Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’nin yenilgisi: “Yiğit düştüğü yerden kalkar” mı sahiden?

31 Mart sonrasında AKP içinde üç eğilim var: 1) “Aslında kazandık” diyenler; 2) “Kazanmadık ama çok da önemli değil” diyenler; 3) “Yiğit düştüğü yerden kalkar” diye yenilgiyi kabul edenler. AKP ve Erdoğan’ın düştüğü yerden kalkma imkanı var mı sahiden?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Yaklaşık 10 günlük bir aradan sonra tekrar Medyascope stüdyolarında karşınızdayım. Dün Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırı ile ilgili olarak evden bir yayın yaptım; ama o canlı yayın değildi. Mazbata sırasında burada İstanbul’da değildim, daha doğrusu Türkiye’de de değildim, ama uzaktan izledim. Beni çok şaşırtmayan gelişmeler yaşandı ve benim yepyeni Türkiye tarifinin ilk günlerini uzaktan, Türkiye’nin uzağından izlemek bir başka oldu, farklı oldu ve belki de daha iyi oldu. Biraz mesafeli bir şekilde bakmak uzaktan daha iyi oldu.

Türkiye gerçekten yepyeni bir döneme girdi. Ama bu yeni döneme girmesini istemeyenler var. Ve bunu engellemek istiyorlar, isteyecekler. Ama bu kadar hızlı davranacaklarını açıkçası beklemiyordum. Dün Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı bunun bir provasıydı. Yani Türkiye’deki değişimi, yaşanmakta olan ve kaçınılmaz olan değişimi engellemeye yönelik bir çaba, bir linç gösterisi, bir linç denemesiydi. Her yönüyle bunu ayrıca dün değerlendirdim. Bugün bir başka yayın daha yapmayı düşünüyorum. Kılıçdaroğlu saldırısını biraz daha kurcalamayı düşünüyorum. Oranın üzerinde biraz daha konuşmak istiyorum. Onu bugün herhalde saat 17’de yapacağım. İkinci yayın olsun.

Ama şu haliyle esas olarak şu 31 Mart seçimlerinin tekrar bir dökümünü yapmakta yarar var. Ve bunun öncelikli mağlubunun AKP ve Erdoğan olduğunu kabul etmek lâzım. Her ne kadar birtakım rakamlarla “Biz aslında yüzde 50’nin üstünde oy aldık” deseler de çok bariz bir yenilgi söz konusu. Zaten İstanbul ve Ankara’dan herhangi birini kaybetmiş olmaları bile başlı başına bir yenilgiydi. Hepsini kaybettiler. Üstüne Antalya’yı kaybettiler. Ortakları MHP’nin Mersin ve Adana’yı korumasına yardımcı olamadılar. Orayı da kaybettiler. Türkiye’nin en dinamik bölgelerinin CHP’ye geçmesine engel olamadılar. Çok ciddi bir psikolojik üstünlüğü, moral üstünlüğü de CHP aldı. Ve burada tabii, İstanbul’da özellikle Ekrem İmamoğlu figürü çok daha fazla öne çıkıyor. Bunda tabii ki İstanbul’un sonuçlarını bu kadar geciktirmelerinin –31 Mart gecesinden başlayan bir süreç biliyorsunuz–, geciktirmelerinin de rolü fazla oldu.

Eğer 31 Mart’ın gecesinde İmamoğlu’nun kazanmış olduğu resmen açıklanmış olsaydı –daha sonra yapılan olağanüstü itiraz vs. onlar ayrı bir husus– belki biraz daha farklı olabilirdi. Ama bunu yaparak aslında ne kadar hazırlıksız olduklarını, yenilgiyi hazmedemediklerini gördük. Şimdi YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal edip etmeyeceğini bekliyoruz. Ve burada umutlarının, iptal yolundaki umutların daha da azaldığını tahmin ediyorum. Kuşkusuz iptal kararı çıkma ihtimali var. Bazılarına göre, olaya hep başından beri kötümser bakanlara göre muhakkak çıkacak. Ben hiç bu kadar net konuşmuyorum. Muhakkak çıkacağını sanmıyorum. Büyük bir ihtimalle çıkmayacağını düşünüyorum. Ama ezkaza YSK siyasete boyun eğer ve böyle yönde bir karar verirse de, bu da başka bir türlü, başka bir yönden iktidar koalisyonunun kaybının daha hızlanmasına yol açacak diye düşünüyorum. Ama bu olurken de tabii ülke çok daha istikrarsız bir sürece girecek.

