Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bize Medyascope’u Sorun (1): Hafta Sonu Yazıları – Neden şimdi? Ruşen Çakır anlattı

Medyascope olarak, izleyicilerden gelen soruları cevaplayıp “kendimizi” anlatmak istediğimiz “Bize Medyascope’u Sorun” programının ilk bölümünde, Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır ve Yazı İşleri Müdürü Murat Aksoy, konuk katılımcılar Kemal Can ve Sevilay Çelenk ile Medyascope‘un yeni başlayan “Hafta Sonu Yazıları”nın hikayesini konuştu ve izleyicilerden gelen diğer soruları cevapladı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Murat Aksoy: Merhaba, ben Medyascope Yazı İşleri Müdürü Murat Aksoy. Bugün yeni bir programa başlıyoruz. Bu program her hafta bu saatte, yani cumartesi günleri saat 13.00’te yayınlanacak. Bu programda biz size kendimizi anlatmak istiyoruz. Biz kendimizi anlatacağız, ama daha çok sizin sorularınıza cevap olarak kendimizi anlatmak istiyoruz. Dolayısıyla bu programda asıl olarak sizlerin bize sorularınızı bekliyoruz. Programımız başladı. Her türlü soruyu süremiz yettiğince cevaplamaya çalışacağız. Daha çok ben modere edeceğim bu programı, ama Medyascope’un diğer yöneticileri de zaman zaman bu programda moderasyonu üstlenecekler. Diğer çalışma arkadaşlarımız da olacak, onlara da istediğiniz soruları sorabileceksiniz. Dediğim gibi süremiz yettiği kadarıyla. Bugünkü ilk programda tabii ki Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır konuğumuz. Ruşen Çakır, hoşgeldiniz.

Ruşen Çakır: Hoşbulduk Murat.

Murat Aksoy: Şimdi yeni bir şeye başladık biz. Direk oradan girelim istersen. Şimdi izleyicilerimiz, özellikle düzenli izleyiciler, başından beri izliyor olan izleyicilerimiz, takipçilerimiz şöyle bir şey sorabilirler: Ya, siz video olarak, video ağırlıklı bir site olarak başlamıştınız. Zaten sen hatta önce kendi videolarınla başladın. Uzun uzun onu anlatmayalım, başka yerlerde çok anlattık. Ne oldu da şimdi birdenbire böyle bir köşe yazısı işi çıktı? Yazı işini de üstlendiniz. Nereden çıktı bu iş? Niye böyle bir şey yaptık biz?

Ruşen Çakır: Evet, biraz hızlı gelişti birçok şey. Aslında bunu biz hâlâ video temelli ve podcast ağırlıklı olarak ısrarımızı sürdüreceğiz. Bunu bir tür haftasonu ilavesi olarak düşünmek lâzım. İnsanlar, takipçilerimiz, izleyicilerimiz videoları izliyorlar; fakat zamanla ilgili şikâyetleri de oluyordu. Bazıları okumak istiyordu. Bunların bir kısmını da zaten transkript edip deşifrelerini metinlerini koyuyoruz. Yazı başka bir şey. Video başka bir şey, yani bu yayınlar başka bir şey. Ben yazıdan gelmiş, muhabirlikten gelmiş bir gazeteciyim; ama belli bir aşamada bunu televizyonculukla da sürdürdüm. NTV, CNN TÜRK gibi, daha sonra Habertürk gibi kanallarda sürdürdüm. İkisinin arasında benzerlikler tabii var, ama farklılıklar da var. Yazı bence daha iyi bir şey; yani bunu biliyorum. Ama bir tercih yapmak zorunda kaldık Medyascope’u kurarken. Yazıyı bir şekilde fedâ etmiştik. Şimdi ayaklarımız üzerinde durduğumuz bir anda yazıyı tekrar sahiplenme fırsatı doğdu. Bu fırsat da açıkçası Gazete Duvar’da yaşanan o talihsiz süreçle ilgili bir fırsat. Çünkü orada bir şeyler yaşandı. Kim haklı kim haksız, neden oldu? Dışarıdan birisi olarak, kardeş bir kurum olarak bunlara girmek istemiyorum; taraf tutmak gibi bir derdimiz de yok. Zaten olay da bir şekilde kapandı. Gazete Duvar yeni yönetimiyle devam ediyor, ayrılanlardan yayın yönetmeni Ali Duran Topuz Artı Gerçek’te yazmaya başladı. Ama orada şöyle bir şey çıktı. Bazı kişiler ayrıldılar, çok sayıda yazar ayrıldı ve sonra da yazacak bir yer bir müddet çıkmadı, belki çıkacak hepsine ayrı ayrı. İşte burada biz bir şey düşündük. Aslında ilk düşüncemiz, Gazete Duvar’daki o kopuş yaşandıktan sonra, o birikimin heder olmaması için birlikte bir şey yapabilir miyiz diye bir arayışa girdik Gazete Duvar’dan ayrılan Ali Topuz’la. O olmadı. Sonra o olmayınca, zaten bizim de kafamızda, internette yazılı bir şekilde var olmak fikri aklımızda vardı. O an da geldi ve önce Kemal Can’la konuştuk. Kemal benim çok eski bir arkadaşım. Çok eski bir hukukumuz, çok yakın bir dostluğumuz var; zaten Medyascope’un da en ağır toplarından birisi. Ve zaten mesela Sevilay Çelenk, Ülkü Doğanay gibi isimleri, Ayşe Çavdar bir ölçüde ama esas olarak Sevilay, Ülkü, bunları Medyascope olarak biz Gazete Duvar sayesinde tanıdık. Barış Akademisyeni olarak haksız bir şekilde işlerinden oldular ve yazmaya başladılar, çok da iyi yazılar yazmaya başladılar. Biz oradan görüp kendilerini Medyascope’ta videoya çağırmıştık. Sonra yazı yazamaz durumu gelince bu fikir çıktı. Önce Kemal’le konuştum. Kemal’e dedim ki: “Her halükârda bir yere gitme. Medyascope’ta sana yazı yazma imkânı veririz. Sonra Medyascope’ta başka bir şeyler oldu. Bir şeyler karıştı. O arada bu fikri hızlı bir şekilde hayata geçirdik. Ve ilk aşamada şunu yaptık: Zaten Medyascope’a katkıda bulunan kişiler, orada analiz yapan kişiler, onlara; öncelikle tabii Gazete Duvar’da yazıp da şu anda yazmayan Sevilay’a, Ülkü’ye, Ayşe’ye, Kemal’e, Aydın Selcen’e çağrı yaptık. Onların yanında Medyascope’ta birlikte program yapan Roj Girasun ve Seren Selvin Korkmaz’a çağrı yaptık. Sonra bizim iki tane genç Barış Akademisyeni, ama Medyascope’un 

Murat Aksoy: …kendi evlâdı,

Ruşen Çakır: …kendi evlâdı, ama ikisi de siyasetbilimci ve çok parlak. Altan’la Edgar’ı yaptık. Bir de ben arada kaynadım. Şimdilik 10 kişi ile. Olayın öyküsü bu; yani birçok şey denk geldi. Genel olumsuz gelişmelerin sonucunda böyle bir olumlu bir hamle yaptık. İnşallah herkesin mutlu olacağı, yazanların, kurum olarak bizim ve tabiî ki okuyucuların, izleyicilerin mutlu olacağı bir hamledir.

Murat Aksoy: Ben de kendi adıma yazıcı taraftayım. Yazıyı daha çok seven taraftayım. Sen özlemiş misin yazı yazmayı? Ne kadar oldu yazmayalı? Köşe yazmayalı?

Ruşen Çakır: Galiba en son yazımı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, o evde kaldığımızda bir “On soruda…” mı öyle bir yazı yazdım. O zamandan beri yazmadım. Yani darbe girişiminden beri yazmadım, ama hayatım yazmakla geçti; yarın çıkacak olan yazıda biraz da bunu anlatmayı düşünüyorum. Yani uzun bir süredir yazmıyorum, ama hayatım yazmakla geçti.

Murat Aksoy: Biraz antrenman işi mi? Yani bir hamlamışlık hissediyor musun kendinde?

Ruşen Çakır: Yok, yazı başka bir şeydir. Yazı güzel bir şeydir. Yazı böyle bir hayatın bir parçası, edebiyatçı olamadık, evde zaten Müge var edebiyatçı olarak, onun yanında zaten benim edebiyatçılığım olamaz. Ama yani ben ortaokuldan beri, liseden beri –cezaevindeyken mesela– hep yazdım. Sonra gazetecilikte yazarak başladık. Muhabir olarak zaten sonra işin içerisine sözlü yayınlar vs. girdi; ama kitaplarım var mesela. Onların hepsi bir yazı ürünü, onların hepsi benim için çok değerli. 

Murat Aksoy: Peki bu yazarların devamı gelecek mi onu soralım; yani bu kadroyla sınırlı kalmayacağını ben tahmin ediyorum, ama izleyicilerimiz de öğrensinler.

Ruşen Çakır: Evet, birtakım transfer görüşmelerimiz … neye KAP’a mı bildiriyorlardı?

Murat Aksoy: Evet, KAP’a.

Ruşen Çakır: Şimdi Aralık başı, diyelim muhtemelen Ocak başında da birkaç arkadaşı yine Medyascope’a katkıda bulunmaları için birkaç arkadaşa niyetimiz var. Bir de şöyle bir şey olabilir. Yazı yazmaya başlatıp, sonra Medyascope’ta yayın yaptırabiliriz. Tersten de olabilir. Ama şu hâliyle 10 kişi bayağı iyi başladık. 1-2 kişinin zamanlaması denk gelmedi. Yine Medyascope bünyesinde olup yazacak kişiler var; onlar muhtemelen Ocak ayı ve sonrasında dâhil olacaklar. Bunu hafta sonu ile sınırlı tutmak istiyoruz. Yani şöyle tabiî ki: İsteyen istediği zaman okuyacak, ama bunları zaten siz yüklüyorsunuz; Selin’le sen yüklüyorsun sayfayı. Hafta sonu yani, cuma geceyarısından sonra bir bölüm, cumartesi geceyarısından sonra diğer bölüm diye hafta sonu yükleniyor. Hafta sonu da yayın yapıyoruz, ama nispeten daha az yayın yapıyoruz; dolayısıyla ona da takviye olacak, ama bu dediğim hafta sonu ilavesi esprisi, mesela bir zamanlar Radikal İki vardı, Cumhuriyet Pazar var. Onların hepsinin ayrı ayrı bir şeyi vardı. Yaşı yetenlerin hafızalarında yer etmiştir. Biz de bunu biraz da öyle bir konseptte düşündük.

