Kamu oyunun pek çok kesiminde şaşkınlıkla karşılanan Akşener krizi aşıldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı îlân edildi, Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yapılacakların bir bölümünü de içeren on iki maddelik bir açıklamayla birlikte. Şimdi, bu krizin Millet İttifâkı’nı nasıl etkilemiş olabileceği üzerinde duruluyor. Acaba bu kriz bir zayıflamaya mı yoksa, tam aksine, bir güçlenmeye mi yol açmıştır? Üzerinde durulan bir diğer konu ki, bu soruyla da bağlantılı, HDP ve Emek ve Özgürlük İttifâkı (EÖİ), daha doğrusu Kılıçdaroğlu’nun HDP ve EÖİ ile nasıl bir ilişki kuracağı. Tabiî bu soru, hakkındaki kapatma dâvâsı AYM’de devâm eden HDP’nin akıbetinin ne olacağı ve HDP’nin de nasıl bir tavır takınacağından bağımsız değil.
Şöyle başlayayım. Bir kere, Akşener’in neden Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkarak ve Mİ’nın diğer bileşenlerini ağır bir dille suçlayarak ortalığı velveleye verdiği anlaşılamadı. Gerekçesini “kazanamaz” üzerine kurduğu tavrını, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına râzı olmakla, kendisi çürütmüş oldu. Bununla birlikte, İmamoğlu ve Yavaş’ın CB Yardımcısı olarak atanmalarını sağlamış olmakla bir bakıma kendisi açısından bir kazanım elde ettiği düşünülebilir. Ancak, bu da bir tuhaf çünkü, İmamoğlu ve Yavaş’ın atanmaları Kılıçdaroğlu’nun “uygun göreceği zaman”a bırakılmış, yâni inisiyatif Kılıçdaroğlu’nda. Peki, yaklaşık 72 saat süren bu mini kriz sonucunda ne olmuş oldu? Siyâsî olarak baktığımızda, gözlenen o ki, Kılıçdaroğlu’nun hareket alanı bir hayli genişlemiş durumda. Bir diğer deyişle, sâdece Akşener ve İYİP değil, Mİ’nın diğer bileşenleri de artık herhangi bir biçimde bir krize neden olamayacak durumda bulunuyorlar. Bu, tabiî ki Mİ’nın seçmen desteğinin güçlenip güçlenmediği sorusuna bir cevap vermemizi sağlamıyor ama, popülerliği teslim edilen iki büyükşehir belediye başkanının kampanya sürecinde aktif rol oynayacak olmalarına dayanarak, krizin bu biçimde aşılmış olmasıyla birlikte Mİ’nın da seçmen desteğini artıracağını tahmin edebiliriz.
Mİ’nın özellikle CB seçiminde lehine bir gelişme de, HDP ve EÖİ ile kurulacak temas üzerinden değerlendirilebilir. Bilindiği gibi, İYİP’in tavrı böyle bir temasın önündeki en büyük engeldi ve Akşener’in “yarattığı” kriz sonrası, Kılıçdaroğlu’nun eli rahatladı ve artık HDP ile de temas etmesinin önü açılmış oldu. Kılıçdaroğlu, Akşener’in kriz yaratan ilk açıklaması sırasında, EÖİ bileşenlerinden Sol Parti ve TİP ile görüşmekteydi. Bu, belki HDP’yle de görüşüleceğinin bir ön işâreti olabilirdi ama, Akşener’in (İYİP’in) tavrı bu teması güçleştiren bir faktördü. “Akşener krizi”nin çözülüş şekli, bu faktörü ortadan kaldırmış oldu.
Şimdi gözler HDP’de. İki bakımdan: (1) HDP’nin tavrı ne olacak? (2) HDP hakkındaki kapatma dâvâsı nasıl sonuçlanacak?
HDP, kamu oyunda öteden beri vâr olan genel değerlendirmeye uygun olarak, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını “olumlu” sözlerle değerlendirdi. Nihâyetinde, HDP’nin Eylül 2021’de açıklamış olduğu tutum belgesindeki aday profiline baktığımızda, bu tutumun da şaşırtıcı olmadığını görmekteyiz. Bununla birlikte, HDP’nin kendisiyle kamuya açık bir görüşme yapılması gerektiği yolundaki şartı da geçerliydi. Bu nedenle de Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi ziyâreti bekleniyordu ki, bu ziyâretin yakın bir zamanda gerçekleşeceği anlaşılıyor.
Hâl böyleyleyken, Akşener’in konuyu “Mİ’nın CB adayı Kılıçdaroğlu ile HDP’nin görüşmesi” olarak değerlendirmeyip, topu “CHP-HDP görüşmesi” gibi iki parti arası görüşmeye doğru çevirmesi dikkât çekti. Bu, yeni bir kriz daha yaratma imkânı olmayan Akşener’in kamu oyu önünde HDP konusundaki yaklaşımını değiştirmediği izlenimi vermeye yönelik bir tavır gibi değerlendirilebilir. Bununla birlikte, HDP konusunun Akşener’i de, İYİP’i de aşan bir boyutu var. Bu boyut da, HDP hakkındaki kapatma dâvâsının esâsı ile yakından ilgili.