Neyse, şimdi yayınımızın başlığına dönmek istiyorum: “Yiğit düştüğü yerden kalkar” lâfı AKP’li çok kişi tarafından 31 Mart sonrasında edilmeye başlandı. Bu aslında “Yiğit düştüğü yerden kalkar” lâfı bir anlamda içeriye yönelik bir motivasyon çalışması olarak görülebilir. Ama burada tabii en önemli husus şu: Yiğidin düştüğünü kabul etmeleri, yani yenilgiyi kabul etmeleri. “Bakalım neden oldu? Niye oldu? Bunları nasıl aşarız?” diyenlerin sayısı artıyor. Ama öte yandan artık AKP ile bağlarını koparanların, koparmaya hazırlananların da sayısı artıyor. YSK’nın kararı belli olduktan sonra, bir de iptal kararı verilmemesi halinde, yani böyle İstanbul’un CHP’de kalmasının kesinleşmesi halinde, AKP’ye yönelik çözülmelerin daha da hızlanacağı kanısındayım. En azından şu anda onu bekliyorlar, oradan bir gelişme bekliyorlar. Ama eğer orada da artık nokta konmuş olursa, bence büyük bir kopuşa, adım adım ama büyük bir kopuşa doğru gidecek AKP. Bunu özellikle vurgulamak lâzım.

Şimdi geri kalanlara bakalım: Bir kısmı “Yenilgi falan yok, biz aslında başarılıyız” diyorlar; ama buna kendileri bile inanmıyor ve tabanlarını inandıramıyorlar. Diğer tarafa geldiğimiz zaman: “Yiğit düştüğü yerden kalkar”. Kalkar mı? Bence kalkamayacak. Ama her şeyden önce bu yiğit lâfına bir bakmak lazım. Seçim gecesinden itibaren, öncesinde, gecesinde ve sonrasında yaşananlara baktığımız zaman, yiğit lâfının burada iktidar sahiplerine çok uymadığını görüyoruz. Yenilgiyi kabul etmeme, bir itiraz hali. Ben bunun en iyi eski Türk filmlerindeki meşhur repliklerle açıklanabileceğini düşünüyorum. Orada “N’ayır, n’olamaz!” diye söylenen geliyor aklıma. Şimdiki genç kuşak herhalde sosyal medya üzerinden bundan haberdardır; ama bizim kuşağımız için Türk filmlerinin en önemli şeyleriydi. Bir şekilde kötü adamlar, ama bazen starlar da itirazlarını böyle dile getirirlerdi.

Siyasî iktidarın 31 Mart yaklaşımı, iktidar sözcülerinin yaklaşımı tam bir “N’ayır, n’olamaz!” yaklaşımı, “Bunu bana yapamazsın” ya da “Bunu bize yapamazsınız”. Özellikle AKP’nin bu konuda sözcülüğünü yapan, inanın şu anda adı aklıma gelmiyor –çünkü yıllardır bu hareketi takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak daha önce hiç karşılaşmadığım, karşılaşsam bile adını öğrenmediğim birisi sürekli birtakım itirazlarla, hukukçu kimliğiyle özellikle bunu yapıyor, bir de işin ilginç tarafı grup başkanvekili kendisi– “Bir şeyler oldu, fark etmesek bile bir şeyler oldu” dedi. Yani şunu söylemeye çalışıyorlar: Bu sonuç çıkmaması lâzım. Ama ortada delil vs. nedir? Bu konuda bir şey yok. Muhakkak bir hırsızlık olması lâzım, muhakkak bir yanlışlık olması lâzım. İş KHK’lıların seçme hakkının olmadığını savunmaya kadar gitti. Tam bir çaresizlik hali var. Yani burada olayın, bir seçim yenilgisinin mertçe kabul edilmesi kesinlikle söz konusu değil. Bu yapılmadığı ölçüde de aslında yenilgi daha da katmerleşiyor.