Murat Aksoy: Şimdi sorular gelmeye başladı; ama sorulara geçmeden önce iki bağlantımız var. O on yazardan zaten biri burada. İki tanesi bize bağlanacaklar birazdan. Sorular gelmeye başladı dedim, şunu da söyleyeyim: Çok sayıda siyasetle ilgili soru da geliyor. Bu programı siyaset konuşmak için planlamadık aslına bakarsanız. İsminden de belli olacağı üzere, daha çok kendimizi anlatmak için planladık. Siyasetle ilgili programları Ruşen Çakır, birazdan bağlanacak olan Kemal Can ve diğerleri zaten Medyascope’ta biliyorsunuz çok sayıda siyaset programı var, oralarda konuşuyoruz. Oralara yönlendirelim siyasetle ilgili merak etiğiniz soruları diyelim. Burada daha çok kendimizi anlatmak isteyeceğiz. Ve şimdi iki bağlantımız var. Bu konuştuğumuz on yazardan ikisi, aynı zamanda Medyascope yorumcuları olan, yani videolarıyla da, programlarıyla da katkı sunan iki kişi burada: Kemal Can ve Sevilay Çelenk. Hoşgeldiniz.

Sevilay Çelenk: Hoşbulduk, merhabalar.

Kemal Can: Hoşbulduk, merhabalar.

Murat Aksoy: Bir ara verdiniz yazmaya. Sevilay Hoca ile başlayayım bu Gazete Duvar meselesinden sonra bir ara verdiniz; arada başka yerde yazdığınız oldu galiba. 1,5 aylık bir süreç var, ama yine de sorayım: Siz yazmayı özlediniz mi? Sevilay Hoca’dan başlayayım, aynı soruyu Kemal Can’a da soracağım.

Sevilay Çelenk: Evet, doğrusu bu haftalık yazma ritmine hiç fark etmediğim kadar fazla alışmışım; arada böyle çeşitli konular dikkatimi çekiyordu, bunun üzerine yazmam lâzım diyordum. Gerçi 1-1,5 ay Bianet’te yazdım ben o arada. Yıllardır ara ara yazarım, yine yazacağım, düzenli bir yazma değil, köşe yazarlığı gibi bir şey yok çünkü; ama özlemişim bu kısa yazıları. Yazı yazmayı sevince böyle iyi oldu yani bu girişim; hepimize hayırlı olsun diyeyim en başta.

Murat Aksoy: Kemal Can, sen ne dersin?

Kemal Can: Yani ben bugünkü yazıda da söyledim zaten; hani benim görüntülü ya da konuşarak kendimi ifade etme konusunda hiçbir iddiam hiçbir zaman olmadı. Hatta ben kendim izlediğim zaman hızlandırmıyorum ama, normal seyrettiğim zaman bile kendimi çok beğenmiyorum; ama yazmak ifade etme açısından, hele yazdığımız şeylerde biraz daha kalıcılık ve üstünde düşünmeyi gerektiren mevzular olduğu için yazmayı hem daha verimli hem daha sevdiğim bir yol olarak tercih ediyorum. O yüzden de zaten örneğin 1,5 ay ara vardı; ama hani yazmayı bırakmak, artık yazmaktan vazgeçmek gibi bir niyetim yoktu. Fakat bunu aynı zamanda yayınlarına da katıldığım Medyascope’un bünyesinde yapıyor olmak benim için daha rahatlatıcı. İki açıdan daha rahatlatıcı: Hem aynı mecrada bazen görüntülü değindiğim temaları daha doğru düzgün ifade edip toparlayan kalıcı metinler yaratabilirim, dolayısıyla birbirini tamamlayabilirler; ikincisi, burada tabii kendimi daha rahat ve daha özgür hissediyorum, her zaman zaten, şimdiye kadar da yazacaksam böyle yerler oldu; her zaman çalıştığım yazdığım yerler böyle oldu. Yani belki birtakım arkadaşlar alınabilirler, ama bundan meslek olarak değil, yaptığın işe, işin bir değer katacağı benim de özgür olacağım yerlerde çalışma şansı buldum şimdiye kadar. Onun öyle olmadığı zamanlarda da yenisini aradım, ama hep bunu tercih ettim. Medyascope da böyle bir yer. Hem yaptığı işler açısından, hem benim burada bulunmakta oluşum açısından. İnşallah izleyicileri de, Medyascope takipçileri de bu yazılı versiyonu, hafta sonu yazılarını memnuniyetle karşılarlar; ama bugün de söylediğim gibi yazıp çizeceğim şeyler böyle hafta sonu keyfine çok uygun şeyler olmayacak. Onun için de peşin bir özürle başladım bu hafta ilk yazıya; bunların sorumlusu ben olmasam da biraz mecburiyetten, vereceğim bu rahatsızlıktan peşînen özür diliyorum.

Murat Aksoy: Evet, ben de dün gece senin yazına bir kapak fotoğrafı bulmaya çalışırken oldukça zorlandığımı îtiraf edeyim. Hem başlık olarak hem içerik olarak ne diyeyim? Bayağı bir araştırma yaptım diyeyim.

Kemal Can: Güzel kapak fotoğrafı bulmuşsun.

Murat Aksoy: Teşekkürler memnun olduysan, memnun olduysan sevindim. Sevilay Çelenk’e gelelim. Sizin zaten hem kendi programınız var –yeri gelmişken, salı günleri saat 14.00’te yayınlanıyor, onu da söyleyelim– ayrıca konuk olarak da zaman zaman başka programlarımıza da katılıyorsunuz. Şimdi artık bir köşeniz de var Medyascope’ta, ama siz hangisini daha çok tercih eden taraftasınız?

Sevilay Çelenk: Ben kesinlikle yazıyı tercih ederim. Aslında programı da sık sık bırakmaya niyet ediyorum. Bana çok farklı geliyor; o böyle kendimi çok iyi ifade ettiğim bir mecra gibi gelmiyor, ama bir yandan oraya da başka türlü bir ilgi var. Ve de işte kadın siyaset analizi yapan kadın sayısının az olması beni motive ediyor; dolayısıyla onu da sürdürüyorum, ama yazı gerçekten çok başka bir şey. Hele hafta sonu yazmak, az evvel Ruşen’in de söylediği gibi, Radikal İki’leri ben de hatırlıyorum. Hatta ilk yazdığım bu türden mecra orasıdır. Böyle çok aralıklı da olsa, genç bir asistanken orada yazmaya başlamıştık. Ben o anlamda şey derim, yani bu tür alternatif mecralardaki bizim yazdığımız türden yazarlık, çünkü klasik köşe yazarlığından da farklıydı; bizim yazılar hep Radikal İki’nin paltosundan çıktı. Tuğrul Eryılmaz’ın paltosundan çıktığı gibi bir espri de yaparım; bu hafta sonu keyifli yazı yazma işi. Ben de –diyeyim Kemal Can’a– çünkü biraz böyle mizah tarzı yazmayı seviyorum ben; hafta sonları daha uygun bir şey, o sanki politik mizah, gündelik hayat içinden üretilen bir mizah, yazı, başka bir şey. Ben üniversitedeyken de yazmak üzerine çok uzun yıllar ders verdim; açıkçası yaratıcı yazarlığı, senaryo yazarlığını bizim bölüm itibariyle çok düşünme şansım oldu yani. Çok fark ettiğim bir şey şudur ki insan yazarken bildiğini bilmediği şeyleri bile keşfedebiliyor. Yazı böyle kendini görme imkânlarını da sunan bir ortam. Yazarken fark ediyorsundur nereye gideceğini, bilmeden ilerleyen bir şey, konuşmak gibi değil çok. Çok yaratıcı, aslında yazının kendisi böyle yaratıcılığa imkân veren bir şey; o yüzden de burada Medyascope hele yine Kemal Can’ın söylediği gibi bizim aslında biraz 1,5 aydır bir yerlere kaçmamış olmamız da, bir “Hep birlikte bir şey yapılır, yaparız” duygusu da vardı; biz o birlikte yazma işini de çok sevdik aslında. Gazete Duvar’da tek başına bence bir Sevilay Çelenk’in, bir Kemal Can’ın, bir Ülkü Doğanay’ın o kadar bir şeyi olmayabilirdi. Birlikte yarattığımız o etkileşim içinde de bizim yazılar diğerleri bir duyguya kabul ediyordu ve çok güzeldi.  Umarım Medyascope’ta da –ki burası bizim bir evimiz, yani uzun zamandır buradayız ve hiç yabancılamadan yazılarla devam edeceğiz– daha iyi olacağını da düşünüyorum. Zaten Ruşen Çakır bir işe el attı mı onun iyi gideceğine kesin gözüyle bakabiliriz, bunu da söyleyeyim şimdilik.

Murat Aksoy: Sen bir şey söylemek ya da sormak ister misin misafirlerimize?

Ruşen Çakır: Yani şimdi özellikle vurgulamak istiyorum: Bu Barış Akademisyenleri olayı Türkiye’de bir kara leke olarak duruyor; çok acı ve hâlâ bu sorun sürüyor, ama yani her kötüde bir hayır vardır; mesela Sevilay’ı, Ülkü’yü, birçok kişiyi bu sâyede, genel kamuoyu da –sadece öğrenciler değil– genel kamuoyu da daha fazla tanımaya başladılar; böyle bir hayır olacak. Özellikle bizim Medyascope serüvenimizin başlamasından neredeyse bir süre sonra bu acı olay yaşandı ve bizim mesela yaptığımız, özellikle sosyal bilimler alanındaki yayınlarda Barış Akademisyeni arkadaşların çok katkısı oldu bize; hem onlarla dayanışma duygumuzu belirtip, hem de kendilerine ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Çünkü gerçekten umarım en kısa zamanda bütün bu mağduriyetler telâfî edilir ve kendileri tekrar hak ettikleri şekilde öğrencileriyle kavuşurlar.

Murat Aksoy: Peki, konuklarımıza çok teşekkür ediyorum; hem bu yayına bu cumartesi gününde kısa da olsa katıldıkları için, hem de Medyascope’a şimdiye kadar verdikleri dev katkıları için. Bugüne kadar videoydu, artık yazıyla da sürecek bu katkı; çok teşekkür ediyoruz katıldığınız için.

Sevilay, Kemal Can: Biz teşekkür ediyoruz.

Kemal Can: Hayırlı uğurlu olsun.

