Fahrettin Koca, artık Sağlık Bakanı değil. Koca dönemini değerlendiren uzmanlar, salgının kötü yönetildiğini, sağlıkçılara yönelik şiddetin arttığını, şehir hastanelerinin milyarlarca lira zarara neden olduğunu ve hastanelere ulaşımın zorlaştığını anlattı. Koca’nın sağlık alanında “çöküş” yarattığını savunan uzmanlar, yeni bakan Kemal Memişoğlu’nu da aynı hataları yapmaması için uyardı. İşte uzmanların görüşleriyle altı yıllık Fahrettin Koca döneminin portresi…
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2 Temmuz 2024’te Fahrettin Koca’nın yerine Sağlık Bakanlığı’na yaklaşık sekiz yıldır İstanbul İl Sağlık Müdürü olan Kemal Memişoğlu’nu atadı. Koca’nın yaklaşık altı yıl süren bakanlığı böylece sona erdi.
Biz de uzmanlara sorduk: Fahrettin Koca’yı nasıl bilirdiniz?
Özel hastane sahibi Fahrettin Koca…
Devir teslim töreninde bayrağı Memişoğlu’na devreden Koca, yaptığı konuşmada kendi döneminde ağır sınavlar verdiklerini söyledi. Göreve geldiği 2018’den itibaren sert eleştirilere maruz kalan Koca’nın bakanlığında, bulunamayan ilaçlardan hekim göçüne kadar birçok konu tartışıldı. Koca’nın özel hastane sahibi olması da gündemden düşmedi. Koca tarafından, ilki 1997 yılında kurulan ve şu an kardeşi tarafından yönetilen Medipol Hastaneleri’nin şirket sermayesi, milyonlarca lirayı buldu.
İstanbul’da 10 farklı hastanesi olan Medipol Sağlık Grubu’nun, Ankara’da da diş hastanesi bulunuyor. Koca’nın kurucusu olduğu hastanelerin, destek programların da dahil edildiği milyonlarca lira değerinde yatırım teşviki aldığı daha önce basına yansıdı. Öte yandan Sağlık Bakanlığı’nda Menzil Tarikatı mensuplarının kadrolaştığı iddiaları, Koca döneminde de kamuoyu tarafından sıklıkla dile getirildi.
Bu süreçte yaşananlar, eleştirileri beraberinde getirirken, Türkiye’de sağlık alanında faaliyet gösteren uzmanlar ve önemli kurumların temsilcileri Medyascope’a Fahrettin Koca’nın dönemini değerlendirdi.
Salgın sürecini nasıl yönetti?
Fahrettin Koca döneminde yaşanan en önemli olayların başında koronavirüs (Covid-19) salgını geldi. Aralık 2019’da Çin’in Hubei eyaletindeki Vuhan şehrinde bir hayvan pazarında tespit edilen virüs, 13 Ocak 2020’de tanımlandı ve tüm dünyaya yayıldı. Türkiye’de ilk Covid-19 vakası 11 Mart 2020’de tespit edildi ve ilk ölüm 15 Mart 2020’de açıklandı. Uzmanlara göre, Türkiye’de bu tarihten önce de vakalar vardı.
Ancak test imkanları sınırlı olması sebebiyle tarama ve araştırma yapılmadığı ve benzeri bir hastalık belirtisiyle gelen kişilere tanı doğrulama gerçekleştirilemediğinden dolayı karantinaya alma işlemi geç başlatıldı. Bu sebepten dolayı da vakalar hızla arttı. İlk vakadan 3 yıl sonrasına gelindiğinde ise Mart 2023’te resmi verilere göre 17 milyon 232 bin 66 vaka görülürken, 102 bin 174 kişi koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti. Bu süreçte açıklanan sayıların gerçeği yansıtmadığı da gündeme geldi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Salgın döneminde, okulların kapatılarak uzaktan eğitime geçmesi ile restoran, müze, spor salonu gibi birçok işletmenin hizmet vermemesi ve uçuşların, spor müsabakalarının iptal edilmesi gibi önlemler alındı. İlk sokağa çıkma yasağı Nisan 2020’de uygulandı. Ancak farklı tedbirler alınması yerine 90 bin kişinin cezaevinden çıkması toplumda tepkiye neden oldu.