Peki, yiğit ya da değil, iktidarın, AKP iktidarının –özellikle MHP bunun bir yerinde duruyor, ama o ayrı bir şey–, AKP’nin düştüğü yerden kalkma imkânı var mı? Bence hiçbir şekilde yok. Çünkü artık böyle bir yüzleşmeyi yapabilecek mekanizmaları yok, kadroları yok. Kadrolar, demin sözünü ettiğim, saatlerce televizyon canlı yayınlarına çıkıp akılda kalan cümlelerinin çoğu boşluk olan, hiçlik olan kişilerle temsil ediliyor. Çok az sayıda kadrosu kaldı AKP’nin. Her şey Erdoğan’la başlayıp Erdoğan’la bitiyor. Böyle bir AKP var. Kadrosu yok, perspektifi yok. Bir de AKP’nin son dönemdeki en temel motivasyonunun, özellikle son 5-6 yılda en önemli motivasyonun bir dava partisi olmaktan çıkıp, iktidarı koruma, kendini koruma, kendi kişisel bekasını her şeyin önüne koyma partisi haline gelmesi var. Dolayısıyla burada iktidar bir şekilde elinden kaymaya başladığı andan itibaren bu hareketi bir araya getiren insanların arasında bir çözülme yaşanıyor.

Şimdi düşülen yer belli. Neden düşüldüğü de çok boyutlu olmakla beraber belli. Çünkü bence buradaki en önemli mesele, bu hareket artık ideolojik ve politik olarak hiçbir perspektif sunamıyor. Topluma ileriye yönelik hiçbir şey sunamıyor. Artık proaktif değil, ileriye yönelik pozitif bir siyasetten çok uzaklaşmış, tamamen reddiye üzerine, yasaklar üzerine, baskılar üzerine kurulan savunmacı bir milli güvenlik konseptini her şeyin önüne koyan, dolayısıyla bekayı her şeyin önüne koyan bir perspektife sahip. Dolayısıyla burada kaybetmesi kaçınılmaz. Bütün bunlara bir de ekonomik kriz eklenince iş daha da katmerleşiyor. Şu anda düştüğü yerden kalkabilmesi için siyasî olarak, ideolojik olarak bir şeyler söyleyebilmesi lâzım. Bekadan başka hiçbir şey söyleyemez durumda. Eskiden “demokrasi” diyordu, “özgürlükler” diyordu, “Avrupa ile bütünleşme” diyordu, “yasaklarla mücadele” diyordu ve belli bir yol almıştı. “Kürt sorununun çözümü” diyordu. Ama şimdi bütün bunların hepsinin uzağında bir baskıcı devlet, yani sadece ve sadece sopayla, havucun hiçbir şekilde olmadığı, havucun sadece kendi taraflarına koklatıldığı bir sistem. AKP’nin buradan çıkması kolay kolay mümkün değil. Kendini yenilemesi kolay kolay mümkün değil. Eski kadrolarını kazanması, geri kazanması… o da mümkün değil. Bütün bunların olabilmesi için her şeyden önce Erdoğan’ın iktidarını paylaşmaya razı olması lâzım. Bu konuda herhangi bir işareti de Erdoğan vermiyor.

Bir diğer husus, bu tür bir ayağa kalkmanın çok ciddi bir seferberlik gerektirdiği muhakkak, toplumsal seferberlik gerektirdiği muhakkak. Bunun da olabilmesi için özgür bir ortamın olması gerekiyor. Hukukun olması gerekiyor. İnsanların kendini rahat hissedip, özgür hissedip tartışması gerekiyor. Eleştirilerini söylemesi gerekiyor. Bütün bunların önü de kapalı. Dolayısıyla AKP’nin burada, Erdoğan’ın düştüğü yerden kalkmasının imkânı yok. Artık bu defter kapandı.

Peki bundan sonra ne olacak? Bundan sonra kendine yeni bir güzergâh arayışına girebilir. Ama şu haliyle baktığımız kadarıyla MHP’ye mahkûm, Bahçeli’ye mahkûm bir AKP görüntüsü. Kılıçdaroğlu saldırısı bunu bize gösterdi. Onu bilâhare bugün ikinci bir yayında ele alacağım için çok fazla uzatmak istemiyorum. Ama şu haliyle, MHP’yle kısıtlanmış, sıkışmış haliyle AKP’nin gidebileceği çok fazla bir yer yok. Olabilecek olan, Türkiye’de gerilimin iyice tırmandırılması, baskı politikalarının artırılması vs. vs.. Bunu da Türkiye’nin daha fazla kaldırabileceği kanısında değilim. Adı konmamış olağanüstü hal, ya da adı da konabilir, bir zemin yaratırlar, yeniden bir olağanüstü hal ilan edilebilir. Türkiye artık bu olağanüstü rejimlerle yönetilebilecek bir ülke, daha fazla bunu taşıyabilecek bir ülke değil. Öncelikle bunu söyleyelim.

Bir de buna çok bağlı olarak böyle bir durumda ekonomik krizin çözülmesi zaten çok zorken, iyice imkânsız hale gelecek. Ve ekonomik krizin iyice derinleşmesi, Murat Kubilay’ın deyimiyle krizden buhrana geçişin tamamlanması halinde –ki o buhrana girildiğini söylüyor; ben ekonomiden çok anlamayan birisi olarak sadece onun bu söylediğini burada vurguluyorum– bir buhran halinde, ekonomik buhran halinde, bu yerden kalkmak bir yana, iyice yere çakılı kalma ihtimali çok daha yüksek.

Dolayısıyla çok ciddi bir krizi var AKP’nin. AKP’nin bu krizinden, Erdoğan’ın bu krizden, artık iyice belirginleşen, 31 Mart seçim yenilgisiyle de katmerleşen, İstanbul’u Ankara’yı kaybetmekle iyice netleşen bu yenilgisinden bir tekrar toparlanma çıkarabilmesinin imkânı şu aşamada hiçbir şekilde gözükmüyor. Bu tabii sadece AKP’ye bağlı bir şey değil. 31 Mart’ta gördük: Artık oyun kurucu olan Erdoğan değil. Bu tescillendi. Muhalefetin bu durumdan yeni birtakım manevraları, yeni birtakım stratejileri geliştirip geliştiremeyeceğine bakmamız lâzım. Bu anlamda Ekrem İmamoğlu ismi önümüzdeki günlerde çok daha fazla telaffuz edilir olacağa benziyor. Ve artık bundan sonra AKP’nin ve Erdoğan’ın kaderinin büyük ölçüde muhalefete bağlı olduğunu, şu anki muhalefete bağlı olduğunu düşünüyorum.

Dolayısıyla bugün Abdülkadir Selvi’nin yazısı çok ilginç bir yazı. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a çok ciddi bir teklifle gitmeye hazırlandığı yolunda, “Türkiye ittifakı” başlığı altında gitmeye hazırlandığı yolunda bir yazı yazdı. Ama sonra Kılıçdaroğlu saldırısı nedeniyle yazıyı hazırlayamadığını, yani daha doğrusu koymadığını –muhtemelen yarın koyacaktır– yazdı. Bu da gösteriyor ki bugünkü muhalefet yarının muhalefeti olmayabilir pekâlâ. Türkiye’de iktidar dengeleri değişebilir; ama bu o kadar kolay olacağa benzemiyor. Bunları da işte bugün 17.00’de yapacağım yayında biraz daha deşmek istiyorum.

Kılıçdaroğlu saldırısı aslında sadece eskinin ayak diremesinden ibaret bir olay değil sanki. Var olan iktidar koalisyonu içerisinde de çok ciddi birtakım gerginliklerin, gerilimlerin yaşandığını, yaşanacağını bize gösteriyor olmalı — ki benden önce burada yayın yapan arkadaşım Kemal Can, özellikle MHP konusuna çok daha fazla hâkim olduğu için bu konuyu ele aldı. Ben de 17.00’de onu biraz daha ilerletmeyi düşünüyorum. Gerçekten önümüzdeki dönemde Millet İttifakı, Cumhur İttifakı vs. bütün bunların dışında yeni bir arayışlar da olabilir. Evet, şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.