Sevilay Çelenk; Evet, hayırlı uğurlu olsun, iyi yayınlar. 

Kemal Can: İyi günler.

Murat Aksoy: Şimdi artık izleyici sorularına geçelim diyorum; doğrudan yazılarla ilgili bir soru gelmiş, o yüzden oradan başlayalım: Burak isimli bir izleyicimiz diyor ki: “Ruşen abim, yazıların seslendirilmesini düşünüyor musunuz?”

Ruşen Çakır: O olabilir. Nedense YouTube’da bunu duyurduğumuz şeylerde çok sayıda böyle istekler denk geldi. Eğer kolaysa, ama yani birisinin o yazıları teker teker okuması vs., bilmiyorum. Onun galiba bir teknolojik kolaylığı vardır, olabilir; yazıları podcast olarak da yükleyebiliriz; o bir fikir olabilir. Ya da belki bir kişiye sadece bu yazıları ya da bir ya da iki kişiye… ama yazarlara okutmak… o çok abes olur yani; bunu bir düşünelim sonra…

Murat Aksoy: Not alayım ben.

Ruşen Çakır: Evet, not alalım, düşünelim, evet; yani bu eğer çok zorlamayacaksa bizi, yapabiliriz pekâlâ; önce bir yazıları yapalım, ondan sonra aklımızda olsun, belki kolaysa yaparız. 

Murat Aksoy: Şimdi benim izleyici sorularından önüme düşen ilk soru, senin defalarca, onlarca belki yüzlerce kez cevap verdiğin bir soru olduğu için, sen bakmışsındır ben cevap vereyim. Mehmet Nazif Sezer isimli bir izleyicimiz “TV kanalı açmayı düşünüyor mu?” diye sormuş. “Hayır düşünmüyoruz.” Sorunun cevabı bu kadar. 

Ruşen Çakır: TV kanalları bizim gibi olacaklar inşallah. 

Murat Aksoy: Evet ya da böyle cevap. Şimdi bir de şu var, o da yine bir kısa cevaplı bir soru: “ ‘Havada Suda’ ne zaman başlayacak? Tekrar bir an önce başlasa keşke” demiş Jovi ya da Covi El veya Al isimli izleyicimiz. 5 Aralık’ta, yani bir dahaki hafta Pazar günü “Havada Suda” tekrar yayına başlıyor, o müjdeyi de vermiş olalım.

Ruşen Çakır: Orada dün akşam Serhat bir tweet paylaştı; Yörük’le beraber ellerinde rakı kadehi ile. Ben de onlara, “Önce yayın yapın, ondan sonra istediğiniz gibi eğlenin” dedim, onlar da “Başüstüne” diye cevap verdiler. Evet, o konunun takipçisiyiz. Yörük’ün işleri nedeniyle aksadı, ama yapacağız, onun farkındayız, onlar da farkındalar. Sahalara dönecekler onlar da. 

Murat Aksoy: DubVision isimli bir izleyicimiz şunu soruyor: “Medyascope’un spor için ayrıca bir kanalı kurulabilir mi?” 

 Ruşen Çakır: Şimdi ayrı bir kanal kurmak fikri olabilir. Yani ama şu aşamada değil; fakat sporda, özellikle Doğan’ın spor editörlüğüne gelmesiyle beraber orada düzenli çalışan arkadaşlar var; bir de Eyüp Metin ve benim Ali Deniz’in ve başkalarının dışarıdan da konuklarla yaptıkları yayınlar var; onlar bayağı bir içerik oluşturuyor. Onlara bir formül düşünüyoruz. Kanal için henüz erken olabilir; ama spor içeriklerini bir şekilde Medyascope içerisinde daha görünür kılmanın yolları üzerinde birtakım niyetlerimiz var. Belki YouTube kanalı olarak, yani Medyascope spor diye ayrı bir yayın kanalı yapmayabiliriz, ama YouTube’dan sporu ayırmak fikri olabilir. Biraz daha zaman geçsin, o konuyu düşünürüz; çünkü bayağı bir üretim oluyor ve şeyler de çok karışıyor bir yerden sonra; özellikle spor içeriklerine biraz yazık oluyor, onun farkındayız, ona bir formül düşünüyoruz; ama ayrı kanal da olabilir, onu söyleyeyim tekrar; ama bugünün meselesi değil. İleride pekâlâ Medyascope’un ayrı bir spor kanalı ve kültür kanalı, bir ekonomi kanalı olabilir. Büyüyeceksek böyle büyüyeceğiz zaten.

Murat Aksoy: Şimdi bir soru var ve bu sorunun benzerlerinin ilerleyen dakikalarda geleceğini de tahmin edebiliyorum; o yüzden toptan bir cevap vermiş olalım. Deniz diye bir izleyicimiz şunu soruyor: “Ankara’da öğrenciyim. Medyascope için ne yapabilirim veya staj gibi bir şey yapılabilir mi Ankara bürosunda işlere yardımcı olmak için? Bunu genel alalım. O Ankara’dan yazmış, ama genel olarak bir kere biz stajyer alıyor muyuz şu anda ya da insanlar ne yapabilirler? 

Ruşen Çakır: Medyascope’un ilk anlarında gönüllülük çok vardı; maddî imkanlarımız da zaten yoktu ve gerçekten bugüne kadar 6 yılı aşan süre içerisinde herhalde –abartmıyorum– yüzlerce genç –kimisi yurtdışında okuyan, hatta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlar da dahil olmak üzere– burada staj yaptılar. Geldiler, bazıları kaldı bazıları döndü vs.; ama şu aşamada bu konuyu çok yapmak istemiyoruz. Bir kere koronavirüs birinci dereceden etkili; ikincisi, bayağı bir kadromuz oldu. Bizim ilk başta her türlü katkıya çok acele ihtiyacımız vardı ki şimdi böyle büyük bir aciliyetimiz yok açıkçası, ama ilgilenen arkadaşlar Ankara’da, İstanbul’da bize başvurabilirler. Konuşabiliriz, çay-kahve içebiliriz belki bir yerlerinden bir şey yapabilirler; ama o tür önceliği daha çok okullarında zorunlu staj olanlara önceliği veriyoruz, onu özellikle belirtelim. 

Murat Aksoy: Şimdi bir Murat Sevinç isteği görüyoruz izleyicilerde; şunu söylemek lâzım herhalde: Murat Sevinç bizim Medyascope’ta hepimizin sevdiği ve saygı duyduğu bir akademisyen; bizde herhangi bir yayına çıkmaması ya da program yapmaması bizim değil tamamen kendisinin tercihi; buna da saygı duymak durumundayız. Bununla ilgili yapabileceğimiz bir şey yok; yazı konusunda ise ben kendisinin Diken’de yazdığını biliyorum; dolayısıyla Murat Sevinç’le ilgili isteğinizi kendisi kararını değiştirmediği sürece maalesef yerine getiremeyeceğiz gibi gözüküyor. 

Ruşen Çakır: Evet, ben Murat’la birkaç kez konuştum; sürekli arada mesajlaşıyoruz, o görünmek istemiyor, yani öyle bir şey istemiyor. Anlayışla da karşılıyoruz, yapacak bir şey yok. Çok kez, tam Murat Sevinç’lik olayı çok olay yaşandı Türkiye’de ve daha da yaşanacağa benziyor. Senin de dediğin gibi Diken’de yazıyor, Gazete Duvar’da da yazıyordu; ama bir şekilde Gazete Duvar’da yaptığı gibi ikinci bir yerde yazmayı düşünürse Diken’e artı olarak, bizim için seve seve isteriz. Bu konu da belki bir şekilde buradan kulağına gider; ben de kendisine zaten sormayı düşünüyorum, ama o zaten şu anda bir yerde yazdığı için, o diğer çağrıda bulunduğumuz kişiler yazmadıkları için, onların bir âcil durumu vardı. Murat Sevinç’i de Medyascope’un herhangi bir yerinde görmek hakikaten bizi çok mutlu eder.

Murat Aksoy: Şimdi şöyle bir soru var, Ahmet Yıldırım’dan: “Medyascope, bu tanıtım ve daha fazla ulaştırma konusunda bir özeleştiri yapacak olsaydınız bu ne olurdu?” demiş. 

Ruşen Çakır: Yani bilmiyorum, çok şey var; bunların hemen hemen hepsi maddî imkânlarla ilgili meseleler — biraz eski kafalı olmakla ilgili de olabilir, ama eski kafalı olmamız bizim bugüne kadar böyle bir ülkede ayakta kalabilmemizi sağladı, onu da söylemek lâzım. Çok böyle acele edip, çok izlenelim edelim diye bir şeyler yapabilirdik; ama bunlar bence orta ve uzun vâdede çok kötü etki yaratır. Şu hâliyle baktığımız zaman, geldiğimiz yer aslında iyi; daha iyi olmamız lâzım tabii. Bu konuda çok ciddi çalışıyoruz, yeniden yapılanıyoruz; çok ciddi danışmanlık destekleri alıyoruz; kendi içimizde birtakım görevlendirmeler ve ayrı birimler oluşuyor. Ankara’ya Hıdır Göktaş geldi; o başlı başına bizi Ankara’da çok güçlendirdi. Daha fazla kişiye açılmak için yapmamız gerekeni gücümüz oranında yapabildiğimiz kadarını yaptığımızı düşünüyorum ben; bazı hani… çok kaba deyimle: bazı elimizdeki işleri iyi pazarlayamamış olabiliriz, ama burada genellikle bu… ne deniyor click beit

 Murat Aksoy: clickbait 

 Ruşen Çakır: Ha, ondan kaçınmamız hususu çok etkili oluyor; biz açıkçası niteliğe daha fazla önem veriyoruz. Böyle bir sorun var; tabii çok hata yaptık, bundan sonra da yapacağız. Çok daha fazla kişi tarafından izlenmesi ve desteklenmesi gerekiyordu; ama bunu Türkiye’nin koşulları içerisinde düşünmek lâzım. Bir de şöyle bir şey oluyor tabii: Bugünümüze bakıp birtakım şeyler söyleniyor, ama biz bugüne gelene kadar çok ciddi süreçler yaşadık; yani o kervan yolda bayağı zorluklarla yol aldı, yani o anlamda her dönemin kendi zorlukları vardı. Bugünkü imkânlarımız üç yıl önce olsaydı çok daha farklı olabilirdik; ama o üç yıl önceki zorluklar sayesinde, zorluklarla baş ederek bugüne gelebildik. Böyle garip bir durum var; mesela yapabilseydik başlı başına bir reklam ve tanıtım birimi oluşturmamız gerekirdi, ama bunun için imkânımız yoktu. Arada denedik; birkaç kişi konuştuk ettik, olmadı, başka şeyler öne geçti; yani bizim için içerik üretmek, içerikleri yapmak, yayınları yapmak hep önde olduğu için, onları pazarlamak hep geriden geldi. Şimdi yeni yeni bu aşamaya giriyoruz diye düşünüyorum.

