Gökhan Bacık yazdı | Yeni süreç: Teorik bir tartışma

MHP lideri Devlet Bahçeli Türkiye siyasetini alt üst eden bir tartışma başlattı. Şimdi, adı resmen konulmasa da, Kürt Sorunu’nun çözümü için yine bir süreç başladı. Bu sürecin nasıl sonuçlanacağını ilerleyen aylarda göreceğiz. Sürecin perde arkası hakkında çok az şey biliyoruz. Gökhan Bacık bu yazısında siyaset biliminin bize verdiği genel bilgilerden yola çıkarak yeni sürece dair teorik bir tartışma başlatıyor.

Teorik bir tartışma: Bu nasıl bir “süreç”?

“Barış süreci” isminin iç çatışmaları çözmek bağlamında literatürde nelere verildiğini biliyoruz. Kuzey İrlanda’daki ve Kolombiya’daki müzakerelere “barış süreci” denmişti. 2009’da Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için başlattığı girişime ise “çözüm süreci” dendi. Ancak buna kimi zaman “açılım süreci” yahut toplumsal endişeleri gidermek için “kardeşlik projesi” de dendi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı muhatap alarak yaptığı açıklama ve sonrasında Kürt siyasi temsilcilerin önce Öcalan daha sonra çeşitli siyasilerle yapmaya başladıkları görüşmelerle yeni bir süreç başlamışa benziyor. Bu tür hadiselerin arka planında bilinmesi zor istihbarat ilişkileri/görüşmeleri yatar. Benim bir siyaset bilimci olarak bunları bilmeme imkân yok. Zaten konuyla ilgili kulis bilgisine sahip olduklarını söyleyenlerin de açıklamaları çelişkiler içinde. Ancak siyaset biliminde hiçbir olay tekil değildir. Dolayısıyla siyaset biliminin bize verdiği genel bilgilerden Türkiye’de şu an olup biten sürece yönelik bazı kuramsal analizler yapmak mümkün.

Bir hükümetin silahlı organize olmuş bir muhalif grupla çatışmaları sona erdirmesi için yaptığı girişimlere yönelik eldeki teorileri Türkiye’ye uyguladığımızda, Kürtlere yönelik bir barış sürecinde üç temel konunun öne çıkması beklenir. Bu üç konu (aynı zamanda aşama), normal şartlarda sürecin başarılı olup olmayacağını belirler.

Teorik bir tartışma: Abdullah Öcalan’ın konumu ve statüsü

Abdullah Öcalan
Teorik bir tartışma: Öcalan’ın durumu ne olacak?

İlk konu Öcalan’ın konumu ve statüsüdür. Nitekim, tartışmalar başladığı andan itibaren Öcalan için umut hakkı yahut ev hapsi gibi olasılıklar tartışılmakta. Müzakere edilen grubun liderinin statüsüne ait sorunları çözmeden ilerleme imkânı yoktur. Bunun mümkün olması için tabanın liderden vazgeçmesi gerekir.

Pratik olarak ise burada karşımızda iki soru var: Türkiye Cumhuriyeti Öcalan’ın statüsü için ne kadar ileri bir öneride bulunabilir? Öcalan açısından kabul edilecek asgari öneri nedir? Örneğin, Öcalan ev hapsini yeterli bulur mu? Elbette burada türlü ihtimaller var. Bir ev hapsi şeklinde formüle edilecek statü zamanla ”sulandırılarak” bir fiili durumla genişletilebilir.

Öcalan’ın statüsü konusu ise doğal olarak iki büyük konuyu önemli kılıyor. Birincisi, Öcalan’ın bütün Kürt siyasetinde etkisi nedir? Uzun bir süredir hapiste olan Öcalan, gerçekten Suriye’den Irak’a oradan Türkiye’ye Kürt siyasetinde hâlâ çok etkili mi? Bu sorular şundan önemli: Diyelim hükümet, Kürtlere bir siyasi çözüm önerisi yapmak istemiyor sadece Öcalan’ı bırakarak bir çözüm arzuluyor. Bu durumda Öcalan’ın gücü gerçekten sadece bu kazanım/taviz karşılığı Kürtleri örneğin Kandil’i dizginlemeye yetecek midir?

