Batı ile olan ilişkileri her iki taraf için de gergin, baş ağrılı, geçimsiz ama ayrılıksız bir sürece götürmüş durumda. Batı ile kopmayan ilişkiler Erdoğan’ın hem iç hem dış kamuoyuna halen yönetebildiği, işlerin sürdürülebildiği algısını veriyor.
Dahası Erdoğan’ın Batı’dan seçim sürecinde alabileceği bir şey yok ama Rusya ve müttefiklerinden seçim sürecinde alabileceği bazı destekler mevcut. Putin ve yönetimi başka ülkelerin – ABD’nin dahil – seçim güvenliği süreçlerine müdahil olmuş ve süreci şekillendirebilmiş durumda. Teknik destek ve bunun stratejisi dahil olmak üzere oldukça tecrübeli. Bu noktayı unutmamak lazım. İkincisi ekonomik destek. Zaten zorda olan Rusya’dan Türkiye’ye ne gelebilir? Enerji konusunda yaptırım gelmemesi önemli bir seçenek. Erdoğan’ın Rus gazına ihtiyacı var. Kış zor geçerse sandık tercihi de buna göre şekillenir elbet. Erdoğan’ın dış politikadaki sakinliğinin bir başka sebebi ise mahalledeki herkesin öfkeli olması. Herkes öfkelenince ve canı burnunda olunca Erdoğan’ın eski öfkesinin ve sesinin bir anlamı kalmadı. Batılılar da kızgın, Ruslar da. Temkinlilik ve sükûnet bu havada kazandırır. Erdoğan da farkında.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Erdoğan ve güvence stratejisi
Gelelim ekonomiye. Erdoğan seçim ekonomisi startını verdi. Aralık ayında muhtemelen asgari ücret ve emekli ücretlerine önemli bir zam yapılacak. Bunun haricinde yılların kanayan yarası EYT konusunda adım atılacağa benziyor. Orta sınıfın dahi – prekaryalaşan ve eriyen – ev alamadığı bir ülkede 250 bin konut sözü verdi Erdoğan. Projenin vatandaşlar açısından uygulanamaz ve makul olmadığı yönünde eleştiriler yapıldı. Sonuç? 5 milyon insan bu hayali satın aldı ve başvurdu. Bunu masanın ya da masa bileşenlerinin çoktan söylemesi gerekirdi. Uygulanabilir bir proje olarak toplumun konut sahipliğini yüzde 90’a çıkarmak (şu an yüzde 60’ın altındadır) ya da 1 milyon yeni ev yapmak. Bunun gibi sayısız güvence başlığı var.
Güvenceli bir istihdamın, güvenceli bir yaşamın, güvenceli bir geleceğin seçim stratejisi olduğunu kimse anlamıyor. Ev bir güvencedir hem de çok büyük bir güvence. Prekaryanın – güvencesizlerin bir seçim stratejisi olduğunu anlayamayanlara karşı Erdoğan bunu çok iyi anlamış gözüküyor. Belki kendi yarattı ama sonuç olarak “Bu derdin devası da bende” demek istiyor.
Kampanya süreci zor olacak. Erdoğan kesinlikle kaybetmiş değil ve durumun kendisi için zor olduğunun farkında. Bu yüzden dış politikada denge, sükûnet ve alternatif arayışındayken ekonomide güvence projelerine girişmiş durumda. Muhalefetin ise pozisyonunu ve adayı bir an önce belli etmesi ve ardından bunun seçim ve iletişim stratejisini haykırması gerekiyor.