Murat Aksoy: Şimdi tabii ilk baştakine oranla kadromuz genişledi bir yandan; yeni yeni insanlar geldi, Ankara açılacak, İzmir’de bir arkadaşımız var, Antalya’da vardı –ileride inşallah yine olur–, Diyarbakır var, Artvin var, bir yandan da ayrılanlar da oldu. Ayrılıp daha sonra dönenler de oldu; ama ayrılan birisiyle ilgili bir soru var. Buna gerçi sen “Gomaşinen”de daha önce cevap vermiştin; bu arada soruyu soran kişilerden biri de Ceyhun Ergin, eğer Prof. Dr. Ceyhun Ergin ise iktisatçı, ona da selam edelim buradan: “Sedat Pişirici neden ayrıldı? Dönme ihtimali yok mu?” demiş. İstersen Ruşen Abi bir kez daha anlatalım: Sedat Pişirici, Sedat Abi de izliyorsa ona da buradan selamlarımızı yollayalım.

Ruşen Çakır: Burada bir kriz yaşadık, öyle söyleyeyim, kötü oldu. Yani sonuçta o krizde izlenecek yol konusunda anlaşmazlığa düştük ve Sedat’ın da olduğu yönetim kurulunda, Ufuk, Sedat ve benim olduğum yönetim kurulunda Sedat azınlıkta kaldı. Ve azınlıkta kalmanın sonucunda artık burada kalamayacağını söyledi. Onun detaylarını kendisi verir. Çok üzücü oldu bizim için; beklenmedik bir şekilde oldu. Tam yeniden yapılanmanın içerisinde, bu başta söylediğim Gazete Duvar’dan ayrılanlarla yeni bir şey olur mu filan diye düşünürken, bu yaşanan idarî krizde böyle bir şeyin olması… Ama sonra ne oldu? Sedat hızlı bir şekilde gitti; yani geri dönmeyeceğini de çok net bir şekilde kapıyı tamamen kapattı. Biz de, yapacak bir şey yoktu; “Helâlleştik” demeyeceğim de, bütün meseleleri hallettik ondan sonra ve kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bundan sonra ne olur açıkçası bilmiyorum; ama yani esas olan Medyascope. Buradan giden kişilerin çoğu –tabii başta Sedat olmak üzere– çoğu tekrar gelebilir; bunların içerisinde gidenlerin büyük bir kısmı, ezici bir çoğunluğu kendi isteğiyle gitti; ama yani kısa vâdede olabilecek bir şey gibi görmüyorum; yani her seferinde düşündükçe şey oluyor, yani çünkü bu olaya ilk başladığımızda benim o Periscope yayınlarıyla olay başladığında ve belli bir ilgi oluştuğunda, bir kurumsallaşmaya gitmek, bir mecra oluşturmak fikri ortaya çıktığında, ben birçok meslektaşıma “Gelin birlikte yapalım” dedim. Orada ilk gelen kişidir Sedat. Sonra belli bir aşamadan itibaren tam zamanlı olarak da geldi ve burada çok önemli bir rol üstlendi; aynı zamanda şirketin de ortağıydı. İşte, olmayınca olmuyor, ne diyeyim? Yani böyle bir şey bizim istediğimiz bir şey değildi; onun da çok istediği bir şey olduğunu sanmıyorum, ama sonuçta böyle bir yol ayrımı oldu

Murat Aksoy: Peki, daha iç açıcı konulara dönelim o zaman. Eyüp Yıldız diye bir izleyicimiz –tabii şaka yapıyorum– bizim Eyüp Abi soruyor: “Süper Lig Panorama programından memnun musunuz Ruşen Abi?” demiş.

Ruşen Çakır: Yani memnunuz, daha iyi olacak inşallah, başka şeyler de yapacağız. Yavaş yavaş hepsini… demin zaten bahsettim, spora ayrı bir önem veriyoruz. O konuda birtakım fikirlerimiz de var; ama zaman içerisinde kademe kademe onları göstereceğiz Eyüp’e ve Metin’e, Metin Dirim’e ayrıca çok teşekkür ediyorum. Medyascope‘un o yola ilk revan olduğundan kısa bir zaman sonra gelip burada çok ciddi bir katkı verdiler; uzun bir süredir… yani gerçekten şimdi bu lâf kötü bir şey ama, “Medyascope ruhu” diye bir şey var mı bilmiyorum ama… var mı?

Murat Aksoy: Var. 

Ruşen Çakır: “Onu gerçekten sahiplenen arkadaşlar” diyelim. Onun için kendilerine… bir de bizim Ali Deniz’i yetiştirdiler — bizim Ali Deniz derken benim oğlum oluyor. Onu onlara emanet ettim, çok da iyi oldu; o da bayağı, ama spor konusunda… şimdi şeye de başladı, Z kuşağı yayınlarını da yapıyor. Ali Deniz’in iddiası çok ilginç: O moderatörlük iddiasında, fikir beyan etmekten ziyade fikirleri konuşturtmak – ki o ilginç ve iyi bir tercih: Genellikle insanlar kendileri konuşmak isterler, ama o daha çok insanları konuşturtmak istiyor; biraz da psikoloji okuduğu için olabilir — bakalım. 

Murat Aksoy: Peki, spordan gidelim o zaman Beratch isimli bir izleyicimiz, “Aziz Yıldırım’ı davet eder misiniz?” diye sormuş. 

Ruşen Çakır: Hem de nasıl ederiz de, gelir mi? Gelmez yani. Biz herkesi davet ediyoruz, yani şöyle: Geleceğini bilsek davet ederiz ya da bir şekilde birisi “Aziz Yıldırım’ı çıkartır mısınız?” diye söylese bunu büyük bir memnuniyetle kabul ederiz; ama büyük bir ihtimalle olmayacağı için boşuna onunla uğraşmıyoruz.

Murat Aksoy: Şimdi yine, “Spor yayınlarının yanında müzik ve sinemayla ilgili kültür-sanat yayınları da yapmayı düşünüyor musunuz?” Müsaade edersen ben onunla ilgili bir şey söyleyeyim. 

Ruşen Çakır: Tabii.

Murat Aksoy: Şimdi çok sayıda bizim aslında müzik-kültür-sanat programımız var idi; hâlâ da zaman zaman yapıyoruz, bunun sayısının düştüğünün farkındayız. Bunun da aslında sebebi koronavirüs salgınının başlamasıydı; çünkü birçok etkinlik vs. biliyorsunuz o dönem iptal edildi, sokağa çıkma yasakları uygulandı; zaten bir sürü tedbir alındı, sinema salonları kapatıldı, tiyatro salonları kapandı vs.. Dolayısıyla o dönem o bir ket vurulmuştu; sonradan bizim belki ihmal etmemiz de olabilir. Artık yavaş yavaş canlanmaya başladı; canlandıkça da o tarz programlarımızın sayıları artacaktır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bir de şunu özellikle vurgulamak lâzım: Medyascope’un bir şimdi kardeşi var: Mikroscope, o aylık kültür dergisi diyelim, kültür-sanat dergisi internette Müge İplikçi yönetiminde oradan bir zaten şey var. Aynı zamanda şimdi kültür-sanat işleriyle ilgilenen arkadaşların bir birim oluşturması gibi bir yapılanma söz konusu; sporda yaptığımızı orada da yapmayı düşünüyoruz. Var olan programları gözden geçirip onlara yenilerini eklemek de söz konusu; onların hepsi gündemimizde. Bu da işte Medyascope’un yeniden yapılanma sürecinin önemli bir parçası olacak ve aynı şekilde spordaki gibi kültür-sanatı da daha sonra belli bir özerkliğe veya bağımsızlığa kavuşturmayı da ilerideki süreçte düşünebiliriz. 

Murat Aksoy: Yine kültür ve sanat ile ilgili bir soru; ama bu kez yazı kısmı ile ilgili, Ozandmn isimli izleyicimiz, “Sinema, kültür ve tarih üzerine yazan yazarlar da dahil olacak mı?” diyor. 

Ruşen Çakır: Olacak diyeyim, Ocak’tan itibaren olacak diye düşünüyorum. O konuda da yine önceliği kendi içimizde vereceğiz. Ondan sonra da başka birtakım isimler söz konusu olabilecek; ama özellikle kültür tarihi konusunda olacak yani. 

Murat Aksoy: Peki Cem Yıldız soruyor: “Belgesel tarzında yayınlarınız olacak mı?”

Ruşen Çakır: Belgesel tarzında yayın olabilmesi için belgeseli bizim üretmemiz lâzım — ki belgesel zor bir iş, yani nasıl söyleyeyim? Uzun vâdeli bir iş ve masraflı bir iş; bizim burada yaptığımız şeylerin içerisine bir de belgeseli sıkıştırmak bizi çok zorlar; ancak birilerinin yaptığı belgeselleri yayınlamamız belki söz konusu olabilir.  Şu âna kadar peki öyle câzip bir şey gelmedi, ama buna açığız. Yani keşke iyice güçlensek de sırf belgesel yapan bir birimimiz olsa; ama şu aşamada bunu yapabilecek durumda değiliz.  Şunu özellikle vurgulamak lâzım: Bazı yerler var, onlar yılda üç tane dört tane belgesel yapıyorlar ve bayağı da iddialı oluyor, takdire şayan bir iş, ama sadece onu yapıyorlar. Biz burada haftada yedi gün ortalama günde 10 saat yayın yapıyoruz. Onun dışında haberleri sürekli internet sitemize koyuyoruz vs.. Dolayısıyla yani o diğerlerinin yaptığı, sadece bunu yapan yerlere bakarak hareket etmemiz söz konusu değil. Çünkü iki ayrı mecrayız biz; onlar sadece belgesel yapıyorlar. Biz de mesela böyle bir şeyi tercih edebilirdik yılda dört tane ya altı tane belgesel yapıp bütün enerjimizi insan kaynağımızı ve maddi imkânlarımızı oraya sevk edebilirdik, ama o zaman Medyascope olmazdı.

