Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ak güvercinler kimin için uçuyor?

CHP’den aday gösterilmeyen Mustafa Sarıgül, Celal Doğan başta olmak üzere bazı isimler DSP’den 31 Mart yerel seçimlerinde aday oldular. Bunlar iktidar ve ona yakın medya tarafından destek de görüyorlar. Bu fotoğraf bize neler söylüyor?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Öncelikle hastalıktan yeni çıkmakta olduğum için sesimden dolayı özür dilemek istediğimi belirteyim. Bugün biraz Demokratik Sol Parti’den (DSP) bahsetmek istiyorum. Aslında böyle bir parti Türkiye’nin ve benim gündemimizde pek yoktu; ama 31 Mart seçimleri yaklaşırken birdenbire gündemimize girdi ve gündemimize daha fazla sokulur oldu. Bu normal bir şey; ilk başta bakıldığı zaman hep böyle olur, küskünler olur, küskünler arayış içerisine girerler ve kendilerine buldukları bir kapıda toplanabilirler. Bu sefer özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nden beklediklerini bulamayan, aday gösterilmeyen birçok ismin burada, DSP’de toplandığını görüyoruz. 

Bu aslında çok da şaşırtıcı bir şey değil, yargılanacak bir şey değil; ama bunun siyasî iktidar tarafından alabildiğine kullanılıyor olması tabii ki işi biraz ilginçleştiriyor, üzerinde konuşmayı birazcık gerekli kılıyor. Mesela bugün Star gazetesi bir manşetle çıktı; orada gördük ki DSP’den adaylıklarını ilan eden, aday olacaklarını söyleyen kişileri koyup “Diktatöre Ak Güvercin Harekâtı” başlığıyla verdiler. Benim de bu yayına zaten “Ak güvercinler” dememin hareket noktası odur. DSP’nin, Ecevit’in ak güvercin sembolünü biliyoruz; ama belli bir süreden sonra DSP’nin aslında ortada olmadığını da biliyoruz. Öncelikle Mustafa Sarıgül’le beraber başladı bu. Mustafa Sarıgül son âna kadar CHP’den tekrar Şişli’de aday olmayı istedi, bekledi; ama olmayınca da ikinci seçeneğinin DSP olacağı söylenmişti, nitekim öyle oldu. Ardından Gaziantep’te Celal Doğan –ki arada bir HDP milletvekilliği de var– tekrar yıllar sonra Gaziantep’ten aday oldu, o da CHP’den Gaziantep’in adayı olmasını beklemişti, ama orada CHP ittifakla yani İYİ Parti’nin adayında anlaştıkları için aday göstermediği için Celal Doğan orada adaylığını ilan etti ve DSP’ye geçti. Ve burada tabii şöyle de bir beklenti var: Hatırı sayılır bir HDP oyu var ve bu HDP oyunun da İYİ Parti adayına gitme ihtimali çok yüksek değil, böyle bir mantıkla gitti, ama devamı da geldi. Avcılar Belediye Başkanı’nın İstanbul’da yine DSP’den aday olacağını gördük, Kırklareli Belediye Başkanı Kesimoğlu’nun  DSP’den, ama bir iddiaya göre bağımsız bir iddiaya göre CHP’den aday olup olmayacağı bugün netleşecek ve Ankara’da da CHP’nin eski Çankaya Belediye Başkanı DSP’den aday oldu. 

Bunların tabii kazanma şansları var mıdır, ne kadar oy alırlar? Bunlar apayrı bir tartışma konusu; ama şurası muhakkak ki bu kişilerin aldıkları her oy CHP’den eksilen oylar olacak ve CHP’nin belki de bazı yerleri kazanmasını engelleyebilirler, bunu bilemiyorum. Ama burada çok basit bir bölen mantığıyla bakıp bunları –bazılarının yaptığı gibi– ihanet vs. üzerinden değerlendirmek bence çok doğru olmaz. Siyasette böyle şeyler Türkiye’de çok oldu; geçmişte de oldu. 70’li yıllarda, 80’li yıllarda, 90’lı yıllarda hep oldu, şimdi de oluyor ve hep bir de birtakım partilerde bir şekilde ortaya çıkabiliyor. Ama esas buradaki meselenin iki boyut var: bir, bu adaylık meselesine, özellikle CHP içerisinde adaylık meselesine nasıl herkesin razı olacağına birtakım formüllerin bulunamadığı meselesi, yılların kangren olmuş bir sorunu. Neredeyse her seçimde benzer şeyler yaşanıyor ve bu seçimde çok daha bariz bir şekilde yaşandı — bu olayda gördüğümüz gibi. CHP bunu niye yapamıyor? CHP niye insanları tatmin edemiyor, aday adaylarını tatmin edemiyor ya da aday adaylarının rahatsızlığı niye bu kadar yüksek oluyor? Bu başlı başına çok ciddi bir soru. 

Şimdi, baktığımız zaman, tek tek örneklere bakmak bizi yanıltabilir bazı durumlarda ama mesela Mustafa Sarıgül olayına baktığımız zaman, Mustafa Sarıgül’ün yıllar sonra tekrar CHP’den Şişli belediye başkan adayı gösterilmemesi aslında anlaşılır bir şey. Ama Sarıgül’ün sonuna kadar bunda ısrar etmesi, büyükşehir belediye başkan adayı olmuş ve kaybetmiş olduktan sonra, bir zamanlar Türkiye’de kendi siyasî partisini kurma iddiasıyla “Çare Sarıgül” sloganlarıyla ortaya çıkmış birisi olarak, yıllar sonra tekrardan Şişli belediye başkanlığı üzerinde ısrar etmesi gerçekten başka bir olay. Yani bu DSP olayını değerlendirirken Sarıgül’ü herhalde ayrı bir yere koymak gerekiyor, Sarıgül’ün siyasî ihtiraslarıyla ilgili bir olay; ama tabii ki buradaki startı Mustafa Sarıgül verdi. Mustafa Sarıgül gibi kazanma şansı nispeten olduğu varsayılan bir isim DSP’den aday olmasaydı başkaları da belki DSP ismini düşünmeyebilirlerdi. 

Celal Doğan meselesinde de aslında benzer bir olay var, Sarıgül’le benzer bir olay var; yıllar sonra tekrardan Gaziantep’ten belediye başkan adayı olmasını istemesi. Tabii orada onu daha bir meşru kılan husus; orada CHP’nin İYİ Parti adayına razı olması. Eğer CHP başka bir isim çıkarsaydı, CHP’den bir başka isim Gaziantep’te İYİ Parti-CHP ortak aday olarak çıksaydı Celal Doğan bu adımı atar mıydı? Çok emin değilim, böylece İYİ Parti adayı gösterilince işinin kolaylaşmış olduğunu görüyoruz. 

Avcılar olayında şu andaki aday gösterilen kişi CHP’de bayağı eskiden beri siyaset yapan biri; ama eski başkanın, var olan başkanın tekrar aday gösterilmemesi üzerine adaylığını ilan etmesi herhalde büyük ölçüde bir kariyer ısrarı olarak değerlendirilebilir. Ama bütün bunların hepsine baktığımız zaman, ortada çok ciddi bir şekilde muhalefet partilerinin, özellikle CHP’nin vahim bir krizi söz konusu. Bu kadar önemli bir seçimde, her açıdan bu kadar önemli bir seçimde en azından şunu söyleyebiliriz: Normal şartlarda bu seçimden sonra daha uzun bir süre Türkiye’de seçim olmayacak; kimileri birtakım erken seçimler bekliyor olabilir, kimileri hatta başkanlık seçiminin bile erkenden olacağı üzerine spekülasyonlar yapabilir, ama normal şartlarda 4,5 yıl daha bu ülkede seçim olmayacak ve bu seçim, daha yeni çok hayatî bir seçimden yenik çıkmış bir muhalefet partisininin ve sürekli ülke için alarm durumuna işaret eden bir muhalefet partisinin daha baştan kendi içerisinde bu kadar ciddi aday sorunları yaşıyor olabilmesi, başlı başına bir kriz hali — bize bunu gösteriyor. DSP’deki ak güvercinlerin uçuşunun Türkiye’deki sosyal demokrasinin sorunlarını çözmek uçuşu olmadığı ortada. Tek tek şahısların birtakım beklentileri için oluşmuş, geçici bir durak muhtemelen. Bu kişiler seçilse de bu partide yollarına devam mı edecek, DSP Türkiye’de tekrar merkez solun toparlanma adresi mi olacak? Bu soruları sormak bile bana çok gerçekçi gelmiyor açıkçası. 

Ve tabii işin bir başka boyutu: Siyasî iktidarın bu olayı kullanması! Star gazetesinden bahsettim, onun öncesinde iktidar yanlısı bir haftalık yayın organında görmüştüm; DSP’yi manşete çıkarıp “PKK-CHP işbirliğinden rahatsız olan Kemalistlerin adresi DSP” gibi bir başlıkla çıkmış bir yayın görmüştüm; bunlar da gerçekten çok provokatif, samimi olmayan, dürüst olmayan birtakım propaganda teknikleri. Bu cümleleri DSP’li mi etti, yoksa onunla bir şekilde konuşan o yayın organının editörleri mi etti? Onun bile bir yerden sonra çok fazla anlamı yok. Yani burada yapılmak istenen, çok güçlü olmayan CHP’nin varsa birazcık iddialarını törpüleyebileceği kadar törpülemeye çalışan bir iktidar var ve önümüzdeki günlerde herhalde bol miktarda DSP’li adayın, varsa belki birtakım bağımsız adayların çok da fazla AKP’yi zorlama ihtimali olmayan isimlerin parlatıldığına tanık olacağız, bu da işin nasıl centilmenlikten uzak bir şekilde seyrettiğini bize gösteriyor olacak. 

Tabii burada hazin olan durumlardan birisi; DSP’nin Ecevit tarafından ilk kurulduğu zamanları hatırlıyorum, çok ilginç bir çıkıştı, çok şaşırtıcı bir çıkıştı ve birçoklarına –ben dahil, daha gençtik o zamanlar tabii– nafile bir çıkış olarak gelmişti. O zaman SHP’nin gücüne –sonradan CHP’yle birleşen– CHP’nin gücüne kıyasla Ecevit’in yaptığının çok tek başına bir hareket olduğu gibi bir izlenim doğmuştu; ama Ecevit kendisi başlı başına bir –yeni tabirle– marka olduğu için, orada yaşanan SHP’nin CHP’nin krizlerinden çok iyi bir şekilde istifade edip birtakım yeni şeyler söyleyerek, ilerleyen yaşına rağmen DSP’yi bayağı beklenmedik noktalara taşıyabilmişti. Ama belli bir süre sonra, iktidar deneyiminden sonra, DSP hızlı bir inişe ve tükenişe doğru gitmişti. Ama Ecevit’in bu yoktan var ettiği ama sonra da yok oluşuna, büyük ölçüde eriyişine tanıklık ettiği bu partinin yıllar sonra böyle sahneye çıkıyor olması, bu şekilde bir enstrüman olarak ortaya çıkıyor olması… tabii ki bunu yapanlar kendileri enstrüman olmayı hedeflemediler, kendileri özne olmayı hedeflediler; ama sonuçta bu kadar sert kutuplaşmanın yaşandığı bir ülkede DSP’nin şu anda bir özne olmanın uzağında olduğu; tam tersine kutuplaşmanın daha da şiddetlendirimesinde siyasî iktidarın ve onu destekleyen medyanın elinde bir nesneye dönüşmüş olduğunu hep beraber görüyoruz. 

Buradan ne çıkar? DSP’ye bir gelecek çıkmaz, Türkiye’ye de bir gelecek çıkacağını sanmıyorum, ama CHP’nin zaten varolan krizini daha da derinleştireceği muhakkak. Ama şöyle de bir husus olacak: Bazı yerlerde yaşanan başarısızlıkları açıklamada belki CHP’liler argüman olarak DSP’yi kullanacaklar. Yani DSP’nin ortaya çıkmasını ve bunun siyasî iktidar tarafından bir süreliğine de olsa parlatılmasını yenilgi nedenlerinden birisi ya da en birincisi olarak sayabilirler, eğer kaybederlerse. Şu âna kadar gördüğümüz kadarıyla –artık bugün listelere son hali veriliyor; itiraz süreleriyle beraber, ama bitti her şey– muhalefet partilerinin, başta CHP olmak üzere çok ciddi bir çıkış yakaladığını, çok parlak adaylarla ortaya çıktıklarına tanık olmadık. Hâlâ içlerindeki tartışmalarla gündemdeler ve bu tartışmalar siyasî iktidarın müdahaleleriyle olduğundan çok daha büyük etkiler yaratabiliyor. Bunu nasıl çözeceklerini bilmiyoruz ve şöyle bir şey demek gerekiyor: Artık şu kampanya her neyse başlasın ve o zaman görelim kim ne diyor diye. Şu âna kadar bugün Ünsal Ünlü’nün sabah yayınında çok güzel söylediği gibi belediyecilik dışında her şeyin konuşulduğu bir seçim kampanyasına tanık oluyoruz. Bakalım bundan sonra hakikaten yerel yönetimler konusunda bir şeyler, özellikle muhalefet partileri alternatif birtakım projeler sunabilecekler mi?

Son olarak konuyla alâkası yok ancak Cumhuriyet gazetesinin yazarlarına, çalışanlarına verilen cezaların onanmış olmasının ülkedeki adalete güveni nasıl iyice sarstığını, zaten olmayan güvenin artık –en azından bende yok– Türkiye’yi nasıl bir umutsuzluğa ve karamsarlığa yönelttiğini bir kere daha tekrarlamak istiyorum; arkadaşlarımın hepsine tekrar geçmiş olsun diyorum. Tekrar dönüp hapis yatması gerekenler var, bir yıl iki yıl yatmaları gerekenler var, hapis yatmaları gerekmeyen kimileri de birkaç günlüğüne de olsa tekrar cezaevine gidip tekrar geri gelecekler. Bu insanlara bunları yaşatmaya kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum; ama Türkiye gerçekten böyle çok ciddi bir krizin içerisinde. İşte böyle bir krizin içerisinde bu şikâyetlerin, bu rahatsızlıkların ortasında muhalefet partilerinin hâlâ bir kariyer kavgası içerisine giriyor olmaları da Türkiye’nin kaderinin nasıl olduğunu bize gösteriyor diyeyim. Cümle bulmak, kelime bulmakta zorlandığımın farkındasınızdır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.