Ayrıca uzmanlar, tatillere ve turizme endeksli açılma-kapanma sürecinin yaşandığını savunarak, sürecin doğru yönetilmediğini belirtti. Kontrollü bir biçimde hareketliliği devam ettirme yerine, sokağa çıkma yasağı uygulanması, yasak öncesinde insanların evde kapalı kalacak olmanın verdiği endişeyle çok daha fazla dışarıya çıktığını ve bu durumun da vaka sayılarını etkilediğini savundu.
“Kötü kararların sorumluluğu Bilim Kurulu’na yüklendi”
Salgın döneminde Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi olan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap, o dönemde Bilim Kurulu’nun oluşturulmasının doğru olduğunu söyledi. Hastalıkla ilgili yalan ya da yanlış bilgilerin halka ulaşması yerine bilimsel bilginin toplumla paylaşılmasının sağlandığını anlatan Azap, kurulun işleyişi ile ilgili sorunlar yaşandığını dile getirdi.
Prof. Dr. Azap, “Oradaki kişilerin görev ve yetki sorumluluk tanımları yoktu. Kimlerin katıldığıyla, ne zaman katılacağıyla ilgili eksikler vardı. Bilim Kurulu’nun önerilerinin uygulanması zorunlu değildi. Bilimsel önerilerde bulunuyordu. Tabii ki uygulamalara hükümet ve Bakanlık karar verecek. Ama nedense zaman zaman ‘Bilim kurulu ne diyorsa biz onu yaptık’ dendi. Kimi zaman da iyi olan şeyler de ‘Biz yaptık oldu’ yaklaşım benimsendi” dedi.
Kötü giden şeylerin sorumlusunun Bilim Kurulu’na yüklemeye çalışıldığını vurgulayan Prof. Dr. Azap, bağımsız sözcüler yerine Bakan Koca’nın sosyal medya aracılığı ile duyuru yapmasının yanlış olduğunu dile getirdi. Salgının başında sadece Ankara’daki Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü laboratuvarında test yapılabildiğini hatırlatan Prof. Dr. Azap, “Vakaları erken yakalamak için baştan itibaren test altyapısı çok hızla genişletilmeliydi. Pek çok şehirde ve çok fazla sayıda merkezde test yapılabilmesinin sağlanması gerekirdi” dedi.
Bir süre sonra sadece klinik olarak belirtilere sahip kişilerin sayılarının bildirilmeye başlandığını dile getiren Prof. Dr. Azap, Türkiye’nin çok az vaka bildiren bir ülke haline geldiğini ve daha sonra bu yanlıştan dönüldüğünü söyledi.
- İZLEYİN – Sağlık Bakanı Fahrettin Koca artık vaka sayılarının açıklanacağını duyurdu – Konuk: Kayıhan Pala
“Etkisi olmayan tedaviler uygulandı, ilaçlar verildi”
Bakan Koca döneminde, koronavirüsün kaynağının bulunması sağlayan “filyasyon” uygulaması da uzmanlar tarafından eleştirildi. Hastaya temas edenlere ulaşarak onlardan örnek alınmasının ve ardından kaynağı bulanarak izolasyon sürecinin başlamasının daha doğru olduğunu savunan sağlıkçılar, Türkiye’de “filyasyon” uygulamalarının böyle olmadığını savundu. Uzmanlar, Türkiye’de sadece evde tanı ve tedaviyi ulaştırma hizmetinin yapıldığını belirtti.
65 yaş üstündekilerin sokağa çıkmanın yasaklamasının ardından, durumun kişiler üzerinde sosyal, psikolojik ve tıbbi sorunlara sebep olduğu belirtilerek bu karar eleştirildi. Uzmanların verdiği bilgiye göre, bu dönemde bilimsel etkisi olmadığı halde filyasyon ekipleri, insanlara bazı tedavileri ve Favipiravir ilacını vermeye devam etti. Sonradan bulunan ve Covid-19’a karşı oldukça etkili olduğu kanıtlanan ilaçların hepsi, farklı hasta gruplarında kullanılabilecek şekilde temin edilemedi.