Murat Aksoy: Şöyle bir soru var, Andrei Lörosa isimli izleyicimiz ya da nickli izleyicimiz: “Hafta sonu yazar kadronuza baktım; çok severek takip ettiğim isimler. Fakat Medyascope’un yeni dönemde ana akım olması için bu kadar sol ağırlıklı değil daha merkez isimlere yer vermeniz iyi olmaz mı?”  Dün Ali Babacan buradaydı gerçi, ama yazar değil tabii konuk olarak…

Ruşen Çakır: Yani şimdi sol ağırlık mı bunlar? Şimdi öyle deyince bakıyorum: Roj solcu mu mesela? Ben Roj’un ne olduğundan çok emin değilim, yani emin değilim dediğim: Yani benim bildiğim, daha muhafazakâr bir çevreden gelen, Kürt meselesine de duyarlı olan bir arkadaş. Yani Aydın Selcen solcu değil mesela? Değil mi yani o ..

Murat Aksoy: Bilemem, bir şey söylemeyeyim, sonra, Aydın Abi’ye sonra… 

Ruşen Çakır: Tehlikeli konu, başımıza belâ olur. Şimdi öyle bir özel derdimiz yok.  Yani böyle sol ağırlıklı merkez falan, bunlar, şimdi şöyle de bir şey var açıkçası: Kim onlar? Yani birileri var da biz onları şey mi yapıyoruz, bypass mı ediyoruz? Sırf şöyle olsun diye televizyonlar çıkartıyor ya? AKP yanlısı olsunlar diye birilerini çıkartıyorlar, hiçbir değeri yok; yani belli bir değeri olan kişiler, solcu olmayan liberal vs. değişik olarak bilinen kişiler de illâki olacak tabii; onu da özellikle Ocak’tan itibaren öyle birtakım isimlerin de eklenebileceğini söyleyebilirim.

Murat Aksoy: Caner Ç diye bir izleyicimiz var, ısrarla soruyor ki bence de biraz enteresan da bir fikir aslında bakarsanız: “Bir bilgi yarışması yapsanız olur mu?” diyor. Ne dersin Ruşen Çakır? 

Ruşen Çakır: Yani hiç düşünmedim, “Why not?” yani.

Murat Aksoy: Enteresan bir fikir, bunu da not alalım, yapabileceğimiz gibi bir şeyse neden olmasın diyelim. Şimdi şöyle bir soru var: brdy nickli birisi, birdy mi artık bilmiyorum: “Cüneyt Özdemir, Nevşin Mengü gibi diğer yayıncılarla Türkiye’de internet haberciliği üzerine ortak bir yayın düşünür müsünüz?”

Ruşen Çakır: Cüneyt Özdemir’le kesinlikle hiçbir şey düşünmem. Zaten Nevşin’i arada konuk ediyoruz, arkadaşımız, çok da takdir ediyorum; ama Nevşin kendi yolunda gidiyor zaten. Şimdi bir de Fox’ta haftada bir yayına da başladılar; o YouTube’da ve başka mecralarda kendi başına ekip de kurdu; hatta bizde eskiden çalışan bir arkadaşı da yanına almış diye biliyorum, yani Nevşin’le zaten sürekli birbirimize yapabileceğimiz destekleri yapıyoruz; sürekli yayın yapma zaten olmaz da hani arada konuk etmek, birlikte çıkıp bir şeyleri tartışma olabilir; ama Cüneyt Özdemir, yani o benim Mahir Çayan’dan söylediğim ve bir ara Twitter’da sabitlediğim “Ayrılar ayrı yerde, aynılar aynı yerde”… O başka bir şey yani; o da herhalde bizimle beraber görünmek istemeyecektir; onun için bunu bir kenara koyalım. Ama mesela Ünsal var. Hatta Ünsal’a dün söyledim, yazmasını teklif ettim Ünsal’a. İlk anda Ünsal haftalık yapamayacağını söyledi; belki arada yazar, ona tekrar buradan selam yollayalım. Mesela Ünsal da tek tabanca giden birisi; ama Medyascope’un  ilk ânından itibaren bize destek veren birisi. O tür kişiler olabilir; şimdi şöyle bir şey var, benzer şeyler yaptığımız varsayılan insanlarla illâki yan yana durmamız gerekmiyor; öyle bir şey olsa bizim burası kevgire dönerdi onun için herkesin kendine yakın gördüğü gazetecilik anlayışı, yaklaşan siyasi görüş demiyorum gazetecilik anlayışı… Mesela bazen şöyle şeyler oluyor: Ünsal birilerine yine sabah fırçalar atmış oluyor, ben de o gün ya da bir gün önce bir yayında bir şey demiş oluyorum, bana hemen YouTube’da diyorlar ki: “Ünsal bugün size çaktı” falan. Ünsal’ı arıyorum diyorum ki “Bana çakmışsın”, “Niye ki? Ne oldu?” filan… meğer izlememiş. Bir de mesela şimdi siyaseten aynı düşünmek diye bir şart yok; önemli olan duruşla ilgili bir şeydir, daha böyle bir nasıl baktığınla ilgili, kendini nasıl konumlandırdığınla ilgilidir.  

Murat Aksoy: Şimdi hemen kısa cevabı olan bir soruya ben cevap vereyim. Bilal Karaaslan sormuş, “Zamanlama Manidar devam ediyor değil mi?” Hem Sadi Celil Cengiz’in hem de Çetin Tankoç’un, dizilerde oynadıkları için setleri olmakla beraber prensip olarak devam ediyor; hatta bu akşam saat 22:00’de izleyebilirsiniz. Ama devam ettiğini söyleyebilirim. Mark Lex isimli izleyicimiz, “Sahur programı yapacak mısınız? Kemal Can ile güzel olur” demiş. 

Ruşen Çakır: Şimdi arkada, Ramazan ne zaman?

Murat Aksoy: Nisan mayıs olması lâzım.

Ruşen Çakır: Ooo! bir kere çok var, ama şunu söyleyeyim: Ben bir ara Milliyet’te Ramazan sayfası yaptım. Ama Milliyet’teki Ramazan sayfasında, Ufuk Güldemir genel yayın yönetmeniydi. Bana verdi, “Abi ne yapıyorsun sen?” falan dedi sonra. O öyle bir sayfa oldu ki apar topar birileri devreye girmişler, bir iki tane dışarıdan ilâhiyatçıya bir şeyler yazdırdılar.  Ben çünkü, neydi? “Din, devlet, toplum” başlıklı…

Murat Aksoy: Yani şunu yersek orucunu bozar diye bir şey yazmıyordun herhalde

Ruşen Çakır: Yok yok, tam tersi, böyle bayağı teorik yazılar yayınlanıyordu.

Murat Aksoy: Tam o zaman seninle ilgili yeri gelmişken başka bir soruya geçeyim; bunu sonraya saklamıştım, ama Emek Deniz Korkmaz, “Efsane futbol yazarı Ruşen Çakır yazılarıyla döner mi?” diyor.

Ruşen Çakır: Yok hayır, asla, hele futbolu mecbûren seyrediyoruz zaten. Yoksa geçenlerde Ali Deniz’le Manchester City-Paris Saint Germain maçını seyrettik beraber. Diyor ki: “Baba, ya bunlar futbol oynuyor, bizimkiler ne oynuyor?” Yani çok açık; şimdi o dönem, benim Vatan’da yazdığım dönem bir ara arkadan ittirdiler, yani benim de hoşuma gitti. Bir kere kombinemiz vardı ve gidiyorduk; şimdi kombineler tekrar başlayacak mı, olacak mı onları bilmiyorum bile; yani tekrar başlarsa. Ama yazmam, yok ya o benim işim değil; çok şeydi zaten, o yazılarımı okuyan vardı herhalde, ama çok da bir şey öğrendiklerini sanmıyorum. 

Murat Aksoy: “Neden Halk TV’de çıkmıyorsunuz?” diye Hakan Edg sormuş. 

Ruşen Çakır: Bana mı sormuş.

Murat Aksoy: Evet.  

Ruşen Çakır: Burası Medyascope, yani bâen Medyascope dışında bir yere çıkmıyorum çok olağanüstü bir şeyler olmadığı müddetçe; zaten röportaj falan da vermiyorum, öyle bir karar aldım. Halk TV’nin başına çok eski bir arkadaşım geçti: Suat’i çok severim, kendisini bayağı da iyi iş çıkartıyor ve Medyascope’a çok katkıda bulunan Kadri’yi ve Levent’i başta olmak üzere çok kişiyi aldılar. Bayağı bir değiştirdiler; ama yani hatta bana da bizzat sahibi arayıp sorduğunda, ben baştan yok dedim. Yani öyle bir şey olmaz, yani gerek yok. 

Murat Aksoy: Şimdi Doğru Dorukoğlu şöyle bir şey diyor: “Gazete ne zaman benim gibi geri kafalılar için basılı kâğıt olur mu?” demiş, bir de gülen, baya gülen emoji kullanmış; yani bana sorarsanız o iş bitti gibi. Gazete işi, ama bir de bunun mâliyet yönü var, o matbaası var, şusu var busu var, dağıtımı var

Ruşen Çakır: Kâğıdı var. 

Murat Aksoy: Kâğıdı var.

Ruşen Çakır: Artık Türkiye’de kâğıt üretilmiyor; ama keşke olsa. Şimdi bir haber düştü, biliyorsun, “Milliyet kapanıyor” diye. İçim çız etti. Niye? Benim de katkıda bulunduğum, ama katkıda bulunmanın da ötesinde, Abdi İpekçi zamanında falan bayağı çok eve giren bir gazeteydi. Yani şimdi şöyle bir şey var: Kâğıt gazete bitmedi aslında, ama Türkiye’de bir şeyler bitiyor; ama dünyada, mesela Amerika’da İngiltere’de hâlâ gazeteler var; birtakım sorunlar yaşıyorlar tabii, elektronik ortam filan; ama önemli olan onları birbirine kaynaştırabilmek. Mesela New York Times acayip başardı, Guardian acayip başardı bunu, Washington Post başardı. Başarabilenler var, başaramayanlar var; şimdi bizim durumumuzda mesela şimdi biz, Medyascope, tam bir gazete çıkarmamız çok zor ya da var olan bir gazeteyi alıp bunu canlandırmaya filan değmez artık. Çünkü gazetelerin hepsinin içi çok ciddi bir şekilde boşaldı. Hiçbir anlamları kalmadı; yani şöyle bir, “Şu gazeteyi alalım da tekrar eski günlerine döndürelim” diyeceğim bir gazete yok; yani onun için maalesef Türkiye’de o defter kapanıyor. 

Murat Aksoy: Gene gazeteciliğin geleceğiyle ilgili o zaman soru sorayım, yeri gelmişken Cihan Çiftçi’nin sorusunu aktarayım daha doğrusu: “Ana akım medyanın şimdiki halinden uzak olduğu zamanlardaki kadar geniş bir muhabir kadrosu hâlâ önemli midir? İnternet ve sosyal medyanın bu kadar gelişmiş olması muhabir ihtiyacını azaltıyor mu?”

Ruşen Çakır: Bir yanıyla evet, bir yanıyla hayır; şimdi bu yurttaş gazeteciliği meselesi çok dillerde; geçen bir Zoom’da böyle bir grup Türkiyeli ve Suriyeli gazeteci ile böyle bir tartışma oldu, orada da söyledim: Tabii ki çok yerden haber akıyor, ama her zaman için o haberin profesyonel bir şekilde filtrelenmesi lâzım, ikinci olarak da tabii ki gazetecilik bir meslek ve bunu esas olarak muhabirler yapar, editörler yapar. 

Dolayısıyla muhabirliği yaşatmak lâzım; ama bu maddi imkan gerektiriyor. Keşke bizim elimizde imkânlarımız olsa da Türkiye’nin her yerinde muhabirimiz olsa. Şu haliyle birkaç yerde varız; ama keşke daha fazla olsa, keşke burada da çalışan muhabir sayımız her geçen gün artsa. Adım adım keşke daha da artsa. Bence hâlâ işin kökeninde muhabirlik var. Yani ne olursa olsun yurttaşların katkısı, tamam, eyvallah, ama mesela diyelim ki o metrodaki bıçaklı adam olayı, değil mi? Onu bir vatandaş çekiyor vs., herkes kullanıyor; ama o haber orada bitmiyor ki. Haber onun devamında var: Bu adam kim? Soruşturma ne oluyor? Mağdurlar kimler? Onlar ne diyor? Vs.. Gazetecilik orada başlıyor; yani yurttaşın sunduğu haber tek başına tamam, ama onun fikrî takibi ,onun devamı için orada hem muhabire hem editöre ihtiyaç var. 

Murat Aksoy: Şimdi şöyle bir soru var Rukiye Çapan’dan: “Yoy ne demek?” diye sormuş. Ben biliyorum, ama söylemem; Ruşen Çakır’ın da burada açıklaması…

 Ruşen Çakır: Yok, ben bilmiyorum. 

Murat Aksoy: Söyleyeceğini hiç zannetmiyorum. Biraz fikir yürütmeniz gerekecek, ne yazık ki ekrandan söylenebilecek bir şey değil; şimdi başka bir soruya geçelim: cm isimli takipçimiz “Ruşen Çakır Medyascope ve Medyascope olarak niye iki farklı kanal var? Merak ediyorum” demiş. 

Ruşen Çakır: Çünkü önce benim kanalım vardı, sonra Medyascope’u açtık, öyle gidiyor yani. Yani o soruluyor da, birleştirmenin, bu saatten sonra teke indirmenin kimseye bir hayrı olmayacak, çünkü Medyascope’un daha fazla YouTube’da takipçisi var; benim ayrı takipçim var, bazıları beni sadece izliyor olabilir. Bazıları benim şeylerin hepsi zaten Medyascope’ta da yükleniyor biliyorsunuz, YouTube’un işi filan bilmem ne yapıyor böyle şeyler olabilir; ama bu da başka bir şey, yani biz şimdi YouTube kanallarını çoğaltmayı düşünüyoruz, azaltmayı değil.  

Murat Aksoy: Yine tıpkı Murat Sevinç’te olduğu gibi yine başka bir istek var, Mustafa Zeki Görüş’ten: “Medyascope’ta Tanıl Bora’yı görmek isteriz hocam, var mı böyle bir program hazırlığı teklif vs.?” 

Ruşen Çakır: Can Kozanoğlu da var mı?

Murat Aksoy: O henüz gelmedi ama o benim isteğim kimse yazmadıysa bile

Ruşen Çakır: Ya şimdi Tanıl da Can da, onlar zor insanlar; çok iyi insanlar, zor insanlar; hepsi çok yakın arkadaşım, arada sırada ayartıp çıkartıyorum. Ama program fikrini ikisine de söyledim, ikisi de istemiyor. Onu tekrar söyleyeyim: Can zaten bir kurumda çalışıyor, yapacak olsa orada yapar; Tanıl da zaten böyle bir Ankara’dan da büyük ölçüde taşındı falan, arada sırada hatırımızı kırmayıp çok güzel programlar yapıyoruz kendisiyle, yayınlar yapıyoruz, bunun ötesini istemiyorlar, biz de çok zorlamayalım diyoruz.

Murat Aksoy: Yazıları seslendirmek için bir talep çıktı bu arada Elif Korhan isimli bir izleyicimiz gerçekten ciddiyseniz iletisim@medyascope.tv’ye derdinizi anlatan bir mail atabilirsiniz, daha sonra bu değerlendirilebilir. Can Kozanoğlu değil ama, başka bir istek daha var: Mücahit Bilici. Yunus Emre Batur isimli izleyicimiz, “Köşe yazarı kadronuzda bir Mücahit Bilici eksik bence” demiş.

Ruşen Çakır: Evet, bak iyi fikir, bir dakika, yani bakalım: Mücahit, o çok yoğun okulda, çok yoğun Amerika’da; iyi bir sorayım. Onun tabii yazar değil de esas video olarak yapması olabilir, evet. 

Murat Aksoy: Muhammet Emin: “Bugün üniversitelerde gazetecilik bölümü okuyan gençler için tavsiyeleriniz nelerdir? Bu işin okullarda öğrenebileceğini düşünüyor musunuz?”

Ruşen Çakır: Ya okullarda tabii ki öğrenir, bir şeyler öğreniliyor; ama pratik dünyayla okulda öğrenilen arasında bir fark var. Orada önemli olan hocaların kalitesi, bir de okulların o hocaların ve yöneticilerin perspektifi. Onlar ne kadar gerçekten medya dünyasıyla okulu bir araya getiriyorlar? Mesela şöyle şeyler oluyor: Bazı meslekten gazeteciler ders veriyor falan bazı yerlerde, öyle şeyler oluyor; ama bir kere şunu söyleyeyim: Şu andaki Türkiye’deki üniversite perspektifiyle ne gazeteci ne mühendis hiçbir şey olamaz; yani şu andaki üniversitelerde kimlerin nasıl görevlendirildiği, kimlerin elinden nasıl hocalık yapma imkânlarının alındığı ortada; yani şu anda üniversitelerin durumu gerçekten bence çok kötü. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar tek başına bunun özeti; ama tekrar konuya dönecek olursak ne kadar gerçek gazetecilik hayatıyla ilişkisi olduğu konusunda açıkçası şüphelerim var. Kimsenin günahına almayayım, bazıları bunu çok iyi başarıyorlar; ama birçoğu, özellikle Anadolu’daki üniversitelerin o iletişim bölümlerinin, gazetecilik bölümlerinin, çok isteseler de yapma imkânlarının çok fazla olduğu kanısında değilim. 

Murat Aksoy: Hakan Edg yine “Medyascope’ta çok genç yorumcular var; bu sizin bir stratejiniz mi?” Genç yorumcular mı yetiştiriyorsunuz demek istemiş herhalde 

Ruşen Çakır: Yani çok olduğunu sanmıyorum; çok görünüyorsa iyi, daha çok olmasını istiyorum, istiyoruz. İnşallah daha fazla olur; bizlerin daha az konuştuğu ve gençlerin daha çok konuştuğu bir şey olur. Özel olarak istiyoruz, özel olarak kadın konusunda kadın yorumcu, kadın programcı, kadın çalışan.. ona özel olarak yani bir gayretimiz var. Bu ne kadar fark ediliyor bilmiyorum; ama mesela arkadaş gençler konusunu fark etmiş, evet, bunu istiyoruz tabii ki. 

Murat Aksoy: Yolcu isimli bir takipçimiz “Aydın Ünal’ı niye programlara çıkarmıyorsunuz?” demiş. Aydın Ünal’ı çıkardık “Haftanın Konuğu” programında, hatta Ruşen Çakır’ın konuğu olmuştu. Çıkarmıyor değiliz dolayısıyla

Ruşen Çakır: Evet, Aydın benim çok eski arkadaşım, ama o çok istemiyor; sonra çok da ilgi gördü o yayın. Aydın biraz nev’i şahsına münhasır birisidir. Çok iyi biri, çok severim ben. Öyle bir yayın yaptık; ondan sonra daha şey olmadı, hatta biraz yokladım falan, kendini biraz çekti o. Bilmiyorum, tekrar bir şekilde ben de… Zaten şöyle olmuştu: O bir çıkış yapmıştı, “Gel seninle yayın yapalım” demiştim, istememişti. Sonra bir çıkış daha yaptı, o zaman istedi.  Şimdi bir çıkış daha yaparsa yine çağırırım. 

Murat Aksoy: Peki Ruşen Çakır, Abdül Azim Şimşek sormuş: “Ruşen Çakır anılarını yazmayı düşünür mü? Çünkü bilhassa Âyet ve Slogan kitabını hazırlarken muhâfazakâr kesimle epey içli dışlı oldu;; onları bugünkü gözle değerlendirmesi değerli olur” demiş. Anılarıyla ilgili “Gomaşinen”i yapıyor zaten, podcast, o video olarak da yayınlanıyor belki şöyle değiştirip de sorabiliriz: “Gomaşinen” kitap olur mu? Ya da ayrıca bir kitap olur mu?

Ruşen Çakır: Olacak galiba. “Gomaşinen”den hareketşe, yani “Gomaşinen” başlıklı bir kitap yapacağım inşallah. Onların deşifre edilmesi ve onların üzerinde çalışmam gerekiyor. Onu yapacağım; ama her an, “Bu hafta artık sonuncuyu yapacağım” diyorum, ama hâlâ anlatacak bir şeylerin varmış. Bugün 68. Oldu; bakalım biraz daha geçsin. Noktaladıktan sonra kitap olacak. Âyet ve Slogan’ı zaten özel olarak anlattım, ama mesela şimdi rahmetli Mehmet Kutlular’ın vefatının ardından onu yaptım ya da Süleyman Karagülle’nin ardından yaptım, Sezai Karakoç’un ardından yaptım; yani İslâmî câmianın tanıdığım isimlerinin hayatlarını kaybetmelerinden sonra “Gomaşinen”de yaptım zaten. 

Murat Aksoy: Evet, övgüler de var. Hüseyin Kayıkçı: “Tiryakinim Ruşen baba, çünkü çok samîmîsin, ekibin de dahil, selamlar sevgiler”. Zonguldak Filyos’tanmış, biz de selam yollayalım kendisine. “Ayşe Çavdar çok iyi analiz yapıyor, daha çok izlemek istiyoruz” deniyor. Ayşe Çavdar pazar günleri yazılarıyla birlikte olacak sizlerle; zaten kendisinin Aysuda Kölemen’le “Şimdiki Zaman” isimli bir programı var, artı, Ruşen Çakır’la ve Burak Bilgehan Özpek ve Kemal Can’la “Adını Koyalım” programında da var zaten. Ne yapalım? Ayşe’nin de herhalde yani vakti varsa keşke yapsın, ama onun da vaktinin kısıtlı olduğunu ben biliyorum. Yine bununla ilgili benzer bir soru daha vardı. Abdullah Özdemir –bugün de Kemal Can fanları sanıyorum bayağı bir izliyor bizi– “Ruşen Bey, sayenizde Kemal Can’ı haftada üç kez dinleme şansım oluyor. Kemal Can’ı biraz daha ittirip bu sayıyı artırabilir misiniz?” Parantez içinde şunu yazmış: “Ruşen Bey’in ittirmesiyle sayının arttığını söylemişti kendisi”. 

Ruşen Çakır: Ya, zaten Kemal buranın bir parçası; zaten başından itibaren öyleydi. Yapabileceği kadarını yapıyor, belki daha fazlasını da yapar, bilmiyorum; ama bakalım, belli olmaz, olabilir belki. Kemal izliyorsa, inşallah izliyordur. 

Murat Aksoy: Bir soru benim ilgimi çekmişti, şimdi kimin yazdığını bulamadım, ama şöyle bir soruydu: “Başka YouTube kanallarıyla işbirliğine gitmek gibi bir planınız var mı?”

Ruşen Çakır: Öyle bir şey yok da, şu var, bir ara çok yapıyorduk şimdi biraz azaldı nedense, onu bizim Burak Tatari daha çok takip ediyordu: Podcast’leri vs. dışarıda kendi YouTube’unu yapanları biz sayfaya koyuyoruz; mesela Ümit Gurbanov yapıyoruz mesela, Bengi Semerci yapıyoruz efendim. 

Murat Aksoy: Ünsal Ünlü. 

Ruşen Çakır: Ünsal Ünlü yapıyoruz; yani o tür şeyler yapıyoruz. Onun dışında, daha fazla işbirliği bulunan… yani bunu yapıyoruz, eğer aklımıza yatıyorsa podcast’ini ya da videosunu çekip kendileri koyanları biz sayfamıza görmüyoruz, yani bizde Medyascope’ta tıkladığınızda onun sayfasına giriyorsunuz. 

Murat Aksoy: Çok gelen bir soru daha ki sen bununla bu soruyla ilgili başlı başına bir yayın yapmıştın diye hatırlıyorum eğer yanlış hatırlamıyorsam: “Liderler açık oturumu” meselesi. “Gündeme getirmiştiniz, geri dönüşler oldu mu?” Benzer bir soru daha vardı: “Yapacak mısınız? Yapmayı planlar mısınız?” diye Muhammet Emin sormuş bu soruyu.

 Ruşen Çakır: Yani yapsak çok güzel olur.  Dün Ali Babacan’ı ağırladık.  Orada da kendisine şunu sordum. Yani “Birlikte fotoğraf verecek misiniz?” diye sordum; hâlâ o fotoğraf bile yok. Yani o fotoğrafı vermeyen kişileri ben burada sütüdyoya toplarsam herhalde büyük olay olur; keşke öyle bir şey olsa, ama önce bir fotoğraf verip beraber yan yana durduklarını görelim ki ondan sonra çağıralım. Biz o çağrıyı ortaya yaptık, ama hiç kimse üstüne alınmış değil.

Murat Aksoy: Şimdi benzer iki soruyu arka arkaya soracağım. Yani çok benziyor iki soru birbirine seküleradam demiş ki: “Seçimlerden sonra demokratik bir ortama girilmesi Medyascope’un seyrini nasıl değiştirir?” İhsan Koçak da herhalde Hasan da olabilir pardon Hasan Koçak: “İktidar değişirse Medyascope bir muhalif kanal olarak önemini yitirir mi?” Bir kere muhalif değiliz biz; bunu defalarca Ruşen Çakır ve bizler hepimiz vurguladık, ama izleyicimizin ne demek istediğini de anlıyoruz az çok.

Ruşen Çakır: Tam tersine biz Medyascope’u kurarken şöyle düşündük: Önce bir yola koyulalım, sonra kendi kendimizi finanse eder ve kâra da geçeriz dedik; ama Türkiye normalleşmediği için bu bir türlü olmadı, şimdi Türkiye normalleşirse her şeyden önce artık dışarıdan katkı almadan kendi imkânlarımızla, yani reklam gelirleri ve sponsorluk gelirleriyle yola devam etme imkânımız doğacak. Şu anda bizim gibi kurumlar reklam alamıyor, çok az reklam alabiliyor; çünkü insanlar korkuyorlar, çok açık, Havuz’da olmadığımız için insanlar bunun ne derece farkındalar bilmiyorum, hep söylüyoruz ama pek, yani Patreon üzerinden ya da YouTube katıl üzerinden izleyici destekleri var, çok sağolsunlar, ama o da bizim burada ihtiyaçlarımızı karşılamaya yetmiyor, kolay kolay yetmiyor. Keşke, en ideali, izleyicilerin destekleriyle bunu yapabilsek; yani buna vatandaş gerçekten sahip çıksa, dolayısıyla normalleşen bir Türkiye’de her şeyden önce biz finansal anlamda kendi ayakları üzerinde duran bir kurum olabiliriz; ama şunu da özellikle biliyorum hep böyle olur; zaten bu medya ortamlarında iktidar değişir ve bir bakarsınız her devrin adamları tekrar köşeleri tutarlar; yani Mehmet Barlas ölmez de sağ kalırsa, yine yazmaya devam edebilir yani ya da başka isimler, patronlar başka bir şey olabilir falan…  Bir de şu anda bekleyen bu muhalif kanallar biz değiliz Allah’a çok şükür; muhalif falan değiliz, ama muhalif kanal olanlar daha fazla ortaya çıkarlar, şu olur bu olur, ama bence Türkiye’de bizim etkimiz gücümüz Türkiye’deki demokrasi ve basın özgürlüğü azlığından gelmiyor, tam tersine bu bizim etkimizi sınırlıyor; daha özgür bir Türkiye’de, daha normal bir Türkiye’de, hukuk devletinin olduğu bir Türkiye’de biz alıp başımızı gideriz; ama şu hâliyle bizim muhalefet falan yaptığımız yok; ama o ana akım diye bilinen ama hiçbir şeyi olmayan kanallara çıkamayan gerçek uzmanları vs. çıkartıyoruz; olabildiğince başkalarının ele almadığı konuları ele alıyoruz, ama normal bir Türkiye’de, Türkiye’nin yeniden hukuk devletine demokratikleşmeye çoğulculuğa doğru yol alacağı bir yerde, biz orada medyada çok daha etkili bir yer oluruz, ona çok eminim, yani değerimiz önemimiz daha da artar.

Murat Aksoy: Ben hemen bir iki soruya kısaca cevap vereyim: Sait Salim Halit, “Emrah Kolukısa niye program yapmıyor artık?” diye sormuş; biz bundan birkaç ay önce kendisine devam etmesi için –biliyorsunuz daha önce yapıyordu bir sinema programı ve kültür sanat programı–, kendisine teklifte bulunduk; ama herhalde işleri uymadığı ya da zamanı olmadığı için –bilemiyoruz, bizden kaynaklı değil, kendisinin belki programının uymamasından kaynaklı, vakit bulamamasından kaynaklı olabilir– dolayısıyla yapmaması bizimle ilgili bir konu değil; ama ne zaman isterse tekrar kendisi gelebilir diyelim. Yine bir soruda, Serhan Vardarlı, “Bizleri davet ettiğiniz bir Siyaset Meydanı düşünmez misiniz?” Herhalde izleyicilerden bahsediyor, bugün de sen zaten Siyaset Meydanı’yla ilgili “Gomaşinen”de bahsetmiştin, hani o bir dönem uzmanlar değil de böyle halk konuşuyordu, özellikle gençler filan, o dönemin gençleri. 

Ruşen Çakır: Artık Zoom falan gibi uygulamalarla bunu yapma imkânı var; arada sırada aklımıza geliyor. Mesela Ali Deniz’in yaptığı “Z Kuşağı Tartışıyor” meselesinde, o gençler yani böyle bir özelliği olan, köşe yazarlığı vs. olan insanlar değil, öğrenciler falan yani; böyle hakikaten arkadaş ilişkileriyle falan buluyorlar; onun çok daha gelişmişini yapabiliriz, onu teknik olarak kaldırabilecek duruma da geldik diye tahmin ediyorum. İleride öyle şeyleri yapabiliriz bir TürkForum gibi. Ali Abi, Ali Kırca çok iyi yapardı onları; rahmetli Birand da yapardı böyle şeyleri, insanları konuşturmayı çok iyi bilirlerdi. Onu yaparız; yani bizden başka da böyle etkili bir şekilde yapabilecek çok bir yer olduğunu sanmıyorum açıkçası, onu gündemimize ileride alırız. 

 Murat Aksoy : Cm isimli bir izleyicimiz şunu sormuş: “İngilizce, Almanca, Fransızca içerikleri düşünür müsünüz? Dünyada Türkiye’yi doğru anlama konusunda bir ihtiyaç var, teşekkürler” demiş. Biz de teşekkür ederiz, ama zaten İngilizce, Fransızca içeriklerimiz zaten mevcut, bültenlerimiz var; bununla ilgili haftada birer kere, daha önce Kürtçe de vardı. Kürtçe’nin bitmesinin sebebi de tamamen Kürtçe bülteni sunan arkadaşımızın kendi isteğiyle ayrılmış olması, yine o nitelikleri hâiz Kürtçe bilen bir arkadaş bulduğumuzda neden devam etmesin? Tabii ki devam eder, tabii bunların hepsi yine insan gücü ve kaynak meselesi. Yabancı dillerde yayın yapmak çok isteriz bence? Değil mi Ruşen Abi? 