Öcalan’a toplumun bakışı: Farklı görüşler

İkincisi, Öcalan’ın statüsü ile ilgili her yeni tanımlama büyük bir toplumsal (ve doğal olarak siyasi) meşruiyet tartışması üretecektir. Temel soru şudur: Türkiye ahalisi Öcalan’ın normalleştirilmesini içine sindirecek mi? Bir görüşe göre 25 yılı aşkın süredir hapiste olan Öcalan’a toplum artık eskisi gibi kızmamaktadır. Öcalan hapse girdiğinde doğan bir bebek 25 yaşını geçmiştir. Diyelim ki 1990’ları yaşamış biri gibi bu konuda kızgın değildir. Bu görüşü savunanlara göre Türk toplumu “zaten unutkandır” yahut “devlet ne derse sindirir”. Ne var ki, bütün bunlar bir nevi varsayım. Bir kere geçen 25 yıla rağmen Öcalan kesintisiz olarak şeytanlaştırılmıştır.

Bugün dahi yeni süreci savunanların bir kısmı O’ndan bahsederken terörist-başı demektedir. Bahçeli bile konuşmasında “terörist-başı Meclis’e gelsin…” şeklinde konuşmuştur. Bu semantik ayrıntılar, toplumsal algı için önemlidir. Türkiye’de hem halk hem da politik elitler tabuları sever. Tabular siyasetten spora Türkiye’de her kesime kısa yollar sunduğu için hem makbul hem mebzuldür. Nihayet Öcalan da Türkiye’nin en önde gelen belki bir numaralı tabusudur.

Bu bağlamda diğer bir konu ise şudur: Öcalan normalleşirse bu devlet için de bir tutarsızlık krizi doğuracaktır. Bunun çözümü genel af gibi bir düzenlemeye gitmektir. Burada kesinlikle “Öcalan gibi biri çıktı ise herkes çıkar…” şeklinde banal bir şeyi ima etmiyorum. Bu potansiyel tutarsızlık krizinin mimarı devlettir. Yani daha doğru ifade şudur: Devletin bu kadar baş düşman ilan ettiği birini affetmesi diğerlerini de affetmesini zorunlu kılar. Öcalan hapisten çıkınca ne Selahattin Demirtaş’ın ne Osman Kavala’nın ne Melek İpek’in hapiste kalması tutarlı olarak görülebilir. Böyle bir durum devletin Öcalan’a yenildiği olarak yorumlanacaktır. Bunu aşmanın yolu devletin herkesi affetmesi ve bunun içinde Öcalan’ın da olmasıdır. Türkiye’de herkesin şunu çok iyi bilmesi gerekiyor: Öcalan’ın adımını Meclis’e attığı gün Türkiye’nin mantıksal, semantik, legal ve normatif kurgusu değişmiş olacaktır.

Teorik bir tartışma: PKK üyelerinin durumu

İkinci aşamaya dönersek bu PKK üyelerinin durumudur. Bir barış sürecinin mutlak şartı silahlı grup üyelerinin topluma geri kazandırılmasıdır. Bunun tipik bir örneğini Suriye’de görüyoruz. HTŞ yönetimi eli silahlı değişik gruplardan olan savaşçıları “Gelin, silahınızla yeni ordunun unsuru olun” demektedir. Türkiye’de elbette PKK’lıların orduya yazılması düşünülemez. Ancak bu kişilerin affedilmesi bunun yanında ikinci veya üçüncü bir ülkede konuşlandırılması gibi düzenlemeleri düşünmek gerekmektedir. Müzakere edilen grubun silahlı üyelerine makul ve onların onurlu göreceği bir çıkış sunmak taktiksel bir zorunluluktur.

Burada ilk sorun yukarıda bahsettiğim gibi Öcalan’ın gücünün PKK mensupları üzerinde ne kadar etkili olduğudur.

Ancak daha önemli sorun ise Suriye’deki YPG meselesidir. Açık yazarsak, Suriye’de bir nevi embriyonik-devletleşme safhasına gelmiş Kürtlerin (ve onların silahlı unsurlarının) olduğu süreçte PKK’nin silah bırakması bir derece artık anakronik bir konudur. Burayı biraz açarsak: Amanos Dağları’nda bundan 20-25 yıl önce çok kalabalık sayıda PKK’lı konuşlanabilirdi. Bugün ise teknolojik saha kontrol yeteneklerindeki muazzam dönüşümle bu sayı düşmüştür. Yani teknolojik dönüşüm PKK gibi örgütleri artık işlevsiz hale getirmektedir.