Maske krizi yaşandı
Covid-19 zamanında maske krizi de yaşandı. Bakanlık tarafından ücretsiz maske dağıtımı yeterli miktarda olmadı. Birçok kişi maskelere geç ulaştı. Maske satışı yapılan yerlerde fahiş fiyatlar uygulanırken, steril eldivenler için de benzer durum ortaya çıktı.
Aşılama programı yavaşladı, veriler açıklanmadı: Yerli aşı bilmecesi
Aşı konusunda ise, başlangıçta mRNA aşısı temin edilemedi. Çin merkezli Sinovac şirketinin geliştirdiği koronavirüs aşısı, Türkiye’de aşılama programında kullanılan ilk aşı oldu. Ancak, CoronaVac adı verilen aşının teslimatında sıkıntılar yaşanmaya başladı. Bu durum, Türkiye’nin aşılama programının haftalarca yavaşlamasına, hatta durmasına neden oldu. Bunun üzerine, Türkiye, Pfizer/BioNTech aşısından satın almak için anlaşma yaptı. Salgın döneminde Türkiye’nin ilk yerli aşısı Turkovac da geliştirildi. Ancak uzmanlara göre, bu aşının çalışma verilerinin hepsi yayınlanmadı. Bu durum yerli aşının etkisi üzerinde soru işaretlerine neden oldu.
- İZLEYİN -Türkiye’de aşılama başladı – İlk aşı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Bilim Kurulu üyelerine yapıldı
Bilimsel araştırmalara “Bakanlık izni”
Salgın döneminde sağlık çalışanlarının araştırma yapması da izne bağlandı. Bakanlık, koronavirüs salgınının başından itibaren Covid-19 hastaları veya hastalığı ile ilgili bilimsel yayınlar için etik kurul başvurusundan önce Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden izin alınması zorunluluğu getirdi. Bu uygulama nedeniyle literatüre katkıda bulunacak araştırmalardan beklenildiği kadar katkı alınamadı.
Halka yasak, devlet yetkilisine serbest
Uzmanlara göre, Türkiye’de çok fazla sayıda hastanın hayatını kaybetmemesinin nedenlerinden biri de fedakar ve yoğun şekilde çalışan sağlık çalışanları oldu. Ancak bu insanların değerinin bilinmediği kamuoyunda yaygın bir görüş. Personele yapılan ek ödemelerin binlerce sağlık çalışanı arasında adaletsiz bir şekilde uygulandığı gündeme geldi.
Karantina uygulamaları sebebiyle insanlar cenazelerini sadece 2-3 kişiyle gömmek zorunda kaldı. Kendi yakınlarının cenazesine gidemediler. Ancak, Türkiye’de devlet yetkililerinin, Covid-19 kısıtlamalarını ihlal ederek kalabalık cenaze namazlarına katılması tepki çekti.
Randevular alınamadı, aciller dolup taştı
2003 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından temel halk sağlığı sorunlarına yönelik ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ adıyla yapılan düzenlemeler Fahrettin Koca döneminde de uygulanmaya devam etti. Uzmanların aktardığına göre, Koca döneminde aile hekimliği sistemiyle aile hekimi başına düşen kişi sayısında fazlalık ve binaların kiralanması gibi ciddi problemler devam etti.
Bu süreçte Sağlık Bakanlığı uygulaması Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) üzerinden hastaların randevu alamama sorunu öne çıktı. Bir yandan hastalar randevu bulamazken, diğer yandan doktorlara MHRS sisteminden 5 dakikada bir muayene randevusu kaydı açıldı. Randevuların ileri tarihlere alınması, randevuların sadece uzak bölgelerde açılması ve endoskopi, MR gibi işlemler için aylar sonrasına gün verilmesi vatandaşları isyan ettirdi. İnsanlar rutin sağlık hizmetlerine erişim sorunu yaşayınca acile başvurmaya başladı. Randevu krizine çözüm olarak sunulan “Onaylı Randevu Sistemi” de sorunları daha da artırdı. Şikayetvar’a ulaşan şikayetlerin sayısı yüzde 165’e kadar çıktı. Okur-yazarlığı olmayan ya da dijital sistemleri iyi kullanamayan kişiler bu sistemde oldukça zorlandı.