Kısaca: HDP, “terörle organik ilişkisi” nedeniyle kapatılmak isteniyor. Temel iddia bu. Kamu oyunda, HDP hakkındaki olumsuz değerlendirmelere bakıldığında da, asıl dayanağın bu yönde olduğu anlaşılıyor. Buna karşılık HDP, seçmen desteği bakımından Türkiye’nin üçüncü büyük partisi. Bu konumda olmasını da, herhâlde siyâsî iddialarına, Türkiye’nin sorunlarıyla ilgili teşhislerine ve çözüm önerilerine borçlu. Bir diğer deyişle, karşıtlarına baktığımızda, HDP’ye ayrıca Türkiye’nin kuruluş temellerine, en önemlisi de üniter yapısına ters düşen vizyonu ve programı nedeniyle karşı çıkıldığını vurgulamamız gerekiyor.
Bu konuda son sözü AYM söyleyecek ve Mahkeme, bu konuda ardarda iki önemli karar verdi. Bunlardan ilki, HDP’nin sözlü savunmasının 3 ay süreyle ertelenmesi talebini bir aydan daha kısa bir süreyle kabûl etmesidir. Buna göre HDP, sözlü savunmasını 11 Nisan’da yapacak. Yâni, seçim takvimine göre aday listeleri kesinleştikten bir gün sonra. 11 Nisan ile 14 Mayıs arasında, herhangi bir târihte AYM’nin toplanıp HDP hakkında kapatma kararı vermesinin önünde bir engel olmadığı için, bu karar kapatma dâvâsının HDP üzerinde bir demoklesin kılıcı olarak sallanıp durması anlamına gelmekte. Dolayısıyla da, bir “siyâsî tâciz” ve bu seçimlerin özgür, eşit ve âdil koşullarda yapılmasını bozan bir müdahale olarak değerlendirilmeyi gerektiriyor. Aksine bir yorum da mümkün. “AYM, daha önce vermiş olduğu HDP’nin hazine yardımının bloke edilmesi kararı kaldırdığına göre, kapatma kararını da seçimden sonraya bırakmıştır ve belki de kapatmayacaktır” diye de düşünülebilir. İki yorumdan hangisinin doğru olduğu belirsizliğini koruduğuna göre, HDP’nin ve dolayısıyla tüm seçim sürecinin olumsuz bir etki, bir baskı altında bulunduğu açıktır.
Siyâsî bir yorum yapmak gerekirse, HDP’nin kapatılması, HDP seçmeninin CB seçimlerinde neredeyse firesiz bir biçimde Kılıçdaroğlu’na yönelmesi sonucunu doğrurur dersek, bunun seçimi kazanmak zorunda olan Cumhur İttifâkı için iyi olmayacağı bellidir. Bu nedenle, siyâsî açıdan HDP’nin kapatılmasının götürüsü, getirisinden çok daha fazla olur, tabiî Cİ için. Son olarak, HDP ile ilgili “asıl mes’ele”yi unutmamak gerek. Cİ ile Mİ bloklarından ilki mevcut durumu (statükoyu) sürdürmek, ikincisi ise devleti parlâmenter sistem kalıplarına göre restore etmek amacında. Her iki blokta da, Cumhuriyet’in temel sorunlarını görme, bunlarla yüzleşme ve çözüm üretme irâdesi mevcut değil. Bu vizyon en çok HDP ve EÖİ’nda mevcut ve özet ifâdesi de “demokratik cumhuriyet”. HDP’nin 2015’ten bu yana mârûz kaldığı baskı, dışlama ve kriminalize edilme uygulamaları, “terör” etiketine sığdırılamayacak bir biçimde, bu “demokratik cumhuriyet” vizyonu nedeniyledir. Mİ, Kılıçdaroğlu ve kamu oyundaki destekçileri, şöyle bir dizi temel yanlışta birleşiyorlar: (1) Türkiye’nin temel sorunu parlâmenter sistemden sapılmasıdır. (2) Türkiye’nin geçmişte “kusurlu” da olsa bir demokratik hukuk devleti niteliği vardı, sapma bunu da yok etti. (3) Mİ’nın ortaya koyduğu “güçlendirilmiş parlâmenter sistem” ve “ortak politikalar”, gerçekleştirildiği takdirde Türkiye’nin daha demokratik bir yönde ilerlemesini sağlayabilir.
Mİ’nın, kendisini meydana getiren siyâsî partilere de, bu partilerin tabanlarına da hâkim olan bu yaklaşım, Türkiye’nin son 40 yılındaki demokratikleşme tartışmalarının hebâ edildiği ve her şeye sıfırdan başlanması gerektiği gibi bir sonuç üretecektir. Kanımca, toplumumuz ve siyâsî geleceğimiz açısından üzücü bir durumdur.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Prof. Levent Köker Hukuk ve Demokrasi’de değerlendirdi: