Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yorum: Kadri Gürsel (7): “Organizeli” muhalefetin sandıktaki olağanüstü farkı

Kadri Gürsel, seçim sonrası ülke gündemini yorumladı:

“İnandırıcı bir seçim sonucunu tanımama ve kazananı engelleme çabalarının bir amacı da iktidarın güç kaybettiğinin Türkiye’de ve dünyada algılanmasını önlemekti.”

“İktidar ya sağlıklı durum muhakemesi yapamayacak kadar panik halinde ya da İBB’de ortaya çıktığı takdirde sonuçları sandık meşruiyetinin kaybından daha vahim olacak büyük bir sırları var.”

Yayına hazırlayan: Tania Taşcıoğlu Baykal

Tüm izleyicilere merhabalar. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart Yerel Seçimleri’nde, Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul’da, partisine yani Cumhur İttifakı’nın adayına attığı farkı beğenmeyerek, siyasi tarihimize geçecek bir ifade kullandı: “Bu kadar az farkla kazanılmış bir seçim, halkı rahatlatmaz” dedi ya, ben de Ekrem İmamoğlu’nun aldığı sonuçta gerçekten bir anormallik olduğunu düşünüyorum. Ama bu anormallik başka bir açıdan. Her şeyden önce bu, muazzam bir sonuç. Ekrem İmamoğlu’nun medyaya erişiminin adeta tamamen kısıtlandığı bir siyasi durumda, iktidarın, neredeyse bütün kamu imkânlarından ve devlet aygıtlarından sonuna kadar faydalandığı ve tabii ki İmamoğlu’nun aksine, medyadan da sonuna kadar faydalandığı eşitsiz, adil olmayan bir yerel seçimde, rakibi Binali Yıldırım’a 21 bin değil de, söylendiği gibi 14 bin fark atması, olağanüstü bir durumu işaret ediyor. Aslında bu fark, az bir fark değil. 14 bin fark, muazzam bir fark. Bütün bu kısıtlılık ve aleyhteki koşullara rağmen, İstanbul gibi iktidarın gözbebeği olan bir şehirde, muhalefetin, bu eşitsiz, adil olmayan, kısmen özgür seçim yarışında, iktidara 14 bin fark atması hiçbir şekilde küçümsenemez. Hatta bu olumsuzluklar açısından bir katsayı olsaydı, bu değeri de 14 binle çarpmamız gerekirdi, gerçek psikolojik, siyasi ve tarihsel anlamını bulmamız için.

Seçim, işleyen bir demokrasinin normal şartları altında yapılmış olsa ve 14 binlik fark, adil ve tam özgür bir yarışın sonucunda ortaya çıkmış olsaydı, bu farkı da yine küçümsemek kimsenin haddine düşmezdi. Çünkü malum, her yerde tekrarlanıyor: ‘’Neticede bir oy dahi farkla olsa seçim kazananındır.’’ Başından sonuna kendi kontrolündeki devlet organlarının altında, onların kontrolündeki bir seçim sürecini, sırf istediği sonuç sandıktan çıkmadı diye şaibeli ilan edip, itiraz hakkını da bu doğrultuda istismar ederek kullanan iktidarın gerçek amacı nedir? İktidar ne amaçlıyor? Bu soru her zaman sorulmalı. İlk bakışta; amaçlarının İstanbul’da seçimi tekrarlatmak olduğuna dair bir izlenim veriyorlar. Bu doğruysa ve başarabilirlerse, seçim sandığı dışında başka bir meşruiyet kaynağı kalmamış olan iktidar, sonunda tüm meşruiyetini de yitirecektir. Çünkü sandıktan çıkan sonucu kabul etmeyen bir iktidar konumuna düşecektir. Bu, doğru bir sonuçtur. Sandıktan çıkan sonuç inandırıcıdır. Şaibeli bir sonuç değildir. Çünkü seçimler, bütün süreç, iktidarın tam kontrolü altında düzenlenmiş, gerçekleştirilmiş ve yapılmıştır.

Böyle bir yola giderlerse, yani İstanbul’daki seçimi tekrarlatma yoluna giderlerse, şüphesiz ki bunun dünyadaki yankıları ve ekonomiye etkileri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kaybetmenin kendilerine vereceği zarardan çok daha büyük olacak. O halde, iktidar neden bu irrasyonel ve beyhude gayretin peşinde enerjisini tüketiyor? Gerçekten de bunu anlamak için çaba sarf etmek lazım. Ya sağlıklı muhakeme yapamayacak kadar panik halindeler ki bu bir ihtimal. Ya da bizim bilmediğimiz, ortaya çıktığı takdirde sonuçları sandık meşruiyetinin kaybının sonuçlarından daha vahim olacak bir sırları var; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çekmecelerinde, evrak dolaplarında ya da bodrum katlarında, bir yerde büyük sırlar saklanıyor olmalıdır.  Bu sırlar ortaya çıktığında bir nükleer etki yaratacak olmalıdır ki iktidar, ne pahasına olursa olsun, İstanbul’daki seçimi tekrarlatmak arzusundadır. Bu konuda nihai bir yargıya varmak için bekleyip göreceğiz. Ayrıca, o saklanan sırlar varsa, onların da eninde sonunda ortaya çıkacağını, bunun önlenemeyeceğini, herkesin biliyor ve öngörüyor olması lazım. Bunlar sadece geciktirilebilir.

Bu arada malumunuz, YSK, dün AK Parti’nin 31 ilçede tüm oyların yeniden sayımı talebini reddetti. Bu gelişme, iktidarın seçimi tekrarlatma yolundaki çabalarını durdurmasa da savunulmasını büsbütün imkansızlaştırdı. Buna rağmen de vazgeçmediler. İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi için ‘’olağanüstü itiraz’’ başvurusu yaptılar.

Diğer taraftan, bugün Büyükçekmece’de emniyet güçleri sahte seçmen operasyonuna çıkmıştı. Devlet gücünün, bir siyasi partinin dar siyasi çıkarları için kullanılmasının aşırı bir tezahürüydü bu. İktidar, Büyükçekmece’de 11 bin küsur sahte seçmen olduğunu iddia ediyor. Bu iddialarını hangi somut kanıta dayandırdıklarını ise bilmiyoruz, bu belli değil. ‘’Elimizde görüntüler var, şu var, bu var’’ diyorlar ama ne olduğunu anlatmıyorlar. Büyükçekmece’de 2018 ve 2019 seçmen sayılarının karşılaştırması bile, bu iddianın temelsizliği hakkında bize bir fikir verebilir. 2018’de ne kadar seçmen vardı, 2019’daki seçmen sayısı neydi, buna bakmak lazım. 2018’de 172 bin olan seçmen sayısı, 2019’da 174 bine yükselmiş. Bunların bazıları, ilk kez oy kullanan yeni seçmenler. Bazılarının da sahte seçmen olduğu, CHP’nin yaptığı itirazlar sonucunda anlaşılmış bulunuyor.

2018’deki milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarına bakıldığında, Büyükçekmece’de 2019’daki yerel seçimi, CHP adayı Hasan Akgün’ün kazanmasından daha doğal bir sonucun olamayacağı da görülür. Burada bazı rakamlara gireceğim. Konuşurken rakamlardan bahsetmek takibi güçleştirebilir ama rica ediyorum, lütfen çaba gösterin. Çünkü 2018 ve 2019 seçim sonuçlarının ve kayıtlı seçmen sayısının mukayesesi, bu 11 bin sahte seçmen iddiasının ne kadar boş olduğun anlaşılmasına yardımcı olması bakımından çok önemli.

Şimdi; Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde İnce, Akşener ve Demirtaş’a verilen oyların yüzdesinin toplamı 53,8. Tekrar ediyorum: 2018’de, sadece Muharrem İnce’nin oylarını hesaba katmıyoruz, buna Akşener ve Demirtaş’a verilen oyları da ekliyoruz ki 2019’la mukayese edelim. İşte bu oyların toplamı %53,8. 2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde Erdoğan’a verilen oyun yüzdesi ise 45,5. Arada 8 puan gibi bir fark var. Yine 2018’de, milletvekili seçimlerinde Cumhur İttifakı %46,4, Millet İttifakı da %40,3 almış. Bir de %10 HDP oyu var. Bu HDP oyunu, Millet İttifakı’nın oyuna koyduğumuzda sonuç %56,4 oluyor.

Şimdi 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’ne geliyoruz. Büyükçekmece’de yapılan seçimde, Millet İttifakı’nın adayı CHP’li Hasan Akgün, %50,3 almış. Yani, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde, 3 muhalif adayın aldığı oyun 3 puan altında oy almış. Bu gayet normal. AK Partili Mevlüt Uysal da %47,45 almış ki bu oran da 2018’de Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde aldığı oranla uyumlu. O oranlar da %45,5 ve %46,4’tü. Büyükçekmece’den seçim iptali çıkarma çabaları açısından bu sonuç vermez. Verirse de büyük bir skandal olur ve tarihe kara bir leke olarak geçer. Çünkü bu mukayeselerde 2018 ve 2019 seçimlerinin sonuçları uyumludur. 2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde, kendi partilerinin adaylarına oy veren seçmen, 2019 yerel seçimlerinde, Büyükçekmece’de ilçe belediye başkanlığı için yapılan seçimde, CHP’nin adayına oy vermiştir. Aradaki fark gayet normal. 3 puanlık bir düşme var. Orada da, sandığa gitmeyen, muhtemelen HDP’li veya İYİ Partili bir seçmen söz konusu.

Buradan başka bir hususa geçmek istiyorum; Velev ki, iddia edildiği gibi 11 bin sahte seçmen var, bir an için böyle kabul edelim. Böyle olsa bile, bu sayı seçimin tekrarı için yeterli kabul edilemez. Sahte seçmen sayısının, İmamoğlu ve Yıldırım arasındaki farktan fazla olması lazım. Şimdi YSK’nın Büyükçekmece ile ilgili kararını bekliyoruz. Şu ana kadar, YSK’nın ne yönde karar verdiğine dair benim bir bilgim yok. Velev ki, sonunda 11 bin sahte seçmen olduğu tespit edildi, hatta polis operasyonları sonucunda elde edilen veriler, YSK tarafından da kabul edildi diyelim, Yüksek Mahkeme neticede. Eğer karar, Büyükçekmece’de seçimin tekrarı yönünde olursa, oyların sayılması yönünde olursa, sahte seçmen sayısının, Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu arasındaki farktan fazla olması lazım ki İstanbul’daki seçimler iptal edilsin.

Şimdi ‘’AK Parti neyin peşinde?’’ sorusuna makul bir cevap vermeden önce, bugüne kadar yaşadığımız 9 günlük süreçte, iktidarın İstanbul’daki seçim sonuçlarını kabul etmeme tavrının, kendi seçmen tabanı üzerindeki etkisine de göz atalım. İnandırıcı bir seçim sonucunu tanımama ve seçimi hakkıyla kazanan adayın mazbatasını almasını engelleme çabaları, iktidarın güç kaybının algılanmasını önlemeye dönük bir güç gösterisiydi. Bu, Türkiye’de iktidarın kimin elinde olduğunun hatırlatılması bakımından, sadece iktidarın kendi seçmen tabanına yönelik bir güç gösterisi değildi, dünyaya da yönelik bir güç gösterisiydi. Seçim yenilgisinin, iktidarın sadık tabanı üzerindeki travma etkisi böylece azaltılmak istendi. AK Parti, itirazlarını mesnetsiz ve kanıtsız da olsa son raddesine kadar götürme tavrının nihai amacını, Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’un ağzından da itiraf etti zaten. Bakın bugünkü basın toplantısında ne dedi, okuyorum: “YSK’nın verdiği karar hepimizi bağlar. Ama şüphe ortadan kalkmamış olur.” Bir şüphe var, malum. Tek taraflı iddia edilen, desteklenmeyen, kanıtlanmayan, somut bulgularla ortaya konmayan bir şüphe. Devam ediyorum: “Bütün bunlara ilişkin net bir karşılık ortaya konmamış olur.” demiş Ali İhsan Yavuz. Ve şurası çok önemli: “5 yıl boyunca bu şüpheyle konuşulur.” Bence de kilit cümle zaten bu: 5 yıl boyunca bu şaibe konuşulur, bence de amaç bu.

İmamoğlu mazbatasını aldıktan sonra, kendisini çalıştırmamak için ellerinden geleni yapacaklar ve gerekçesi de, işte bu sözde şüphe ve şaibe olacak. Buradan hareketle İmamoğlu’nu çalıştırmamak için bir meşruiyet ve rıza üretmeye çalışıyorlar. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz’un söylediğini aynen aktarıyorum; “İstanbul’da organizeli işler var” diyor. Seçimlerde muhalefetin kazanması için şartların iktidar aleyhinde olması yetmez. Türkiye’de ağırlaşan bir ekonomik krizin etkisi hissediliyor zaten ki bu da seçmen davranışına iktidarın aleyhinde yansıyor, doğru, ama bu yetmez. Muhalefetin organize de olması gerekir ki bu her zaman için meşru bir haktır. Muhalefet de bu seçimde iyi organize oldu ve kazandı. Sandıklara da sahip çıktılar. Dahası, 31 Mart akşamından itibaren başlayan, ‘’seçim sonuçlarını kabul etmeme’’ tavrına karşı, hem oy torbalarının depolandığı alanları korudular, hem ısrarlarını sürdürdüler, kararlılıklarını olgunlukla, basiretle sürdürdüler. Bu açıdan da, bence önemli bir meşruiyet zemini kazandılar. Bu tavırları bile tek başına AK Parti seçmenini, İstanbul’daki seçimlerde, onların tabiriyle ‘’yaygın ve bütünüyle bir usulsüzlük’’ olduğuna inandırmaya yetmiyor. Nedeni de budur. Dolayısıyla olay budur, bundan ibarettir. İzlediğiniz için teşekkür ederim.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.