Prof. Dr. Azap, Bakan Fahrettin Koca dönemini şu sözlerle özetledi:
“Sonuçta kendisinden önceki iktidarların yürüttüğü Sağlıkta Dönüşüm Projesi’ni devam ettirmiş oldu. Sağlıkta Dönüşüm Projesi denilen şey esas olarak bir yıkım projesidir. Ve zaten sonuçları artık görülmeye başlandı. Hastalarımız nüfus cüzdanıyla sadece hastaneye gidip hizmet almaktan mutlulardı. Ama bu dönüşüm programının diğer unsurları sağlığın piyasalaşmasına sebep oldu. Ve kamu hastaneleri bile kendi kazançlarını sağlamak zorunda bırakıldı. Öyle olunca da çok hasta bakmak, çok işlem yapmak ve böylelikle hastaneye gelir kazanmak gibi bir yola girmek zorunda olduk.”
HPV aşısı ve şeker ölçümü sensörleri vaadi hayata geçmedi
Koca’nın rahim ağzı kanserine karşı koruyucu HPV aşısını ulusal aşı programına alma sözü de hayata geçmedi. Türkiye’de yaşayan 18 yaş altı yaklaşık 30 bin “Tip-1 diyabetli” çocuk için şeker ölçümü sensörlerinin ücretsiz olması ve SGK Sağlık Uygulama Tebliği kapsamına alınması talebi de yerine gelmedi.
Milyarlarca euro bedele rağmen ulaşılamayan şehir hastaneleri
Koca döneminde, en çok gündemde olan konuların başında kamu ve özel işbirliği ile yapılan “Şehir Hastaneleri” geldi. Sağlık Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan bu kurumlar, devlet hastanesi ve eğitim araştırma hastanelerinden farklı olarak büyük sağlık kompleksi olarak yapılandırıldı. Bünyesinde her çeşit sağlık birimini bulundurması, halka en ileri teknolojik ve tıbbi imkanları sunması amaçlandı. Ancak yap-işlet-devret modeli ile inşa edilmesi ve yüksek maliyetlerİ nedeniyle kamuoyunda eleştiri konusu oldu.
Hastanelerin işletmesinin iktidara yakın şirketlere bırakılması, kapatılan hastanelerdeki cihaz ve demirbaşların hurdaya ayrılması, pazarlık usulüyle düzenlenen ihalelerin hükümetle ilişki içinde olan şirketlere verilmesi ve inşa edilecek hastanelerin projeleri tamamlanmadan ihaleye çıkılması da gündeme geldi. Hastanelerin büyük bölümünün şehrin dışında, kent merkezine uzakta ve uygun olmayan yerlere inşa edilmesi, hastaların ve yakınlarının ulaşım sorunları yaşamasına yol açtı. Bu durum acil vakalar risk oluşturdu.
Muayene olunan poliklinikler ile tetkik ve konsültasyon istenen birimler arasındaki uzaklık, hasta ve yakınlarında memnuniyetsizliğe neden oldu. Koca da devir teslim töreninde itiraf niteliğinde bir açıklama yaparak “Şehir Hastanelerimizin 18’i kamu özel işbirliği ile yapılırken, son 6 yılda ihalesi yapılanların tamamını genel bütçe kaynakları ile yaptık. Kamu-özel işbirliğinde yapılan 18 Şehir Hastanemizin, 25 yıllık maksimum fiktif nominal bedeli 322 milyar avroydu. 322 milyar avro olan bu bedeli en çok 27,5 milyar avro ile sınırlandırdık ve böylece Şehir Hastaneleri’nin bütçeye yük olmasını önledik” dedi.
Öngörülmeyen kur artışıyla normal olmayan maliyetler oluştu
İhale sürecinin 2011’de başlandığını ve Türkiye’de ilk şehir hastanesinin 2017’de açıldığını anlatan Türk Tabipleri Birliği (TTB) avukatlarından Özgür Erbaş, artan maliyetler nedeniyle bu modelden vazgeçildiğini söyledi.
Modelin, Sağlık Bakanlığı bütçesinin yarısına yakınını yutmaya başladığını ve kurumlara döviz garantisinin de verildiğini vurgulayan Erbaş, yüksek kur artışıyla birlikte uygulamanın normal olmayan bir maliyet yarattığını söyledi.
İhaleler yapılmaya başlandığında TTB’nin dava açtığını dile getiren Erbaş, hukuki sürecin sonunda mevzuatlarda bazı değişikliklerin yapıldığını dile getirdi. Hastanelerde karşılaşılan sorunlara değinen Erbaş, bir hasta için acil durum bildirimi verildiğinde birimler arası mesafenin uzak olması nedeniyle uzmanların zorlandığını anlattı.
“Ben iyi bir yönü olduğuna dair bir şey duymadım bugüne kadar” diyen Erbaş, eski bakan Koca dönemine yönelik, “Sonuçta uzun vadede maliyeti düşürmekle ilgili bir çabası olduğunu görüyoruz. Bütün bunlar kendi becerisi ise iyi başarmış” değerlendirmesinde bulundu.
İlaç krizi hastaları mağdur etti
Artan enflasyon ve birçok kaleme gelen zamlar ilaçları da vurdu ve zam oranı yüzde 37’ye kadar çıktı. Koca, ilaç fiyatlarındaki artışa yönelik “İlaç fiyatlarında yapılan kur güncellemesidir” açıklaması yaptı, ancak eleştiriler dinmedi. Koca döneminde, kronik hastalıklarda, tansiyon ve kalp, göz ameliyatı öncesi tanıda kullanılan ilaçlarda, antibiyotiklerde, diyabet ve hormon ilaçları ile bazı kanser ilaçlarında sıkıntı olduğu gündeme geldi.
Eczacılar, hastaların eczane eczane dolaştığını ve depolardan tane ile ilaç alındığını açıkladı. Bu süreçte artan maliyetlerle birlikte eczaneler de kapanma noktasına kadar geldi.
İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Pınar Özcan, özellikle son dönemde dövizdeki dalgalanmaların ilaçların yokluklarını çok yüksek boyutlara ulaştırdığını söyledi. Çok kullanılan bazı antibiyotiklerin şu an ülkede gerektiği kadar bulunmadığını vurgulayan Özcan, bazı firmaların, ilaçlarını Türkiye pazarından çektiğini anlattı. Bu sorunların yaşanmasında ekonominin de büyük etkisi olduğunu dile getiren Özcan, ilaç fiyat kararnamesinin değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Salgın döneminde sağlık raporlarının uzatıldığını, hastaneye gitmek durumunda kalmadan evlerden ilaç verilebildiğini hatırlatan Özcan, şu an kronik hastalık raporlarının uzatıldığını anlattı. Bunun da o hastaların doktora gidemediği anlamına geldiğini belirtti.
“Doktora ulaşabilme” sorunu olduğunun altını çizen Özcan, hastaların gerekli kontrollerden geçemediğini aktardı. Özcan, Fahrettin Koca dönemini, “Hastaların ilaca, hastaneye, doktora erişimde gerçekten çok daha büyük sorunlar yaşadığı, sağlık ve dönüşüm programının da ezici bir şekilde herkesi kötü etkilediği bir dönem oldu maalesef” sözleriyle eleştirdi. Özcan, bu döneme yönelik olumlu bir şey söyleyemeyeceğini belirterek, “En sıkıntılı dönemimiz diyebilirim” dedi.
“Aile hekimliği istenilen sonuca ulaşmadı”
Halk sağlığı konusunda uzman isimlerden biri olan Prof. Dr. Kayıhan Pala, sağlık alanındaki sorunlara yalnızca “Fahrettin Koca dönemi” olarak bakmamak gerektiğini vurguladı. Prof. Dr. Pala, “Sağlık Bakanı’nın en başarısız olduğu alanlardan birisi birinci basamak sağlık sistemindeki başarısızlıktır. Aile kimliği sistemi istenen sonuca ulaşamadı. İstenen sonuca ulaşmış olsaydı eğer normal koşullarda birinci basamağının inşa edildiği bir ülkede insanlar önce birinci basamağa başvururlar, orada sorunlar büyük ölçüde çözülür ve ikinci ya da üçüncü basamağa başvurmak zorunda kalmazlardı” dedi. Koca dönemini değerlendiren Prof. Dr. Pala özetle şöyle konuştu:
“2003 yılında ilan edilen Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın çöküş dönemini yaşandı. Bu çöküş dönemine karşı bazı pansuman önlemler almaya çalışıldı. Bunlardan biri ‘Beyaz reform’ adıyla performansa dayalı ödeme sistemi yerine başka tür bir hizmet başı ödeme sistemini getirmeye çalışması oldu. Sağlıkla şiddetle ilgili bir kanun teklifi çıkarıldı. Tıbbi uygulamadan kaynaklanan zararların, hekim yerine kurumu tarafından karşılanmasına dönük bir düzenleme yaptı. Bunu olumlu buluyorum.”
10 hekimden 6’sı son bir senede şiddet gördü
Türkiye’de sağlıkta şiddet haberleri de Koca döneminde hız kesmedi. Bu örneklerden biri de Dr. Ekrem Karakaya’nın 2022 yılında Konya’daki Yunak Hacı İzzet Baysal Devlet Hastanesi’nde güvenlik görevlisi olarak çalışan Hacı Mehmet Akçay’ın (39) düzenlediği silahlı saldırıda öldürülmesi oldu. Annesinin ölümünden, anjiyo ameliyatını yapan Dr. Karakaya’yı sorumlu tutan Akçay, bir hekimin hayatına son verdi. Türk Tabipleri Birliği’nin Mayıs 2024 tarihli ‘Sağlıkta Şiddet Çalıştayı Raporu’na göre de, Kasım-Aralık 2023’te hekimlerle yapılan anket çalışmasına katılan 10 hekimden yaklaşık 9’u çalışma hayatı boyunca hasta veya yakını tarafından en az bir defa şiddet gördüğünü belirtti.
Şiddet görenlerin ise neredeyse 3’te 2’si “beyaz kod” veya yetkili mercilere bildirimde bulunmadığını söyledi. Ayrıca 10 hekimden yaklaşık 6’sı son bir sene içerisinde hasta veya hasta yakınlarından şiddete maruz kaldı. Raporda bu konudaki tehlikeye vurgu yapılarak, “Halen çalışma alanlarımızda şiddeti tedirginlikle hissediyoruz ve üstelik şiddet ortamının çalışma hayatlarımızın bir parçası haline gelmesi de sağlık hizmetlerinin sağlıklı şekilde sunulmasını engelliyor” denildi.
Geçmişte de şiddetin olduğunu anlatan Eski İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Osman Öztürk, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın uygulanmasına rağmen şiddetin son bulmadığını ve Koca döneminde de devam ettiğini belirtti. Alınan önlemlerin yetersiz olduğunu dile getiren Öztürk, hastanelere yapılan başvuru sayılarındaki artışında bunun etkisi olduğunu ifade etti. Yasal düzenlemeye rağmen şiddetin sürdüğünün altını çizen Öztürk, birçok durumda hekimlerin şikayet etmekten de imtina ettiğini vurguladı. Öztürk, bunun nedenini uzun süren prosedürlere bağlayarak Koca’ya yönelik, “İstifa etmesi olumlu bir şey” dedi.
Hekim göçü rekor kırdı
Koca döneminde Türkiye’deki doktorların “göçü” artarak devam etti. TTB verilerine göre, yurt dışında çalışabilmek için iyi hal belgesine başvuranların sayısı, Koca döneminde rekor seviyeye ulaşarak 2019’da bin 47 iken, 2020’de 931, 2021’de bin 405, 2022’de 2 bin 685, 2023’te 3 bin 25’e yükseldi. Bu sayı 2012 yılında yalnızca 59 olarak kayıtlar geçti. TTB’ye göre, iyi hal belgesine başvuru sayısı 11 yılda 60 kat arttı.
