Şu husus net olarak ortada: Önümüzdeki seçimler Cumhur İttifakı ve destekçilerinin zaferiyle sonuçlanırsa, bugünkü başkancı tek adam rejimi devam edecek. Demokrasiyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bu rejimin devam edebilmesinin tek yolu ise, rakiplerine karşı daha fazla güç elde etmek. Bir diğer deyişle, gücünü tahkim edemediği ölçüde, seçimden muzaffer çıksa bile varlığını sürdürmesi zorlaşacaktır. Çünkü bu rejimin temel dayanağı, Türkiye toplumundaki bâzı “fay hatları”dır. Bu fay hatları üzerinden yürüttüğü ayrıştırma, kutuplaştırma ve düşmanlaştırma politikaları ile varlığını sürdüren bu rejimin, bu politikaları daha da keskinleştirerek ilerlemesi bir zorunluluk olarak görünmektedir. Bu nedenle, mevcut iktidar blokunun seçimleri kazanması ile birlikte Türkiye’de demokratik bir değişim sürecini çok uzun bir zamana dek unutmak gerekecektir.
Buna karşılık muhalefetin seçimlerden sonra iktidara gelerek demokratik bir düzene geçişi sağlama vaadi önümüzde duruyor. Bu vaadin somut ifâdesi, kamu oyuna açıklanmış olan “güçlendirilmiş parlâmenter sistem”. Bu sisteme nasıl geçileceği, yâni geçiş sürecinin nasıl örgütleneceği, muhalefetin bu süre içinde izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaların ana unsurlarının neleri içerdiği gibi hususlar önümüzdeki günlerde daha da netleşecek. En azından, beyanlar bu yönde.
Dikkat ederseniz burada sâdece “muhalefet” terimini kullandım ama, asıl kasdettiğim “Altılı Masa”. Pek çok gözlemci ve yorumcu da, Türkiye siyâseti hakkında konuşurken, “muhalefet” ile “Altılı Masa”yı özdeşleştiriyor. Örneğin, geçtiğimiz günlerde bir grup “siyâset bilimci” tarafından yayınlanan “Altılı Masa’ya Açık Mektup”ta da aynı yaklaşım var. Oysa muhalefet, Altılı Masa ile Emek ve Özgürlük İttifâkı gibi iki büyük bloktan meydana geliyor ve seçimlerde mevcut iktidarın değiştirilmesi, özellikle de Cumhurbaşkanı seçiminin muhalefet tarafından kazanılması, çok net olarak, bu iki blok arasında bir işbirliğinin oluşmasına yakından bağlı. Buna karşılık, EÖİ’nın, özellikle de HDP’nin ısrarlı çağrılarına rağmen, Altılı Masa’nın iki büyük bileşeninden biri olan İYİP, sâdece bu çağrıyı değil, bu çağrının sâhibi olan HDP’nin varlığını dahi reddediyor. Bu partinin en üst düzey yetkililerinin bugüne kadarki açıklamalarında, HDP’nin bir siyâsî parti olmadığından başlayıp, HDP ile bir müzakere olursa bir bu “Masa’da olmayız” türü ifâdeler kullanılıyor. Hani, insanın dilinin ucuna geliyor, HDP seçimlere beş kala kapatılsa, zil takıp oynayacaklar. İYİP’in bu yaklaşımı, aynı zamanda, Masa’nın diğer bileşeni olan DEVA’ya da, anadilinde eğitim ve vatandaşlık gibi bâzı anayasal sorun alanlarındaki açıklamalarına gösterdikleri tepkinin şiddetinde de ortaya çıktı.
Buna ek olarak, son günlerde Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun bazı açıklamaları gündemin tam da göbeğine yerleşti. Davutoğlu, parlamenter sisteme geçiş sürecinde, CB’nın ülke idaresinde kritik kararlarda her biri CB yardımcısı olacak olan genel başkanların onayıyla hareket edeceğini vurgulayarak, böyle olmadığı durumda seçimlerin yenilenmesi yoluna gidileceği gibi bir ifâde kullandı. Bu çıkışa yönelik ilk tepki, kamu oyunun bâzı kesimlerinden, yüzde 1’lik bile olmayan partilerin yeni dönemde bu kadar orantısız güç sâhibi olmalarının doğru olmadığı yönündeydi ki, Kılıçdaroğlu buna, “bütün genel başkanlar, genel başkan olarak eşittir” yaklaşımıyla yanıt vermek istedi.
Bütün bu hususları, bir diğer tartışma konusuyla, kimin ortak aday olacağı veya ortak aday çıkarılabilip çıkarılamayacağı konusuyla birlikte düşünelim. İmamoğlu mu, Yavaş mı, Kılıçdaroğlu mu, yoksa başkası mı diye yapılan ve İmamoğlu’na verilen henüz kesinleşmemiş ceza sonrasında, örneğin İmamoğlu’nun derhal ortak aday ilan edilmesi gerektiğini ileri süren talepler ve buna karşı ortaya çıkan gelişmeler… Belli ki Altılı Masa içinde bir tartışma cereyan ediyor. Hem ortak aday konusunda, hem de seçimlerin kazanılmasından sonra, “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş” sürecinin nasıl örgütleneceği ile ilgili olarak
Bunlar tamam da, bu arada muhalefette yer alan EÖİ ve bu ittifakın ana unsuru olan HDP’nin dışlanmakta oluşu çok ciddî bir sorun. Çünkü, daha önce de vurguladığım üzere, 7 Haziran 2015’in bir tekrarı gibi görünen bu dışlayıcı tutumu HDP artık kabûl etmiyor ve kendi adayı ile seçime girme kararını gözden geçirmesinin ön koşulu olarak HDP ve EÖİ ile açık kamusal müzakereyi ileri sürüyor. Şimdi; Altılı Masa’dan henüz bir olumlu yaklaşım gelmiş değil. HDP ve EÖİ’nın ana seçmen kitlesinin, çoğunluğu Türkiyeli Kürtlerden olmak üzere, Kürt sorununa duyarlı olan kesimlerden oluştuğunu hatırlatarak, sormak durumundayız: Altılı Masa’nın müstakbel Türkiye vizyonunu meydana getiren “güçlendirilmiş parlâmenter sistem” içinde, demokratik bir gelecek tasavvuru yer almakta mıdır? Bir diğer deyişle, bugünkü oy tabanları îtibâriyle, en az 8-9 milyonluk bir seçmen kitlesinin hassasiyetlerine ve taleplerine kayıtsız kalan bir gelecek tasavvuru, Türkiye’de ihtiyaç duyulan demokratikleşmeyi sağlayabilir mi?
Korkarım ki, böyle bir demokratikleşmeyi sağlayamayabileceği gibi, içine girip de bir türlü çıkamadıkları dışlayıcı milliyetçilik ve siyâsî kibir nedeniyle, kendi aralarındaki tartışmalarla, ülkenin önündeki demokrasiye geçiş fırsatını da bir kez daha kaçırmamıza sebeb olacaklardır. Umarım yanılırım.