Ruşen Çakır : Evet, Almancayı siz yapacaksınız hesapta; ama hâlâ yapmıyorsunuz. Kaynak meselesi; mesela Türkiye ile ilgili, Türkiye’de yaşananları haberleştiren Leo bir ara Türkiye’de iken sürekli günde birkaç haber yapıyordu; şimdi Almanya’ya geçti oradan da yine haftada birkaç haber yapıyor. Türkiye’deki önde gelen önemli haberleri yazılı içerik haline getiriyor, yabancı dilde İngilizce ve Fransızca arada Almanca yayınlar yaptığımız da oluyor; bunları daha da artırmayı düşünüyoruz. Bu tür yayınları yapabilecek arkadaşlarımız var, yani o dillere hâkim arkadaşlarımız var kaynaklarımızda; yani konuşabileceğimiz insanlar da oluyor. Yani mesela “Begüm Yollarda”yı neredeyse 15 günde bir yapıyor; ayda iki yayından birisini İngilizce yapıyor, başka yayınlar da oluyor. Işın çok yaptı, başka arkadaşlar da yapıyor. Fransızca yayınlar da yaptık; ben bile yaptım Fransızca yayın zamanında.

 Murat Aksoy: Şöyle bir soru var: “Muhalefetin ekonomi kurmaylarıyla program yapabilirsiniz bu dönemde”. Daha doğrusu soru değil de bir öneri gibi filan. 

Ruşen Çakır: Yaptık, son “Açık Oturum”da, değil mi? Üç partinin ekonomi kurmaylarıyla. 

Murat Aksoy: Selin Sayek Böke CHP’den, Ümit Özdağ İYİ Parti’den ve Kerim Rota Gelecek Partisi’nden vardı. Aslında yaptık diyebiliriz; belki daha geniş bir şey yine yapılabilir, çünkü ekonomik kriz devam edeceğe benziyor. Şimdi yavaş yavaş da süremizi tüketiyoruz. Şu soruyu da sorayım mutlaka: “İktidardan baskı hissediyor muyuz?” Mehmet Ufuk Dalmış sormuş. Biz hissediyor muyuz Medyascope olarak?

Ruşen Çakır: Yani direk olarak bir şey gelmedi açıkçası, hukukî olarak da bir şey gelmedi. Bir tek bu son fon linçinde, bir yerinden bazıları katıldı, hepsi değil, birkaç kişi katıldı; yani orada ne denir? Fırsattan istifade etmeye çalışan birbirinden çok farklı kesimler oldu biliyorsun. TKP’si de, bilmem Oda TV’si de, şusu da busu da ve arada yani AKP’ye yakın insanlar da oldu. Devletin içerisinden bir Fahrettin Altun girdi o topa; onun dışında birkaç kişi belki tek tük olmuştur; ama onu da herhalde normal bir zamanda kendisiyle konuşma imkânımız da olur; kendisi de zaten bu fon hikâyesinin nasıl yasalar içerisinde olduğunu en iyi bilmesi gereken kişi; onu bir fırsat olarak düşündü herhalde, ama bir işine yaramadı. Fakat mesela o dönemde bazıları da –ki ben İslâmî hareket üzerine ve AKP-Refah Partisi üzerine çalıştığım için çok tanıdığım insan var, şahsen tanıdığım insan var–, onların içerisinden çok sayıda kişiden de tam tersine, “Biz neyin ne olduğunu biliyoruz, merak etmeyin” diye mesaj aldım; yani onun için bir baskı… yani şöyle bir şey var: Biz gazetecilik yapıyoruz, gazetecilik yapıyoruz nokta. Bu kadar yani, başka bir şey yapmıyoruz. Bunu biliyorlar. Tabii ki yaptığımız birçok şeyden rahatsız olabilirler; tabii ki bir şeyler yapabilirler de; her an bu olabilir — ilk günden itibaren olabilirdi. Ama bu olabilir diye bu işi yapmazlık edemezdik, yani başımıza çok ciddi bir belâ gelmedi diye bundan utanacak değiliz. Yani niye gelsin ki? Bir kere, işte biliyorsun, 15 Temmuz’dan sonra web sayfamız Fethullahçı birtakım sayfalarla beraber erişim engeli gelen yer oldu; aradık, söyledik; ya, ne alâkamız var bizim Fethullahçılık’la?Tam tersine, yani darbe başarılı olsaydı ilk bizi kapatırlardı herhalde. 

Murat Aksoy: Darbe başarılı olmadı, yine bizi kapattılar. 

Ruşen Çakır: Evet, sonra tabii telafi ettiler hemen. 16 saat sonra mı ne tekrar açtılar mesela, onun dışında ciddi bir sorun yaşamadık çok şükür. Ya o da ayıp bir şey de değil yani. 

Murat Aksoy: Peki şimdi süremizin yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Herhalde sen konuk olduğun için bu ilk programa, doğrudan Medyascope’la ilgili olduğu kadar da doğrudan seninle ilgili olan sorular da var, şöyle 4-5 tane soru var, kısa kısa cevaplar rica edeceğim, seninle ilgili, onları hemen sorup daha sonra son bir soru sorup kapatacağım: “Ruşen Bey, çok klişe olacak ama, gazeteci olmasaydınız hangi mesleği tercih ederdiniz?”

Ruşen Çakır: Herhalde akademisyen olurdum, iyi ki olmamışım. 

Murat Aksoy: Peki Mehmet Ufuk Dalmış sormuş: “Merhaba iyi günler açılışı ve söyleyeceklerim bu kadar iyi günler kapanışı spontan bir şekilde mi oluştu?”

Ruşen Çakır:  İlk öyle oldu, sonra insanlar dikkat çekince –aynı bu kedi rozeti gibi, o da öyle, bir taktım, milletin hoşuna gitti, benim de hoşuma gitti– öyle olacak. 

Murat Aksoy: Tamam şimdi seni kızdıracak bir soru geliyor, Redar isimli izleyicimiz: “Ruşen Bey kendini solcu olarak mı niteliyor, yoksa eski solcu mu?” 

Ruşen Çakır: Komünist.

 Murat Aksoy: Peki, kedili rozetin hikâyesi nedir? Bördiy veya brdy sormuş.

Ruşen Çakır:  O işte Müge, eşim bir gün bana bir kedi rozeti verdi, biz ikimiz de çok severiz kediyi. Bir gün taktım yayında, hakikaten öylesine içimden geldi taktım. Hemen insanların dikkatini çekmiş, ben de devam ettim takmaya. Bunun ardından Müge yeni birtakım kedi rozetleri bizim Kadıköy’ün orada bir yerde buluyordu, onları getirdi, onları taktım; sonra o rozetleri üretenler bana mail attılar, “Ya, bizim şeylerimizi takıyorsunuz, adres verin size daha fazla yollayalım” diye. 

Murat Aksoy: Burada izleyicilerimizden de var, bu arada ben onlara fırsat bulamadım ama göndermek isteyenler var, arada vardı gördüm o mesajları da peki yine aynı izleyici Ruşen bey’in “En sevdiği yemek nedir?” diye sormuş, bu arada dişlerle ilgili soranlar da var tabii. 

Ruşen Çakır: En  sevdiğim yemek laz yemekleridir. Tabii onları uzun zamandır yiyemiyorum; rahmetli annem yapardı, sonra, annem öldükten sonra onun ikizi teyzem arada sırada yapardı, her türlü lahana yemeği, özellikle lahana çorbası diye insanlar bilir biz Lukukankey derdik, en sevdiğim yemek oydu –mısır ekmeği doğranmış–, hayatım onunla geçti; yani bir de Haraşi diye bir lahananın içinin yapıldığı soslu filan bir şeydi, en sevdiğim yemekler onlardır; uzun zamandır yiyemiyorum, yani şimdi dişlerim nedeniyle sadece çorba yoğurt filan bunlarla uğraşıyorum; birazdan zaten operasyonun ikinci ve zor bölümüne gideceğim diş hekimim Ceyhun beni bekliyor, bayağı sürecek anlaşılan.

 Murat Aksoy: Geçmiş olsun diyelim. Bir izleyicimiz de “Dişler lens mi?” demiş. Murdock isimli bir izleyici, “Ruşen Bey merhaba, ileride tekrar televizyonlara çıkmayı düşünür müsünüz?” 

Ruşen Çakır: Cııkk…

Murat Aksoy: Tamam bu sorunun cevabını biliyorduk zaten; evet, o zaman yavaş yavaş yine Medyascope’la ilgili son bir soruyla bitirelim. Ozan DMN “Katıl ve Patreon üzerinden gerekli desteği alabiliyor musunuz?” Alıp almadığımızı Ruşen Çakır anlatır şimdi, ama her yayının sonunda söylüyoruz; madem bu yayının sonuna geldik söyleyelim.  Gördüğünüz gibi bu programda da birçok konudan bahsettik; bazı şeyleri kaynak eksikliğinden dolayı hayata geçiremiyoruz. Dolayısıyla bu özgür ve bağımsız yayıncılığı sürdürebilmemiz için sizin desteğinize ihtiyacımız var.  Patreon ve YouTube’daki Katıl butonundan Medyascope’a destek olabilirsiniz. Evet, Ruşen Çakır, Katıl ve Patreon üzerinden gerekli desteği alabiliyor muyuz?

 Ruşen Çakır: Vallahi her biri çok değerli, bir kere manevi anlamı çok yüksek, yalnız olmadığımızı gösteriyor. Ama bu kadar büyük bir ülkede daha fazla olması gerekiyor diye düşünüyorum. Destek olanlara çok teşekkürler, destek olmayanların da canı sağolsun, ama ne kadar çok destek olursa o kadar kaliteli yayıncılık ve çalışanların da o kadar kaliteli bir hayat sürmesine katkıda bulunacaklarını ve tek kuruşun da boşa gitmeyeceğini bilmelerini istiyorum.

Murat Aksoy: Evet, Ruşen Çakır’a teşekkürler bu haftalık bu kadardı; ama bu yayınlar en başta söylediğim gibi devam edecek. Her cumartesi saat 13:00’te sorularınızı cevaplamaya çalışacağız; bu hafta cevaplayamadıklarımızı belki bir dahaki haftaya cevaplayabiliriz. Sorularına cevap veremediğimiz izleyicilerimizden özür dileriz; bir dahaki haftalarda bekleriz. Umarız onların sorularını da cevaplarız. Bu haftalık süremiz bu kadardı, bizi izlediğiniz için teşekkür ederiz, hoşça kalın.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.