Hekimler Türkiye’de daha iyi koşullarda çalışmak istediklerini dile getirirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 8 Mart 2022’de yaptığı bir konuşmada yurtdışına giden doktorları kastederek, “Bakın, açık konuşuyorum, açık konuşmayı severim, varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz, bunlarla beraber bu yola devam ederiz. Daha da ileri gidiyorum, gerekirse yurt dışından ülkemize dönmek isteyenleri süratle buraya davet eder ve onları da ülkemizde istihdam ederiz” dedi. Bu sözler de hekimler üzerinde ciddi etki yarattı.
Uzmanlar binlerce doktorun Türkiye’den umudunu kestiğini anlatarak, bu durumun sadece maddi gerekçelerden kaynaklanmadığını söyledi. İnsanların özgürce yaşadığı, emeğin karşılığının alındığı, güvenli bir ortamda çalışmak istediklerine vurgu yaptı.
TTB 2020-2024 Dönemi İkinci Başkanı Doç. Dr. Ali İhsan Ökten, özellikle sağlıkta şiddet, şikayet, kötü çalışma koşulları, ekonomik ve özlük hakları gaspı, ekonomik ve siyasal kriz ortamı, hekimlerin geleceğe dair kendilerini güvende hissetmemesi gibi nedenlerin hekim göçünü artırdığını söyledi. Doktorların yurtdışına gitmesinin altında yatan en önemli nedenlerden birinin, Sağlıkta Dönüşüm Projesi ve iktidarın demokrasi, hukuk ve adalet konularındaki yanlış politikaları olduğunu vurguladı. Fahrettin Koca dönemine yönelik değerlendirme yapan Doç. Dr. Ökten şöyle konuştu:
“Son beş yılına baktığımız zaman her geçen yıl bir ciddi bir hekim göçü var. Bu sağlıktaki çöküşün bir sonucu. Ne ekonomik olarak, ne çalışma koşulları olarak, ne meslekten aldığımız zevk olarak… Herhangi bir şekilde meslektaşlarımız tatmin olamıyor. Tükenmişlik oranı yüzde 90’ın üzerinde. En son yaptığımız Çalıştay’da hekimlerin yüzde 90’ı fiziksel, psikolojik veya sözlü şiddete uğramış. Bu koşullarda çalışmak istemiyorlar. Bu durum Koca döneminde daha da belirginleşti. Koca, sağlık alanında çöküşe neden oldu. Sağlık sistemi çöktü. Yeni gelecek bakan eğer aynı politikaları üretecekse o da altında kalır.”
Sağlık emekçileri ve hekimlerin ekonomik ve özlük haklarının Koca döneminde geriye gittiğini savunan Doç. Dr. Ökten, şikayet ve şiddetin arttığını belirtti. Hastanelerde aşırı yığılma olduğunu anlatan Doç. Dr. Ökten, geçen yıl acil servislere başvuru sayısının 150 milyon olduğunu aktardı ve birinci basamak sağlık hizmetinin kötü olduğunu dile getirdi.
“Koruyucu sağlık hizmetleri çöktü”
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Eş Genel Başkanı Mehmet Sıddık Akın, eski bakanın özel hastane patronu olduğunu hatırlattı ve özel hastanelere aktarılan kaynaklara değinerek şehir hastanelerinin rant kapısı haline geldiğini savundu. Salgın döneminde sağlık çalışanlarının koruyucu ekipman verilmeden çalıştırıldığını söyleyen Akın, 500’ü aşkı çalışanın hayatını kaybettiğini söyledi. Kamu kaynaklarıyla Aile Sağlığı Merkezleri kurulmadığını, cami altlarındaki kiralık dükkanlarda aile sağlığı merkezleri oluşturulduğunu belirtti.
6 Şubat 2023’teki Kahramanmaraş ve Gaziantep merkezli depremlere de değinen Akın, bölgede çok sayıda sağlık merkezinin yıkıldığını ve çalışamaz hale geldiğini savundu. “Halbuki böylesi dönemlerde özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinin öncellenmesi ve güçlü bir organizasyona sahip olması gerekiyorken koruyucu sağlık hizmetleri bir yönüyle çöktü” diyen Akın, deprem bölgesi başta olmak üzere uygulanan politikalar sonucu sistemin enkaz altında kaldığını vurguladı.
