Bugün 2022 yılının son günü. 2023, Çin takvimine göre “tavşan yılı”, tavşan yılı da “umut yılı” imiş. Biz Türkiyeliler için de gerçekten çok anlamlı. İkinci yüzyılda hukuk ve demokrasi bağlamında olumlu gelişmelerin yaşanabilmesi için önümüzde bir fırsat var: en geç 18 Haziran’da yapılacak olan Cumhurbaşkanı ve TBMM seçimleri. Bu fırsatın iyi kullanılması, umut yılındaki en büyük umudumuz. Diğer yandan, umut yılının arifesinde, hukuk ve demokrasi göstergeleri kötüleşmeye devam ediyor. Her hâlde umut yılının gelişini gören karanlık güçler karşı saldırıya geçmişler, birbiri ardına tekrar ve tekrar ve tekrar yanlışlığı kanıtlanmış kötülüklerde ısrar etmeye, insanların hayatlarını karartmaya tam gaz devam ediyorlar.
Hiç olmayacak şeylerden biri, Gezi dâvâsında müebbet hapis ve 18 küsûr yıl hapis cezâlarına mahkûm olanlarla ilgili kararın istinaf mahkemesi tarafından onanması oldu. Hukukî açıdan baktığımızda olması mümkün görünmeyen bir şey çünkü AİHM tarafından Osman Kavala hakkında verilen karar, Gezi dâvâsı ile ilgili olarak öne sürülen iddiaların hiçbir makûl şüpheye dayanmadığını ve bu nedenle bırakın mahkûm edilmeyi, tutuklanma için bile bir gerekçe oluşturmadığını açıkça îlân etmişti. Bu kararın uygulanaması bir yana, Kavala ve diğer sanıklar hakkında beraat kararı verilerek dâvânın son erdirilmesi gerekirken, bu kadar ağır cezâlara hükmedilmesi ve bir de üstüne bu ilk derece kararlarının onanması, gerçekten akıl almaz bir iş.
Benzer bir diğer karar, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen mahkûmiyet kararı ve bu kararın sonucu olan siyâset yasağı getirilmesi. Henüz bir ihtimâl ama kararın kesinleşmesi hâlinde gerçek olacak. Süreç, seçim süreciyle içiçe geçtiği için, özellikle muhalefetin CB adayının belirlenmesi ile ilgili davanışlarını doğrudan etkiliyor. Bu yönüyle açık siyâsî etkisi olan bu kararın hukukla açıklanması da pek mümkün görünmüyor. Her şeyden önce, hakaret suçunun işlenip işlenmediği, muhatabının gerçekten YSK olup olmadığı gibi sorulara mahkemenin gerekçeli kararında, tüm şüpheleri giderecek kesinlikte tesbitlerle verilmiş cevaplar yok.
Üçüncü vahim olay, TTB Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla tutuklanması. Olay, Prof. Fincancı’nın adlî tıb uzmanı olarak, TSK’nın sınır ötesi operasyonlarından birinde kimyasal silâh kullanılıp kullanılmadığının araştırılması gerektiğini söylemesi. Meslekî duyarlılığın dürüstçe ifâdesi olmanın ötesinde, tam anlamıyla ifâde özgürlüğü kapsamında olduğu açık ve net olan bu yaklaşımın bu şekilde kriminalize edilmesi, hâdisenin siyâsî amaçlarla yorumlandığını gösteriyor.
Yılın son haftalarına sığan bu üç hâdiseyi bir bütün olarak ele aldığımızda ortaya çıkan ve hukuk-demokrasi bağlamında çok büyük önem taşıyan bir sonuca varmamız gerekiyor. Bu da, kamu otoritelerinin eylem ve işlemlerinde yararlandıkları “hukuka uygunluk karînesi”nin Türkiye’de artık tersine dönmüş olmasıdır. Bir diğer deyişle, yasama, yürütme ve idâre ve yargı eşlemlerinde “hukuka uygunluk karînesi”, Türkiye bakımından geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiş görünmektedir. Durumu şöyle de açıklayabiliriz: Bir devlet organının herhangi bir işleminin hukuka uygun olup olmadığına karar verebilmek için artık, o işlemin konusunun siyâsî anlamına bakmamız gerekmektedir. Eğer siyâseten -iktidar gözüyle ve hikmet-i hükûmet açısından- hassas ve sakıncalı bir konu ise, bu durumda hukukun değil siyâsî kaygıların belirleyici olduğuna kesin gözüyle bakabiliriz. Dolayısıyla, önümüzdeki kamu otoritesi işlemi eğer siyâsî olarak “muhataralı” bir alana ilişkinse, yapılan işlem hukuka aykırı ama siyâseten
uygundur diyebiliriz ve kolay kolay da yanılmayız.