YPG ne yapacak?

Bu örgütlerin önünde tek çıkış: (i) siyasileşmek yahut (ii) siyasileşerek silahlı güçlerini korumaktır. İkinci seçenek Hizbullah’ın Lübnan’da yahut HTŞ’nin önceki dönemde İdlib’de kurduğu idare modelidir. Yani büyük bir alanda yaşayan kalabalık bir kitle ile siyasi kimlik kazanmaktır. Aslında Kürt hareketi,

PYD/YPG örneğinde Suriye’de bunu yapmaktadır. Dolayısı ile bir yandan PKK silah bıraksın derken öbür yandan bu örgütün sosyolojik-siyasi uzantıları ile Suriye’de “militer” kimliğini devam ettireceğini hesaba katmak gerekiyor. Burada elbette ABD’nin ve yeni Suriye rejiminin ne yapacağını da uzun vadede hesaba katmak gerekiyor. Daha önemlisi Bahçeli’nin açıklaması ile başlayan sürecin, Suriye’deki YPG oluşumunu baştan hesaba kattığı da öne sürülmektedir. Buna göre Türkiye, kaçınılmaz gördüğü Suriye Kürt realitesini Öcalan üzerinden kendi lehine çevirmek istemektedir. Bunun imkânı ve politik anlamı üzerine tartışmak ise bu yazının sınırlarını aşar. Ancak bu kaos içinde Türkiye, şapkadan Suriye’de “Öcalanist ve Türkiye dostu” bir Kürt siyasi birimi çıkartırsa bizlere düşen de buna şapka çıkarmak olur!

Kürtlere önerilecek siyasi çözüm

Nihayet bütün çözüm/barış süreçlerinin en önemli aşaması siyasi bir çözüm önermektir. Yani Kürt sorunu çözülsün diye taraflar hangi siyasi konularda anlaşacak. Bu özünde şu anlama gelir: Kürtlere idari ve kültürel/dilsel ne teklif edilecektir? Lafın gelişi örneğin bir âdem-i merkeziyetçi model önerilecek mi? Sonuçta Kürt hareketi, domates fiyatlarını protesto etmek için örgütlenmemiştir. Bu örgütlenmenin siyasi ve kültürel/dilsel beklentileri vardır. Normal şartlar altında Kürtlere idari bir öneride bulunmak Türkiye’de tabudur. Ancak Suriye’deki Kürt varlığı bu tabuyu aşma imkanları da sunmaktadır. Türkiye’de temel korku “küçülmektir”. Suriye ise Türkiye’ye Kürt sorununu gerekirse tavizler de vererek ama “büyüyerek” çözüyoruz imajı vermeyi mümkün kılabilir.

Bahçeli gibi siyasiler “yeni bir çözüm süreci yok” demektedir. Bu pratikte yeni sürecin üçüncü aşamaya gelmeyeceği yani Kürtlere siyasi bir çözüm önerilmeyeceği anlamına gelmektedir. O zaman demek oluyor ki sadece Öcalan’a verilecek bazı tavizlerle yol alınacağı hesaba katılmaktadır. Böyle bir yöntem ise uzun vadede yapısal sorunları ortadan kaldırmayacağı için ciddi riskler içerir. Diğer akla gelen ihtimal ise, konunun Suriye’yi de hesaba katarak çözülmek istenmesidir. Başka bir ifade ile bizler Kürt sorunun çözümü derken Türkiye topraklarını düşünerek zihin egzersizleri yapıyoruz. Ancak sorunun çözümünde artık belki Ankara’da birileri Suriye topraklarındaki gelişmeleri de hesaba katarak bu egzersizleri yapıyor olabilir. Daha açık yazarsak: Normal şartlar altında siyasi bir çözüm önermeyen hiçbir süreç başarılı olamaz. Ancak şu an olağanüstü bir durum vardır ve bu Suriye’deki Kürtlerin statüsüdür.

Bu ise Türkiye’ye bir imkân veriyor:

İçerideki siyasi ve idari statükoyu radikal biçimde değiştirmeye gerek duymadan ama Suriye’deki Kürtlerle yeni bir ilişki kurarak sorunu çözme yolunda adım atmak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.