Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (99): Anayasayı “tangur tungur” etmek

Rivayete göre, 12 Mart 1971 döneminin faşizan koşullarında, o zamanki ceza kanunu terminolojisiyle Anayasa’yı “tağyir, tebdil ve ilga”ya yeltenmekle suçlanan bir “köylü”, bu sözcüklere dili dönmediğinden, savunması sırasında, “efendim, biz zâten ne anlarız anayasadan, babayasadan, ben anayasayı tangur tungur etmedim, etse etse şeherliler etmiştir” diye karşılık vermiş.

Rivâyetin bu aralar yeniden aklıma gelmesinin sebebi, iktidarın başörtüsüne yasal güvence gerekçesiyle, içine kendi âile ve cinsellikle ilgili tercihlerini de boca edeceği anayasa değişikliğini gündeme getirmesi. Kuşkusuz, Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüne yasal güvence gerekçesiyle gündeme getirmesi, bu gündemin vesîlesi oldu. Oysa, neredeyse kırk yıldır defalarca yazılıp çizildi, kampanyalar, dilekçeler, mahkemeler, AYM, Danıştay, AİHM, çok uzun bir liste. Bir toplum, bir devlet, bir dizi siyâsetçiler ordusu, bunca tecrübeden hiçbir anlamlı netîce çıkaramamış olmalı ki, yine başlangıç noktasına dönülüyor. Biz de bu noktadan
başlayalım: Sorun nedir?

Sorun, kadınların başlarını örtmeleriyle ilgili. Kimi ilgilendirir? Erkeklerin kravatı, ceketi, sakalı, şapkası, fesi, sarığı, cübbesi kimi ilgilendirir? Teorik olarak kimseyi ilgilendirmez. Ancak, Türkiye’de, Cumhuriyet’in îlânından sonra getirilen bâzı yasal düzenlemeler fes, sarık, cübbe vb. dinî kisvelerin giyilemeyeceğini, bunların yerine şapkanın giyileceğini hüküm altına almış. Erkeklerin kılık kıyâfetleriyle ilgili bu düzenleme, Anayasa’ya göre “inkılâp kânunları” olarak özel bir koruma altında, değiştirilemez norm niteliği taşıyorlar. Kadınların giyimiyle ilgili böyle bir düzenleme var mı? Yok!

Kadınların giyimiyle ilgili olarak, eğitim kurumlarında öğrenci -yâni kamu hizmeti alan- statüsündeki kadınlar ile, kamuda çalışan kadınlar arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. Kadınların “kamu hizmeti alan” kişiler olarak, Anayasa’daki hak ve özgürlüklerinden yararlanmaları için uymaları gereken, Anayasa ve yasalarla getirilmiş bir kıyafet mecbûriyeti var mı? Yok. Kamuda görev yapan kadınlarla ilgili, özel olarak başörtüsü yasağı getiren bir anayasal ve yasal düzenleme var mı? O da yok. Eskiden var mıydı? Eskiden, yargı başta olmak üzere bâzı kamu örgütlerinde kadınların başlarının açık olması zorunluluğu getiren “yönetmelik” düzeyinde hükümler vardı, bu mevzûat hükümleri ilgâ edildi. Yâni artık böyle bir zorunluluk yok.

Sonuç olarak, şu anda Türkiye’de kadınların başlarını örtmelerini yasaklayan bir hukukî düzenleme bulunmamaktadır. Yâni, kadınların başlarını örtmesi serbesttir. Peki, zâten serbest olan bir şey için, ayrıca Anayasa’ya, yasalara, “serbesttir” diye düzenleme getirmenin mantığı nedir? Bence, burada bir mantık aramak mümkün ama bulmak imkânsız. Üstelik, zâten serbest olan bir şeyin serbest olduğuna dâir bir hukukî düzenleme yaparsanız, insanlar diğer serbest olan şeyler hakkında da, “acaba bu serbest mi?” diye sormaya başlarlar ve süreç, “Anayasa’ya ve yasalara göre başörtüsü serbestmiş ama, acaba baş örtmemek serbest mi?” diye de sormaya başlayabilirler. Düzenlemenin nasıl yapılacağı da bundan etkilidir kuşkusuz ama, yine de fark etmez. Dolayısıyla, abesle iştigal etmenin ve zâten serbest olan bir şeyin serbest olduğunu hüküm altına alacak düzenlemeler arayışına gitmenin bir anlamı yoktur.