Bu, hukuk ve demokrasi ilişkileri bakımından çok çok vahim bir ikircikli vaziyettir. Bundan daha vahim olanı da, bu ikircikli vaziyetin Türkiye toplumunun geniş kesimlerince kanıksanması, bir anlamda rutinleştirilmesidir. Daha önceki dönemlerde, devletin “arada bir rutin dışına çıkması” olarak özetlenebilen durumların şimdi “rutin” hâle gelmesi, bir diğer deyişle “rutin dışına çıkmanın rutinleşmesi” söz konusudur. “Hukuk dışılığın” rutinleşmesini mümkün kılan bir de ideolojik iklim söz konusudur. Bu iklimi besleyip büyüten kurum olarak da, son zamanlardaki boy gösterişiyle yine ön plânda olan Diyânet’i anmadan olmaz.
Geride bıraktığımız dönemde zaman zaman siyâsî demeçlerle hukuk yapma süreçlerine müdâhil olan Diyânet, kılık kıyâfetten yılbaşı kutlamalarına, kadınların kamusal varlığının önemli alanlarından biri olan seyahat özgürlüğüne kadar pek çok alanda, İslâmcı bir siyâsî parti gibi hareket etmektedir. Pop sanatçısı Gülşen’in haksız suçlanmasının temelinde, kıyâfet tercihinin
yattığını anladığımız, kadınların kamusal alandaki kıyâfetlerinin “kapalılık” biçiminde idealize edilmek istendiği bu günlerde, AKP-MHP işbirliği ile, “dinî inanca dayalı kıyâfet tercihi”nin anayasal güvenceye kavuşturulmak istenmesi de, dikkât çekici bir hamle oldu. Resmî (Altılı) Masa Muhalefeti, hukuk dışı diğer pek çok konuda olduğu gibi bu hamle karşısında da ne tutum
aldığı belli olmayan bir durumda.
Nihâyet, son bombayı Anayasa Mahkemesi patlattı. İslâm ülkeleri anayasa yargısı konferansı resmîleşti ve ilk başkanlığını Türkiye üstlendi. Anayasa yargısının iki önemli boyutundan biri, kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi, diğeri de bireysel hak ve özgürlüklerin korunması. İslâm ülkelerinin hangisinde “kanunlar anayasaya aykırı olamaz” anlamında ciddîye alınabilir bir anayasa düzeni var, bir elin parmaklarını bulur mu? Kaçında bireysel hak ve özgürlükleri evrensel düzeyde kabûl edip saygı gösteren bir hukuk düzeni var? En ileri konumda olan Türkiye, ve Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi. Onun da durumu ortada: en iyi nitelemeyle, “ikircikli” dediğim ortamın en güzel örneklerini veriyor. Şu deyiş akla gelmez mi şimdi: “Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayre himmet ede!”
Seçimler bir fırsat, “tavşan yılı” 2023’ün gerçekten “umut yılı” olabilmesi için hayâtî önemde. Ama, bir o kadar önemli olan da, seçimleri kazanarak iktidarı değiştirmek isteyen Resmî (Altılı) Masa’nın, durumu rutinleştiren ideolojik baskının da mücâdele edilmesi gereken bir engel olduğunu fark etmesi şart. Bir ümit, 2023 iyilikler yılı olsun, hak, hukuk, barış ve demokrasi
umutlarımız serpilip gelişsin!
Prof. Levent Köker Hukuk ve Demokrasi’de değerlendirdi:
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.