“Koca döneminde halk sağlık hizmetine ulaşamadı”
“5 dakikaya bir muayene” meselesi üzerinden kışkırtılan bir sağlık talebinin geliştiğini dile getiren Akın, taleplerin karşılanmadığı gerekçesiyle şiddetin arttığını söyledi. Fahrettin Koca’nın muayene sayılarıyla övündüğünü vurgulayan Akın, şöyle konuştu:
“Hastaneye başvuru sayısı övünülecek bir durum değildir. Demek ki bu kadar insanı, toplumu hasta etmişsiniz. Koruyucu sağlık hizmetleri ve basamaklı bir sağlık sistemi olmadan bir talep kışkırtılması sürekli var. Sağlık alanı rant ve kâr elde edilecek bir alana dönüştürüldü. Onun döneminde eksik personel istihdamıyla birlikte halk, sağlık hizmetlerine ulaşamadı.”
Bu durumla birlikte halkın öfkesinin sağlık emekçilerine yöneldiğini anlatan Akın, “Sağlıkta şiddet bu dönemde ciddi boyutta arttı” dedi. Bu dönemde personelin mobbing altında da ezildiğini savunan Akın, Şehir Hastaneleri’ne yönelik atılan adımlara da değindi.
Eskiden Devlet Hastanesi’nin neredeyse her semtte bulunduğunu dile getiren Akın, bunların yerine şehir merkezine uzak büyük kampüslerin kurulduğunu anlattı. Akın, “Harcanan paralardan çok, erişim noktasında ciddi anlamda sıkıntı yaşanıyor. Devasa kampüslerde yoruculuk, aynı zamanda angarya çalışmayı da beraberinde getiriyor. Sağlık emekçileri de bu dönemde hiç olmadığı kadar intihar vakaları, intihar eğilimleri artmaya başladı” diye konuştu.
“Hekimler Türkiye’de gelecek göremedi”
Koca’nın salgın döneminde de iyi sınav vermediğini dile getiren Akın, birçok hastanede koruyucu ekipman açısından sağlık emekçilerinin ciddi bir sıkıntı yaşadığını, bazı hastanelerde günde bir adet cerrahi maske verildiğini söyledi. “Salgın süreci doğru yönetilmedi” diye konuşan Akıncı, Covid-19 aşılama sürecinin de geç başladığını ve yurtdışına bağımlı olarak yürütüldüğünü savundu.
“Koca döneminden kesinlikle memnun değildik” diyen Akın, hastane ve eczane önündeki kuyrukların sanal kuyruklara dönüştüğünü belirtti. Hastaların randevu alamadığını, ameliyatların yapılmadığını ve altı ay sonrasına randevu verildiğini dile getiren Akın,” Çünkü sağlık hizmetlerine ticari bir gözle bakıldı” diye konuştu.
Mesleğin değersizleştirildiğini dile getiren Akın, hekim göçünün de bu dönemde arttığını söyledi ve sözlerini şöyle tamamladı:
“İnsanlar Türkiye’de bir gelecek göremiyor. Bunun için gidiyorlar. Mesleklerini icra edemiyorlar. Koca döneminde yapılanlardan bir tanesi de bu. Hekimler ve sağlık emekçileri aynı zamanda mesleklerine de yabancılaştı. Koca dönemiyle ilgili gerçekten özetleyebileceğimiz tek bir şey var: ‘Vahşi kapitalizmin bütün yöntemleri sağlıkta denendi. Halk için ve sağlık emekçileri için hastalık üreten bir sağlık sistemini yerleştirdi. Bundan çıkışın yolu da gerçekten, Koca ile birlikte bu sağlık sisteminin de değiştirilmesi. Yerine gelen kişi de eğer aynı uygulamalara devam edecekse, sağlık sisteminde hiçbir şey değişmez.”
Sağlık Bakanlığı’na ve Fahrettin Koca’ya bir haber yaptığımızı ve kendisine ulaşmak istediğimizi iletmemize rağmen yanıt alamadık.