Peki neden böyle bir girişim yapılıyor? Kılıçdaroğlu’nu anladık, “CHP iktidara gelirse, başörtüsünü yeniden yasaklaşacak” türünden olumsuz kampanyaları boşa çıkarmak için bu hamleyi yapıyor. Siyâsî nedenlerle yâni. AKP de aynı durumda, el yükseltiyor, yasa yetmez, hadi bunu Anayasa’ya koyalım, yanına da âile ile ilgili bir düzenleme getirelim. Cinsiyet ve cinsel yönelimlerle ilgili, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile bildiğimiz kendi “sofu” tabanına mesaj verme gâyesini pekiştiren bir hamle. Yâni, zâten serbest olan bir şeyin serbestliğini Anayasa’ya yazma garâbeti yetmiyor, bir de insanların cinsiyetlerine ve cinsel yönelimlerine yönelik ayrımcılık yapmayı mümkün kılacak yeni arayışları Anayasa’ya sokuşturmak istiyorlar.

Zannedersiniz ki memlekette Anayasa’ya ve yasalara yazılı her şey harfiyen uygulanıyor. Oysa yok öyle bir memleketimiz. Anayasa, siyâsî iktidarın işine gelince var, işine gelmeyince yok. Çok örnek var, hem de yalnızca AKP iktidarı ile sınırlı da değil. Üniversite öğrencilerinin, hiçbir yasal düzenlemeye dayanmaksızın başörtüsü nedeniyle eğitim hakkından mahrum edilmelerinin
sayısız örneği 1980’lerden başlayarak önümüzde duruyor. Yine başörtüsü ile ilgili olarak, TBMM Genel Kurulu’nda başörtülü bulunmayı yasaklayan hiçbir düzenleme olmadığı halde, Merve Kavakçı’nın Genel Kurul salonundan çıkarılarak yemin etmesinin engellenmesi bu bağlamda ilk örnek. 2007’de, henüz AKP iktidarı ile devletin askerî ve sivil bürokratik kurumları arasındaki çatışmanın devam ettiği bir dönemde, Anayasa Mahkemesi’nin tam bir “icad” niteliğindeki kararıyla TBMM’de devam eden Cumhurbaşkanı seçimini durdurmasının anayasada yerinin olmadığını burada hatırlatabilirim. 2014’te halk oyuyla Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın partisiyle ilişkisinin kesilmemesi, milletvekilliğinin ve Başbakanlığının düşmemesi ise, aksine, anayasa hükümlerinin uygulanmaması örneği olarak tarihe geçmiştir. Keza 2017’deki halk oylamasında, kanun hükmüne rağmen geçerli sayılan mühürsüz oylar da bir diğer örnektir. Açık Anayasa ve kânun hükümlerine rağmen AİHM kararlarının siyâsî nedenlerle
uygulanmaması da bu arada kaydedilmelidir.

Özetle, Türkiye’de Anayasa ve kânunlarda yazılı olan kuralların uygulanmaması ile olmayan kurallar îcâd edilip yasakçı uygulamalara yönelinmesi, siyâsî nedenlerle sık sık gündeme gelmiştir, bugün de bu durumda bir değişme yoktur.

Bu nedenle: (1) Zâten serbest olan başörtüsünün serbest olduğunu yasal olarak düzenlemeye kalkmanın bin mantığı olmadığı, (2)
böyle bir düzenleme yapılsa bile Türkiye’de her zaman bu düzenleme yokmuş gibi hareket edilebileceği açıktır. Ayrıca, AKP iktidarının “başörtüsünü güvence altına alıyoruz” bahanesiyle, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına benzer bir “sofu” davranış ile LGBTIQ+ bireylere yönelik ayrımcılık yapılmasını yasallaştırmak istemesi, tam anlamıyla bir “Anayasayı tangur
tungur etme” girişimi olarak görünmektedir. Türkiye’nin gerçek ihtiyâcı, keyfîlikten uzak, kurallara saygılı, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir siyâset ve hukuk kültürüdür.

Prof. Dr. Levent Köker Hukuk ve Demokrasi’de değerlendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.